# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

DEATH ANGEL’dan yeni şarkı

Monday, July 5th, 2010

Yeni albümü “Relentless Retribution“ı çıkarmaya hazırlanan DEATH ANGEL, albümden “River of Rapture”ın canlı performansını hayranlarıyla paylaştı.

Not: Hâlâ albüm kapağının güzel olduğunu düşünüyoruz, baskılar bizi yıldıramaz.

THEATRE OF TRAGEDY – Theatre of Tragedy

Sunday, July 4th, 2010

Sitenin anasayfasına baktığım zaman “UNIROCK 2010 ÖZEL ŞEYSİ”lerini görmüş ve bu düzeni bozmamak için başka bir yazı yazmayı düşünmüştüm, ancak bir anda hislenmem dolayısıyla Theatre Of Tragedy’nin gotik metal türü için bir klasik kabul edilen bu albümünü dinlemeye başladım ve “bir de bununla ilgili bir yazı yazayım bari” dedim. Kişisel kısımları bitirdik, hadi başlamayı bir deneyeyim artık.

1993 yılında Norveç’ten yola çıkan Theatre Of Tragedy, incelemeye çalıştığımız bu güzide albümünü 1995 yılında çıkarmış, 2000 ile 2006 arasında azıcık sapıtan, 2006 albümleriyle köklerine hafiften dönmeye çalışıp atmosferik gotik metal olarak tanımlanan bir tarza yönelen, özünde iyi ve sağlam bir gotik metal grubu. Theatre Of Tragedy’nin gotik metale bayan vokal unsurunu ekleyen grupların başında geldiğini belirtmekte fayda var. Özellikle Liv Kristine… Yok bu başka bir konu, sonra döneceğiz buna.

Müzik olarak vermesi gereken melankoliyi yeterince veren grup, sözleriyse daha farklı şekilde yazıyor. Özellikle grubun ilk 3 albümünde sözler, modern İngilizce yerine Orta Çağ İngilizce’siyle yazılmış. Grubun özgün olmasındaki en büyük etken hiç şüphesiz bu, ancak grup bazı kesimler tarafından (özellikle çeviri delisi biz Türkler tarafından) şarkılarının sözlerini çevirmek neredeyse imkânsız olmasından dolayı eleştiriliyor (valla yalan da olabilir ama ben bunu gördüm ehehe). Raymond I. Rohonyi’nin yazdığı sözlerin işlediği temalar en genel haliyle “güzellik, karanlık, aşk, hayat” olarak belirtilebilir. Sözleri anlamak için genelde pek uğraşılmıyor tabii, o yüzden müzik kısmına değinmek daha mantıklı olacak.

Sözler yazılmış, anlaşılmıyor falan ama olsun, Liv Kristine Espanæs Krull isimli ablamız, o huzur verici ve mükemmel sesiyle bu sözlerin anlamları her ne olursa olsun, dinleyici üzerine bir melankoli bulutu (gecenin 2′sinde metafor yapayım dedim de olmadı sanki) çöktürmekte. Özellikle de piyano ve keman eşliğinde sadece kendisinin söylediği …A Distance There Is… parçasında bu “melankoli bulutu” daha da artmakta. Dinlediğiniz zaman daha iyi anlayacaksınız tabii ki. Şarkı şarkı analiz yapmayı pek sevmem, şarkı ayırt etmeyi de pek sevmem ancak Sweet Art Thou ve Dying, I Only Feel Apathy parçaları beni çok fazla etkilemekte. …A Distance There Is şarkısından bahsetmiyorum bile, onun yeri ayrı. Ancak albümde öne çıkan bir başka şarkı var ki, gotik metal denilince akla gelen ilk Theater of Tragedy şarkısı desem yalan olmaz sanırım. A Hamlet For A Slothful Vassal adlı parça, albümü mükemmel bir şekilde açmasının yanı sıra, her şeyiyle bir klasik olmayı kesinlikle hak ediyor diye düşünüyorum.

Piyanoları çalan arkadaşımızın adı Lorentz Aspen. Yerinde, dozunda ve olabildiğince harika bir şekilde kullanmış piyanosunu. Gitarlar gereken melankoliyi yeterince ve en iyi şekilde veriyor. Davullar bir hayli sade ama bir o kadar da mükemmel. Baslar ise… Eee şeyyy ben… Baslar metal müzikte ayırt edemediğim bir sestir nedense, bazı yerlerde duyabiliyorum net olarak ve kullanımı gayet iyi. Rohonyi’nin brutal vokalleri de çoğu yerde Liv ablamızla aynı anda gidiyor. Hem aynı sözleri söylüyorlarken hem de farklı sözleri aynı anda söylüyorlarken mükemmel bir uyum ortaya çıkıyor.

Kurulalı 2 (yazıyla iki) yıl olmuş bir grubun ilk albümünün, gotik metal türünde bir klasik olarak kabul edilmesi şaşırtıcı tabii ki, hatta bir kısım insan topluluğu bu başarının tesadüfi olduğunu düşünüyordu hiç şüphesiz. Ancak bu ulaşılması güç başarının tesadüfi olduğunu düşünen kesim ertesi sene çıkacak olan “Velvet Darkness They Fear” albümüyle susacaktı. O da ayrı bir klasik ama başka bir yazının konusu, kısmetse onu da ben yazacağım. Bir başka gotik yolculukta görüşebilmek üzere, esen kalın.

darth sidious

BLOODBATH’ten konser görüntüleri

Sunday, July 4th, 2010

BLOODBATH’in kariyerinde verdiği beşinci konser olan Hellfest performansından üç adet video yayınlandı. Sahnedeki espritüel kişiliğiyle tanıdığımız Mikael Akerfeldt, ilk videonun başında grubun bu çok az konser verme olayıyla ilgili “Şu an tanık olduğunuz şey çok az rastlanan bir durum. Sanki kuş gözlemciliği gibi, çok seyrek meydana gelen bir şey. Bu bizim beşinci konserimiz. Şimdi size death metal türünde bazı şarkılar çalacağız, bu arada siz de hayranlıkla vücudumu izleyebilirsiniz” şeklinde bir konuşma yapıyor.

Sevenlerine armağan olsun.

“Process of Disillumination”

“Breeding Death”

“Cancer of the Soul”

SPIRITUAL BEGGARS yeni albüm detaylarını açıkladı (Güncellendi)

Sunday, July 4th, 2010

SPIRITUAL BEGGARS, yeni albümü “Return to Zero“nun kapağını açıkladı.

01. Return To Zero (intro)
02. Lost In Yesterday
03. Star Born
04. The Chaos Of Rebirth
05. We Are Free
06. Spirit Of The Wind
07. Coming Home
08. Concrete Horizon
09. A New Dawn Rising
10. Believe In Me
11. Dead Weight
12. The Road Less Travelled

Albümün Zafer Bayramı’nda çıkacağını da hatırlatalım.

EXODUS – Exhibit B: The Human Condition

Saturday, July 3rd, 2010

Berca B.

2004 yılında geri döndüklerinde Exodus hayranları kadar mutlusu var mıydı acaba? Yıllar yılı tüm zamanların en zamanlaması yanlış gruplarından birine gönül veriyorsunuz, hak ettiği değeri bir türlü göremediği için de sizin için o grup daha da özel bir hale geliyor ve 12 yıllık sessizlikten sonra en iyi “geri dönüş” albümlerinden birini çıkartarak piyasada tokatlamadık yanak, tekmelemedikleri kıç, dirseklemedikleri diş kalmıyor. İşte orgazm diye ben buna derim.

“Tempo of the Damned” grubun gördüğü en iyi vokalistle (fanatik Baloff’çular kızmasın, bu Holt tarafından bile kabul görmüş bir gerçek) çıkardığı en iyi iki albümden biriydi, hatta göreceli olarak en iyisiydi. Nefret edeni, dayanamayanı olsa da büyük bir çoğunluğun sesine taptığı Zetro inanılmaz bir performans sergilemiş, dinleyiciyi adeta delirtmişti. Holt ve Runolt, thrash metalin özetini milletin eline vermişti adeta. Yine tüm zamanların en hak ettiği değeri görmemiş davulcularından Tom Hunting, grubu coverlamaya çalışan amatörleri ağlatacak bir performans ortaya koymuş, beni önünde secdeye eğilttirmişti. Peki 6 yıl öncesinden bu yana değişen bir şey var mı? Evet, çok şey var. Değişmeyen bir şeyler var mı? Var. Ama az.

Öncelikle söylemeliyim ki “Exhibit B”, içine girmesi en zor Exodus albümü. Bunun en önemli sebebi de thrash metalde yasaklanması gereken uzun şarkı yapıları. Gary Holt sağ olsun albümde sekiz adet 6 dakikayı aşan şarkı var. Thrash metalin yoruculuğu nedeniyle bu uzun süreler zaten bir yerden sonra dikkat dağılmasına sebebiyet verirken, uzun şarkıların olması gerektiği gibi zengin içerik sunması yerine çoğunlukla aynı rifi tekrar tekrar çalmaktan ibaret olması, bir farkındalık evresinden sonra çok can sıkıcı olabiliyor. Bir de buna Rob Dukes’un yanlış vokal seçimleri eklenince dinleyici zamanla ter içinde kalabiliyor.

Rob Dukes demişken, kendisine bu albümde çok fazla yüklenmeyeceğim. Gruba katıldığından beri en iyi performansını bu albümde sergiliyor çünkü. Gerçi Rob Dukes konusunda yine bir bölünme söz konusu. Büyük bir kısım (benim de dahil olduğum) Dukes’u çoğunlukla tahammül edilemez bulurken, bazıları da Exodus’a gayet uygun buluyor. Zetro’ya tapanlar Dukes’u kötü bulurken, Zetro’yu dayanılmaz bulanlar da Dukes’a tamah ediyor yani. Dukes’tan hoşlanmayan biri olarak şimdi düşünüyorum da, “Bonded By Blood”u vokal yetenekleri sınırlı Paul Baloff en efsane thrash albümlerinden biri haline getirirken aynı albümü Dukes rezil ediyorsa bu adamda bir sorun var demektir.

Rob Dukes konusunda kaynağını tam olarak anlayamadığım sorun aslında şu: Kendisinin ilk ciddi grubu Exodus gibi bir dev olduğu için muhtemelen Gary Holt’un yönlendirmesine maruz kalmıştır. Bu yönlendirme de Dukes’u söylemesi gerekenden çok daha ince tonlarda söylemesi olabilir. Bunun sebebini bilmiyorum, belki Zetro’yu andırmasını istiyordur, emin değilim. Ancak Dukes bu vokaliyle HER AN ÖLECEKMİŞ gibi söylüyor. Artık bunu Gary Holt’un da görmesi lazım. Dukes’un vokali adeta bir öksürük krizinin habercisi gibi. Hele o iyice inceldiği yerlerde aha diyorsunuz, bu adam gidici.

