# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
THE FACELESS – In Becoming a Ghost
| 09.12.2017

…çünkü Michael Keene gerçek bir göt oğlanıydı.

THE FACELESS “Akeldama”yı çıkardığında pek çok insan grubun yaptığı müziğin tazeliğinden ve bu kadar genç müzisyenlerin bu denli tecrübe kokan bir albüm yapmış olmasından çok etkilenmişti. Neredeyse başka kimseye benzemiyorlar, çok yaratıcı şarkılar yazıyorlar, kısacası adlarını çok sağlam şekilde duyuracaklarını belli ediyorlardı.

Planetary Duality” çıktığında bu düşünceler iyice pekişti. Grup belli kadro değişikliklerine gitmiş ve 2000 sonrasının ikonik albümlerinden birine imza atmıştı. Michael Keene adı geniş çevrelerce biliniyor, kadro değişikliklerine rağmen grubun müziğini geliştirmesi Keene’i daha bir göz önüne çıkarıyordu.

THE FACELESS her normal ve aklı başında grup gibi yoluna normal, istikrarlı ve olaylardan uzak devam etmeyi seçseydi, eminim şimdiye en az 2 tane daha albümü vardı ve en azından Summer Slaughter’ın gedikli headliner’larından biriydi.

Peki bu neden olmadı?

Çünkü Michael Keene gerçek bir göt oğlanıydı.

Evet, Michael Keene bir denyoydu ve bu durum THE FACELESS’ı içeriden çökertiyordu. Birbirinden yetenekli davulcular, basçılar, vokalistler gruba dâhil oluyor ve bazısı bir albüm, bazısı bir turne, bazısıysa grupta yer alacağı açıklanan turneye kadar bile sabredemeyerek gruptan ayrılıyordu.

Hepsi bir yana, grubun konser ve turne iptal etmesi adeta bir gelenek hâline gelmiş, menajeri bile grubu terk etmiş, THE FACELESS adı -organizatör aleminde- güvenilmezlikle eş anlamlı olmuştu.

Pek çoklarına göre grup herhangi bir bahaneyle son anda turne iptal edebilir, gerekçesi olarak gerekirse yalan söyleyebilir, hayranlarını hayal kırıklığına uğratma konusunda herhangi bir sıkıntı duymayabilirdi.

Peki bu elemanlar neden patır patır THE FACELESS’tan ayrılıyordu? Bu sebeple sayısız turne neden son dakikada çöpe gidiyordu? Neden grubun hiçbir fotoğrafı birkaç aydan uzun süre güncel kalamıyordu? Bir grup neden düzgün bir promo fotoğrafındansa, alelade bir konserde çekilen dandik seyirci önü fotoğraflarını kullanmak durumunda kalıyordu?

Neydi Keene’i böylesi dayanılmaz, baş edilmez, uğraşılmaz kılan?

Gruptan ayrılan müzisyenlerle sonradan yapılan röportajlarda doğal olarak bu konuyu hep “uyuşamadık”, “bazı fikirlerimiz çelişiyordu” şeklinde geçiştiriyorlar. Kimi dinleyiciye göre Keene sürekli kafası iyi takılan ve bu nedenle bir yaptığı bir diğerine uymayan biri. Benzeri türde müzisyenler müzik dünyasında binlerce olduğundan, bu önermeyi “haa o zaman tamam” şeklinde göremiyorum; Keene’in sürekli ot kafası yaşamaktan daha ötede sıkıntıları olduğu belli.

Bu minvaldeki diğer ve daha geçerli gibi gözüken bir diğer önerme, Michael Keene’in -bence haklı bir düşünce olarak- müzikal anlama bir dehâ olması ve ne yazık ki bunun yarattığı kibir ve göt kalkıklığı içerisinde gruba giren insanlara illallah dedirtmesi, onları birer ikişer, üçer beşer kaçırtması. Açıkçası bunu gayet olası görüyorum. Grupta öyle ya da böyle yer almış müzisyenlerin ciddi anlamda aşırı yetenekli oldukları düşünüldüğünde, Keene’in ego zehirlenmesine yakalanması ve bir şekilde olay çıkarıp bunları geldikleri gibi göndermesi -eğer narsist ve aşırı benmerkezci bir manyaksanız- gayet makul bir şey.

