# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

SLASH’den yeni klip

Friday, April 30th, 2010

SLASH, çoğu yerden büyük övgü alan yeni albümü “Slash“den “By the Sword”a çektiği klibi yayınladı.

“Slash” ilk haftasında şöyle coşkun bir performans sergiledi.

İsveç: #1
Kanada: #1
Finlandiya: #2
İsviçre: #3
A.B.D.: #3
Norveç: #4

ANATHEMA yeni albümünün tümünü tattırıyor

Thursday, April 29th, 2010

ANATHEMA, tüm detaylarını ve daha fazlasını şurada verdiğimiz için bu haberi dımdızlak bırakan yeni albümü “We’re Here Because We’re Here”daki tüm şarkılardan sample’lar içeren bir klip yayınladı.

OZZY OSBOURNE yeni kapağını açıkladı

Thursday, April 29th, 2010

OZZY OSBOURNE, yeni gitaristi Gus G.’li ilk albümü “Scream“in kapağını açıkladı.

Albümdeki şarkılardan bazılarının isimleri de şöyleymiş:

* Let Me Hear You Scream
* Diggin’ Me Down
* Let It Die
* Soul Sucker
* Fearless
* I Want It All
* Time
* Crucify
* I Love You All

Scream“le ilgili daha fazla ayrıntıyı da şuradan edinebilirsiniz.

DARKOLOGY – Altered Reflections

Thursday, April 29th, 2010

Özgür Durakoğulları

Bu albüm, henüz pek de keşfedilmemiş karanlık bir cevher. Pek keşfedilmemiş diyorum, zira çıkalı 1 seneyi geçmesine rağmen last fm’de 400 civarında kişi tarafından dinlenmiş bu eser. Buna şaşırdım aslında, çünkü albümde yer alan vokalist Kelly Sundown Carpenter ve gitarist Michael Harris nispeten isimli ve bence eşsiz müzisyenler. Harris ile ben ilk olarak bir hayli teknik bir progresif metal yapan Thought Chamber grubunun “Angular Perceptions” albümüyle tanışmıştım; kendisi hemen dikkatimi çekmişti, zira cazdan klasik müziğe giden bir yelpazede çok iyi sololar yaratan, çalan ve beste kabiliyeti bir hayli yüksek bir gitarist olarak beynime kazınmıştı.

2007’deki bu keşfimden sonra yıl 2010 olduğunda, metal-archives’da “beğendiğim müzisyenler neler yapıyorlar” temelli geniş bir araştırma yaparken bu gruba rastladım. İlk başta sadece vokalist için bakmıştım, sonra sağolsun bir arkadaşım “O grupta Michael Harris de var” deyince, “Oha nasıl dikkatimden kaçmış” deyip hemen albümü edindim. Neticede bir tarafta en beğendiğim 5 vokalistten biri vardı, öbür tarafta da özellikle sololarıyla, isim yapmış birçok gitaristin karizmasını bitirebilecek yetenekte bir gitarist vardı. Kabul ediyorum ki, bu albüme pozitif bir ön yargıyla yaklaştım bu değişkenlerin etkisiyle. Ama bugünden bakınca, aylar geçmesine rağmen albümü sıkılmadan hâlâ dinliyorum ve bu ön yargım, artık sağlam bir yargıya dönüşmüş durumda sanırım.

Michael Harris’i günümüzde en tanınır yapan grup Thought Chamber, ama kariyerine glam ve heavy metal ile başlayan bu adam özellikle solo albümleriyle çok önemli işler yapmış üretken bir müzisyen. Kendisinin tüm solo albümlerini ve Thought Chamber ile Darkology projelerini defalarca dinleyen birisi olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu adam hiç kendini tekrar etmiyor. Bir caz müzisyeni olan babası ve klasik müzik sanatçısı annesinden kalan mirası da, metal müzik içersinde etkin biçimde kullanan bu şahıs hem kendini tekrar etmiyor, hem de bir solosunu duyduğunuzda “Bu Michael Harris solosu” da dedirtebiliyor size. Aslında adamın ilk grupları Leather ve Arch Rival, o dönemlerde epey tanınıyorlarmış, ama ben sadece duymuştum bunları, hiç dinlememiştim. (Hâlâ da dinleyemedim.)

Henüz 2009’da çıkmış tek albümleri bulunan Darkology grubunun diğer bir süper yıldızı ise, en çok Beyond Twilight’ın “Section X” albümüyle tanınan vokalist Kelly Sundown Carpenter. Özellikle Outworld grubuyla iyiden iyiye kendini kanıtlayan bu süper sesli adam, tıpkı Harris gibi çok yönlü bir vokalist. Birkaç istisna dışında hafif kirli bir clean vokal tekniği kullanan bu abi, yeri geldiği zaman öfkeli, psikopat bir duygu verebiliyor, hatta black metal etkili kirli scream’ler veya bilindik clean scream’ler de atabiliyor. Beyond Twilight’daki vokallerinde Carpenter, grubun klasik müzik etkili ve klavyenin dominant olduğu müziğinden mütevellit olacaktır ki tonaliteye sadık vokal partisyonları seslendiriyordu; ama Darkology’de yer yer Nevermore’un, Pagan’s Mind’ın veya Psychotic Waltz’ın vokallerini andıran atonal yaklaşımlar da sergilenmiş.

“Altered Reflections” albümünde en dikkat çeken şey, tüm bestelerin ayrı bir karakterinin olması. Yani parçalara tek tek bakarsak, eğer farklı bir sound’da ve farklı müzisyenlerce icra edilselerdi her parçanın farklı birer albümden olduklarını sanabilirdik. Bir de, çok teknik ve alışık olunmayan tarzda tempo değişilkleri içeren olayları fazla kullanan bir progresif metalden hoşlanılmıyorsa, bu albüm dinleyeni tatmin edebilir bir biçimde.

Grubun ismi belki çok iddialı, hani “-ology”li bir kelime olunca, sanki majör bir akım veya bilim dalı falanmış gibi geliyor kulağa; ama bence bu ismi hak edecek bir müzikalitesi var tanıtılan albümün. Tizlere de çok başarılı çıkabilen vokalist, genelde ara notalarda gezinen ve çok farklı duyguları yansıtan bir performans sergilemiş. Grubun kadrosunda klavyeci yok, ama çok fazla olmasa da kimi ambient seslerden, sample veya gerçek klavyelerden de faydalanılmış. Böylece görsel olarak da hayal gücünü tetikleyen bir müzikal yapı var eserde.

Albümün sound’unda beni rahatsız eden tek şey; davul, özellikle de kick tonlarının biraz tiz olması ve hafiften önde olması. Yani progresif metal deyince, genelde gitar bazen de klavyenin baskın olmasına alışkınız. Çok rahatsız edici derecede önde değil davullar, ama davul performansında da çok bir numara olmadığından, bu durum genel sound’u hafiften kötü etkiliyor .

Albümde öne çıkan parçalar hangileri dendiğinde, bir cevap vermek gerçekten güç. Çünkü tüm şarkılar iyi, ama akılları baştan alacak kadar iyi bir parça da yok bana göre. Son parça Trance of Gorgons, clean ve distortion gitar melodileriyle biraz öne çıkıyor. Grup belki karanlık bir müzik yapıyor, ama kesinlikle kaotik bir kompozisyon yaklaşımı yok albümde. Violent Vertigo da progresif power sevenlerin hoşuna gitme ihtimali yüksek bir şarkı, özellikle nakarat vokalleri çok akılda kalıcı ve başarılı. Dark Energy parçası, vokalleriyle ve Beyond Twilight’vari havasıyla yine etkileyici bir iş olmuş. Eyes of Argus’un girişi çok psikopat, Psychotic Waltz’ı bilenler şöyle bir tokat yemiş gibi olacaklardır burayı duyduklarında. Aura of Xhad ise yine power etkili progresif sevenlere hitap eden bir çalışma olmuş. Son olarak ise, albümün en yavaş şarkısı I Bleed parçasına bir klip çekilmiş ki, çekilmese daha iyiymiş dedirtti bana. Parça güzel ama, orası ayrı.

Michael Harris, önce Thought Chamber ile aklımı başımdan almıştı, şimdi ise Darkology ile “hem karanlık hem de sıcak bir müzik nasıl yapılır”ı gösterdi. Acaba bu iki grup da başka albüm çıkartacaklar mı (umarım ikisi de çıkartır), yoksa Harris ve Carpenter yine başka başka projelerle mi karşımıza gelecekler onun merakı içerisindeyim. Bu arada Harris’in önceki grubu Thought Chamber’ın albümünün ismi “Angular Perceptions” idi, şimdiki Darkology’nin ise “Altered Reflections”. Hadi kendisinin bir sonraki grubunun albüm ismini tahmin etmeye çalışalım. Ben tahminimi yapıyorum: “Cognitive Conceptions”.