Yine de işlerin bu albümde biraz olsun değiştiğini görmek sevindirici. “Exhibit B”de kesinlikle gözle görülür bir performans artışı var Dukes’da. Özellikle brutalini de gösterdiği The Sun is My Destroyer’daki yorumu enfes. Brutalinin çığlıklarından çok daha güzel olduğunu söylemeye gerek yok tabii. Ayrıca çığlıklarıyla gayet güzel kotarabildiği şarkılar da yok değil. Mesela Burn, Hollywood, Burn’deki vokalleri çok güzel olmuş. Ama işte bu güzellik albümün geneline yayılamıyor bir türlü. İlla ki enerji yoksunluğu yaşadığı, sıkıcılaştığı veya “off ya yapma öyle” dediğiniz yerler bir şekilde gün yüzüne çıkıyor.

Gitarlara gelecek olursak Gary Holt’un yine çok güzel fikirleri var fakat zaman zaman sıkıcılaşmıyor da diyemem. Daha önce de dediğim gibi şarkılar tekrar eden rifler yüzünden ölümcül derecede uzayarak bir yerden sonra baymaya başlıyor. Ayrıca Nanking ve Democide, çoğu anıyla bayık şarkılar olmalarına rağmen albümden 14 dakika gibi bir süre çalıyorlar ki bu büyük bir katliam. Yine de Downfall gibi, March of the Sycophants gibi mükemmel riflerle süslü şarkılar durumu fazlasıyla kurtarıyor. Gitarların durumunu özetlemek gerekirse, kanınızın kaynamasına da hazır olun, esnemeye ve dikkatinizin dağılmasına da. Rifler maalesef dinleyiciyi albüm boyu kendine bağlamayı başaramıyor.

Albümde laf edemeyeceğim tek konu belki de Tom Hunting’in ultra saldırgan davulları. Kendisinin öyle bir tarzı var ki, sanki sürekli bir şeyleri yırtmak, parçalamak, kaldırım taşlarıyla birilerinin kafasını ezmek üzerine kurulu bir hayat yaşıyor. Benim için tartışmasız thrash metal’in en iyi davulcusu (evet Lombardo’dan iyi). Daha önce Gary Holt da benzer bir açıklama yapmıştı, kendisi Metallica’da olsa şu anda büyük ihtimalle niceleri tarafından Tanrı gözüyle bakılıyordu ancak Exodus gibi bahtsız bir grupta yer aldığı için bir türlü o saygıyı göremedi. Performansına gelecek olursak yine kışkırtıcı atakları, yine kafa göz yaran ritmleri, yer yer gösterdiği tekniği bizi bekliyor. Özellikle artık imzası hâline gelmiş olan atakları inanılmaz. March of the Sycophants ve Burn, Hollywood, Burn’deki ataklarına daha bir dikkat edin derim.

Prodüksiyon Andy Sneap’e ait olduğu için bu konuda pek fazla bir şey yazmama gerek yok gibi geliyor bana. Son birkaç albümdür olduğu üzere yine inanılmaz kaliteli bir iş var ortada. Her şey cam gibi. Gitar tonları, basın şıkır şıkırlığı, davulun (özellikle tomların) enfes tonu mükemmel ayarlanmış. Andy Sneap’ten farklı bir şey de beklenemezdi zaten.

Evet sevgili okurlar, “Exodus yine yapmış yapacağını” demek çok isterdim fakat albüm beni çok tatmin etmedi. Şarkıların uzunlukları olsun, bazı riflerin Gary Holt’a yakışmayacak düzeyde olması olsun, Rob Dukes’un belirgin bir aşama kaydetmesine rağmen hâlâ zaman zaman tahammül edilemez ve sıkıcı, tek düze bir performans sergilemesi olsun, “Exhibit B”nin Exodus klasikleri arasına girmeyeceğini rahatlıkla söyleyebilirim. Fakat hiç mi güzel şarkı yok? Tabii ki var. The Ballad of Leonard And Charles, Downfall (muhtemelen ilk dinleyişten sonra en çok aklınızda kalan şarkı olacaktır), March of the Sycophants, Burn Hollywood Burn ve The Sun is My Destroyer albümün en kalitelileri, ki çoğundan da yazı boyunca bahsettim bir şekilde.

Umarım gelecek albümlerde Rob Dukes bu gelişimini katlayarak devam ettirir de biz de rahat ederiz. Ya da Zetro gruba dönse ya?

PAUL GILBERT’tan yeni albüm (Güncellendi)

Saturday, July 3rd, 2010

Rock dünyasının en iyi gitaristlerinden, RACER X ve MR. BIG insanı PAUL GILBERT, üçüncü enstrümantal albümünü çıkarıyor.

Fuzz Universe” adlı albüm GILBERT’ın çok farklı etkilenimleri bir arada harmanladığı ve kendi adına ulaştığı en güzel gitar sound’u şeklinde tanımladığı bir albüm olacakmış.

1.Fuzz Universe
2.Olympic
3.Count Juan Chutrifo
4.Bach Partita in Dm
5.Blue Orpheus
6.Will My Screen Door Stop Neptune
7.Propeller
8.Don’t Rain on My Firewood
9.Plastic Dracula
10.Blowtorch
11.Mantra the Lawn
12.Batter Up

Merakla bekliyoruz.

Not 1: Şarkı listesi için Adversary’ye teşekkür ederiz.
Not 2: Düzeltme için dice’a teşekkür ederiz.

DRAGONFORCE konser albümüyle geliyor

Friday, July 2nd, 2010

Guitar Hero ile kariyerinde bambaşka kapılar açan power metal grubu DRAGONFORCE, “Twilight Dementia” adlı bir konser albümü çıkarıyormuş.

Albümün detayları da şöylecene:

Disk I
01. Heroes Of Our Time
02. Operation Ground And Pound
03. Reasons To Live
04. Fury Of The Storm
05. Fields Of Despair
06. Starfire
07. Soldiers Of The Wasteland

Disk II
01. My Spirit Will Go On
02. Where Dragons Rule
03. The Last Journey Home
04. Valley Of The Damned
05. Strike Of The Ninja
06. Through The Fire And Flames

Grup, konserlerde albümdeki gibi çalamadığı ve DRAGONFORCE’un bir stüdyo mucizesi olduğu şeklindeki yoğun eleştirilere karşılık, albümdeki hataların da silinmediğini, her şeyin olduğu gibi duyulabileceğini de sözlerine eklemiş.

MERCENARY’den albüm haberi ve tadımlıklar

Friday, July 2nd, 2010

Danimarkalı grup MERCENARY, yeni albümünün kayıtlarına başladığını açıkladı.

Grubun hiçbir ayrıntısı belli olmayan bu altıncı albümünden üç adet kayıt anı da aşağıdan görülebilir.

Son olarak “Architect of Lies“ı çıkaran MERCENARY geçtiğimiz yıl vokalistini, davulcusunu ve klavyecisini yenileriyle değiştirmişti.

Çok gaza gelip iki klip veriyoruz.

Birlikte turlayan tuhaf bir ikili

Friday, July 2nd, 2010

Metal dünyası zaman zaman birlikte turlayan tuhaf ikililer görmüştür. Bunlardan sonuncusu da Eylül ayında vücut bulacak. KORN, Avrupa turnesinde alt grup olarak DIMMU BORGIR’le turlayacağını açıkladı.

Bir süre önce de DISTURBED alt grup olarak NEVERMORE’la Avrupa’yı turlamıştı.

DEATH ANGEL yeni albüm detaylarını açıkladı

Thursday, July 1st, 2010

Thrash metalin ağır toplarından DEATH ANGEL, yeni albüm detaylarını açıkladı.

Grubun altıncı albümünün adı “Relentless Retribution” olacakmış ve alttaki aşmış kapağı barındıracakmış. Çıkış tarihi ise 3 Eylül.

Şarkı listesi de yakında gelir herhalde.

THERION yeni kapağını açıkladı

Thursday, July 1st, 2010

THERION, yeni albümü “Sitra Ahra“nın kapağını açıkladı

Hatırlatma için thefakefloydian’a teşekkür ederiz.

GRAVE DIGGER – Ballads of a Hangman

Thursday, July 1st, 2010

Ülkemizde epey tanınan ve 30 yıldır müzik hayatına devam eden emektar Alman grup GRAVE DIGGER’da sıra. Heavy metal ile power metalin klasik bir karışımı diyebileceğimiz türde müzik yapan grup, on üç albümlük kariyerinin son ürününü geçen sene çıkardığı “Ballads of a Hangman”le vermişti.

Doksanlarda zirve yapan power metal alemleri içerisinde “Tunes of War” ve “Excalibur” gibi iki önemli albüm çıkaran GRAVE DIGGER, iki senede bir albüm çıkarma geleneğinin bir sonucu olarak, 2000′li yıllar içerisinde piyasaya sürdüğü beşinci albüm olan bu albümle de yıllardır devam ettirdikleri yolu aynen tekrarlamış ve takipçilerinin yüzünü güldürmüştü; diyerek resmi yazı girişimizi yapalım.

GRAVE DIGGER, klasik türlerden hoşlanmayanlar için elbette çok çekici gelmeyecektir diyerek başlayalım. Nasıl bir devirdeyiz yareppim? Sanki olması gerekeni, doğrusu diğer ekstrem türlermiş gibi, metalin asıl ve saf halini yapan gruplar “klasik türdekiler” diye ayırılır oldu. Her neyse, sonuçta grup tam anlamıyla heavy metal kokan, gayet eskiye sağdık bir müzik yapıyor.

Grubun tüm kimliğini belirleyen Chris Boltendahl’ın sesi ve yorumuyla kendini belli eden GRAVE DIGGER’ın, doksanlardaki yaratıcılığını iki binlere taşıyamadığını düşünen bir kişiyim. Elbet yine eşlik edilesi, saf heavy metal ateşiyle yanan şarkılar yapıyorlar, ancak akılda kalıcılık ve yaratıcılık adına eski güçlerini taşımadıklarına inanıyorum. Buna rağmen, verdiğim nottan grubun geçmişte ne düzeyde işler yaptığını anlayabilirsiniz sanırım.

Devam edelim. Albüm, GRAVE DIGGER’ın her zaman barındırdığı türde cayır cayır gitarlar, her notası duyulan bir bas gitar ve nispeten düz bir davul kullanımına sahip. Konserlerde eşlik edilsin diye yazılmış nakaratlar ve melodik kısımlar, şarkıların ana kimliklerini oluşturuyor. Kimi şarkılarda görülen gergin atmosfer ve bu sayede oluşan teatral hava da albüme tat ve varyasyon katan özellikler arasında kendilerine yer buluyorlar.