Öküz gibi yetenekli basçı Evan Brewer’ı gruba alıp, bence modern bir başyapıt olan “Autotheism”deki basların son derece geri planda bırakılması belki de derinlerde bu egosal durumları barındırıyordur. Yahut son birkaç yıldır THE FACELESS kadrosunda yer almayı başarabilen Justin McKinney’in, ne tesadüftür ki, kendi grubu THE ZENITH PASSAGE’da da devasa düzeyde THE FACELESS benzeri bir müzik yapıyor oluşu, bir biat edişin ve bu sebeple de grupta kalabiliyor olmanın göstergesi midir?

Müzik dünyasında denyo olmak, dayak arsızı olmak gayet sıradan şeyler. Herhangi bir grup olsa, “ahahah mallara bak” der geçebilirdik. Lakin THE FACELESS’ın tüm bunlara rağmen silinmemesi ve hâlâ turnelere davet ediliyor oluşu, grubun yaptığı müziğin gücünden kaynaklanıyor. Bu nedenledir ki THE FACELESS hayranları tam da bu yüzden; kendi yarattığı müziğe saygısızlık ettiği, kendi grubunu itibarsızlaştırdığı için Keene’e kızıyorlar.

Evet; “Autotheism”in modern bir başyapıt olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa THE FACELESS, her ne kadar Sumerian âleminde yer alan bir grup olmasından dolayı bazı çevrelerce hor görülse de, 2000 sonrasının en özgün, yaratıcı ve ilham verici oluşumlarından biri. İlk üç albümünde böylesine değerli işler ortaya koyan THE FACELESS’ın, dramalarla geçen yılların ardından yeni albümü “In Becoming a Ghost”u nihayet çıkarmış olmasından dolayı son derece mutluy(d)um diyerek albüme giriş yapayım.

Baştan söyleyeyim. Albümden istediğimi alamadım. İlk yayınlanan single The Spiraling Void da aklımı almamıştı, Black Star da. Digging the Grave’de belli oranda çok güzel şeyler var, lakin o da grubun ilk üç albümündeki heyecanı yansıtamıyordu. Neden istediğimi alamadığıma gelince, onun için alt paragrafa geçeyim, çünkü “In Becoming a Ghost” incelemesi asıl şimdi başlıyor.

Michael Keene’in “hayatım boyunca üzerinde en çok çalıştığım ve her şarkısında sonsuza dek orada kalacak şekilde bir parçamı bıraktığım şey” olarak özetlediği “In Becoming a Ghost”ta net şekilde hissettiğim birkaç şey var. Bunlardan birincisi, her ne kadar o bu albüme böyle büyük anlamlar yüklese de, bence Keene’in bu albüm öncesinde kafasını tam olarak toplayamamış olması, en azından öyle hissedilmesi. THE FACELESS’ı ÇOK fazla seven bir insanım, en ufak notasına dek ezbere bilen bir dinleyiciyim ve albümü ilk dinleyişimde de, 20. dinleyişimde de ilk 3 albümdeki tutarlı havayı, atmosferi neredeyse hiç bulamadım. Sadece “Autotheism”den örnek verirsem, ne zaman “Bir Emancipate dinleyeyim” diye şarkıyı açsam, albümü kapatamadığımı ve komple dinlediğimi görüyorum. Bu albümdeyse bunun yakınından geçen bir bağlılık, içselleştirme, empatiyi asla ve asla kuramadım.

Keene; belki “Autotheism”den bu yana bu kadar zaman geçmesinden, belki aradaki sayısız dramayı unutturma ve herkesin aklını alma çabasından, albüme bir dolu şey katmış ancak bunlar “In Becoming a Ghost” adını duyduğumda aklıma çok güzel şeyler getireck bir bütün oluşturamamış. Tabii ki Digging the Grave’in acayip koro vokalleri, flüt solosu gibi çok güzel şeyler var, olağanüstü müzisyenlik var, her şey cayır cayır falan, ama sonuçta şarkılar kendi karakterlerini bulma konusunda bence biraz zorlanıyorlar. Buna ister hit eksikliği deyin, ister yaratıcılık eksiği; etkileyicilik namına net bir düşüş var bence.