PASİFAGRESİF okurları son 10 yılın en iyi 10 albümünü seçti

Thursday, April 29th, 2010

İki buçuk ay önce başlattığımız son 10 yılın en iyi 10 albümü yarışmamızı artık sonuçlandıralım dedik.

1. CYNIC – Traced in Air

2. BETWEEN THE BURIED AND ME – Colors

3. OPETH – Blackwater Park

4. NECROPHAGIST – Epitaph

5. AGALLOCH – The Mantle

6. LAMB OF GOD – Ashes of the Wake

7. ORPHANED LAND – Mabool: The Story of Three Sons of Seven

8. NEVERMORE – This Godless Endeavor

9. QUO VADIS – Defiant Imagination

10. MASTODON – Crack the Skye

11. TOOL – 10.000 Days

Not: Listedeki son üç albüm aynı puanı aldığı için listede on yerine on bir albüm bulunuyor.

Dereceye girenler:

GOJIRA – From Mars to Sirius

NEVERMORE  - Dead Heart in a Dead World

IN FLAMES – Clayman

KREATOR – Enemy of God

PORCUPINE TREE – In Absentia

ROTTING CHRIST – Theogonia

LAMB OF GOD – As The Palaces Burn

NILE – Annihilation of the Wicked

AMON AMARTH – With Oden On Our Side

“CYNIC – Traced in Air” ve “BETWEEN THE BURIED AND ME – Colors”ın rakiplerine fark attığı okur listeleri arasında adı açık farkla en çok anılan dört grup olarak MASTODON, LAMB OF GOD, OPETH ve NEVERMORE, 2000′li yılların şu ana kadarki en başarılı grupları olarak öne çıkıyor. Ülkesel anlamdaysa Amerika Birleşik Devletleri‘nin tartışmasız üstünlüğü göze çarpıyor.

Şimdilik aktaracaklarımız bu kadar, katılan herkese teşekkür ederiz.

BLACK LABEL SOCIETY’den stüdyo videoları

Wednesday, April 28th, 2010

ZAKK WYLDE öncülüğündeki BLACK LABEL SOCIETY, yazın çıkacak yeni albümlerinin stüdyo görüntülerini içeren iki video yayınladı.

Geçtiğimiz sene sonlarında, uzun yıllardır hizmetinde olduğu OZZY OSBOURNE tarafından gitaristlik koltuğundan kaldırılan WYLDE, yeni albümün son zamanlardaki en iyi BLACK LABEL SOCIETY albümü olacağını belirtmişti.


ZAKK’in artık OZZY’yle turlamayacak olması sayesinde tüm konsantrasyonunu BLACK LABEL SOCIETY’ye vereceğini düşünen hayranlar da, internetteki çeşitli mecralarda aynı beklentiyi taşıdıklarını söylüyorlar.

MEGADETH – Risk

Wednesday, April 28th, 2010

Aaaa bu zor bak. Bu cidden zor. Bir şekilde olacak ama illâ ki kastıracak. Neyse bir girişelim, elbet sonu gelir.

Öncesinde çıkan tüm MEGADETH albümlerini hatmetmiş ve son çıkan “Cryptic Writings”i de genel anlamda seven biri olarak gitmiştim “Risk”i almaya. Saat 20.00 sularıydı. Albümü evime on dakika mesafedeki bir yerden aldım, eve geldim. 20.30 sularında dinlemeye başladım.

Uyandığımda saat 23.00′e geliyordu. Tıpkı “Virtual XI” gibi, bir albümü, hem de tapındığım bir grubun yeni albümünü dinlerken uyuyakalmıştım. Şarkılara dönüp şöyle bir baktım, The Doctor is Calling’den sonrasını hatırlamıyordum; orada kaymışım.

“Risk”in çıktığı dönem ülkemizdeki yazılı rock/metal basınındaki populist söylemleri cidden umursamadım. “Yeni bir pop grubumuz oldu!”, “Megadeth artık bir pop grubudur!” türündeki parlak manşetleri görmezden gelip albümü anlamaya çalıştım. Elbette ki “Risk” tam bir metal albümü değildi, elbette ki MEGADETH, hayranlarının çok çok büyük bir kısmının istemeyeceği bir yöne kayma emareleri gösteriyordu. Ancak bu, MEGADETH’in artık yok olacağını, metalin yüz karası olarak nitelenecek bir grup haline geleceğini mi gösteriyordu? Ne bileyim lan ben. Ne gösteriyorsa gösteriyordu. Sonuçta ben albümü dinlerken uyumuştum ve bu benim adıma iyiye işaret değildi.

Güçlü bir kariyeri olan gruplara dair en geyik durumlardan birini görüyoruz “Risk”te: “X yapsa güzel derdik ama bunlar yapınca olmamış, yakışmamış.” Bu yorumun iki adet cevabı var:

1) “Evet doğru diyosun abi.”

2) “Lan yarraam, MEGADETH’e neyin yakışıp yakışmayacağını sen mi bileceksin?”

İkisi de kendi için manâlı, bilimsel olmaya yakın tutarlılıkta cevaplar.

“Risk”in neden böyle olduğuna dair bir sürü şey zırvalamamdansa, sorunun cevabını olayı bizden biraz daha iyi bilen biri versin.

“O albümün adı, gerçekten de büyük bir risk aldığım için “Risk” olarak kondu. Bunun bir kariyer katili olacağını bilsem de, “Cryptic…”in radyolar tarafından çok tutulmuş olmasının büyüsüne kapıldım. O sıralarda farkında olmadığım şeyse, bir albümün radyoda çok çalınmasının albüm satışlarına her zaman yansımadığıydı; bu piyasada var olabilmeniz için gerekli olan albüm satışları…

“Risk” bittiğinde, albümün harika olduğunu düşündüm. Harika bir albümdü, ama bir MEGADETH albümü değildi. Marty bana, kendisinin, şirket yönetiminin ve Capitol Records’daki A&R departmanının MEGADETH’i daha “alternatif” bir müzikal yöne sokmaya çalıştıklarını itiraf etti (A&R: Şirkete yeni yetenekler kazandıran ve mevcut sanatçılarla şirket arasındaki bağlantıyı sağlayan birim -- Artists and Repertoire). Ben de önceki albümlerdeki grup içi tiranlığımı bir kenara bırakıp, ölümcül sonuçlar doğuracak bu demokratik liderliğe soyundum. Kısacası teslim oldum.

“Risk” çıkıp da hayranlar bunun MEGADETH olmadığı gerekçesiyle ortalığı yıkınca, ben de şöyle dedim: “Hemen bir metal albümü yapmamız lazım, evet bir metal albümü yapacağız”. Marty’nin ayrılma sebebinin de bu olduğuna inanıyorum. Ona sorsanız tabii ki “Risk”teki şarkılar çok basitti, sözler çok karanlıktı gibi bir sürü gerekçe sıralayacaktır, ama eminim ki Marty MEGADETH’in alternatif rock’a kaymasından mutluydu (Marty’nin solo albümü “Future Addict” için kaydettiği Breadline yorumunu bir duyun derim. -Ahmet). Tüm bu gerginliğin üstüne tüy diken olay ise, yapımcı Dann Huff’ın, benim Marty’nin albümdeki sololarından birini silip yerine kendi yazdığım bir soloyu koyduğumu Marty’den gizli tutuyor oluşunu bana söylememiş olmasıydı. Ben, Marty bu konudan haberdar diye bu olaydan bahsettiğim anda, Marty’nin bir anda çok bozulduğunu gördüm. Mahvolmuş gibiydi. Zaten aramız pamuk ipliğine bağlıydı, bu olay da bardağı taşıran son damla oldu. Ardından da Marty’nin sinir krizi geldi.”

Aslında “Risk”in özeti bundan ibaret. Mustaine bunlar haricinde, yapımcılardan birinin Crush ‘Em’i yazmak için kendisinin yanına başka bir şarkı yazarı ayarladığından, aynı yapımcının kendisini o sene Amerika’da yılın country şarkıcısı seçilen bir kızın yanına yollayıp birkaç hafta birlikte takılıp yeni MEGADETH şarkıları için ilham almasını sağlamaya çalıştığından falan da bahsediyor. Kısacası olay, çoğunluğun “Mustaine METALLICA’nın “Load/ReLoad”una özendi de yumuşadı” yorumundan çok daha fazlasını içeriyor. Belki de Mustaine, Lars Ulrich’in “MEGADETH artık müziğinde risk almaya başlamalı” yorumundan hakikaten de gereğinden fazla etkilenmiştir, bilemeyiz. Öyle ya da böyle “Risk”in her açıdan pek çok yanlış karar içerdiği aşikâr.

Şahsi görüşlerimi de işin içine katıp toparlayayım.