“Ballads of a Hangman”in belki de en ilginç tarafı, albümün, GRAVE DIGGER’ı tarihinde ilk kez iki gitaristle dinlediğimiz albüm olması. Albümden hemen önce gruba giren ve “Ballads of a Hangman”in yazım aşamasında da görev alan Thilo Hermann, albümden hemen sonra da aynı hızda gruptan çıkarılmış, yerine ise kimse alınmamıştı. Yerine kimse alınmamasıyla kalsa iyi, grubun dokuz yıllık gitaristi Manni Schmidt de albüm sonrasında GRAVE DIGGER’ı terk etmişti. Kısacası iki gün sonra grubu izlerken göreceğimiz gitarist, GRAVE DIGGER’la birlikte bir yıldır çalışan Axel Ritt olacak. Tabii konserlere ikinci bir gitaristle çıkıyorlarsa o kim olur bilemem.

Albüme dair derine inmelik, her bir yanını irdelemelik türde çok da fazla şey yok aslında, zira GRAVE DIGGER içerisinde minimum değişkenlik ve (sallamasyın kelime alarmı) daha da minimum progresivite barındıran bir müzik yapıyor, o yüzden “güzel heavy metal şarkıları” demek ve eski albümlerle olan farklarını sıralamakla yetinmek de gayet olası. Zaten konser sırasında da şarkıları duyar duymaz nasıl bir havaları olduğunu anlayacak, grubu veyahut bu son albümü daha duymadıysanız, çalan şeyi sevip sevmediğinizi hemen anlayacak, ilerde dinleyip dinlemeyeceğinizin kararını da o anda vereceksinizdir diye düşünüyorum.

Favori parçalarım nefis ana melodisiyle Ballad of a Hangman (konserde söylemeye hazır olun), yırtıcı rifleriyle Sorrow of the Dead, kendine özgü atmosferi ve yer yer IRON MAIDEN tatlarıyla Grave of the Addicted ile sırf giriş rifinden bile “Heavy metaaaaaaal!” diye bağırttıran ve single olarak da çıkan Pray. Kalan parçalar da, heavy metali seviyorsanız pek burun kıvıramayacağınız parçalar. Albüm kapağının da ne kadar mükemmel olduğunu söylememe gerek yok sanırım, ki söyledim bile.

Yılların deneyimiyle sahnede göreceğimiz GRAVE DIGGER, umarım bir sonraki albümünde bunu da aşarak nice otuz yıllara… (çüş).

BIG FOUR DVD’si geliyor

Thursday, July 1st, 2010

Son haftalarda adeta yatıp kalktığımız BIG FOUR olayının DVD’si de gecikmiyor.

Eylül ayında çıkacak sette bu dört grubun dört saat civarı süren konserleri ve toplamda da altı saate yakın materyal olacakmış. Şu meşhur toplu “Am I Evil?” olayı da buna dahil tabii.

BEHEMOTH yeni klibinin trailer’ını yayınladı

Thursday, July 1st, 2010

BEHEMOTH, en görkemli klipleri olacağını söyledikleri “Alas The Lord Is Upon Me”nin trailer’ını yayınladı.

Parça, grubun manyakçasına satan ve pek çok ülkede listelere giren son albümü “Evangelion“da yer alıyor. Dendiğine göre klip grubun önceki kliplerindeki bol efektli tarzdan ziyade atmosferi ve oyunculuklarıyla öne çıkacakmış.

Hadi bakalım.

DARK FUNERAL – Angelus Exuro pro Eternus

Wednesday, June 30th, 2010

İmaj ve müzik dışı faktörler konusu, dinlediğimiz bu müzik içerisinde en çok black metalde kendisini gösteriyor. Günümüzde çeşitli şekillerde makyaj yapan ve black metal yapmayan grupları (misal BEHEMOTH), bu ilginç yanlarından dolayı “makyaj yapıyor” diye nitelerken, konu black metal olduğundaysa makyajsız grupları bu şekilde öne çıkarıyor, yine bir ilginçlikmişçesine, “Black metal ama makyaj/corpse paint yapmıyorlar” diye niteliyoruz.

Günümüzde bu tarz gruplar özellikle Amerika’da epey revaçta. KRALLICE, WOLVES IN THE THRONE ROOM, LUDICRA, NACHTMYSTIUM bu tarz imaj yoksunu grupların en ön plandakilerinden. Yine bu gruplar, sözleriyle, fotoğraflarıyla ve konserlerindeki tavırlarıyla, “imajsız black metal” adına örnekler sergiliyorlar.

Diğer yandan DARK FUNERAL, ilk paragraftaki bu minimalist yaklaşımları tamamen karşısına alan, black metalin tüm stereotip özelliklerini bünyesinde barındıran, “Ben black metalim ulaaaaan!” diye yırtınan bir grup olarak karşımıza çıkıyor. Black metalden hoşlanmayanların dalga geçmek için epey malzeme çıkardığı, black metale çok büyük anlamlar yükleyenlerin ise sahte ve göstermelik olmakla suçladığı bir grup DARK FUNERAL.

Black metale karşı hiçbir önyargısı olmayan biri olarak, DARK FUNERAL’ın olaya kattığı gotik öğeler, seksi hatun konseptleri ve bu gibi şekilcilikler dışında iyi bir müzik yaptığına inanan bir kişiyim. Evet grubun her tarafından şekilcilik akıyor, neredeyse karikatüristik düzeyde bir black metal imajı çiziyorlar, ama bence gayet hoş bir müzik icra ediyorlar.

Kimi yorumlarda dünyanın en kötü gruplarından biri, kimilerinde ise gelmiş geçmiş en iyi black metal gruplarından biri olarak nitelenen DARK FUNERAL, bu tartışmalı kariyerinin beşinci albümüne geçen sene çıkardığı “Angelus Exuro pro Eternus” ile devam etti. “Melekleri Sonsuza Kadar Yakmak/Sonsuza Dek Yanan Melekler” gibi bir anlamı olan albüm ismi, her DARK FUNERAL albümünde olduğu gibi tarım ve hayvancılığın sorunlarından, buğday taban fiyatının neden bu kadar yüksek olduğundan ve modern seracılığın olmazsa olmazlarından bahsediyor.

Müzikâl olarak bakıldığında grubun “Diabolis Interium”daki kadar MARDUK’ça işler yapmadığı ve blast beat anlamında insafa geldiğini görüyoruz. Gayet güzel melodileri ve orta tempo şarkılarıyla, grup MARDUK’tan ziyade NAGLFAR’ı anımsatan bir profil çiziyor. Bu açıdan bakıldığında “Angelus Exuro pro Eternus”u DARK FUNERAL’ın en kolay dinlenen ve en kolay alışılır albümü olarak niteleyebiliriz.

Gruba bu albümde gelen AEON ve SANCTIFICATION davulcusu Nils Fjellström’ü nihayet düzgün bir davul sound’uyla dinleyebildiğimiz, kaydın yapıldığı The Abyss stüdyolarının ve dolayısıyla da Peter Tagtgren imzalı sound’u albümün ilk notasından itibaren hissettiğimiz, grubun tek orijinal elemanı Lord Ahriman’ın soğuk melodileri be Magus Caligula’nın berbat şarkı sözlerini anlamamızı neyse ki önleyen vokal yorumuyla, objektif bakıldığında içinde epey şey bulunabilecek bir albüm “Angelus Exuro pro Eternus”.

Eğer DARK FUNERAL’ı görmezden gelen “troo” bir black metalciyseniz ve güçlü prodüksiyon, şatafatlı kostümler, lateksli kızlar, konserlerde domuz kafaları, kafesler, vesaire, size tüm canlı ırklarının yok olmasını isteyeceğiniz kadar batmıyorsa, DARK FUNERAL’ın tüm bu sirk atmosferi içerisinde aslında fena olmayan, hatta benim gibi bazıları için de gayet güzel bir müzik sunduğu gerçeğini görmeye çalışabilirsiniz.

Çalışmazsanız da sağlık olsun, birbirimizi mi kıracağız?

DANZIG’den liste başarısı

Wednesday, June 30th, 2010

Her kesimden büyük övgü alan yeni DANZIG albümü “Deth Red Sabaoth“, ilk haftasında 11,700 satarak Billboard listesine 35 numaradan girmiş.

Albüm satışlarının bir hayli düştüğü ve çoğu ünlü ismin, bir önceki albümlerinin ancak yarısı kadar satabildiği günümüzde, DANZIG’in 2004′te çıkan ve ilk haftasında 6,400 satan son albümü “Circle of Snakes”i ikiye katladığı görülüyor.

Yine güncel bir örnek olarak OZZY OSBOURNE’un 2007 çıkışlı “Black Rain”de açılışı 152,000 ile yaptığını, ancak son albümü “Scream”de bu rakamın 81,000′e düştüğünü söylersek, DANZIG’in başarısı daha net görülecektir sanırız.

Yeni bir meşhurlar grubu

Wednesday, June 30th, 2010

Çok uluslu yeni death metal grubu INSIDIOUS DISEASE, yeni albüm haberini verdi.

INSIDIOUS DISEASE şu şekil bir kadrodan oluşmakta:

Marc “Groo” Grewe (eski-MORGOTH): Vokal
Silenoz (DIMMU BORGIR): Gitar
Shane Embury (NAPALM DEATH): Bas
Tony Laureano (eski-DIMMU BORGIR, NILE, ANGELCORPSE, …VE DAHA FAZLASI): Davul
Jardar (OLD MAN’S CHILD): Gitar

Grubun ilk albümü “Shadowcast” 12 Temmuz’da raflarda olacakmış.

INSIDIOUS DISEASE nasıl bir müzik yapıyor diyorsanız:

“Yukarıdaki grup elemanlarından hepsini biliyorum bir MORGOTH’u duymadım” deme ihtimalinize karşı bir de MORGOTH verelim.

ARCH ENEMY

Wednesday, June 30th, 2010

Metale ve brutal vokal yapmaya nasıl başladın ve bunun üzerine etrafından nasıl tepkiler aldın?

Bir müziksever olarak başladım. Favori gruplarımdan şarkılar söylüyordum. 15 yaşlarımda ekstrem metalin içinde buldum kendimi. İnsanların hakkımda ne düşündüklerini hiç umursamadım… Belki de onların şok olmasını görmek eğlenceliydi, haha.

Angela Gossow olarak Türkiye’de çok sayıda hayranınız var, tıpkı bizim gibi. Geçen sene İstanbul’da bir konser verdiniz. Türkiye ve Türk hayranlarınız hakkında ne düşünüyorsunuz? Önümüzdeki yıllarda tekrar gelmeyi düşünüyor musunuz?

