# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
THE FACELESS – Autotheism
| 23.08.2012

Michael Keene.

Akeldama” ile adını anormal bir hızla duyuran THE FACELESS’ın, çok genç yaştaki müzisyenlerden kurulu olmasından mütevellit metal dunyasında yarattığı etki ve “sağlam geliyorlar” hissiyatı, “Planetary Duality“nin olgunluğuyla yerini THE FACELESS’ın adını günümüz metal dünyasının en parlak grupları arasına yazdırmasıyla sonuçlanmış, gerek dönemdaş ve türdaşlarına oranla daha üstün müzisyenlik becerileri, gerek yaratıcılık ve bestecilik konusundaki doğal yetenekleri, gerek de duygu ve atmosfer kavramlarını geri planda bırakmamayı bilmeleriyle gelen “dolulukları”, onları günümüz ekstrem metal dünyasının yıldızları arasına sokmuştu.

“Planetary Duality”de uzayın sırlarını konu eden (aslında daha derin konular var ama deşmeyelim, malûm, Area 51 falan, başımız ağrımasın) grubumuz, “Autotheism”de, adından da anlaşılacağı üzere küçükdağlarıbenyarattımcılıkla, ilahî boyutlarda bir nev-i şahsına münhasırlıkla, insanın görüp görebileceği en büyük narsizmle, kısacası kendine tapınmayla, insanın kendini tanrı ilan etmesiyle iştigal ediyor. Krem peynir sürülmüş ramazan pidesi kıvamındaki bu konu, THE FACELESS’ın müzik aracılığıyla gizemli ve karanlık dokular yaratma becerisi altında kesinlikle hedefine ulaşan, konseptin gerektirdiği saykoluğu ve sınırları olmayan kompleksli bir zihnin derin dehlizlerinde kararan ruh halini tam anlamıyla yansıtan bir profil çiziyor.

“Autotheism”in müzikal taraflarına geçmeden önce, albümün beni en çok sevindiren yönünden bahsetmek istiyorum. Bu yön, elbette ki THE FACELESS sound’unun en azından şimdilik hiçbir şekilde sınırlandırılmamış oluşu. Michael Keene, “Akeldama”da da, “Planetary Duality”de de özgün ve karakterli bir atmosfer yaratmayı bildiği gibi, “Autotheism”de de son derece “başka” ve önceden duymadığımız bir THE FACELESS yaratmayı bilmiş.

Bunun sevindirici tarafı, günümüzde, çok iyi ve özgün olmalarına ragmen fazlasıyla karakteristik tınıları nedeniyle dinleyici nezdindeki sürpriz yaratma olgularını yitiren grupların aksine, THE FACELESS’ın fikir bulma ve kendini yenileme adına şimdilik sınırsız görünen bir müzikal çehreye sahip olması. Gruplar arası kıyaslama yapmıyorum elbet, ama bugün yeni çıkacak bir LAMB OF GOD, GOJIRA, WATAIN, BLIND GUARDIAN, CHILDREN OF BODOM, ICED EARTH, DREAM THEATER, yahut aklınıza gelebilecek sayısız grubun albümünün nasıl olabilecegini aşagı yukarı kestirebiliyoruz; zira bu gruplar fazlasıyla karakteristik tınılarıyla artık kanıksadıgımız müzikal perspektiflere sahipler. Ama, elimizdeki örnek olduğu için isim veriyorum, misal bir THE FACELESS’ın bir sonraki albümünde neler yapabileçegini hiçbirmiz kestiremiyoruz.

Bu o kadar önemli ve güzel bir şey ki. Kendini tekrarlamadan, tümüyle kendin kalarak dinleyiciye daha hiç göstermedigin yüzlerin oldugunu (kasıtlı olmayan kelime oyunu), hem de surata carpar düzeyde bir cesaret ve kendine güvenle göstermek, her babayiğidin harcı degil. Sırf bu kendini sınırlamama ve daha fazlasını yapabileceginin farkında olma bilinci bile Michael Keene başta olmak üzere tüm THE FACELESS camiasını kutlamak için yeterli.

Keene’den bilahare bahsedeceğiz, şimdi “Autotheism”e geçelim.

“Yarat”, “özgürleştir”, “dinsizleştir” şeklindeki 3 bölümden oluşan Autotheist Movement’la açılan albüm, “fark ettim ki tanrıyım” diyerek olayın özünü en baştan veriyor. Sakin ve müzikal tavır olarak da bildigimiz THE FACELESS’ın baya uzagındaki “yaratım” sürecinin ardından, grubun bildigimiz kombolarını ağzımıza yüzümüze vuran kıpır kıpır bir “özgürleştirme” ile THE FACELESS’ı iliklerimizde hissediyoruz. “Kafanın içindeki seslere iyi geceler de, onları zaten hiç duymamıştın” diye bağıran ve adeta Keene suretindeki Devin Townsend’i evlerimize konuk eden şarkı, grubun progresif sulara yelken açışını olanca berraklığıyla sergileyen ve THE FACELESS hakkında her ne düşünüyorduysak hepsinin eksik olduğunu bize fark ettiren bir deneysellik ve katmanlılıkla çağlıyor, gürlüyor.

