# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
SATYRICON – Rebel Extravaganza
| 11.07.2020

İsyanın içinde bir başka isyan.

Emir Şekercioğlu

90’lı yılların black metal camiasına malum olmuş bazı kült oluşumlarının, bilhassa 1999-2000 yıllarına denk gelen zaman dilimlerinde o dönemin black metal müziği için epey yenilikçi denebilecek girişimlerde bulunduğunu görüyoruz. Doğasını genel itibarıyla avangart olarak tanımlayabileceğim bu değişim rüzgarı, çoğunluğunun bizleri ilk dönem albümleriyle kendilerine hayran bıraktığı o gruplara yönelik bir kutuplaşmaya da gark etmişti. Emperor karşımıza “IX Equilibrium” ile çıkmıştı birden, 1999’da. Esasen bu doğrultunun sinyallerini “Anthems to the Welkin at Dust”da gösteren grubun, “Prometheus – The Discipline of Fire & Demise” albümüyle iyice deklere ettiği progresif doğrultudan memnun olmayanlar için pek de hoş gözle bakılan bir albüm olmamıştı “IX Equilibrium”. Bununla birlikte ben de dâhil olmak üzere bu albüm belirli bir kesimin en sevdiği Emperor albümü kategorisine girerken, ilk iki albümü seven kitle arasında da ziyadesiyle takdir görmüş ve sevilmişti. Hatta grubun son albümünü gören belirli bir kesim için, “IX Equilibrium” Emperor’ın hâlâ black metale ve ona yedirdiği senfonik ögelere sadık kaldığı son albüm olmuştu.

Mayhem, “Grand Declaration of War” ile bu avangart doğrultudaki değişim rüzgarının belki de en keskin olanını meydana getirmişti 2000 yılında, ikinci dalga grupları arasında tabii. Günümüzde çoğunluk tarafından grubun yaptığı en iyi iki albümden biri olarak görülen bu çalışma söz konusu Mayhem gibi bir grup olunca o dönem, fanları nezdinde ciddi görüş ayrılıklarına sebep olmuştur diye tahmin ediyorum. 90’ların ilk yarısı boyunca black metal’in cinayet hikâyeleriyle, kilise kundaklamalarıyla, “inner circle”larıyla ve “De Mysteriis Dom. Sathanas”ı ile haşır neşir olmuş fanların karşısına “Grand Declaration of War” gibi yüz seksen derece yenilikçi bir albümle çıkmanın kaçınılmaz bir getirisi olsa gerek.

Aklıma gelen bu değişimler arasından bir diğeri olan Immortal’ın “At the Heart of Winter” albümü, Emperor ve Mayhem örneklerinden farklı olarak black metale aslında çok da yabancısı olduğu bir kimlik katmamıştı. Hatta tersine, köklerinin dayandığı thrash müziğini, yaptıkları black metalin müzikal üslubuna doğrudan yedirerek epey övgü almıştı. Abbath’ın gitarda ne gibi meziyetlere sahip olduğunu göstermesiyle birlikte Immortal’ın hem müziğine hem de sound’una ciddi bir yenilik ve zenginlik getiren bu albüm, grubun diskografisinde yapılmış en iyi albümlerden biri olarak duruyor bugün. Öte yandan, bir yana “Diabolical Fullmoon Mysticism”i, diğer yana da “At the Heart of Winter”ı koyduğunuzda, terk edilen eski gelenek ile kendini iyiden iyiye gösteren modern sound ve üslubun nasıl ayrıştığını da büyük bir açıklıkla gösteriyor. Bu iki kutuptan birini radikal bir şekilde arzulamaksa kaçınılmaz olarak kutuplaşmayı beraberinde getiriyor.

İncelemenin konusu ve vermiş olduğum örneklerin sonuncusu olan, Satyricon’un dördüncü stüdyo albümü “Rebel Extravaganza” da bu değişim rüzgarını arkasına alarak ilerleyen black metal albümlerinden biriydi. Lakin, Satyricon’un müzikal yolculuğu üzerinden “Rebel Extravaganza”nın yer aldığı pozisyona bakıldığında, söz konusu albümün önceki örneklerden bu bağlamda epey farklılaştığı dikkat çekiyor. Albümün kendisine geçmeden önce, bu farklılığın da nedenleri üzerine biraz eğilmek yerinde olur. Çünkü “Rebel Extravaganza”nın, belki de içinden geçtiği koşulların yarattığı etki sebebiyle, yeterince anlaşılmış ve takdir edilmiş bir albüm olmadığını düşünüyorum.