Bence “Risk”, içinde güzel şarkılar da bulunan, ancak MEGADETH diskografisinde yeri olmasaydı pek fazla kişinin üzülmeyeceği bir albüm. Çok sevenleri de var evet, ben de ara ara dinlerim (yılda bir). Kimi şarkılar gerçekten de orijinal bir hava taşırlar. Ama nihayetinde “Risk”, Mustaine’in de dediği gibi “bir hatadır”. Müzikal olarak değil, MEGADETH olarak bir hatadır. Şahsen “Risk”in, “The World Needs a Hero”dan da, “United Abominations”dan da daha iyi, daha samimi bir albüm olduğunu düşünüyorum. Elbet onlar kadar metal değil, ancak bizi ilgilendiren kısım “ne kadar metal” olmasından ziyade, müziğin “ne kadar kaliteli” olduğu herhalde.

Gayet sıradan ve MEGADETH’e hiç yakışmayan bir davulcu olduğunu düşündüğüm Jimmy DeGrasso’dan tutun da, albümün, içinde eski MEGADETH şarkılarından bazılarını barındıran “No Risk Disk” adlı bir CD içeren çift CD’lik versiyonu olmasına dek, “Risk” genel olarak “denenmemiş olması daha hayırlı olurdu” diye düşündürten bir deneme.

Duygusal bakmamayı becerdiğinizde dahi, “Risk”in MEGADETH tarafından yapılmış oluşu gerçeği, ne yazık ki albümün değerini arttırmıyor. İçinde bence Breadline gibi gayet güzel ve Jimmy DeGrasso’nun aşırı derecede nefret ettiğini söylediği Crush ‘Em gibi gayet berbat şarkılar olan bu albüme, ne daha fazla, ne de daha az puan verebiliyorum.

NORMA JEAN’den yeni albüm teaser’ı

Tuesday, April 27th, 2010

Metalcore’un en deneysel ve en Hıristiyan isimlerinden NORMA JEAN, yeni albümü “Meridional“ın kapağını şöylece tattıran ve bir şarkısının bir kısmını içeren bir teaser yayınladı.

Çıkardığı her albüm Hıristiyan albüm listelerine en tepeden giren NORMA JEAN, bir önceki albümü “The Anti Mother”ı 2008′de çıkarmıştı.

GUS G.

Tuesday, April 27th, 2010

Selam Gus. Nasılsın? Sanırım geçen seneye göre daha yoğunsun.

Teşekkürler, iyiyim. Evet bu sene geçen seneye oranla epey yoğun geçiyor.

İlk olarak, OZZY olayı için seni kutlarım. Neler hissediyorsun? Metalin en ünlü ikonuyla çalacak olma fikrini benimsedin mi, yoksa hâlâ şaşalamış bir halde misin?

Sağol! Tabii ki böylesi büyük bir olayı henüz tam anlamıyla kanıksamış değilim. Hâlâ bunun gerçek olduğuna inanamayacak kadar heyecanlıyım! Bu olanlar gerçek mi, yoksa rüya mı görüyorum diye düşündüğüm oluyor, gerçekten! Sanırım kısa sürede özümsenecek bir durum değil bu.

OZZY konusuna birazdan döneceğiz elbet, ancak önce kendi grubuna değinelim. OZZY’nin gitaristi olman FIREWIND’i nasıl etkileyecek? “The Premonition” 2008′de çıkmıştı ve şimdi OZZY OSBOURNE’un gitaristisin, yeni FIREWIND albümünün kaderi ne olacak?

Yeni FIREWIND albümü neredeyse hazır aslında. Sanırım sonbaharda raflardaki yerini alacak. Önümüzdeki haftalarda albümle ilgili tüm ayrıntıları duyuracağız zaten.

“The Premonition”a yönelik tepkiler nasıldı peki? Umduğunuzdan iyi miydi?

“The Premonition” tartışmasız en başarılı FIREWIND albümüydü. Pek çok harika yorum yayınlandı ve Fransız Rock Hard ile İtalyan Metal Hammer dahil kimi önemli dergiler tarafından ayın albümü seçilmişti. Aynı zamanda 15 ay boyunca turladık ve 110 tane konser verdik. ARCH ENEMY, DARK TRANQUILLITY, KAMELOT, STRATOVARIUS gibi pek çok harika grupla konserler verdik. Ayrıca Download 2008 gibi bazı önemli Avrupa festivallerine katıldık. Aynı zamanda efsanevi Donington Festivali’nde çalan ilk Yunan grup olma onurunu da yaşadık. Yine bu albümle headliner statümüzü kazandık ve Avrupa’daki ilk headliner turumuzu yaptık.

FIREWIND, içinde Yunan, İngiliz ve Amerikalı müzisyenler olan çok uluslu bir grup izlenimi veriyor. Bu durum provalarda ve konserlerde bir sorun yaratıyor mu?

Aslında şu anki kadro, davulcumuzun Alman olması dışında tamamen Yunan müzisyenlerden oluşuyor. Genelde dünya çapında bir tura çıkmadan önce prova yaparız. Öyle haftada üç kez buluşup prova yapan gruplardan değiliz. Sadece turlardan önce olur bu. Bu yüzden farklı yerlerde yaşıyor olmak gibi bir sorun yaşamıyoruz. Turne öncesi hazırlık için buluşuruz, sonra da tura çıkarız.

OZZY’ye dönelim. OZZY seni nasıl buldu? Seni ona kim önermiş? Çağırılıp denendin mi yoksa bir gün telefonun çaldı ve “OZZY’nin gitaristi olmak ister misin?” diye bir soruyla mı karşılaştın?

Sanırım muhtemel yeni gitarist listesine bir şekilde benim adım da girmiş. Geçen sene sonlarında OZZY’nin ekibinden birisi benimle irtibata geçti ve böyle bir şey için denemeye gelmek isteyip istemeyeceğimi sordu. Birkaç hafta sonra Los Angeles’a uçtum ve deneme provasına katıldım. Çalışımı beğendiler ve BlizzCon’daki ilk konserde çalmamı istediler. Bu geçen Ağustos civarlarında Anaheim, Kaliforniya’da gerçekleşti.

Bildiğimiz gibi OZZY gerçek anlamda bir marka. Sahnedeyken veya OZZY’nin çevresindeyken sana nasıl davranman gerektiğini söyleyenler oldu mu? Bize bahsedebileceğin türde “OZZY Kanunları” var mı?

Bu tarz kurallar falan yok. Sadece kendim gibi olmaya ve çalabildiğimin en iyisini çalmaya çalışıyorum. Bu bir rock n’ roll grubu dostum, Buckingham Sarayı’nda yaşayan lordlar değiliz biz. Senden beklenen tek şey, gereken zamanda gereken yerde olmak ve ORTALIĞI DAĞITMAK!

OZZY’nin yeni alümü “Scream“e bir katkın oldu mu? OZZY’nin gitaristleri haricinde bir şarkı yazım ekibi var mı?

Ben olaya dahil olduğumda albüm çoktan yazılmıştı. Sadece rifleri çalıp solo atacak bir gitariste ihtiyaçları vardı. Gerektiği kadar “gitarlı” olmayan kimi yerleri tekrardan düzenledim ve kariyerimde çaldığım en iyi soloları çalmaya çalıştım.

ZAKK WYLDE’ın stilini sever misin? OZZY’ye katılmadan önce onun şarkılarını çalmayı biliyor muydun, yoksa sonradan mı öğrendin?

Elbette ZAKK’in bir hayranıyım! Onun çaldığı albümlerle büyüdüm. “No Rest for the Wicked”ı, “No More Tears”ı, “Ozzmosis”i falan çok severim. Randy ve Jake’in de hayranıyım. Bu adamlar genç gitaristlerin izlemeleri gereken yolu açan adamlar dostum.

OZZY OSBOURNE’u birkaç kelimede özetle desem onu nasıl tarif edersin? Ekranda gördüğümüzün aynısı mı, yoksa aslında çok daha farklı biri mi?

Hepimiz OZZY’yi olduğu gibi seviyoruz ve ekranda nasıl görüyorsanız aynen öyle biri.

Geçen seneki Unirock Festivali’nde FIREWIND ile ülkemizdeydin. Nasıldı? Türkiye’ye gelmeden önceki beklentilerinle Türkiye’den ayrıldıktan sonraki fikirlerin ne derece değişikti?

Açıkçası nasıl karşılanacağımızı bilmiyorduk, çünkü belli ki Türkiye’deki en popüler metal grubu değildik haha! Ancak çalmaya başladığımızda, seyircinin reaksiyonu aklımızı başımızdan aldı. Kariyerimizin en mutlu konserlerinden biriydi. Türk metal kitlesini gerçekten çok sevdik ve bir kez daha ülkenize konuk olacağımız günü iple çekiyoruz!

Yunanistan, FIREWIND haricinde ROTTING CHRIST ve SEPTIC FLESH gibi uluslararası üne kavuşmuş gruplar da çıkaran bir ülke. Aynı şekilde Yunanistan menşeili NIGHTRAGE‘le de çalmışlığın var. Yunanistan’daki metal ortamı nasıldır? Sakis’le veya SEPTIC FLESH’deki elemanlarla tanışıyor musun?