“Dinsizleştirmeye” geldiğimizde ise elbette ki tanrının ölüşüne tanık oluyor ve şarkının adını ve karakterini vurgulaması amacıyla akıllıca seçilmiş Latince koroyu duyuyor, “Deus est mortuus, logica obtinet!” haykırışları ve akabindeki Townsend’vari bağırışları, sözlerdeki sinizmi ve çocuksu alaycılığı kutlayan hislerle dinliyoruz. Hızlandırılmış evrimde, korkmamamız gerektiğini, şarkının karışık rifleriyle vurgulanan gövde gösterisi ve kendine güven hissiyle tadıyor, hayalet gerçegiyle yüzleşmemizin akabinde ise 10 milyar yıl ileri gidiyor ve “alfa da benim omega da, ben ne istersem o olur” hezeyanları ile beliren tanrı kompleksinin ayyuka çıktıgına tanık oluyoruz.

Piyangodan çıkar gibi gelen ve “şimdinin anıtını inşa et” diye höyküren tanrının önünde ibadetimizi yerine getirdikten hemen sonra ise THE FACELESS’ın şakacı yüzüyle karşılaştıgımız Hail Science’a tosluyoruz. Doğal olarak RADIOHEAD’in Fitter Happier’ını akla getiren bu kısa pasaj açık açık “THE FACELESS zamanında dediydi dersiniz” diye bitiyor ve müzikal olarak ismiyle ironi oluştururcasına akıl sağlığından yoksun, hatta SPAWN OF POSSESSION’sı denecek manyaklıkta, sözel olaraksa din kavramını reddedip tek gerçeğin bilim olduğunu kabul edercesine aklî dengesi yerinde bir ilahiye bağlanıyor.

Bu iki kısa geçişin ardından ise, THE FACELESS’ın bugüne dek yazdıgı en güzel şarkılardan olan In Solitude çıkıyor karşımıza. Öyle enfes bir progresiflik var ki, hayran kalmamak elde degil. Tüm melodiler, geçişler, vokal oyunları, istisnasız hepsi de mükemmel olmuşlar. Hele ki üst üste binen vokallerle akılları alan öyle bir nakarat var ki, büyük adamsın Keene demekten kendimi alamıyorum.

“And so I wander as the thief in the night
These lonesome footsteps steal only your burden
And where it’s wait lie, I leave the alms of truth
A proclamation falling onto deaf ears”

kısmı şüphesiz ki THE FACELESS’ın bugüne dek bizlere sunduğu en muazzam şeylerden biri.

Daha genel bir yorum yaparsak, “Autotheism”in, teknik death metalden ziyade progresif death metali ön plana çıkaran, saksafondan klavyeye, çok değişik türde vokal denemelerine kadar birçok yeniliği tek potada eriten bir progresifliği olanca özgüveniyle vurgulayan bir albüm olduğunu söyleyebiliriz.

Albümü tamamladığını açıkladığı tweet’inde de vurguladıgı gibi, Keene bu albüm için cidden çok emek sarf etmiş. Çok fazla fikir bulmuş, çok fazla kafa yormuş, düzenlenmesinin ne denli zor olduğunu belli eden sayısız rif, melodi ve katmanı iç içe geçirmiş ve ortaya da içinde çok fazla şey olmasına rağmen çorba olmamayı başaran bu ekstrem metal ziyafetini çıkarmış. Burada Keene’e ayrı bir paragraf açmak gerekiyor elbet, ama ben uyuzluk yapmak istediğim için şu an içerisinde yazmakta olduğum paragraftan devam edeceğim. Michael Keene bu albümdeki performansıyla, metal dünyasının en yetenekli adamlarından biri olduğunu bir kez daha gösteriyor. THE FACELESS’a son derece özgün bir sound yaratabilmiş olması bir yana, müthiş gitaristliğinin yanı sıra “Autotheism”deki gitar performansı ve herkesi şaşırtması olası vokal performansıyla da adeta gövde gösterisi yapıyor, gruba yeni katılan müzisyenler ve coştukça coşan THE FACELESS tınısı düşünüldüğünde, akıllara Mikael Akerfeldt/OPETH ilişkisini hatırlatan bir Michael Keene/THE FACELESS durumu getiriyor. Öyle ya da böyle, Michael Keene adını metal dünyasında daha çok kişi bilmeli, zaten yakın gelecekte de bu konuya dair ilerleme kat edileceğini düşünüyorum.