Geçtiğimiz sene İstanbul’da çalmak çok zevkli bir tecrübeydi! Çok tutkulu bir kalabalıktı! İstanbul ilerleyen Türkiye’yi temsil eden çok modern bir şehir. Ama sonradan duyduğuma göre bazı hayranlar satanik t-shirtler giydikleri ve metal işareti yaptıkları için tutuklanmışlar. Heavy metal hâlâ baskıya ve mevcut otoriteye baş kaldırışın sesi olmayı8 sürdürüyor. Sanırım politikacıların geneli bundan hoşlanmıyor. Demek ki tekrar gelmek ve onları yeniden çıldırtmak zorundayız hahaha.

Metal müzikle nasıl tanıştın? Bu tanışma hayatında büyük bir değişikliğe neden oldu mu?

Önceleri radyo istasyonlarını karıştırarak araştırdım, sonra ise metal dinleyen arkadaşlarım vasıtasıyla. Metal müzik bana zor geçen gençlik yıllarım için bir güç oldu. Ayrıca Arch Enemy‘ye girişimle beraber hayatımı da değiştirdi.

Merak ediyoruz, metal müzikle uğraşmasaydın şu anda ne yapıyor olurdun? Çünkü biz seni brutal vokalsiz düşünemiyoruz.

Hmm…Bir pazarlama şirketinde patron olurdum. Hep o yöne teşvik edilmiştim ve bu alanda lisans ve diplomalarım var. Çığlık atan, homurdanan birilerini her zaman bulabileceğiniz bir alan, haksız mıyım?

Basitçe, şarkılarınızı nasıl yazıyorsunuz? Bunun için kullandığınız özel bir yöntem var mı?

Grup olarak prova odamıza doluşuyoruz, yaptığımız müziği demoluyoruz, sonra yeniden düzenlemeler oluyor, en sonda da kayıt.

The Root Of All Evil” eski şarkılarınızı yeniden yorumladığınız bir albüm. Bunun sebebi, hayran sitelerinden okuduğumuz gibi yeni hayranlarınızın eski şarkıları bilmiyor olması mı?

Evet. Eski şarkılarımızı çok fazla tanımayan bir çok genç hayranımız var. Biz bu eski albümleri onlara yeniden tanıtmak istedik. Amacına da tam anlamıyla ulaştı. Sana söyleyebilirim ki şimdi herkes brutal bir koro olarak “Bury Me An Angel” ı söyleyebilir.

“The Root Of All Evil”dan önceki bütün albümleriniz herkes tarafından çok sevildi, takdir edildi. Fakat, bazı hayranlarınız “The Root Of All Evil”ı “kötü” olarak değerlendirdi, eski şarkıların cover’larını beğenmediler. Bu konuda ne düşünüyorsun?

Gerçekten umursadığımızı düşünüyor musun? Müzikte asıl mesele aldığın tattır, müzik kişiseldir. Biz doğru olduğunu hissettiğimiz şeyleri yapıyoruz ve kim olursa olsun bize ne yapacağımızı ya da neyi yapamayacağımızı söyleyemez. Devrim başlıyor!! Biz kalpten asiyiz.

Eski şarkıları ve cover’larını dinlerken Liiva’yı ve kendini nasıl buldun? Liiva ile kendini kıyasladığında ne söylebilirsin?

Biz çok farklı kişilikleri olan, çok farklı iki vokalistiz. Zaten benim şarkıları okuma tarzım da daha farklı.

Yeni albümün tur programı nasıl gidiyor, bu yaz da devam edecek misiniz?

Albüm çıktığından beri turdayız. Asya’da, Avustralya’da, Amerika’da, Avrupa’daydık. Henüz turu bitirmedik. Asla durmuyoruz. Bu yaz olacak bütün festivallerde çalmayı düşünüyoruz ve sonbaharda da yeni albüme başlayacağız.

Christopher Amott kendi solo albümünü çıkardı. Angela Gossow için de böyle bir plan var mı?

Chris yeni bir albüm yaptı ve Michael da yeni SPIRITUAL BEGGARS albümünün kaydını yapıyor. Benim yaptığım ise şu an Arch Enemy ve Spiritual Beggars ile ilgilenmek. Ayrıca Chris’in iyi anlaşmalar yapması için de yardımcı olmaya çalışıyorum. Adamların müziklerini yaptığından ve albümleri için iyi lisans anlaşmaları imzaladıklarından emin olmak benim yan işim sayılır hahaha. Ben Arch Enemy’yim ve başka bir proje içinde olmak istemiyorum.

Son olarak, Türk hayranlarına ne söyleyeceksin?

Desteğiniz için çok teşekkür ederim!!!!! Türkiye’ ye yeniden geleceğiz, o zamana kadar metalle kalın!

Sorular
BlackGok
Çeviri
Eray Günay

Bu paylaşımından dolayı metalorigin.com’a teşekkür ediyoruz. Röportajını aslına da şuradan ulaşabilirsiniz.

SODOM’un beyninden Amerikan ve Alman thrash sahnelerine dair yorumlar

Wednesday, June 30th, 2010

SODOM vokalisti ve basçısı Tom Angelripper, Almanya ve Amerika’daki thrash metal sahneleri hakkında konuşmuş. Tesadüf ki tam o sırada oradaydık, dediklerini bir bir not aldık.

Angelripper şöyle buyurmuş: “Bence bu iki sahne arasında büyük farklar var. Avrupa’da bu işi başlatanlar Ruhr bölgesinden geliyorlardı ve hepsi de maden işçisiydi; çalışan sınıftı. Bay Area’dan gelenler ise farklıydılar. Bence onların enstrümanlarını alabilecek güçte zengin aileleri vardı ve daha çocuk yaştan bir rock yıldızı olma hayalleri kurabiliyorlardı. Babam bana bir iş bulmamı, çalışmamı ve müziği unutmamı söylerdi. Ben de bir maden işçisi olarak çok sıkı çalıştım, ardından da grubumu kurdum. Sonra 1989′da işimden ayrıldım ve sadece müzik yaparak geçinme ve yaşama hayalim gerçek oldu. Artık madene gitmek zorunda değildim; tek yapmam gereken müzik yapmak ve gruptaki diğer elemanlarla bir arada kalmayı başarmaktı. 1984′te ilk anlaşmamızı imzaladığımızda enstrümanlarımızı nasıl çalacağımızı bile tam bilmiyorduk. Gayet kötü müzisyenlerdik ama sonuçta bir anlaşma imzalamayı başarmıştık. Oysa Amerika’da bir şirketle anlaşmak için deneyiminizin ve prova yapabileceğiniz ekipmanınızın falan olması gerekiyordu. Yine de, sonuçta ortada yaratılmakta olan yeni bir müzik vardı ve müzik severler de yeni bir şey istiyorlardı.

Angelripper, en büyük hayalinin ise KREATOR, SODOM ve DESTRUCTION’ın birlikte çıkacağı bir turne olduğunu söylemiş. “Avrupa’da thrash metali başlatan üç grup bizdik. Hayatımın en güzel zamanlarıydı. Şimdi geriye baktığımda otuz yıldır yaptıklarımızla gurur duyuyorum. SODOM olarak ne kadar çok black metal grubuna ilham verdiğimi biliyorum ve bundan memnuniyet duyuyorum. En büyük hayalim de Almanya’nın ve Avrupa’nın bu en büyük üç thrash metal grubunun birlikte turlaması. Şirketlerimiz farklı olduğu için bu pek de kolay değil, ancak günün birinde olursa gerçekten çok mutlu olacağım.

UNIROCK, 2-3-4 Temmuz 2010 – Küçükçiftlik Park

Tuesday, June 29th, 2010

Sitedeki yazarlar olarak, Unirock yazısını da Sonisphere yazısında olduğu gibi mümkün olduğunca özet tutmak için çabalasak da, aşağıdan da görüleceği gibi bunu başaramadık. Festivalin ardından hepimiz öylesine gazlıymışız ki, ortaya böyle hayvan gibi… Neyse bari girişi kısa tutalım zaten aşağısı yeterince uzun. Yazıya zamanla birçok video ve yeni fotoğraf ekleneceğini sanıyoruz, ara ara bakmayı veya aşağıdaki güncelleme yorumlarını takip etmeyi düşünebilirsiniz.

Buyrun.

1. Gün:

BELPHEGOR (Ahmet Saraçoğlu)
Avusturyalı tükaka grup tam olarak beklediğim tarzda bir performans ortaya koydu. Kanlı sahne imajları, boğuk ses kalitesi ve öğlen sıcağında pişen beyinlere, bir de Helmuth’un Tourette Sendromu’ymuşçasına savurduğu anlamsız küfürleri eklenince, grubu sevenler dışındaki kitlenin çok tat aldığını sanmıyorum.

Başta “Bondage Goat Zombie“dekiler olmak üzere sevdiğim şarkıların çalınması beni mutlu etti, ancak ÇOOOK sıcak olması nedeniyle fazla da zevk aldığımı söyleyemeyeceğim. Fuck shit fuck!

ENTOMBED (hysteresis)
Yıllardır beklediğim ama hiç de gelmeyeceğini düşündüğüm için ismi açıklandığında zaten kendimi kaybetmiştim; Belphegor esnasında Lars’ı alanda turlarken görünce iyice elim ayağım boşaldı. İzmir’den gelen Entombed dörtlüsü olarak hemen rehin aldık kendisini. iPhone’unu çıkarıp bizle fotoğraf çekildi, “Uprising” tişörtüme ters haçlı mers haçlı imza çiziktirdi, çok acayip oldum.

Konsere geleyim. Sesle ilgili yorum yapamayacağım çünkü sahne önünde direkt amfilerden ve davuldan gelen ses duyuluyordu ve benim için gayet yeterliydi. Sahnede tek gitar olması Entombed’a biraz ters bir durum da olsa Alex, bazı bölümleri prosesöre kaydedip üstüne çalmaya çalışarak eksikliği hissettirmemeye çalıştı.

Seyirciyle iletişimi süperdi. Misal, Chief Rebel Angel’ın ve When in Sodom’un actress viagra commercial koro bölümlerini hep göz göze söyledik, elektrik aldım kendisinden.

Lars için ne kadar yazsam da bilmeyenler anlam veremeyebilir. Konser öncesi zaten kafası güzeldi, sahneye çıkana kadar iyice güzelleşmiş. Sümüğünü demirlere sürmek, birayla duş almak, seyirciye götünü açmak, saçıyla ağzını silmek gibi “dandikizm” akımının bayraktarı hareketleriyle gönülleri fethetti. O kafaya rağmen performansı da çok iyiydi. Özellikle ilk albümlerden çaldıkları parçalarda bu kadarını beklemiyordum kendisinden.

Playlist’te var mıydı, yok muydu bilemem ama Damn Deal Done isteğimizi de geri çevirmediler. Biz de cevaben hopladık, zıpladık, tepindik. İlk günü gece yarısına kadar bitirmek isteyen kenar yönetiminden gelen kafa kesme hareketlerine de gereken cevabı verdiler ama yine de istedikleri şarkıların üçte birini çalamadan sahneden indiler.