Açıkçası Yunanistan piyasasını çok iyi bildiğim söylenemez. Duyduğum kadarıyla pek çok genç ve umut vaad eden grup varmış, onlara bol şans diliyorum. ROTTING CHRIST ve SEPTIC FLESH doksanların başından beri ortalıkta olan gruplar. Onları tanıyorum, hepsi de iyi insanlar ve iyi müzisyenler.

Bir gitarist olarak, müzisyenlikte teknikalite ve ruh dengesini nasıl değerlendiriyorsun? Etkilendiğin isimleri düşünürsen, daha çok “shredder” dediğimiz hız delisi olanlar mı, yoksa ruhla çalan orta karar gitaristler mi seni daha çok cezbediyor?

Önemli olan tam olarak senin dediğin şey aslında: Denge. Teknik çalmak çok önemli ve güzel bir şey, ancak bu kendini tatminden öte bir amaca da hizmet etmeli. Çılgınlar gibi hızlı çalın, ama ortaya zevkli, kaliteli bir sonuç çıksın. Yavaş çalmak da teknik gerektirir elbet. Notaların “şakımasını” sağlamanız gerekir. Bir perdeden gerekli notayı çıkarabilmek, örneğin benim için en önemli tekniklerden biri olan vibrato‘yu nasıl yapacağınızı bilmek, bunlar hem önemli, hem de kendi stilinizi yaratmanızı sağlayan şeyler. İlhâm kaynaklarım arasında hem teknik olanlar, hem de ruhla çalanlar var. Çalış tarzımı belirleyen en önemli isimler Tony Iommi, Yngwie Malmsteen, Michael Schenker, Uli Jon Roth, Gary Moore, Al Di Meola, Peter Frampton ve Paul Gilbert diyebilirim.

Peki günümüz gitaristlerinden en çok sevdiklerin?

ARCH ENEMY’den Amott biraderler sanırım benim zevkime en çok hitap eden modern gitaristler.

Son olarak, OZZY OSBOURNE Eylül ayında İstanbul’da olacak. Nasıl bir konser olacağına dair ipuçları verebilir misin?

Şimdiden bir şey söylemek zor, çünkü henüz provalara başlamadık ve sahne şovu anlamında neler yapacağız bilmiyorum. Ama eminim ki size çığlık attıracak (make you “Scream” diyor) şeyler olacaktır!

Hepsi bu kadardı, tekrar kutluyor ve yeni kariyerinde bol şanslar diliyorum.

Teşekkürler dostum! Oradaki tüm sevenlerimize selamlar!

Not: Röportajı ayarladığı için Adnan TEFİKOĞLU’na teşekkür ederiz.

Röportaj
Ahmet Saraçoğlu

ARTILLERY yeni albüm haberini verdi

Tuesday, April 27th, 2010

Geçen seneki “When Death Comes“la neredeyse her kesimden büyük övgü alan ARTILLERY, yeni abümü için Kasım ayında stüdyoya gireceğini açıkladı.

Grup yaptığı açıklamada, “2011 ortalarında yeni albümün çıkacağını umuyoruz. Son albümdekine benzer bir müzikal yapısı olacağını şimdiden söyleyebiliriz” demiş.

Herhalde kimsenin şikâyeti olmaz diyoruz.

CRADLE OF FILTH – Cruelty and the Beast

Tuesday, April 27th, 2010

Özgür Durakoğulları

Bu normal ölçülerde sevmeyeni ve seveni olmayan -aşırı derecede nefret edeni ve hastası olan- grup aslında geçmişte bir hayli sağlam işler yaptı bana kalırsa. Ama açık konuşayım, eğer ki grupla ilk tanışmam, 2. ve en iyi iki albümlerinden birisi olan “Dusk… And Her Embrace” albümleriyle değil de, “Nymphetamine” veya “Thornography” gibi çok popüler olmuş, ama bence beş para etmeyen albümlerden biriyle olsaydı, bu kritik yazılmış olmayacaktı; ve ben de zahmet edip grubun eski albümlerine de bir bakayım demeyecektim. Ama durumlar öyle gelişti, ve ben bu grubu hâlâ takip etmekteyim, her ne kadar 2000’den sonraki işlerini, son albümleri “Godspeed on the Devil’s Thunder” dışında, vasat veya kötü bulsam da.

Bir kere bu oluşuma “grup” diyesi gelmiyor insanın, tam da bu tanıtılan albümde klavyeleri çalmış olan Lecter’in gruptan ayrıldığında veya kovulduğunda (hangisi bilmiyorum) dediği gibi bu grup aslında “Dani and the Filths” formatında müzik yapan bir oluşumdur. Evet Dani Filth, şu makyaj ve para manyağı meşhur egoist cüce. Aslında hâlâ bile konserlerinde “Daniiiiii” diye yırtınan bir sürü hatuna rastlamak mümkün, bir de boyu normal ölçülerde olsaydı kimbilir ne olacaktı. Edward Cullen falan halt ederdi o zaman sanırım. (Dani’nin boyu harbiden çok kısa, eşek gibi tabanlı botlar giymesine rağmen 1.65 falan görünüyor kendisi) Bu kendimizi ondan sakınmamız gereken (bir tarafları yere yakın olduğundan) adam her daim antipati oklarının hedefi olma başarısı göstermiştir. Hatta grubunun ilk demolarında ve ilk iki albümündeki black metal etkilerinin varlığı (tam black metal olmamışlardır hiçbir zaman), ve Cradle of Filth’in black metal dinleyenler ve yapanlar tarafından bir nevi aforoz edilmesi Dani’yi kızdırmış olacak ki, kendisi “Hapishanede düzülürken kafasını duvarlara çarpa çarpa aklını yitirmiş” şeklinde Burzum’a bile laf atmıştır (Aşağı yukarı bu eksende bir söylemdi). Neyse, biz bu gruba “ekstrem metal” deyip geçelim, sözü fazla black metal eksenine sokmayalım.

Grup ilk albümü “The Principle of Evil Made Flesh”de iyi bir başarı yakalamıştı. Bir sonraki demoları “Vempire” ve ardından gelen albümleri “Dusk…and Her Embrace” ile bayağı saygın bir metal grubu haline gelmişlerdi. Bu dönem ve sonrasında gelen “Cruelty and the Beast” albümlerinde ise grup vampirik konseptlerde müzikler yapmıştı. Sonra ise malûm, daha satanik ve dine saldıran bir yol izlemişti Dani. Ama belli ki bu değişim gruba pek yaramamıştı, zira Dani sürekli grup elemanlarını şutlamaya başlamıştı ve grubun (ağırlıklı olarak kendisinin) görsellik merakı müziklerinin önüne geçmişti.

İşte tanıtacağım albüm de grubun bence en iyi albümü. Bir kere 2. en iyi albümleri olan “Dusk…and Her Embrace”de birtakım sound problemleri vardı, baslar dışında hiçbir enstrüman çok iyi kaydedilmemişti. Ama bu albüme geldiğimizde, bence mükemmel bir sound’la karşılaşıyoruz. Gitarların daha dominant bir rol üstlenmesiyle ve davul miskinin şahaneliğiyle “Cruelty and the Beast” o dönemde eşsiz bir albümdü. Sadece sound olarak mı? Hayır. Bir kere Dani’nin ses aralığı iyiden iyiye gelişmiş ve adam 3 oktav aralığında falan brutal-scream vokal yapıyor. Gerçi sesi sonraki albümlerde daha da genişledi, ama gücünü yavaş yavaş kaybetti bence. Hadi şarkı sözlerinin karmaşıklığını ve vokal melodilerinin hızını göz önüne alınca bu tarz bir vokalin yapılmasının ne kadar zor olacağını geçtim; adam canlıda da hiç söz yutmadan çatır çatır söylüyor bunları. Cidden yetenekli adam bana sorarsanız.

Şarkı sözleri demişken, tüm sözleri Dani Filth yazıyor, ve kendisi özellikle gotik ve korku edebiyatına çok düşkün, inanılmaz derecede kitap okuyan birisi. Ben İngilizce’min iyi olduğuna inanırım, ama bu albümdeki sözlere baktığımda bir bok anlamıyorum açıkçası. Arkaik sözcükleri de içeren kapsamlı bir sözlük kullanmazsanız anlayamazsınız zaten hiçbir halt. Albümde 16. yüzyılda yaşamış meşhur Macaristan kontesi Elizabeth Bathory’nin hikayesi anlatılıyor. Hikayeye göre bu kötü “Blood Countess” lakaplı kadın, sonsuz gençliğe ulaşacağı inancıyla 600’den fazla genç kız ve adamı işkence ettikten sonra öldürüp onların kanlarında banyo yapmış.