Kendi sound’unu yansıtan iyi bir albüm yapmak pek çok grup için normal ve yeterli olabilir, ancak istatistiğinizi “Akeldama”, “Planetary Duality” ve “Autotheism” gibi albümlerle oluşturduysanız, “In Becoming a Ghost” gibi sadece THE FACELESS 101 bir albüm yetmiyor. Riflerde görülen bariz yaratıcılık eksikliği, bu eksikliği niteliğe kıyasla nicelik düşüncesiyle kapamaya çalışan türlü türlü olaylar, albümün bütünlüğü içinde sırıtan Shake the Disease gibi mutlu mesut bir DEPECHE MODE cover’ı, Black Star gibi bence eldekilerin birleştirilmesiyle ortaya çıkan jenerik bir THE FACELESS şarkısı gibi şeylerle “In Becoming a Ghost”, her adımıyla ortalığı inleten önceki albümlere göre epey ortalama kalıyor.

İşte bu yüzden “In Becoming a Ghost”u hayal kırıklığı olarak görüyorum. Müziğini de, kapağını da, THE FACELESS’ın güzelim logosunu içermeyişini de… İçindeki güzellikleri takdir ediyor, ancak eksiklerin baskınlığını da göz ardı edemiyorum. İşte bu yüzden çok sevdiğim bir gruba bu denli acımasız yaklaşıyorum.

Albümü 20 küsür kez dinledim. İlk dinlemede bir kez olsun “oha bu nasıl bir şeymiş” demeyişimle başlayan süreç, 10. dinlemede bazı riflerin hangi şarkıya ait olduğunu henüz ayrıştıramıyor oluşumla daha da yoğunlaştı ve nihayetinde 20. dinlemede “tamam belli oldu, bu albümden etkilenmiyorum, bir şey hissedemiyorum” ile son buldu. Albümdeki bazı şarkıları zaman içinde ara ara dinleyeceğim, bazılarını cidden seviyorum, ama hiçbirini ilk üç albümdeki şarkıların bir tanesi kadar bile sevmiyorum. Bir Leica’yı, bir Xenochrist’ı, bir Emancipate’i bu albümün tamamına değişmem. Herhalde bu da, insanın çok sevdiği bir grubun yeni albümüne yönelik hissedebileceği en üzücü şeylerden biri.

Sevmesem, değer vermesem albüme böyle giydirmezdim, ama sonuçta insan en çok sevdiğine kızıyor, sevdiğinin yarattığı hayal kırıklığına üzülüyor.

6,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (5.20/10, Toplam oy: 44)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2017
Şirket
Sumerian Records
Kadro
Michael Keene: Gitar, bas, clean vokal, vocoder, klavye, programlama
Justin McKinney: Ritim gitar
Ken Sorceron: Vokal
Chason Westmoreland: Davul

Konuk:
Sergio Flores: Flüt (2)
Derek Rydquist: Vokal (5), ek vokal (6-7)
Şarkılar
1. In Becoming a Ghost
2. Digging the Grave
3. Black Star
4. Cup of Mephistopheles
5. The Spiraling Void
6. Shake the Disease (DEPECHE MODE cover'ı)
7. I Am
8. Ghost Reprise
9. (Instru)mental Illness
10. The Terminal Breath
  Yorum alanı

“THE FACELESS – In Becoming a Ghost” yazısına 14 yorum var

  1. Firat Tale says:

    http://thesummerslaughtertour.com/

    bu sene almislar turneye ahmet. bakalim bunu da pic edecekler mi?