Dark Medieval Times” ile bir Darkthrone – Burzum perspektifi edinerek black metalin ortodoks üslubuna yakışır bir albüme imza atan Satyricon, “The Shadowthrone” ile örneklerini bilhassa Enslaved’in erken dönem işlerinde gördüğümüz (“Frost”), deyim yerindeyse “viking black metal” diyebileceğimiz oldukça tematik bir icra ortaya koymuştu. İlk albümündeki müzikal üslup ve sound’da yer alan ilkel ifade biçimini (Darkthrone-Burzum anlayışı),“The Shadowthrone”da yarı senfonik, yarı progresif özelliklere sahip bir enstrümantasyonla birleştiren grup (Enslaved-Emperor anlayışı), tarz olarak birbirlerini andırsalar da esasen iki albümünde de muhteva olarak birbirinden farklı bir iş ortaya koymuştu. “Nemesis Divina”ya bu eksende baktığımızda, üçüncü stüdyo albümlerinin ilk ikisinden de farklı bir mantalite benimsediği görülecektir. Pek çok kez black metal marşları arasına giren “Mother North” ya da melodisiyle insanların belleğine kazınan bir başka parça “Immortality Passion” gibi zengin bestelere yer vermesiyle beraber “Nemesis Divina”, bütüncül olarak bakıldığında grubun önceki çalışmalarından yine ayrışan bir manzara sunuyordu. Çünkü bestelerin teknik kalitesi iyice artmış ve ana melodiyi besleyen eklenti unsurları iyiden iyiye arttırılmıştı. Müziğin bütünü, öncekilerde olduğundan daha fazla beslenme kaynağı içeriyordu. Bu da bir oranda “Nemesis Divina”nın, Satyricon’un başyapıtı olarak görülmesini sağladı ve yapılan ticari yatırımlarla da ününü epey perçinledi (“Mother North” klibi).

Bu kısa analizden yola çıkarak varacağım sonuç ise, Satyricon’un old-school black metal yaptığı dönemlerde dahi hep deneysel, yenilikçi bir grup olduğu ve tek bir metodu/yaklaşımı ana merkezine alarak kendini kısıtlayan bir grup olmadığıdır. Bilhassa “Volcano” ile kaydıkları eksen ya da Frost’un bir yandan Satyricon’la bir yandan da 1349’la birer yıl arayla kaydettikleri albümler arasındaki uçurum gösteriyor ki, Satyr ve Frost gerçekten kafasına eseni yapan ve kendi kararlarından taviz vermeyen vizyoner iki figür. Bu bağlamda da Darkthrone ile büyük ölçüde ruh ikizi oldukları söylenebilir mantalite bazında. Bildiğiniz üzere kariyerleri boyunca birbirlerinin albümlerinde de emeği geçmiştir zaten bu zatların.

Dolayısıyla, “Rebel Extravaganza” albümü Satyricon’un bir başka yenilikçi-deneysel hamlesi olarak yorumlanabilir. Tabii, bu deneyselliğin bünyesinde “Rebel Extravaganza” için başvurulan yenilikler bir hayli farklı olduğundan ve hatta black metal olmayan unsurlar da içerdiğinden, “Nemesis Divina” ile Satyricon’un güzelim black metal zamanlarının sona erdiği düşünülmüştür. Bana kalırsa o mevzuda milat “Nemesis Divina” değil, bu albümdür.

Albümü hiçbir zaman sevmeyecek/sevemeyecek olanlar için lafı epey uzattım belki, farkındayım. Ancak, düşünüldüğü kadar başarısız bir iş olmadığını kendimce göstermek adına Satyricon’un müzikal yolculuğuna genel itibarıyla değinmek istedim.

“Rebel Extravaganza”nın aldığı en büyük eleştiri, içerdiği endüstriyel metal unsuru müzikal etkileşimler. Fakat albümün genelinde bu unsurlar, şarkıların belirli noktalarındaki ambiyansını ve gidişatını değiştirmek amacıyla minör denebilecek düzeylerde kullanılıyor ve bu unsurların önemli bir kısmı kullanılan ses efektleri iken küçük bir kısmı da rifler ile davullara yansıyor. Yoksa albümün kendisi, gayet black metal diyebileceğimiz bir noktada duruyor. Frost’un saniyelerce süren, hatta dakikalara varan blast-beat’leri, Satyr’in dinlediğimizde direkt Satyricon olduğunu anlayabileceğimiz o son derece karakteristik rifleri ve scream vokalleri tereddüte mahal vermeyecek ölçüde yer alıyor albümde.