Albümün adı da zannedersem meşhur çocuk klasiği “Beauty and the Beast”ın çarpıklaştırılmış hali. Dani zaten bu tür kelime oyunlarını sever. “End of Days” eserini çarpıtarak “And of Daze” isimli bir şarkı yapmışlığı, ya da “Pornography” i “Thornography” haline getirip albüm ismine koymuşluğu da vardır. Hatta ne kadar doğru bilmiyorum ama grup isminin de tercümesi “Pislik Beşiği” olarak da bilinse, bir üniversite hocamdan duyduğum kadarıyla “filth” kelimesi eski İngilizce’de seksüel ilişki anlamında da kullanılırmış. Grubun birçok albüm kapağında kullandığı kanlı erotizm içerikli resimler, ve şarkı sözlerinde de önemli bir yer tutan pornografiye varan gotik erotizm ve Dani’nin eski İngilizce’ye ve Latince’ye olan düşkünlüğü bir arada düşünüldüğünde, belki de “filth” kelimesi bu anlamda kullanılmış olabilir.

Albümdeki her parça güzel veya süper bence, ama iki tane parça var ki bir türlü bu konsept yapıya ait değilmiş gibi gelir hep; bunlar Desire in Violent Overture ve The Twisted Nails of Fate. Dediğim gibi bu şarkılar da güzel, ama albümün akışında bana hep ayrışık gelmişlerdir. Eserin en hit parçaları: Cruelty Brought Thee Orchids, Beneath the Howling Stars, Bathory Aria ve Lustmord and Wargasm’dır. Özellikle ilk bahsettiğim parçanın girişi ve davulları (yok böyle alto ve trampet tonları), ve 3. bahsettiğim parçanın hepsi ama özellikle girişi muhteşemdir. Lustmord And Wargasm da albümün en farklı çalışması olarak göze çarpıyor, girişteki klavye melodisi size “Requiem for a Dream” filminin meşhur tema müziğini hatırlatmazsa… da canınız sağolsun. Ayrıca albümde bir de Venus in Fear isminde ayıp bir şarkı var ki, kimi orgazm sesleri falan duyuyoruz. Aman diyeyim (+18). Hatta o sesler parça sonunda çığlıklara dönüşüyor ki, bununla ilgili komik bir olay anlatmıştı arkadaşım. Bu parçayı son ses dinlerlerken, bu çığlıklı kısım bitince kapıları çalmış. Komşu kadının biri bir kadını doğruyorlar sanmış, fal taşı gibi gözlerle tüm komşuların kapılarını çalıyormuş. Neyse bunlar olayı anlamış, hiç renk vermemişler sapık damgası yememek için. Sonra kadın gidince de gülmüşler bayağı.

Bu albümün bestelerin kalitesi dışında, benim için en önemli yanı davulcu Nicholas Barker’ın performansıdır. Zaten bu adam gitti, sonra son albüme kadar davullar vasat bir şekilde gitti. Son albümdeki davulcu biraz toparladı olayı. Bu adam öyle bir davulcu ki, ben diyeyim 130 kilo siz deyin 140. Ama çok seri ve yaratıcı bir davulcu(ydu). Bu albümde belki çok uçuk çalmıyor, ama kompozisyon olarak davullar çok başarılı. Zaten kendisi sonrasında Dimmu Borgir ve Lock Up gibi projelerde kendini grind ritimlere verdi, yaratıcılık dozu düştü. Bir Neil Peart hayranı olan bu dev, konserde dahi zerre zamanlama hatası yapmadan davullara vuran bir canavardır benim gözümde. Özellikle twin’lerde çok kendine özgü ve düz ritmleri aksatan bir stile sahip, ve zil oyunlarıyla da fark yaratan bir davulcu. Bu albümde de Beneath the Howling Stars’ın nakarat kısımlarında cidden çok sağlam şeyler yapmıştır örneğin, ama Cradle of Filth’deki asıl olayı grubun “Pandemonaeon” isimli DVD’sinde yer alan canlı performansıdır.

Toplarsak, bu albüm bence metal tarihinin en özgün ve iyi işlerinden biridir. Eğer sizin de hayal gücünüz genişse ve benim algıladığım frekansa girebiliyorsanız, bu albümden negatif veya pozitif biçimde etkilenmeniz olasıdır. Ha elbette türlü türlü frekanslar var, örneğin bir arkadaşım Dani Filth’in sesini Duffy Duck’a benzetip gülerdi. O bakımdan, herkesin algısı değişkenlik gösterebilir elbette. Grubun sürekli klip çektiğini falan bilmeyen metalci yoktur zaten, o konulara girmeyelim. Son olarak esas adam Dani hakkında ufak bir bilgi daha, kendisi satanist yakıştırmalarına (veya suçlamalarına) karşılık olarak “Luciferian” olduğunu açıklamıştır. Aradaki fark nedir araştırmadım.

Bu albüm, grubu iyiden iyiye mainstream’e çıkartmıştır ve bu durumdan çok hoşlanan, alışveriş düşkünü, evli ve bir çocuklu, şirin bir evi olan (asla gotik değil) ve evinde ayıcıkları falan olan Daniel Lloyd Davey (Dani Filth’in gerçek adı) sonradan “kötüden kötüye” davayı satmıştır. Ahan da size klişe bir son.

KEEP OF KALESSIN’den yeni şarkı

Tuesday, April 27th, 2010

KEEP OF KALESSIN, 10 Mayıs’ta çıkacak yeni albümü “Reptilian“dan “The Awakening” adlı parçayı, alttaki albüm kapağına koydu.

İki önceki haberde olduğu gibi, diğer detaylar albüm bağlantısında sessizce bekliyor.

NEVERMORE yeni tur gitaristini açıkladı

Monday, April 26th, 2010

NEVERMORE, ülkemizi de içeren Avrupa turnesinde yeteneklerinden yararlanacağı konuk gitaristi açıkladı.

Attila Voros adlı bu Macar gitaristi, Warrel Dane’in solo konserlerindeki performansı sonrasında beğenen grup, Voros’un NEVERMORE parçalarını hatasız çalabiliyor oluşunu da göz önünde bulundurup bu genç müzisyeni turne kadrosuna dahil etmiş. Voros’un iki NEVERMORE yorumu aşağıdan görülebiliyor.

WITCHERY yeni kapağını açıkladı

Monday, April 26th, 2010

Yıldızlar grubu WITCHERY, yeni albümü “Witchkrieg“in kapağını açıkladı.

Diğer tüm ayrıntıları albüm bağlantısında dediğimiz için başka da bir şey diyemiyoruz. Şarkı verelim?

SOLUTION .45 – For Aeons Past

Monday, April 26th, 2010

Berca B.

Selamı sabahı kısa kesip hemen bir flashback yapıyorum:

“2008 yılının ramazan ayıydı. Oruç tutmamama rağmen aile gibi bir iş yerinde çalıştığım için iş arkadaşlarımın iftar teklifine hayır diyememiştim. Eminim çok güzel bir toplaşma, kaynaşma aktivitesi olacaktı. Siparişler verilmiş, gergin ancak bir o kadar da mutlu bekleyiş başlamıştı. Bu gerginlik benim için de geçerliydi çünkü ofisimdeki insanların hemen hepsi oruçlu olduğu için ben de gözlerinin önünde bir şey yiyememiş, en az onlar kadar oruç tutmuş, sevap kazanmıştım. Derken telefonum çaldı. ‘Kim bu yemeğimle arama girmeye cüret eden haysiyetsiz?’ diyerek telefonu açtım. ‘Ne var?’ dedim sinirli bir şekilde. Karşıdan belli belirsiz bir konuşma geliyordu. ‘Ne diyorsun anlamıyorum’ diye çıkıştım.

Telefonu ağzına daha yaklaştırarak o uğursuz cümleyi kurdu: ‘Alvestam….ayrılmış.’ Hiçbir şey diyemedim. Boş gözlerle dimdik karşıya bakarken telefonu yavaş yavaş kulağımdan çektim ve kapattım. İlerleyen dakikalarda tüm o yemek yeme isteği ortadan kaybolmuştu, hatta içerde bulunan birkaç parçayı da çıkarma isteği duymaya başlamıştım. Olan bitenden habersiz, ilgisiz ve aç iş arkadaşlarım, resmen öküz gibi yemek yiyip daha ağzındakileri bile yutmadan birbirlerine bir şeyler söyleme çabasında bulunup ortaya iğrenç görüntüler çıkarmalarına rağmen deliler gibi eğleniyordu ancak o gece benim için o telefondan sonra bitmişti. Kesinlikle hayatımın en berbat günlerinden biriydi.”