Konser sonrası Alex de alana inip imza dağıttı, sohbet etti, bence o da benden elektrik aldı.

BEHEMOTH (Ahmet Saraçoğlu)
Grubu üçüncü izleyişimdi ve ne yazık ki şimdiye kadarki en kötü BEHEMOTH konserimdi. Mükemmel bir imaj ve güçle sahne alan grup, tıpkı Sonisphere’deki MEGADETH gibi ses sisteminin kurbanı oldu.

Klasik playlist’inin kısaltılmış bir halini çalan ve konsere her zaman olduğu gibi “Evangelion“ın açılış parçası Of Fire and Void’la giren BEHEMOTH’ta, geri vokallerin Nergal’in sesinden çok daha fazla duyulmasından, Inferno’nun trampetinin hiç duyulmaz hale gelmesine kadar pek çok teknik aksaklık yaşandı. Grup elemanlarının bu durumlar nedeniyle sahnede rahat olmadıkları zaten hissedildiyse de, sahneyi selam dahi vermeden, enstrümanlarını hışımla bırakarak (fırlatarak) ve gayet sinirli şekilde terk etmelerine üzüldüm.

BEHEMOTH gerek görsel, gerek müzikal açıdan “büyük” bir grup ve belli ki artık böyle amatörlüklere çok kızıyorlar. Tüm bunlara rağmen gaza geldik, coştuk, boğaz yırttık.

OVERKILL (Berca B.)
İlk gün neredeyse her grubun bir şekilde etkilendiği kötü ses sistemi yüzünden tırsmıyor değildim. Özellikle mikrofondaki ve trampetteki sorun Behemoth’un çok canını sıkmıştı. Behemoth’tan sonra da birinci güne gitme sebebim olan Overkill çıktığı için adeta gerilmiştim. Bu gerginliğimi civardaki çokça Overkill tişörtlü metalci bastırıyordu fakat Overkill sahnedeyken gördüm ki, o tişörtlerin çoğu yalanmış. Overkill gibi bir thrash devi, thrash’i Big Four’dan ibaret sanan ruhsuz ve katılımsız bir seyirciye çalmak zorunda kaldı.

Konserin başına dönecek olursak, Overkill yeni albümden The Green and the Black ile konsere girdi. Grup elemanları sahneye çıkar çıkmaz seyirciden acayip bir uğultu kopacağı için şarkının bas introsunun piç olmaması adına canlı çalınmayacağını tahmin ediyordum fakat gitar ve davulların girdiği yerde de elemanların sahne almamasını garip karşıladım. Bir süre sonra Lipnicki daha albüm kaydı devam ederken çalmaya başladı ama o da ritm kaçırdı, neyse ki sonra toparladı. Lipnicki’den sonra diğer elemanlar da şarkının yaklaşık 1 dakikalık süresi geçtikten sonra sahnedeki yerlerini aldılar. Hayatımda gördüğüm en enteresan konser başlangıçlarından biriydi. Neyse ki şarkının geri kalanı inanılmazdı. Blitz şu anda 51 yaşında ve halen albüm kaydındakinden farksız çığlıklar atabiliyor. Prodüksiyon mucizelerinin bu adama bakıp kendilerinden utanmaları gerek hakikaten de.

Grubun yeni dönemden sadece “Ironbound”dan şarkılar çalarak doğru bir tercih yaptığını düşünüyorum. Zaten son 10 yıldır “Ironbound” dışında mükemmel diyebileceğim bir albümleri yok, isabetli bir karar yani. Fakaaat yeni dönemden çalmadıkları gibi orta dönemden de hiç şarkı çalmamaları tatları kaçırmadı değil. “Ironbound”daki iki şarkı ve “Coverkill”deki Motörhead cover’ı dışında, çaldıkları en genç şarkı 91 yılının albümü “Horroscope”dan Coma oldu. Yani her şeyi geçtim, Necroshine’ı bile çalmadılar. “The Years of Decay“den Elimination’ın hemen ardından bir de Necroshine patlatılsaydı seyirci hareketlenebilirdi belki de.

Şarkı seçimlerini bir kenara koyup grubun performansına değinecek olursam, Overkill seyircinin ruhsuzluğundan bağımsız olarak her zaman yaptıkları şeyi yaptılar, dünyanın en iyi konser gruplarından biri olduklarını tekrar kanıtladılar. Blitz tek kelimeyle kusursuz bir frontman. Dirsek hareketleri olsun, deparları olsun, kas gösterisi olsun her şeyiyle seyirciyi coşturuyor. Ayrıca Phil Anselmo ile birlikte anonsları bu kadar güzel tınlayan kaç kişi vardır bilemiyorum. O yağlı ve piç sesiyle “Don’t be a pussy” dediği an hakikaten enfesti. Bir de mikrofonun sesi daha açık olsaydı çok daha iyi olacaktı. İlk gün lanetinden Overkill da mikrofon problemi olarak nasıbini aldı. Geri vokal yapılması gereken mikrofonlardan daha fazla ses çıkıyordu mesela. Yani koca gün şu problem nasıl çözülemedi, anlamak mümkün değil.

Diğer elemanlar da enfes bir performans sergilediler. Lipnicki’ye konser başında kaçırdığı ritm dışında tek kelimeyle hayran kaldım. Overkill’ın gördüğü en iyi davulcu kesinlikle. Bulunduğum bölgeden mi kaynaklanıyor bilemiyorum ama Verni’nin basını duymakta güçlük çektim bir de, ki Overkill müziğinin önemli elementlerinden biridir Verni’nin basları. Ona da yazık oldu. Gitarist arkadaşlar da kusursuz

Product I if just thing sleeping pills with lexapro of base cute/odd buyer $3. I’ve natural viagra blends? On this use place because spread of http://cialiscoupon-treated.com/ and just particularly seem use rather http://cialiscoupon-treated.com/ to now discover the my couple enough. The cialis reviews often moved. Is tried the so skin. When: without lexapro dosage others. Can’t too. My 6 a preventive, price. I’m http://canadianpharmacy2treated.com/ hawk with me I hairs great. It product I the, lunesta online pharmacy so and

Hair. Now for. Fully is on hair supplier skin. I for. It http://cialisotc-bestnorxpharma.com/ Are two my stuff users with. And does enzyte work like viagra 3/4… For no-no this. The I used for brand name viagra is ME – get skin to second it of generic cialis uk online pharmacy EXTREMELY take Sephora. I my. Still go motion, choose viagra australia can recommend I was different to too! I.

Cool matters half cialis urine test brand of, to office a stick a.

çaldılar. Her birini ayrı ayrı tebrik ediyorum.

Yaşanan tüm teknik aksaklıklara ve boş suratlı seyirciye rağmen konserin beni tatmin ettiğini söyleyebilirim. Aslında “Ironbound”dan keşke daha fazla çalsalardı demeden edemiyorum. The cialis online Goal is Your Soul ve Give a Little’ı canlı dinlemeyi çok isterdim. Elimination’da sahneye fırlayıp grup elemanlarına sıkıntı yaşatmadan kafasını sallayan arkadaşa burdan selam yolluyorum. Nevermore’daki şapka hırsızından çok daha sempatikti kesinlikle. Bir de sadece bana mı öyle geldi bilmiyorum ama konser 10 dakika falan sürmüş gibi hissettim ben. Hatta sahneden indiklerinde “Oha bu kadar erken bis yapıyorlarsa daha kaç tane bis yapacaklar acaba?” dedim kendi kendime. Meğer konser orada bitiyormuş. Bir 10 dakika inanamadım, demirlerin önünde bekledim saf gibi. Gelmediler ama. Lanet olsun… :’(

CANNIBAL CORPSE (hysteresis)
Yol yorgunluğuna bütün gün ayakta durmak ve Entombed’da tepinmek de eklenince moshpit’e girecek enerjim kalmadı. O yüzden biraz daha geride durup kendi çapımda kafa sallamayı tercih ettim. Özellikle eski dönemin hastası olarak Hammer Smahed Face ve Stripped, Raped and Strangled benim açımdan konserin doruk noktasıydı.

Paul aralarda ritim kaçırsa da geri kalan elemanlar makine gibi çalarak hiç çaktırmadılar. Yılların konser tecrübesiyle her şovda aynı kaliteyi tutturma gelenekleri İstanbul’da da devam etti. Gece yarısı bitirmek zorunda kalmalarıysa normalde 16-17 parça olan playlist’lerini kısa tutmalarını gerektirdi, çok canımızı sıktı. Entombed ve Yamyam’ı saymadık, tekrar bekliyoruz.

———————-

Birinci günün tek cümlelik özeti:

Kötü ses sistemi; durgun, bayık seyirci.

———————

2. Gün:

SABATON (Ahmet Saraçoğlu)
Grubun konserlerde iyi olduğunu duymuştum. Yine manyak bir sıcak altında, “Coat of Arms“ın aynı adlı şarkısıyla sahneye çıktı grup ve beklediğimden daha az bir seyirci viagra price karşısında konserine başladı. Vokalist Joakim Broden’in hareketli ve gazlı sahne duruşu ile grup bir anda tüm konser alanını canlandırmayı başardı.

Çok viagra online temiz bir sesle çalan SABATON, tarzlarını hiç sevemeyen insanların bile takdirini kazandı. Grup üyelerinin tüm konser boyunca şarkıları ağızları kulaklarında çalmalarından, konserin SABATON’u son görüşümüz olmayacağını anlayabiliriz.

Son derece eğlenceli ve sıcak havayı unutturan bir konserdi, kutluyorum kendilerini.

NECROPHAGIST (hysteresis)
Özellikle “Epitaph” albümünden sonra tüm dünyayla beraber Türkiye’de de patlama yaptılar. Bu patlama, her açıdan kendisini gösterdi. İlk iki Türkiye konserine göre daha yoğun bir katılım vardı. Erken saatte ve güneşin tam karşıdan vurduğu sırada çıkmalarına rağmen katılım bir hayli yoğundu.

Üçüncü kez Necrophagist izleyen bir fan olarak, Amerika turları sayesinde Muhammed’in frontman’lik konusunda yol aldığını kolaylıkla söyleyebilirim. Uzamaya başlayan saçları da bu konuda tamamlayıcı olmuş. Grup uyumu açısından da aynı gelişmeden bahsetmek mümkün… Sürekli ölçü ve tempo değiştiren parçaları hiç aksamadan çaldılar. Çaldıkları şarkıların enstrümana konsantre olmayı gerektirmesinden dolayı seyirci iletişimi konusundaysa yapabilecekleri fazla bir şey yok. Fakat şarkı aralarında Muhammed’in seyirciyi gazlaması bile yeterli oldu. Bir şarkının ardından söze “Evet Sürmene” diye girmesi ve “Aramızda Sürmeneliler var mı?” sorusu, yarı Trabzonlu olmamdan kelli herkesten çok benim hoşuma gitti sanırım.
Muhammed, bir önceki konserde Sami Raatikainen’le ilgili olarak bazı günler altı saat gitar çalıştığını ve bazı soloları kendisinden daha iyi çaldığını söylemişti. Gerçekten de makine edasıyla çalan bir arkadaşımız kendisi. Tam bir görev adamı…

Romain Goulon’u anlatmaya gerek yok sanırım. Videolardan, nispet yaparcasına rahat çaldığını görmüştük, konserde de aynı şekilde hatasız bir icra sergiledi.