Açılış parçası “Tied in Bronze Chains”, deyim yerindeyse Satyricon’un adeta dinleyicisini test ettiği bir parça. 10:56’lık süresiyle ve bir nevi albümdeki müzikal yapının özetini sunan yapısıyla bu parça, “eğer beğenirseniz albümün de devamı gelir, beğenmezseniz sizi çok sarmayacak” dercesine bir gövde gösterisi barındırıyor. Bunu hatta bizzat kendim tecrübe ettim. İlk dinlediğimde “Rebel Extravaganza”yı hiç beğenmemiştim ve parçanın sonu gelsin diye neredeyse bilgisayar başında telef oluyordum. Benden öyle bir enerji sömürmüştü ki sonrasındaki besteleri de pek dinleyesim gelmemişti. Zoraki bir kulak kabartmayla diğer parçaları da dinledikten sonra albümü sonlandırmadan kapatmış ve “The Shadowthrone” açıp rahatlamıştım. Yıllar önce, Satyricon’u ilk keşfettiğim zamanlarda olmuştu bu. Ama birgün, “şu albümü layıkıyla dinlemedim gitti, tekrar deneyeceğim !” deyip yeniden açtığımda düşüncelerim bambaşka olmuştu. Şarkıyı sevmek bir kenara, sonrasında gelen “Filthgrinder”, “Rhapsody in Filth” ve “Havoc Vulture” ile albüm öyle akıcı bir hâle gelmişti ki çalışmanın bütünü hakkında önceki yargılarım tümden yerle bir oldu. Üstelik albümün ortalarındayken o esnada, beni bekleyen “Supersonic Journey” ve “The Scorn Torrent” gibi bestelerin de bana neler yaşatacağından habersizdim. Şans verdiğinizde, “Rebel Extravaganza” böyle bir albüme dönüşüyor.

Bu albümün, Satyricon dinleyicisinde bir algı manipülasyonu da yarattığını düşünüyorum açıkçası. Şöyle ki, Satyricon diskografisini baştan sona doğru takip ettiğinizde (benim “Rebel Extravaganza”yı ilk dinleyişimde olduğu gibi, direkt “Nemesis Divina” sonrası.) albüm kulağa çok yabancı, hatta irite edici geliyor. Ama Satyricon’un tarz değiştirdikten sonraki işlerine de kulak kabartmış olduktan sonra bu albüme döndüğünüzde ( tarih biliminde bu bakış açısı bir metot olarak da yer alıyor; “regressive method”.) “Rebel Extravaganza” çok farklı görünüyor. Grubun soft işlerinden izler de taşımakla birlikte hâlâ yeterince black metal ögesi taşıdığı için, albümü sevmeniz daha olası hâle geliyor. Bunlar elbette kişisel yorumlarım, her dinleyicide bu şekilde tezahür edecek gibi bir durum yok. Fakat, anlattığım gibi bir durum kesinlikle var.

Şarkılar nezdinde konuşmak gerekirse, “Havoc Vulture”ın albümdeki en iyi işlerden biri olduğunu söyleyebilirim. Öncesinde yer alan kısa enstrümantal beste “Rhapsody in Filth” ile güzel bir uyumu da bulunan bu şarkı, albümün akıcılığında önemli bir yere sahip. Yukarıda az önce değindiğim “Tied in Bronze Chains”, hâliyle albümün ağır toplarından biriyken, şahsi kanaatime dayanarak “Supersonic Journey” ve “The Scorn Torrent”ın çalışmadaki en iyi ve en ilgi çekici iki beste olduğunu söyleyebilirim. Albüme ısınmakta zorluk çekenler için biraz göz korkutucu olabilecek sürelerine karşın, Satyr ve Frost’un geçişler arasındaki tansiyonu son derece iyi ayarlayarak progresif bir kimlik kazandırdığı, black metalin dolu dizgin kendini gösterdiği yerlerde tüm meziyetlerini sergilerken black metalden uzaklaşan noktalarda da gayet dikkat çekici bölümler yazdıklarını söyleyebilirim. Bununla birlikte, “Rhapsody in Filth – Havoc Vulture” ikilisinde olduğu gibi “Supersonic Journey – End of Journey” arasında da albümün bütüncül yapısını pekiştiren bir bağlantı söz konusu. Ayrıca, “Nemesis Divina”da müziğine git gide daha çoklu boyut katan Satyricon’un, “Rebel Extravaganza”da bu çoklu dinamiği daha da arttırdığı görülüyor. Dördüncü ve beşinci parçalarda perküsyonlar vasıtasıyla gruba katkı sağlayan Fenriz’in haricinde perdesiz bas gitar, hammond organ gibi enstrümanların ve vokal korolarının da kendine yer bulmasını sağlayan müzisyenlerin çalışmaya katkı sağladıklarını görüyoruz.