Nasıl menajerlik oynayanların hemen hemen hepsinin bir “Maxim Tsigalko hikayesi”, bir “Sergey Nikiforenko anısı” varsa, Scar Symmetry hayranlarının da neredeyse tamamının bir “Alvestam’ın ayrıldığını öğrendiğim an” hikayesi vardır. Bu hikayeler değişik mekanlarda, değişik zamanlarda olabilir fakat ortak noktası hikayenin sonlarına doğru genelde ağlamaklı olunması, birkaç saniye boşluğa bakılması olayıdır. Alvestam’ın sesinin “ya tap ya tahammül edeme” gibi bir mantaliteye sahip olmasındandır, Alvestam’ı ya çok sever, onu tüm zamanların en iyi vokalistleri listenizin tepelerine koyarsınız, ya da “bu ne lan karı gibi bağırıyo” der ve nefret edersiniz. Alvestam “çok iyi bir vokalist, beğeniyorum” gibi cümlelerin muhattabı olmaz pek, o daha çok “daha iyisini duymadım, daha ötesi olamaz” gibi cümlelerin adamıdır. Bu bakımdan Scar Symmetry’deyken vokal melodileri hariç müziğe herhangi bir katkısı olmayan bu adam, gruptan ayrıldığını açıkladığında grubun sadık dinleyicileri dahil büyük bir çoğunluk “Scar Symmetry bitti”, “elveda Scar Symmetry” gibi cümleler kurmaktan çekinmemiş ve aslında -stüdyo sınırları içerisinde- hiç de fena olmayan iki yeni vokaliste yapmadıklarını bırakmamışlardı. Genel olarak çok dikkat çeken bir durum değildi ancak küçük bir topluluk adeta kendi içinde kaynıyor, Alvestam’a geri dönmesi için delicesine yalvarıyordu. Tabii ki böyle bir şey olmadı. Alvestam zaman içinde yeni projelerini açıkladı ve o bitmek bilmeyen acı, keder ve üzüntü yerini merak ve heyecana bırakmaya başladı. Şu anda elimizde olan albüm de, aralarda kendisini gösteren hoş sürprizler* haricinde açıklanan projelerin sonuncusu ve belki de en çok beklenileni.

For Aeons Past, the Few Against Many ve Miseration albümlerinden sonra, Alvestam’ın Scar Symmetry’den ayrıldıktan sonra kankası Jani Stefanovic ile yaptığı üçüncü ve Scar Symmetry’yle en çok karşılaştırılacak olan albüm. SS’den ayrılır ayrılmaz açıkladığı ilk proje olması olsun, neredeyse 1,5 yıl önce çıkardıkları teaser’da göze çarpan multi-vokal (Alvestam bu brutal ve temiz vokal olayının birleşimine böyle diyor) olayının devam etmesi olsun birçok açıdan “yeni ‘asıl’ grubum budur” anlamına geliyor Solution .45 ve şimdiye kadar vokalini en varyasyonlu kullandığı albüm olarak göze çarpıyor For Aeons Past. Dilerseniz lafı eveleyip gevelemeden, mevzuyu daha ayrıntısal bir biçimde ele alalım.

Öncelikle adam gibi oturup objektif düşünelim ki yazının burdan sonrası bir anlam kazansın. Biliyorsunuz, teaser çıktığından beri, genel kanı Solution .45′in Scar Symmetry’nin karbon kopyası olduğu/olacağı yönündeydi. Bu düşünceyi beyinlere kazıyan ise kimse farkında olmasa da (iddialı cümle geliyor) Alvestam’ın ta kendisiydi. Demek istediğim, Scar Symmetry ile Solution .45 arasında ufak müzikal benzerlikler olsa da, albümde söyleyen vokalist bir başkası olsaydı, inanın bana kimse bu iki grubu aynı cümle içinde kullanmazdı. Birazdan bu iddiamı belgelerle de destekleyeceğim.

Albüm açıkçası The Close Beyond ile o kadar enerjik başlıyor ki, neye uğradığınızı şaşırıyorsunuz. İçindeki “biz bir şeyler yapıcaz da durun bakalım” mesajı ilk saniyelerden dinleyiciye aşılanıyor. Alvestam’ın alıştığımız brutal ve clean düellosuyla adeta şamar oğlanı oluyorsunuz ilk şarkıdan. Başarılı düzenlemeler, müziğin yırtıcılığı ve yumuşaklığıyla doğru orantılı olarak değişen vokaller ve her elemanın fazlasıyla yüksek enstruman hakimiyetiyle o “çok beklenen albümün ilk şarkısının sıkıcı olmasıyla bir tutam yürek burkulması” sendromuna maruz kalmadan, mutlu mesut dakikalar yaşamak kaçınılmaz.

Albüm geneli de The Close Beyond havasında gidiyor…demeyeceğim çünkü buradan sonrası biraz karışık. Scar Symmetry’yi müzikal anlamda andıran iki şarkıdan biri olan Gravitational Lensing mi desem, girişindeki 5 saniyelik alakasız mı alakasız klavye olmasa 10 üzerinden 10 diyebileceğim yoğun doğu ezgili Through Night-Kingdomed Gates’i mi söylesem, albümdeki TEK gerçek melodik death metal şarkısı For Aeons Past’i mi ansam, adeta bir ballad olan Leathen Tears’tan mı bahsetsem? Her şarkı birbirinden o kadar farklı, ancak yine de hepsi bir bütünün parçaları gibi duruyor ki, biraz abartılsa yaşanacak karmaşadan albüm dinlenemez hale gelebilirmiş. Neyse ki bu çeşitlilik tam sınırda tutulmuş da bu bir sorun olmaktan daha çok, bir keyif haline gelmiş.

Gerçi bu çeşitlilik içinde ufak tefek sırıtmalar da olmuyor değil. Önceki paragrafta da bahsettiğim gibi, yarısından itibaren derinden hissettirdiği doğu ezgileriyle şaha kalkan, sonundaki Alvestam vokalleriyle de iyice havalanan Through Night-Kingdomed Gates’in başında o kadar Avrupai ve alakasız bir klavye var ki, “Adriana Lima’nın yüzündeki bir et beni” desem durumun çirkinliğini ancak ifade edebilirim herhalde. Yine daha önce bahsettiğim For Aeons Past albümün en “melodik death metal” şarkısı gibi dursa da, ana rifi daha önce milyonlarca kez duyduğumuz için, kötü bir şarkı olmamasına rağmen albümün en zayıf şarkısı olabiliyor. Aynı şekilde, potansiyeli yüksek bir ballad olan Lethean Tears da vokal melodileriyle gidebildiği yere kadar gitse de, bunu o kadar çok benzerine rastlanır bir gitar işçiliğiyle yapmaya çalışıyor ki malesef sıkıcılaşmaktan kurtulamıyor. Şu gitarla başlayan en az 10 adet ballad daha sayabilirim.

Albümdeki bazı şarkıların da kendi içlerinde yaşadığı bir bütünlük sorunu da yok değil. Kimi zaman bir şarkıdan çok, güzel ve sağlam fikirlerin birbirlerine iyi bağlanmadan birleştirildiği bir demo dinliyormuşsunuz gibi hissedebiliyorsunuz. Örneğin ben Bladed Vaults’u ilk dinlediğimde gayet güzel rifler ve başarılı fikirler duymuştum ancak her şey o kadar hızlı gelişmişti ve bu fikirlerin bağlantı noktaları o kadar belirsizdi ki, teoride dinlemesi kolay olan tüm bu fikirleri kafamda toparlayıp bir şarkı haline getirmekte zorlanmış, adeta hazmedememiştim. Ancak 1-2 şarkıda hissedebileceğiniz bu problem neyse ki çok uzun sürmüyor, albümü tekrar tekrar dinledikçe şarkılara ister istemez bu halleriyle alışıyorsunuz.

Şimdiye kadar albümün yoğunlukla olumsuz taraflarından bahsederek sıkıcı kısmı hallettiğimize göre artık albümün neden TOKAT gibi olduğuna açıklık getirme zamanı geldi. Birkaç paragraf önce “yüksek enstruman hakimiyeti” demiştim. Bunu biraz açayım.

Albüm Jani Stefanovic, Tom Gardiner ve Rolf Pilve’nin oyun bahçesi gibi adeta. Grubun iki patronu olan Alvestam ve Stefanovic öyle gözüküyor ki kimseye enstrumanları konusunda bir sınırlama getirmemiş ve ortaya böyle bir sonuç çıkmış. Stefanovic gerek hayvani 8 telli gitarıyla yazdığı adam gırtlaklayan riflerle, gerek de yer yer attığı delişmen sololarla kabiliyetinden hiçbir şey esirgemezken, Gardiner da tıpkı Stefanovic gibi oldukça güzel sololar ve teknik riflerle grubun gitar konusunda hiçbir problemi olmadığını kanıtlıyor. Stefanovic de bu albüm sayesinde son birkaç albümdür kazandığı saygıyı pekiştiriyor gibi. The Few Against Many’deki kemik kıran davul performansı olsun, Miseration’ın ilk albümündeki tüm enstrumanlar ve ikinci albümündeki gitarlar olsun, bu albümdeki çılgınsal gitarlar olsun kariyerinin zirvesini yaşıyor desem, hiç de yanlış bir şey söylemiş olmam herhalde. Sevilmiyorsun ama sayılıyorsun Stefanovic.