    album fena degil gibi 7-7.5 calisir benden

  2. hickdead says:

    albüm benim içinde dev bir hayal kırıklığı oldu. bu albümü merak ettiğim kadar başka hiçbir şeyi merak etmiyordum albüm duyurulduğundan beri. habere de yazdığım yorumda olduğu gibi olayın biraz da keene’in kendini tekrar etmemek isteyişinden kaynaklı olduğunu düşünüyorum. ilk birkaç dinleyişimde olduğum kadar negatif olmasam da şuan albüme karşı, yine de cam kırığı falan değil ki bu japonla, tutkalla yapıştırasın.. HAYAL KIRIKLIĞI BU…

    şaka bir yana keene baya baya skype dersi ücreti aldığı kişilere bahaneler uydurup ders vermekten kaçıyormuş falan. ki bundan muzdarip olanların sayısı öyle 1-2 falan da değil. yine aynı şekilde prodüksiyon ücretini aldığı bir grubu da stüdyomu sel bastı, kız arkadaşımın köpeği hasta gibi bahanelerle başından def etmiş. albüm falan yalan olmuş tabi hahaha. her ne olursa olsun çok seviyorum puştu.

  3. Ufuk Sönmez says:

    kritikte söylenen her şeye katılıyorum, eline sağlık.

    albüm dinlenmeyecek kadar kötü olmamakla birlikte, bariz şekilde bütünlükten uzak, biraz toplama kaset gibi duruyor. shake the disease gibi bonus şarkının 6. sırada yer alması sağolsun bu bütünsüzlüğe elinden geldiğince yardımda bulunuyor. normalde bu tarz coverlar’ın bonus şarkı adı altında albümün en sonunda yer alması kanısındayım. bonus şarkı çetesinin azılı düşmanlarından biri olarak da, bilgisayarımda albüm arşivlerken olabildiğince bu bonus şarkılardan arınmayı kendime bir borç bilirim.

    albüme dönecek olursak eğer, 5 yıllık bir aradan sonra michael keene’in daha güçlü bir şekilde dönmesini hepimiz bekliyorduk. ama görünen o ki michael’ın göt kalkıklığı çok pis elinde patlamış. albümde yine imza rifler bulunuyor ama bunların sayısı epey düşük. michael’ın clean vokal yaptığı pasajlar çok güzel, solo gitarları harika(özellikle tonuna hastayım), adam elinden geleni yapmış ama bi olmamışlık var ve bu çok net hissediliyor.

    ben artık çok net bir şekilde the faceless’ın bir yol ayrımına gitmesi gerektiğini düşünüyorum. yumuşaklık-sertlik dengesinde bir tarafa daha ağırlık vermeleri gerektiği kanısındayım. normalde bu tarz gruplar soundlarındaki agresif-sert kısımları azalttıklarında çoğunlukla hayranları tarafından pek olumlu karşılanmıyor(alcest, opeth vb.. gibi). ama ilginçtir ki the faceless için bunun yani yumuşanın gruba çok yakışacağı nı düşünüyorum. bir sadeleşmenin, arınmanın gruba iyi geleceğini düşünüyorum. ya da diğer bi ihtimal the faceless daha da bi köklerine dönsün ve ilk albümlerindeki cayır cayır gitar ağırlıklı işlere ağırlık versin. bunun ortası sanki olmayacakmış gibi, bir authotheism daha gelmeyecekmiş gibi görünüyor.

    tekrar albüme dönersek eğer the spiraling void’in muhteşem bir şarkı olduğunu düşünüyorum, en sondaki soloya da bitiyorum(3:51′de başlayan). son şarkı the terminal breath’teki o 2 akorun yarattığı his çok hoşuma gitti. dediğim gibi dinlenmeyecek kadar kötü bir albüm değil ama the faceless zayıf döndü, mesele budur. michael keene’in aklını başına alması dileğiyle…

  4. doğaç says:

    şimdi şöyle düşünmek lazım, bu dandirik albüm sayesinde övdüğün autotheism albümlerine bir bakayim deme ihtiyacı duydum ve ardından instant bir şekilde aşık oldum. güzel bir şeye vesile oldu yani :)

  5. tayfun says:

    Kritiği de albüme yaklaşımını da tebrik eder en can alıcı ve gerçek kısmının Michael Keene bir oğlandır savı çıkan cümle olduğunu belirtmek isterim.