Satyr’in black metal vokalistliğini ve rif yazımını, “Frost blast”lar ile birlikte Frost’un imza attığı nitelikli davul partisyonlarını içeren albüm; müzikal kimliğinde olduğu kadar çizdiği genel imajı ve şarkı sözlerinde yer verdiği söylemler ile de postmodernist unsurları albümün bütüncül kimliğine yansıtıyor. Çalışmada yer alan bazı sözler, yeri geldiğinde bir sanat manifestosu, yeri geldiğinde de yapısökümcü bir felsefi söylem olarak öne çıkıyor:

“The mechanisms of destructive behaviour can be an artform in itself”

“Filthgrinder”

“Though I ask, why do you dig your own grave when others do it for you ?”

“Havoc Vulture”

“Break down all conventional forms and create chaos to reinvent order”

“The Scorn Torrent”

Albüm ismine binaen, bu sözlerle grubun; söz konusu isyana nasıl saldırgan ve müsrif (extravagant) bir kimlik kazandırdığını ve normalde bir isyan müziği olan black metalde müzik olarak avangart özelliklere sahip bir başka isyanı nasıl yaratmaya çalıştığı da görünür hâle geliyor. Tabii, kendi üsluplarınca.

Bu sebeple, Satyricon’un albümleri içerisindeki son kaliteli black metal albümü diyebileceğim “Rebel Extravaganza”nın, kendisine daha fazla şans verilmesi gereken bir albüm olduğunu düşünüyorum. Grubun eski albümleriyle kıyaslandığında müzikal tat olarak onların önüne geçmesi epey zor olsa da kendi içinde değerlendirildiğinde son derece başarılı ve dikkate değer bir albüm. Bununla birlikte, o albümlerle bağını koruyan bir albüm aynı zamanda.

7,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (7.33/10, Toplam oy: 39)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1999
Şirket
Moonfog Productions
Kadro
Satyr: Vokal, gitar, bas, klavye, efektler, beste, sözler
Frost: Davul

Konuk:
Mike Hartung: Efektler
Anders Odden: Lead gitar (1), ritim gitar (1, 5, 6)
S.W. Krupp: Gitar (2, 8, 10), efektler
Fenriz: Perküsyon (4, 5)
Lasse Hafreager: Hammond organ (4)
Geir Bratland: Klavye (6)
Bjørn Boge: Perdesiz bas (10)
Stelbis: Koro vokal (9)
Şarkılar
1) Tied in Bronze Chains
2) Filthgrinder
3) Rhapsody in Filth
4) Havoc Vulture
5) Prime Evil Renaissance
6) Supersonic Journey
7) End of Journey
8) A Moment of Clarity
9) Down South, Up North
10) The Scorn Torrent
  Yorum alanı

“SATYRICON – Rebel Extravaganza” yazısına 12 yorum var

  1. Retrokafa says:

    Bu albümde ne olduğunu anlamadığım bir güç var. beni yakamdan tuttu ve hiç bırakmadı. yıllar içinde ben shadowthrone’dan,dmt den ve nemesis divina’dan sıkılıp baymaya başladım ama bu albümden hiç baymadım.albümün hakkı bence 9 ama 10 verdim.

    Noshophoros

    @Retrokafa, Bana kalırsa dediğiniz durum biraz zaman içinde değişen zevk ya da beklentilerinizle de alakalı olabilir. Kabul, “Rebel Extravaganza” gerçekten güçlü ve etkili bir albüm. Ama Satyricon’un ilk üç çalışmasından zaman içinde bayacak bir noktaya geldiyseniz bence ortada biraz sizin öznel düşüncelerinizle ilgili bir durum var, çünkü bu saydığınız 3 albüm Satyricon’u “Satyricon” yapan albümler.