Gelelim bana göre albümün yıldızına. Rolf Pilve, bugün itibariyle henüz 22 yaşında olmasına rağmen 10 farklı metal grubunda çalmış -dikkat ederseniz 10 farklı grup demiyorum, 10 farklı metal grubu diyorum. Birkaç tane de jazz projesi var ki buna da yeteneği olduğunu zaten rahatlıkla anlayabiliyorsunuz- son zamanların en iyi davulcularından biri. İnanılmaz tekniği ve kontrol altında tutabildiği hızı sayesinde o kadar güzel çalıyor ki, özellikle davul çalanların ağızlarının bir karış açık kalacağını söyleyebilirim. Bu kadar genç olmasına rağmen böylesine doğru atak seçimleri ve olgunluğuyla hakikaten şaşırtıcı bir performans sergiliyor kendileri. İsmini ilk defa duyanlar için bir de şöyle bir şey verelim, sonra da İskandinavlara yine topluca küfür edelim (bu videoda henüz 18 yaşında):

Bas gitardaki Anders Edlung ve klavyedeki Mikko Harkin içinse çok fazla bir şey söyleyemiyorum zira Edlung varlığını hissettiremiyorken Harkin de gerekli gereksiz her yerde olduğu için pek fazla beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Harkin biraz daha yerinde çalsaymış klavyeleri, şarkının geri kalanıyla uyumlu seçimler yapsaymış daha güzel olurmuş ancak hakkını da vereyim, Clandestinity Now’daki performansı hakikaten çok güzel.

Alvestam’a baktığımızda ise yine portföyüne yeni vokaller kattığını görüyoruz. Bana göre kariyerindeki en iyi vokal performansını sergilediği albüm olan Holographic Universe’de keşfedip, Sot albümünde ustalaştığı derin brutalleri yine oldukça güzel kullanan, bunun yanında çığlık işlerine de el atan bir performansı var Alvestam’ın. Temiz vokallerde ise artık taklidinin bile yapılamadığı bir düzeye erişmiş olduğundan, burada da hayretler içerisinde bırakıyor yine. Ancak Alvestam’ı bu kadar eşsiz bir vokalist yapan şey sadece ses rengi ve her türlü vokali başarıyla yapabilmesi değil, aynı zamanda mükemmel vokal melodileri yazmasıdır malumunuz. Şarkı seçeyim diyorum, örnek vereyim diyorum ama yapamıyorum resmen. Hangi şarkıyı dinlerseniz dinleyin, her birinin vokal melodisi ders niteliğinde. Şimdi sizi şu videoya alalım:

Videoyu dikkatle izlediyseniz, çoğu bölümün tanıdık geldiğini farkedeceksiniz. Durum şu ki, albümdeki pek çok parça aslen Essence of Sorrow (Stefanovic’in bir diğer grubu) için yazılmış olmasına rağmen, sonradan Solution .45 için kullanılmaya karar verilmiş. Videoda da yine iyi bir vokalist olan Christian Palin’in (Essence of Sorrow vokalisti) yazdığı vokal melodilerini görüyoruz. Palin’in performansı da iyi olmasına karşın Alvestam’ın performansının ezici bir üstünlük kurduğu apaçık ortada. Bu da Alvestam’ın ne kadar başarılı bir vokal melodisi yazarı olduğunu gösteriyor. Ayrıca yazının başlarında bahsettiğim, Solution .45′in Scar Symmetry’ye benzemediğine kanıt oluşturacak belge de bu video işte. Şu Palin’li videoyu bir daha izleyin ve söyleyin, bu müziğin neresi Scar Symmetry’ye benziyor? Ne alakası var? Yok tabii. Bir de bu video 2007 tarihli, yani bırakın son Scar Symmetry albümünü, Holographic Universe bile çıkmadan önce çekilmiş. Sırf Alvestam kendi yarattığı tarzını devam ettiriyor diye Solution .45′e “yeni Scar Symmetry” demek büyük haksızlık bence.

Albüm sözlerine bakacak olursak tüm işçilik Michael Stanne’ye ait. Pek Dark Tranquillity dinlemeyen bir insan olarak Stanne’nin tarzını çok iyi bildiğimi söyleyemeyeceğim fakat Alvestam’ı uzun zaman sonra uzay-zaman ikilisi yerine somut şeylerden bahsederken görmek ilginç bir deneyim. Böyle bir tema değişikliği sonrası elbette şaşırmak doğal ancak ister istemez bazı sözleri yadırgayabiliyor insan. Özellikle Into Shadow’un nakaratını yanlış duyduğunuzu düşünüp sözlerini kontrol edebilirsiniz. Belki ben olması gibi yorumlamamışımdır ancak “won’t you please forgive me” kısmı, aşksal bir düzleme oturtulduğunda kolay kolay hazmedilmiyor. Yine de, Stanne’nin konuk vokalleri çok başarılı olmuş, Bladed Vaults’daki vokali cuk oturmuş.

Prodüksiyon için kullanılacak olumsuz bir kelime olduğu pek söylenemez. Adeta tek görevi gitarı takip etmekmiş gibi duran basların çok net olmayışını saymazsak hiçbir aksaklık yok. Daha önce teaser ve Clandestinity Now’ın demo halini benim gibi yüzlerce kez dinleyenler şarkıları ilk dinlediklerinde yadırgayabilirler fakat bunun da pek uzun süreceğini sanmıyorum. Zaten bu yadırgamaya sebep olan şey, prodüksiyondan ziyade şarkı sözlerinin değişmesi diyebilirim. Yine de Clandestinity Now’ın demo halinin daha güzel olduğunu da itiraf etmem lazım. Şu anki hali biraz fazla karmaşık gibi geliyor kulağa. Tabi demo halini hiç dinlemeseydim ne düşünürdüm bilemiyorum, bunlar alışkanlık meselesi.

Kapak tasarımı genel olarak başarılı ve başlıkla uyumlu olsa da logonun rahatsız edici bir tarafı var gibi geldi bana. Eski logo daha modern ve göze hoş gelirken, bu logo daha çok Unmoored-vari olmuş, benim pek hoşuma gitmedi. Hele o 4 ile 5′in birbirine girmiş hali? Hayır almayayım.
Toparlayacak olursak, For Aeons Past kesinlikle bir hayal kırıklığı yaratmıyor, aksine dinlemesi çok keyifli bir yolculuğa çıkartıyor. Scar Symmetry Alvestam’sız kendini kanıtlayabildi mi, orası şu anda net değil ancak Alvestam kesinlikle sevenlerini kendi başına da peşinden koşturmaya devam ettirecek gibi. Albümün olumsuzlukları yok değil, hem de artık genç sayılmayacak yaşlarda olan bu adamlardan beklenecek olumsuzluklar da değil bunlar ancak eldeki ürün, piyasada kolay kolay bulunabilecek bir şey olmadığı için bu hatalar hoş görülebilir. Birkaç dinleme sonrasında, albüme tam olarak ısındığınızda bu olumsuzlukları görmemeye başlayacak ve favori şarkınızın hangisi olduğunu seçemediğinizi fark edeceksiniz.

Yine de enerjik giriş şarkısı The Close Beyond, mükemmel doğu ezgili Through the Night-Kingdomed Gates, Alvestam’ın iyice çığrından çıktığı Wirethrone -- Into Shadow ikilisi ve tabii ki 16 dakikalık muhteşem epik Clandestinity Now asla kaçırmamanız gereken şarkılar. Bir başka Alvestam -- Stefanovic buluşmasına dek, hoşça kalın.

*Hoş süprizler:

Universum’a konuk vokaller.

Henrik B. ile yaptığı elektronik parça.

THE HAUNTED’dan yeni albüme dair

Sunday, April 25th, 2010

THE HAUNTED vokalisti Peter Dolving, grubun yeni albümüne dair kimi açıklamalarda bulunmuş.

Dolving, yeni albümde nasıl bir THE HAUNTED beklemeliyiz sorusuna, “Albüm şu an yapım aşamasında. Elimizde 40 tane şarkı var. Epik bir şey olacak. Dans edilebilir, groove’lu bir şey. Aynı zamanda sanatsal kasışlar, denemeler de barındıracak. Bu albüm tüm o dövmeli, jöleli saçlı denyo metal bebesi grupların suratına işeyen bir şey olacak. O metroseksüel saçlı yeni-kapitalist, sahte-nihilist saçmalıklarından dolayı birinin onlara günlerini göstermesi gerekiyor artık” kelâmından bir cevap vermiş.

İnsan merak ediyor.

CARCASS – Heartwork

Sunday, April 25th, 2010

CARCASS’ın 1993′te çıkan davayı satma albümü var bugün kucağımızda. Davayı satmak. Ne güzel bir tabir. Özellikle de bir türün yaratımında rol oynamış ve sayısız grubu etkilemiş bir gruptan bahsediyorsanız.