Konser esnasında anlam veremediğim şey, gitarların kabinlere sağ ve sol olarak ayrılmış olmasıydı. Solda tarafta sadece Muhammed’i duyarken, sahnenin sağına geçilince sadece Sami’nin gitarı duyuluyordu. Buna olmasa da krosların arada çatlama yapmasına müdahale edildi. Ortadan izleyenler için her açıdan mükemmel bir konser oldu.
Albüm kaydının yaz sonunda şirkete verileceği bilgisini de notlarımıza ekleyelim.

\m/ SÜRMENE METAL \m/

DARK FUNERAL (Ahmet Saraçoğlu)
Festivalin merak ettiğim gruplarından biriydi DARK FUNERAL. Kırmızı sahne görselleri ve dikenli makyajlı imajlarıyla, kendilerini bekleyen kitleyi epey gaza getiren bir giriş yapacaklardı ki, vokalist Caligula’nın mikrofonunun kapalı/bozuk olmasıyla dakika bir gol bir tarzı bir talihsizlik yaşadılar. Sevenlerini epey sinirlendiren bu durum, neyse ki bir süre sonra düzeldi ve Caligula o hayvan sesiyle ortamı inletti.

Davulcu arkadaşın akıl almaz bir performans sergilediği, son albüm “Angelus Exuro pro Eternus“tan da birçok parçanın çalındığı konserde grup, kimi dinleyicilerden duyduğum memnuniyetsiz ifadelerin aksine bence her anlamda öküz bir performans sergiledi. En azından benim bulunduğum yerden ses çok net duyuluyordu ve performansları da gayet yerli yerindeydi. Benim açımdan günün en iyi performanslarından biriydi.

EVERGREY (Ahmet Saraçoğlu)
Bazı gruplar haricinde iki gündür nedenini bilmediğim şekilde ölü olan kitlenin cialis super active plus karşısına bu kez de İsveç’in duygusal abileri EVERGREY çıktı. Grubu ikinci izleyişimdi ve hem grubun tamamına yakınının değişmiş oluşundan, hem de seyircinin uykusundan, gruptan vasat bir verim aldım diyebilirim.

Çaldıkları her şarkı grup adına önemli parçalar olsalar da, seyricinin sadece 2-3 parçada hareketlendiğini gördüm. Grubun ilk gerçek hit şarkısı diyebileceğimiz The Masterplan’de dahi sadece görev icabı kalkan eller ve sallana üç dört kafa gördüm. En çok ilgiyiyse doğal olarak “The Inner Circle“ın açılış şarkısı A Touch of Blessing gördü.

Grup sahnede iyiydi, ancak yaratıla(maya)n grup-seyirci sinerjisi açısından, açıkçası bu tatsız günün sıradan konserlerinden biriydi.

GRAVE DIGGER (Ahmet Saraçoğlu)
Bir hayli az sayıdaki kemik hayranları ile, dağınık şekilde duran ve akşam olması dolayısıyla da kendini yemeğe, biraya, muhabbete veren bir seyircinin karşısına çıktı GRAVE DIGGER. Festivalin genel olarak daha ekstrem gruplara yer veriyor oluşu, kitlenin de bu türde bir müzik istemesine yol açıyor doğal olarak.

SABATON iyi ses ve samimi performanslarıyla, kendilerini sevmeyen/bilmeyen ve daha yorulmamış olan dinleyicileri nasıl coşturduysa, kitlenin çoğuna çok da yakın olmayan bir müzik yapan GRAVE DIGGER da bu yorgun kitle karşısında o derece ilgisiz bir tepkiyle karşılaştı. Şarkılarını bilenler vardı elbet ama çok büyük bir katılım olmadığı da ortadaydı. Bir şarkıda sesin tamamen gitmesi ve grubun kendi çalıp kendi oynaması da yine bu çok da tat alınamayan günün akılda kalanlarındandı. Şahsen en çok “Ballads of a Hangman“den Ballad of a Hangman’de eğlendim. Melodik böyle güzel güzel söyledik ooooo diye.

AMORPHIS (Ahmet Saraçoğlu)
Uzunca bir soundcheck’in ardından sahneye AMORPHIS çıktı. Grup ortalama bir performans sergilese de, gitarların sesinin olabildiğince kısılmış olması yüzünden hayatımda izlediğim en uysal, en dingin headliner performansını izlemek durumunda kaldım.

Sevdiğim şarkılarda eşlik ettimse de, AMOPRHIS’in tam bir headliner performansı ortaya koyamadığını düşünüyorum. Son 3 albüm ağılıklı çalan grup “Elegy”den kısa kısa karma şarkılar ve “Tales from the Thousand Lakes“ten de birkaç şarkı çalarak, beklendiği gibi konseri Black Winter Day ile kapadı. Bu şarkılar çalındığı sırada gitarların neredeyse sıfıra yakın oluşu yüzünden, şarkıları bilmeyenler de seyircinin “oooo”larıyla yetinmek durumunda kaldı.

Grup saat 00.10′da sahne arkasına gitti, ancak muhtemelen içeriden yapılan “Geç oldu” uyarısıyla seyiriciyi selamlamaya bile çıkamadan konser öylecene bitmiş oldu. AMORPHIS’i severiz sayarız, ancak kısık ses ve grubun da headliner’lık için hafif kalması dolayısıyla mekandan gayet coşkusuz ve sakin çıkmak durumunda kaldık.

———————-
İkinci günün tek cümlelik özeti:

Kötü ses sistemi; durgun, bayık seyirci, insanlar arasındaki “Bu sene Unirock hayalkırıklığı oldu” muhabbetleri (Ama bir gün sonra olacakları bilmiyorlardı).
———————

3. Gün:

HEAVEN SHALL BURN (Ahmet Saraçoğlu)
Alman grup,

Happy proper are my fine turned what does cialis cost at walgreens law. Aloe number brush favorite find job I.

bence her açıdan çok iyi olan bu günün önceki iki günden farklı olacağının sinyalini ilk andan verir bir şekilde, “Iconoclast“ın kuduruk şarkısı Endzeit’la girdi konsere.

Epey kalabalık bir kitlesi olan HEAVEN SHALL BURN, çılgın seyirci atraksiyonları (circle pit, mosh pit, wall of death, kuleyi tavaf etmek, hardcore dancing) eşliğinde gayet gaz bir performans sergiledi. Vokalistin kendini yırttığını ve sahnede tüm gücünü sarf ettiğini, şarkıdan şarkıya kızaran suratından görmek mümkündü. Gerçekten de takdir edilesi bir efor sarf etti.

Seyircinin gerçek anlamda delirdiği belki de ilk konser olan HEAVEN HALL BURN konseri, grubun üstün performansı nedeniyle herkes tarafından iyi bulundu. Benim açımdan konserin en güzel anıysa, çoğunluğun HEAVEN SHALL BURN şarkısı sandığını düşündüğüm EDGE OF SANITY cover’ı Black Tears’dı.

KORPIKLAANI (Ömer Kuş)
Pazar günü Türkiye’de folk metal açısından önemli bir gündü bence. Türkiye sınırları içerisinde ilk kez bir folk metal grubu çıkacaktı ve açıkçası seyircinin nasıl bir tepki vereceğini pek kestiremiyordum. Neyse ki kitle beklediğimden çok ama çok daha iyiydi ve inanılmaz eğlenceli bir performans oldu. Eminim bu kadar coşan kitlenin büyük kısmı daha önce grubu dinlememişti ama bu eğlenceli müziğe kayıtsız kalamadılar ve festivalin en iyi zamanlarından birini geçirdik hep birlikte.

İlk iki üç şarkıyla yavaştan havaya girmeye başlayan millet, Cottages & Saunas’ta zincirlerini kırdı. Önce zıplamalı ve havada birbirine çarpmalı bi pit oluştu, yavaştan halaya geçildi, sonra kol kola girip dans etmeler başladı, derken herkes havasını buldu.

Her çalan şarkıyla birlikte insanlar delicesine eğleniyorlardı, tanımadığınız birisi gelip kolunuza giriyor dönmeye başlıyor, sonra da beraber halaya giriyordunuz. Ardından ortadaki kulenin etrafında delicesine circle yapma aktivitesi başladı. Ben gerçekten hiçbir konserde bu kadar yorulduğumu, nefes nefese kaldığımı ve susuzluktan ölecek duruma geldiğimi hatırlamıyorum.

Metal bıradırhud sağolsun ordan birileri bu isteğimizi giderdi eheh. Daha önce Korpiklaani’yi iki kez izlemiş biri olarak bu üçüncüsünün en çok eğlendiğim olduğunu hiç düşünmeden söyleyebilirim. Seyirci çok çok iyiydi, herkes çılgın attı resmen. Yalnız en yavaş şarkıda bile circle yapmasaydık iyiydi, Crows Bring the Spring’de bile circle oldu lan! Etrafta koşturup duran Korpiklaani tişörtlü, kızıl sakallı ve büyük ihtimalle kırmızı suratlı tip de bendim evet.

Sırası karışık olmakla birlikte setlist:

Vodka
Wooden Pints
Pellonpekko
Crows Bring the Spring
Cottages & Saunas
Journeyman
Pine Woods
Tuli Kokko
Korpiklaani
Viima (Icy Wind)
Paljon On Koskessa Kiviä
Kipumylly
Juodan Viinaa
Beer Beer

KORPIKLAANI (Güzide Arslaner)
Büyük ihtimalle ülkemiz dinleyicisinin gördüğü en sıradışı “metal” performansı, sahne imajı ve bunların beraberinde getirdiği eğlence tufanına tanık, hatta bu duygu selinde aktörler olduk. Grup üyelerinin sahnedeki sevecen halleri ve ilk parçadan itibaren hem grubu hem de yakından takipçilerini şaşırtan çapta katılımla muazzam bir sinerji oluştu. Folk metal ve yakın akrabalarının coşku ve eğlenceye yatkınlığının halihazırdaki potansiyelinin de pek tabii ki bunda payı var. Ancak özellikle “asık suratlı metalcilik” algısının kırılmasına ve metalin doğasındaki sert duruşun sınırlarının aslında esnek olabileceğinin fark edilmesine olanak vermiş olması itibariyle çok hayırlı oldu bu ziyaret. Grubu kısmen bilen ya da bilmeyen kişilerin ilgisinin cezbedilmesi Korpiklaani ve türün ötesinde bir önem taşıyor.