  2. Exorsexist says:

    Satyricon’un dinlemesi en zor albümü. Hakettiği değeri görmediğini düşünüyorum ama deneysellik ve kompleks bir çalışma içeriyor.

    Kritikte birçok gruptan örnekler verilmiş, bahsedilmiş ama en önemli grup ve etkilenimden bahsedilmemiş. Satyricon’un müzikal anlamda değişimini borçlu olduğu isim, aynı zamanda bu albümde de gitar çalarak katkıda bulunan Thorns’unda beyni olduğu ve Snorre Ruch’un ilk önce Stigma Diabolicum ile yaptığı çalışmalar ve ardından 90 yıllarda yaptığı çalışmalardır. Thorns’un ‘Trøndertum’ demosunu dinlerseniz Satyricon’un bu günlerine dair izleri rahatlıkla duyabilirsiniz. Black Metal çok şey borçlu bu adama. 1994′te Euronymous cinayetinde bir şekilde dahil olduğu için 8 yıl hapis yatmışlığı var.

    https://www.youtube.com/watch?v=SbWoFZB7wa8

    Endüstriyel Black Metal’in başlangıcı olan 1991 yılına ait demo

    https://www.youtube.com/watch?v=ckNEXKKPW6w

    Noshophoros

    @Exorsexist, Bilgiler için teşekkürler. Snorre’un çalışmaya katkısı olduğunu biliyordum ama dediğin ölçüde bir etkiye sahip olduğundan habersizdim. Çalışmalarını da dinlememiştim. “Trondertum” demosunu baya beğendim. Tekrar teşekkürler.

    Noshophoros

    @Noshophoros,”Aerie Descent” parçasına bayıldım. Oldukça sade bir üslubu var ama inanılmaz ölçüde karanlık ve vurucu. Vokal tonunu da sevdim epey. Snorre’un müzikal yanına hiç bakmamıştım, kendisi hakkındaki bilgim dediğin üzere Varg’ın cinayet olayıyla bağlantısından ibaretti sadece.

    Retrokafa

    @Noshophoros, Nordic Metal tribute albümdeki versiyonu dinledin umarım en iyi versiyonu o dur.çok çok sağlam.biraz da innuendo etkisi mi var şarkının başlarda?:)

  3. Eline sağlık Emir, çok iyi yazı cidden.

    Ne yazık ki bu albüme de şu yorumu bırakmak durumundayım.

    http://www.pasifagresif.com/2019/07/satyricon-the-shadowthrone/comment-page-1/#comment-580902

    Yorumumda dediğim gibi bu albümü birkaç kez dinlemiş ve nedense beğenmemiştim. Şu an şarkı isimlerine baktım, hatırladığım bir tane şarkı bile yok. O yüzden yukarıdaki yorumum bu albüm özelinde de geçerli ne yazık ki.

    Noshophoros

    @Ahmet Saraçoğlu, Teşekkürler Ahmet abi, beğenmene sevindim kritiği.

    Anlıyorum tabii albüm hakkındaki düşüncelerini. Hak da veriyorum hatta. İncelemede de yazdığım üzere benim de bu albüme alışmam, hatta sevmem epey zamanımı aldı. Bu albümün önceki Satyricon çalışmalarına nazaran pek de mütevazi olmayan ve kendini dayatan bir deneyselliği var.

    O hâlde, yorumundan anladığım kadarıyla Satyricon’un bu albümden önceki çalışmalarına daha sempati duyuyorsan, incelemeyi yazmamın akabinde izlediğim, grubun “Nemesis Divina”nın hemen sonrasında ilk üç albümünden parçalar çaldığı şu efsanevi konser kaydını bırakayım buraya. Kulaklıkla dinlemeni öneririm. Videonun altındaki ilk yorumlardan birinde hangi dakikalarda hangi parçalar çalınmış, yazıyor. Cidden harika çalmışlar, konserde Nocturno Culto da var. “Walk in the Path of Sorrow” ve “Mother North”u bir ayrı beğendim bu konserde.

    https://www.youtube.com/watch?v=hl7hL7tAJ84

  4. Kaan says:

    Has bilekin hastasıyım,
    On’a basmanın ustasıyım!

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.