Hayatı odasından ibaret bir sürü adamın, CARCASS gibi ceket ilikleten bir grubun bu başyapıtını davayı satma albümü olarak görmesi tez konusu olarak bile işlenebilir gerçekten. Elbet büyük çoğunluk “Heartwork”ün death metal tarihindeki öneminden haberdar, ancak pek çok “sert” abinin de “Heartwork”ü sadece “yumuşama” olarak gördüğünü biliyoruz. Biz önce olay nedir kısaca hatırlayalım.

NAPALM DEATH’le birlikte doğumunda rol aldıkları grindcore’un iki adet doğuş albümünün ardından, CARCASS daha kompleks bir tarza kaymış ve öküz gibi bir death metalin sunulduğu “Necroticism-Descanting the Insalubrious”u çıkarmıştı. Bu albümde gruba katılan Michael Amott’un da katkısıyla, “Necroticism” dönemi için gayet güçlü, tarzı yakından takip edenler için klasik bile denebilecek bir albümdü.

Columbia’nın 1993′te Earache ve Roadrunner’ı satın almasıyla, death metalin daha geniş bir kesime yayılması da başlamış oldu diyerek “Heartwork bir önceki albümden neden böylesi farklı?” açıklamamıza girişelim. 1993 yılında çıkan diğer önemli Earache ve Roadrunner albümlerine bakmak bile, “Heartwork”ün neden CARCASS’ın sound değiştirdiği albüm olduğu görmeye yetiyor. Misal dönemin adı sıkça anılan gruplarından ENTOMBED, Earache’den çıkardığı “Clandestine”in ardından, Columbia’nın devreye girmesiyle 1993 yılında adını çok geniş bir kitleye duyurduğu “Wolverine Blues”u çıkarmıştı (ve belli kesimlerce eleştirilmişti). Aynı şekilde SEPULTURA, “Arise“la coşmuşken, şirket telkinleri sonucunda 1993 yılında “Chaos A.D.”yi çıkarmıştı (yine eleştirenler olmuştu). NAPALM DEATH bile Columbia etkisindeki Earache altında daha az ekstrem bir yola girmiş, “Fear Emptiness Despair”le birlikte adeta öncesinden farklı bir dönemi başlatmıştı. Tüm bu albümlerin kapaklarını, grupların bir önceki albümlerindeki kapaklarla ve logolarla kıyaslamak bile, yukarıdan gelen bu “akıllı olun” emrini gösterir nitelikte.

Uzatmayalım, “Heartwork” de böyle bir şirket “tavsiyesinin” sonucu aslında. Lakin olayı burun kıvrılacak bir duruma dönüştürmeyen bir detay var, o da “Heartwork”ün bir başyapıt oluşu.

Öncelikle söylemek lazım ki, Bill Steer yaratıcı rif yazma konusunda gerçek bir dahi. “Heartwork”teki eksiksiz her rif, hem son derece akılda kalıcı, hem de bu uğurda death metalden ödün vermekten çok uzakta. Hiçbiri birbirine benzemiyor ve CARCASS müziğine yeni katılan melodilerle de nefis bir birliktelik kuruyorlar.

“Heartwork”, elbette ki death metal sınıfı içerisinde yer alsa da, içerisinde klasik heavy metal ve melodik metalden de tatlar barındırıyor. Kimi yazılarda “death metal çalan IRON MAIDEN” olarak latife yapılsa da, ben böylesi bir benzeşme göremiyorum. Lâkin, konu melodiklikse, “Heartwork”, Göteborg tarzı hissi vermeyen, dönemin en önemli melodik death metal albümü olarak bile görülebilir.

Albümdeki müzisyenlikler tek kelimeyle ders niteliğinde. Davulda -artık davul çalamayan- Ken Owen’ın birbirinden ilginç ve zeki partisyonlarla alt yapıyı oluşturduğu, artık dediklerini anlayabildiğimiz -ve parçalanan bağırsaklardan bahsetmeyen- Jeff Walker’ın Shakespeare’den dahi alıntılar yaptığı şarkı sözleri ve elbette ki Steer-Amott ikilisinin death metal tarihinde benzeri az görülen hayvani rif saldırısı. Bu anlamda “Heartwork”de şikayet edilecek hiçbir şey yok. Şarkılara bakınca yine her biri bir başkasının favorisi on adet parça var. Çoğu yorumda adı geçen şarkılar, elbette ki ilk şoku yaşatan Buried Dreams, her anı başka bir fikirle dolu No Love Lost, boyun kıran Embodiment ve albüme adını veren klasik şarkı olsa da, eminim on kişiye favorilerini sorsak, adı anılmayan şarkı kalmaz. Hepsi de -benim gibi- rif bazlı müziğin köpeği olan dinleyiciler için birer kulak ziyafeti.

Alien dahil pek çok kült tasarımla ve heykelle bildiğimiz H.R. Giger’ın “Life Support” adlı heykelini gördüğümüz albüm kapağından, Death Certificate‘ın girişindeki o pek çok grup tarafından aynen araklanan meşhur melodiye, Blind Bleeding the Blind‘ın artçı şoklarını “Swansong”da göreceğimiz stakato riflerinden, Steer’in sonradan ANATHEMA’dan Danny Cavanagh’a hediye ettiği gitarının o boru gibi tonuna, “Heartwork” her anlamda, eksiksiz bir başyapıt.

Biliyorum böyle düşünmeyenler, bu albüme benim ve benim gibi düşünenlerin verdiği değeri vermeyenler var, olsun, açıkçası umrumda değil. Bilen biliyor. “Heartwork” çıkışından on yedi yıl sonra bile tazeliğini, ilham vericiliğini koruyor, değil bugün, 2050 yılında çıksa bile anlamını kaybetmeyeceğini hissettiriyor.

LAMB OF GOD eski defterleri açıyor

Sunday, April 25th, 2010

Canımız ciğerimiz LAMB OF GOD, Haziran ayında eski ve yeni şarkılarından oluşan bir “Neydik Ne Olduk” çalışmasına girecekmiş.

Grup 1 Haziran’da “Hourglass: The Ultimate Anthology” adı altında şu ana kadar çıkardıkları 6 albümün plaklarından oluşan bir plak koleksiyonu piyasaya sürecek.

Bununla da yetinmeyecek olan LAMB OF GOD, yine aynı gün iki adet toplama CD çıkaracak. Bunlardan biri grubun büyük bir şirket altına girmeden önce çıkan ilk üç albümünü, diğeri ise çocuğu koyduktan sonraki albümlerini içerecek. Onlar da şöyle:

“Hourglass Volume I -- The Underground Years”

01. Black Label
02. Ruin
03. Bloodletting
04. Pariah
05. Resurrection #9
06. 11th Hour
07. The Subtle Arts Of Murder And Persuasion
08. As The Palaces Burn
09. Terror And Hubris In The House Of Frank Pollard
10. Lies Of Autumn
11. O.D.H.G.A.B.F.E .
12. Suffering Bastard
13. Vigil

“Hourglass Volume II -- The Epic Years”

01. The Passing
02. In Your Words
03. Hourglass
04. Walk with Me In Hell
05. Contractor
06. Now You’ve Got Something To Die For
07. Descending
08. Set To Fail
09. Blacken The Cursed Sun
10. The Faded Line
11. Dead Seeds
12. Redneck
13. Laid To Rest

Yine aynı gün, bu ikisini ortak olarak barındıran “Hourglass: The CD Anthology” adlı dördüncü bir paket de kuzu sevenlerle bulaşacak. Tüm bu paketlerin yeni sanat tasarımları ve diğer detayları da yakında açıklanacakmış.

Madem o kadar Hourglass dedik.

CYNIC yeni şarkısını halka açtı

Sunday, April 25th, 2010

CYNIC, Mayıs ortasında çıkacak yeni EP’si “Re-Traced“den “King Of Those Who Know”u halka açtı. Alttaki EP kapağına tıklayarak dinleyebilir, ya da Bağlantı Adresini Farklı kaydet ile bilgisayarınıza alabilirsiniz.

İçerik:

01. The Space For This (Uyarlama)
02. King Of Those Who Know (Uyarlama)
03. Evolutionary Sleeper (Uyarlama)
04. Integral Birth (Uyarlama)
05. Wheels Within Wheels
(Yeni şarkı)

BLACK SUN AEON’dan iki yeni klip

Saturday, April 24th, 2010

Finlandiya’nın son dönemdeki damar grupları arasında yavaştan yerini almaya başlayan BLACK SUN AEON, birkaç hafta önce çıkan yeni albümü “Routa“dan “Frozen”a çektiği klibin ardından, geçen sene çıkardığı “Darkness Walks Beside Me“den “A Song For My Funeral”a çektiği klibi de yayınladı.

BLACK SUN AEON, bir gruptan ziyade Tuomas Saukkonen’in solo projesi olarak göze çarpıyor. Albümdeki tüm enstrümanları Saukkonen çalarken, konserlerde ise başka müzisyenler devreye giriyor ve Saukkonen de davul setinin arkasında oturuyor.

Kısacası Finlandiya’da hayat, müziklerinin tüm damarlığına rağmen bal kaymak şeklinde devam ediyor.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.