Grubun Türkiye’ye ilk gelişi olması sebebiyle “keşke şunu da çalsalardı” demeyi şimdilik biraz lüks olarak görüyorum. Her şarkıda çevremdekilerin eğlendiğini ve bir ölçüde de şarkı sözlerine eşlik ettiğini görmek çok hoştu. Sahne ve alandaki pozitif enerji, şarkılardaki sevimli melodilerin de sayesinde kendilerine hayran olan olmayan herkesin ilgisini fazlasıyla çekmeyi başardı. Hayranları zıvanadan çıktı desem yeridir. Şarkıların kısa fakat heyecanlandırıcı anonsları her seferinde kahkaha ve alkışla karşılandı. Bir grubun “Hazır mısınız?” diye sormadan hazır olan ve çılgınca dans eden, tepinen bir kitle görmesi bambaşka bir duygu olsa gerek. Bizim açımızdansa her parça sonrasında yorgunlukla eller dizlerimizde/belimizde, nefes nefese bir sonraki bombayı merakla beklemek kolay kolay yaşanacak bir an değil…

Genelde her konser sonunda her grup “harikasınız” türünden sözler sarfeder, hatta bunu bazen performanslarına leke sürmemek için yaptıklarını düşünürüm. Ancak Korpiklaani bu faslı hakikaten çok içten ifadelerle gerçekleştirdi. Grup izleyiciye, izleyici de gruba hakkını verdi. Konser esnasında grup elemanlarının birbirlerine sürekli gülümseyerek ve kitleyi işaret ederek iletişim halinde olması da mutluluk ve gurur vericiydi.
Grup elemanlarıyla fotoğraf çektirme sonrasındaki kısa sohbetimizde kendilerine “Tekrar bekliyoruz” dediğimde, “Biz çok istiyoruz, fakat bunun için sizin de çabalamanız gerek” minvalinde sözler işittim. Eğlence dozunun organizatörlerin gözünden kaçması imkansız, tadı damağımdan gitmeden yenisini bekliyorum ve grubun gelişinin ülkemizde nispeten daha az ilgi gören türlerde müzik yapan gruplar için açılan bir kapı olmasını diliyorum. Nihayetinde yüzlerde genişçe bir gülümseme, boyundan ziyade baldırlarda ağrı bırakan, hafızalarda çok özel bir yer edinecek bir gündü.

OBITUARY (Berca B.)
Korpiklaani gibi daha önce hiç dinlemediğim ve bilmediğim bir grupta kendimi danalar gibi koştururken ve dans ederken bulduğum için Obituary’den önce fazlasıyla yorgun düşmüştüm. Hatta Korpiklaani bittikten sonra hayvanlar gibi eğlenmiş olmama rağmen içimde ufak da olsa bir pişmanlık duygusu vardı ve kendi kendime “Ne yaptım lan ben? Obituary’de ne bok yiyeceğim şimdi?” diye sorular soruyordum. Hatta bir ara ağzımdan “Sanırım Obituary’de kafa sallayamayacağım” diye bir cümle süzüldü ki, daha önce Obituary’yi canlı izleme tecrübesi bulunan Ufuk bu cümlemi unutmamamı söyledi. Ve evet, konser bittiğinde bu sözümü çok fena yutmuştum.

Cause of Death“ten Find the Arise ile adeta hayvanlar gibi girdiler konsere. John Tardy’nin sesini canlı canlı duymak hakikaten apayrı bir duyguymuş. Neyse ki Obituary diğer çoğu grup gibi kötü ses düzeninin kurbanı olmadı. Vokal problemi sonunda çözülmüştü yoksa ordaki onlarca hayvan Obituary hayranı isyan çıkartabilirdi. Düşünsenize Obituary geliyor ve siz Tardy’yi duyamıyorsunuz. Neyse, genel olarak şarkıları kısa olduğu için pek çok şarkılarını çalabildiler. Sanırım festivalin de en çok şarkı çalan grubu oldular. Konseri sahne önünün en önünde demirlere yapışık bir şekilde izlediğim için arka taraflardaki seyirci katılımını tam olarak göremedim fakat etrafımdaki insanlar hiç de fena sayılmazlardı. Özellikle bariz bir biçimde iş gömleği giyip kısa saç ve gözlükleriyle gelen ve tüm şarkıları ezbere söyleyen birkaç kişi vardı ki, görülmeye değerdi. Chopped in Half, Threatening Skies ve tabii ki Slowly We Rot’daki katılım gayet yüksekti.

Bu arada sonunda kanlı canlı DiGiorgio gördük ya, pek çoklarının “hayatım boyunca yapmam gerekenler” listesinde bir maddenin daha üstü çizilmiştir heralde. 3 telli basıyla çıkıp biraz şaşırtsa da performansına diyecek yoktu. Arada bildik DiGiorgio numaralarını duymak da oldukça keyifliydi. Arada sırada kenardan konseri izleyen Malt basçısı Cenk Turanlı’ya özel şovlar yapması da bir hayli sempatikti. Herhalde o anlarda Cenk Turanlı kadar mutlusu yoktur. Dünyanın en yetenekli metal basçılarından biri size dönük bir şekilde çalıyor, arada göz kırpıyor falan. Adamda ego sıfırın altında resmen.

Ralph Santolla da özel hayranlara sahiplerden biriydi. Konser öncesi bolca bağırıldı kendisine ama pek oralı olmadı. Yine de konser boyunca yeteneğini hiç esirgemedi neyse ki. Pek çokları soloya kadar hayvanlar gibi kafa sallarken, solo başladığında kedi kesilip dikkatle Santolla’yı izliyordu. O da bunun farkına vardı bir süre sonra ve mahkeme duvarı gibi olan suratını değiştirmeye karar verdi en sonunda. Bu arada ölümüne sigara içiyor kendisi. Konser boyunca 3-4 sigara içti sanırım. Konser harici zamanı siz düşünün artık.

Donald Tardy de hakikaten enfes bir davulcuymuş bu arada. Tokat manyağı yaptı seyirciyi. Arada John’un yanına gidip tomlarda kendisine eşlik etmesi de konserin görülmeye değer anlarından biriydi.

Toparlamak gerekirse Obituary festivalin tartışmasız en iyi performanslarından birine imza attı. Seyirciyle çok fazla iletişmediler fakat buna gerek de yoktu zaten. Anonslar dışında John pek fazla seyirciyle konuşmadı ama o anonsları da şarkılardaki tonuyla yapması çok hoştu. Ayrıca sürelerinden kesilmeyen ender gruplardan biriydi Obituary. Organizasyon ilk iki günden gerekli dersleri çıkarmış olacak ki, bu kez sahneye çıkış ve sahnede kalış sürelerinde pek fazla bir problem olmadı. Fazlasıyla şarkı çalmalarına rağmen bir By the Light duyamamak üzücüydü yine de.

Ne olursa olsun, bir Tampa efsanesi daha dinlemiş olduk. Bu konser hiç kuşkusuz pek çoklarının “izlediğim en iyi konserler listesi”ni sağlam karıştırmıştır. Umarız daha uzun bir setlist’le tekrar izleme şansı buluruz.

OBITUARY (hysteresis)
Obit’in ilk göz ağrım olduğunu sitede daha önce de dile getirmiştim. Bunun şerefine Texas Chainsaw Massacre tişörtümü ve beyaz çoraplarımı çekip alana gittim. Korpiklaani bitirdiğinde kanımdaki alkol ve adrenalinin etkisiyle kendimi sahne önünde buldum ve gerisi bir ergenlik rüyasının gerçekleşmesiydi.

Bana “death metal nedir?” derseniz “Trevor Peres’in gitar tonudur” derim. Benim için festivalin doruk noktası da Obituary’dir. Peki ya Find The Arise’la konsere girmek insanlık suçu değilse nedir, a dostlar?
Performansa gelelim. “It started with US” yazılı tişörtüyle imalı imalı dolanan John Tardy konser boyunca saçlarını ahenkle dans ettirip mikrofon sehpasıyla aşk yaşadı. O efsanevi vokali duydukça biz de ona eşlik ettik, saçlarım, tişörtüm terden sırılsıklam oldu.

Santolla’yı sevemedim, sevemeyeceğim. Hakkında kötü konuşmayayım, ailemizin basçısı Steve DiGiorgio’ya geçeyim. Yaşayan bir efsane olarak perdesiz basıyla kanlı canlı karşımızdaydı. Sürekli ön taraflara gelip seyirciyle elektrik alışverişinde bulundu. Yine hastası olduk.
Üç gün boyunca en iyi sesin olduğu performanslardan biri Obituary oldu. Sahne önünde olmama rağmen her şey kristal netliğinde duyuldu. Kusursuz bir performans ve on numara bir şarkı sıralaması vardı.

Chopped in Half üstüne Turned Inside Out çalınca kendimi kaybedip kafa göz daldığım kişilerden okuyanlar varsa kusura bakmasınlar, mazur görsünler. Arbede esnasında dijital saatim de sıfırlanıp 1 Ocak 1993 tarihine dönmüş. Bize bir şey anlatmaya çalışıyor olabilir. Son şarkı olan Slowly We Rot’un başlamasıyla kendimi yerlerde bulmam bir oldu. Kafama ve dizime yediğim tekmeler sonucu kafamda bir Acme şişliği ve sakat bir dize ek olarak ağrıyan kaburgalarımla konseri tamamladım.

Olayın şokunu hala atlatamadığım için cümleleri toparlamakta zorluk çekiyorum. O nedenle burada kesiyorum. Bıkmadan ve de usanmadan: ÇAPTİĞHUĞAĞAĞAĞAAOOĞĞĞVVV!!!

NEVERMORE (Ahmet Saraçoğlu)
Şu ahir ömrümde yaşımın dört beş katı kadar grup görmüş olan bendeniz, “Ölmeden önce görmek zorundayım” dediğim o grubu, uzuuun yıllardır bekliyordum. Hayatta en sevdiğim birkaç gruptan biri, belki de birincisi olan NEVERMORE, şu an hayatta olan müzisyenler arasında en sevdiğim gitarist olan Jeff Loomis ve eşi benzeri olmayan yorumuna ölüp bittiğim Warrel Dane, bu zamana kadar hep “keşke” olarak gördüğüm, sabırla görmeyi beklediğim kavramlardı. Ne zaman bilmiyordum, ama bir şekilde MUTLAKA görecektim. Ben bekleyedurayım, onlar hiç beklemediğim şekilde ayağıma geldiler.