Sona geldik. Önceki paragraflarda da belirttiğim gibi, “Autotheism”deki THE FACELESS epey farklı bir THE FACELESS. Ama gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki, karşımızdaki şey yine her şekilde, her haliyle THE FACELESS. İlk iki albümle kıyaslama yapmıyorum zira ortada yepyeni şeyler sunan, çok farklı, cok olgun, çok ne yaptığını bilen bir THE FACELESS var.

Son cümleyi de söyleyip yazıyı noktalayayım. “Autotheism”e kadar THE FACELESS’ı çok severdim. “Autotheism”den sonra ise bu sevgiye saygı da eklendi. Artık THE FACELESS’ı hem çok seviyorum, hem de onlara saygı duyuyorum. Bir sonraki dersi daha şimdiden heyecan ve merakla bekliyorum.

10/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.64/10, Toplam oy: 192)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2012
Şirket
Sumerian
Kadro
Michael Keene: Gitar, vokal, klavye, efektler
Wes Hauch: Gitar
Geoffrey Ficco :Vokal
Evan Brewer :Bas
Lyle Cooper: Davul
Şarkılar
1. Autotheist Movement I: Create
2. Autotheist Movement II: Emancipate
3. Autotheist Movement III: Deconsecrate
4. Accelerated Evolution
5. The Eidolon Reality
6. Ten Billion Years
7. Hail Science
8. Hymn of Sanity
9. In Solitude
  Yorum alanı

“THE FACELESS – Autotheism” yazısına 90 yorum var

  1. Bu albümün düşünülenden çok daha önemli ve etkili olduğunu düşünüyorum. Götoğlanı Michael’ın bu albümde kullandığı bazı fikirlerin, nota bilişimlerinin, atmosfer yaratma tekniklerinin örneklerini ve bunlardan alınan çok bariz ilhamları, sonradan çıkan pek çok progresif death metal albümünde gördüm. Çok net başyapıt bence.

    enemyofgod

    @Ahmet Saraçoğlu, Bu albümün negatif tepki görmesinin tek nedeni Planetary Duality’den sonra çıkmış olması ama bence ikisi karşılaştırılamaz. İkisi de farklı düzeyde farklı güzellikte albümler. Kullanılan fikirler de farklı.
    Yine de Michael büyük Götoğlanıdır o ayrı.

  2. Rashid says:

    İnanılmaz derecede mükemmel bir albüm. Ne zaman hangi şarkıya denk gelsem kafamı sıyırıyorum. Prodüksiyon olsun, besteler olsun, gitar tonları falan en ince ayrıntısına kadar muazzam bir albüm Autotheism. Koskoca albümde bir tane bile boş şarkı yok. Zaten bence bu albümü çıkaran kadro grubun en iyi kadrosuydu. İşin garip tarafı şimdi hiçbiri doğru düzgün bir grupta yer almıyorlar.
    Albüm sonrası davul başına Alex geçmişti ve onunla olan canlı performansları izleyince belli oluyor ki, adamlar stüdyo kaydından bile iyi çalıyorlar ve bu tarz türlerde yapılması zor bir şey bu. Keene piçlik yapmasaydı şuan grubun nerelerde olacağını hayal bile edemiyorum. Bir insan bu kadar yetenekli ve bir o kadar da piç kurusu olmamalı be.

  3. Yiğit says:

    Halen daha sonraki albümü dinlemedim. Gelen tepkilerden sonra grubun gözümdeki saygınlığını etkilemek istemiyorum.

    İlk şarkıdaki clean vokal ne muazzam bir şeydir!

  4. deadhouse says:

    Bu grup Teknik death metalde bir milat bence. Bu albümden sonra tdm türünde çıkan tüm albümler bu albümün gölgesinde kaldılar. Yavan kalıyorlar maalesef. Bu albümü Michael Keene aşabilirdi, aşmak iste(y)emedi.

    deadhouse

    Vay be Hallac-ı Mansur’dan 1100 sene sonra Michael Keene de aynı şeyi söyledin. Zaman değişiyor, mekan değişiyor, söylemler değişmiyor. :)

    owlbos

    @deadhouse, Bu albüm tdm’den daha ziyade pdm albümüdür bence. Ama kurduğun cümleler aslında Mor albümleri için geçerli olabilir aslında.

    deadhouse

    @owlbos, Haklısın. Pdm desek daha doğru olur.

    ismail vilehand

    @deadhouse, Panzer Division Marduk?

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.