  6. northern says:

    o nasıl bir alt başlık yahu, çok hazırlıksız yakalandım puhahahaaaaa.

  7. Kamil says:

    Albüm benim gözümde tam 7/10. Arada denk gelince şöyle bir çevrilir ama “bugün In Becoming a Ghost dinleyeyim” dedirtmez.

    Albümün beklentileri karşılayamamasındaki büyük etkenlerden biri albümün çok parça pinçik olması bence. Spiralling Void birkaç sene önce çıktı. Sonra Black Star ve Digging the Grave şarkıları derken albümün yarısı (ve en iyi kısımları) zaten ortalığa döküldü.

    Bir diğer nokta da albümün de parça parça yazılmış olması ve grup (?) içi olaylar. 5 sene oldukça uzun bir süre. 5 sene içerisinde peyderpey yazılmış albüm ancak bu kadar olabilir zaten.

    Pozitif taraflara geçersek, albümün sound’u çok hoşuma gitti. Genel olarak Ihsahn-After havası sezdim.

    The Faceless progresif istikamette devam ederse daha hayırlı olur bence.

    Bu arada benim gözümde bu albümün en iyi şarkısı Shake the Disease.

  8. BlackWaltz says:

    admin albümü anlamamışsın diye ağlama 10 numara albüm djente girdikleri kısım beni bitirdi

    Godless Killing Machine

    @BlackWaltz, admin ne lan incicaps’e mi yazıyorsun

  9. poison says:

    kesinlikle beklediğimi bulamadım. planetary duality ve authotheism’in yanında zayıf kaldı. belki arada black star açılır, digging the grave’in flüt solosu dinlenir.

  10. Emre says:

    Kritikteki hissiyati aynen paylasiyorum. Bunun disinda soyleme ihtiyaci duydugum seylerse sunlar:
    - Autotheism bence devrimsel bir album. 2000′lerin en iyisi bile diyebilirim. NWOBHM ve thrash’in dinlemedigim en son birkac kaydina ulasmaya calisirken beni dumura ugratip normalde en az sevdigim turlerden biri olan death metal’in metalin evrimini baska bir boyuta tasidigina beni ikna etmisti. Yazida gecen Brewer ile ilgili varsayim da bence buyuk ihtimalle dogru ve muhtemelen albumde degismesini isteyecegim tek sey.
    - Deginilmemis olan ama mutlaka ele alinmasi gerektigini dusundugum konu Michael’in muziginin onemli oranda black metal’e kaymasi. Sitenin black metal “fanatikleri” album hakkinda ne dusunduler benim acimdan merak konusu. Ben basta vokalist kaynakli dogacak bir black metal etkisinin gruba cok yarayabilecegini, muzigi daha cizgileri belirsiz ve guclu bir noktaya tasiyabilecegini dusunmustum, fakat oyle olmamis. Black metal anti-modernist bir tarz. Punk geleneginin metalde en guclu sekilde devam ettirildigi kanal. Ve Michael bunu kendi mukemmelliyetci muzigine organik tarzda yedirememis pek.
    - Albumde The Faceless’in imza kombolari yok gibi. Ayrica Michael bir tane bile alip goturen solo yazamamis. Hicbiri kotu degil belki ama beni yakalayabilen olmadi (Belki biraz The Spiraling Void’dekiler). Hele enstrumantal sarki tam hayal kirikligi.
    - Albumde The Faceless adina gelisme gorulen tek kisim bence vokaller. Michael besteci olarak gerilemis, fakat vokalleri hic olmadigi kadar iyi.
    - Bu hayal kirikliginin ardindan buyuk merakla Howling Sycamore’u bekliyorum. Nihayet birileri hayvan gibi vokalle “agir progresif” bir album yapti ve ilk sarki acayip umit verici.

  11. Erman says:

    İlk 3 albüm ben de destekledim..

  12. dice says:

    heralde bi tek ben baya beğendim :)

  13. İlker says:

    Dünyanın en gereksiz coverının bulunduğu albüm.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.