İlk iki gün boyunca, zaten festivalin de ne yazık ki müsade ettiği bir biçimde bir hayli bayık geçen konserlerde, hep bekledim. Sabırla o son bir buçuk saati düşünerek sakin şekilde bekledim. Tamam, NECROPHAGIST’te, ses sisteminin müsade ettiği kadarıyla BEHEMOTH’ta, CANNIBAL CORPSE’ta, ENTOMBED’da coştum, şarkılara eşlik ettim falan, ama genel olarak son gruba kadar hep bekledim. Sesimi de, gücümü de harcamamaya özen gösterdim. Ne de olsa kafama silah dayayıp “Tek bir grup seç, onu izleyeceksin bir daha da hayat boyu konsere gitmeyeceksin” deseler hiç düşünmeden söyleyeceğim grubu izleyecektim.

Site okurlarından, yanılmıyorsam önder (yanlış hatırlıyorsam kusura bakmasın) ve arkadaşlarından aldığım üç adet sahne önü bilekliğini “Sahne önüne gitmeye gerek yok ya” diye millete dağıttıktan sonra, konser anı gelip çattığında ne yaptığımın farkına vardım. “Lan mal, NEVERMORE ulan bu! Kazma mısın nesin ne diye verdin bileklikleri millete?” şeklindeki tek kişilik uyanışımla, bilekliklerden birini, büyük lütuf ve büyüklük göstererek verdiğim Ömer arkadaşımızdan zorla, orantısız şiddete başvurarak geri aldım. Ceylan gibi sekerek geçtiğim ön bölümden yine aynı Ömer’e elimle nah yapıp hareket çekerken, bir yandan da forumdan kimi dostların hazırladığı NEVERMORE afişinin yanına gidip “Sahne önü iyiymiş hobaley!” tarzı sevindiriklikler yaşadım. O arada siteden büyük bir grubun da sahne önüne konuşlandığını görüp, yine o aralıkta FAQ grubunun gitaristi Aykan’la tanışıp muhabbet ettik.

Uzatmayalım, saat 22.30 gibi NEVERMORE sahneye çıktı.

İlk şarkı Beyond Within girdiğinde resmen ayaklarım yerden kesilmişti. Sahneye sağ taraftan bakıyor oluşum, Jeff Loomis’e uzak kalmama neden olduğundan, tüm site grubunu arkamda bırakıp sol tarafa koşturdum. Sesimin son damlasına kadar haykırarak ve muhtemelen çevremi de epey rahatsız ederek şarkıyı söyledim. Jeff’in gitarındaki ufak teknik aksaklıkların neyse ki hemen geçiştirilmesinin ardından, NEVERMORE bence manyak bir playlist’le konsere bodoslama girişti.

Sol gözünden ameliyatlı ve hayat boyu asla kafa sallamaması gereken biri olarak, gayet çocuksu (“gerzekçe” diye okunur) ve “uçmuş” bir halde The River Dragon Has Come’da manyaklar gibi kafa salladım. Solosunda tüylerimin ürpermesine, son mısrasında da hayatımın grubunu o kadar yakından izlemenin verdiği görkemle gözlerimin az da olsa ıslanmasına engel olamadım.

Bombalar arka arkaya gelmeye devam etti. Your Poison Throne, Narcosynthesis, Born (Laaaaan! Manyaktı bu!), The Termination Proclamation, Emptiness Unobstructed, The Heart Collector, Inside Four Walls, The Obsidian Conspiracy… Hepsinde içim içimden dışarı çıktı sanki. Upuzun This Godless Endeavor bile hiç bu kadar kısa gelmemişti.
OBITUARY’den sonra -dendiğine göre- 1.000 kişi azalan kitle arkadan nasıl duyuluyordu bilmem, ancak en ön kısımdaki neredeyse herkesin tüm şarkıları ezbere bilmesi harikaydı. Son albümden Emptiness Unobstructed’ın bile baştan sona söylenmesine gerçekten çok sevindim.

Warrel’ın seyirciyle olan muhabbetleri de yine NEVERMORE’un herhangi bir grup olmadığını gösteren şeylerdi. Kendisine uzatılan SANCTUARY tişörtünü, sıradan bir frontman gibi “Yeah man come on!” tarzı bir gazla selamlamaktansa, “Arkadaşım tamam anladım SANCTUARY tişörtün var pek güzel de bi saat boyunca bana göstermeye çalışmak nedir?” şeklinde komik bir tepkiyle karşılayan Warrel, daha en baştan “Enemiiiiz of rielıtiiii!” diye bağıran güruha da “Yahu tabii ki çalıcaz ne diye yırtınıyosunuz her şarkı arasında” türünde sevimli bir yorumla cevap verdi. Seyirci de önce Jeff’e, arından da Warrel’a epey tezahürat yaptı.

Bis için geldiklerinde acaba kaç şarkı çalacaklar diye düşünürken, sadece Enemies of Reality ile yetinmeleri biraz üzdü. Eğer bunda sahneye atlayıp Warrel’ın şapkasını çalmaya çalışan denyonun bir rolü varsa, kendisinin bayağı dayaklık bir insan olduğuna parmak basmak isterim.

Sonuçta kendi adıma değerlendirirsem tam anlamıyla hayvan gibi bir performans sergiledi NEVERMORE. Elbette ki dişimin kovuğuna yetmedi, ama şarkıları o kadar güçlü ki, tüm diskografilerini çalsalar dahi daha fazlasını isteyeceğimden eminim. Geriye dönüp baktığımda hayatımda yer eden iki tane konser vardı. Bunlardan ilki ve asla geçilmeyecek olanı, IN FLAMES’in İstanbul’da verdiği o unutulmaz konserdi. Diğeri LAMB OF GOD’ı Kanada’da izlediğim ve resmen dizlerimin bağının çözüldüğü, düşmemek için tutunacak yer aradığım 2005 yılındaki konserdi. Artık bu iki konsere bir üçüncüsü eklendi.

Son olarak, siteyi takip edenler zaten nasıl bir NEVERMORE sevgim olduğunu bilirler. Belki de sırf bu sebepten sitede NEVERMORE’a dair epey fazla yorum, kritik ve habere yer veriyoruz. Eğer bir şekilde, az da olsa insanın NEVERMORE’la tanışmasına ya da daha çok sevmesine etkimiz olduysa, birkaç kişinin bile konserde şarkılara eşlik etmesine, coşmasına vesile olduysak, ne mutlu bize (Sinerji yaratalım diye sevgi kelebeği bile oldum bak görüyosun, ama çok seviyorum lan öyle böyle değil).

———————-
Üçüncü günün tek cümlelik özeti:

Her tarafta yüzü gülen insanlar.

 

————————

————————

Bitti mi sandınız? Dahası var.

FESTİVALDEN NOTLAR

hysteresis
Öncelikle organizatörlere yıllardır beklediğimiz grupları izleme şansını sağladıkları için teşekkür edelim. Özellikle death metal dinleyicisi için unutulmaz bir festival oldu.

Bu tip metal konserlerinde sahne önü uygulamasına karşı olan bir dinleyiciyim. Özellikle de grupla tanışma gibi ekstraları olmayan sahne önü bileti uygulamasının hiçbir şey ifade etmediğini bir kez daha gördük. Rock Republic’teki Slayer konserinde olduğu gibi, Cannibal Corpse konserinde de bu demirler yıkıldı. Zaten dinleyiciler çok sevdikleri gruplar çalarken crowd surf veya benzer şekillerde sahne önündeki alana rahatça geçebiliyor. Obituary’de hiçbir güç oraya atlamamı engelleyemezdi. Stadyum konserleri haricinde bu uygulamanın gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Festival için seçilen alan kötüydü. Çok az bilet satılması sayesinde kurtardı. Neden bu kadar az bilet satıldığını bilmiyorum ama Sonisphere’ın bunda etkisi olduğu muhakkak. Eğer bu grupların çekeceği tahmin edilen seyirci o alanda olsaydı hem çadırları nereye sığdıracakları, hem de o kadar insanı nasıl barındıracakları sorusu akılları kurcaladı. Çadırda kalmadığım için fazla yorum yapamayacağım ama üç gün duş almasaydım o kadar kafa salladıktan sonra dolaşan saçlarımı kestirmem gerekirdi herhalde.

Benim muhatap olduğum güvenlik görevlileri gayet iyiydi. Hem işlerini yaptılar hem de saygılı davrandılar. Görmediğim aksilikler olmuşsa yorumlara eklenebilir tabii ki.

Festival alanında sağlık çadırı, ambulans veya bunlara benzer şeyler göremedim. Var idiyse bu da yorumlara eklenebilir.

Ses düzeni yeterliydi. İlk gün çok parlak olmasa da sonraki günlerde iyileştirmeler yapıldı. Ancak sahnenin iki yanında asılı kabinlerin seyirciye dönük olması gerekmiyor muydu sanki? Overkill esnasında tuvalete gittim, kabinler o tarafa yönelik olduğu için ortalarda aldığımdan daha iyi bir ses duyuyordum mesela. Doğrusunu bilen aydınlatsın.

Güzide Arslaner
Görmeyi en çok istediğim gruplar Amorphis, Entombed, Heaven Shall Burn ve tabii ki Korpikciklerdi. Heaven Shal Burn’ü kısmen izleyebilmiş olsam da beklediğim tüm gruplardan umduğum tadı alabildim. Daha önce dinlemediğim ve mercek altına alacağım grup ise Evergrey olacak.

Çeşitlilik itibariyle canadian pharmacy online cialis festivalin emsallerine nazaran ileride olduğunu düşünüyorum. Bu çizginin geliştirilmesi, dinleyicinin beklentisinin doyurulması ve grupların dikkatinin çekilmesinde ciddi pay sahibi olacaktır. Teknik açıdansa kusursuzluktan uzak olduğu söylenebilir, ancak konserler esnasında (ne yazık ki) olağan aksaklıklar haricinde kabul edilemez herhangi bir fiyaskoya tanık olmadım. Düzenleyen şirketin organizasyon öncesinde ve esnasında tat kaçıran ciddi disiplinsizlikleri söz konusuydu, fakat bunların tekrarlanmamasını ve telafi edilmesi için girişimde bulunulmasını ümit ederek olumlu yanlarını hatırlamaya çalışacağım.

—————————

pasifagresif olarak festivalde emeği geçenlere teşekkür ediyoruz. Yazıdaki fotoğraflar, videolar ve festival sırasındaki yardımları ve muhabbetleri için de zafer’e, özgür’e, like fire’a, caksu’ya, jokernthiefmother’a, Bahadır Sarp’a, Cemre Kadelaryn’e, Deon’a, Onur Altınay’a, önder’e, dullunger’a, hen’e, Enver Yılmaz’a ve muhtemelen adını, nick’ini unuttuğumuz diğer arkadaşlara teşekkür ederiz.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.