# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

KATAKLYSM’den yeni albüm haberleri

Wednesday, March 17th, 2010

Uzun süredir faaliyette olmasına rağmen adını daha çok son on yılda geniş kitlelere yayan Kanadalı death metal grubu KATAKLYSM, yeni albümüne dair açıklamalarda bulundu.

Sonbaharda piyasaya çıkacak olan “Heaven’s Venom“ın yazım aşamasını bitiren grup, ilkbahar turneleri ve yaz festivalleri haricindeki süreyi kayıt işlerine ayıracakmış. Albümde yer alacak şarkı isimlerinden bazıları da şöyle:

“Soul Made of Shrapnel”
“Blind Savior”
“Hail the Renegade”
“Push the Venom”

SOILWORK’ten ufak albüm tadımlıkları

Tuesday, March 16th, 2010

SOILWORK, yeni albümü “The Panic Broadcast“in kayıt ve yazım aşamalarını anlattığı iki videoyu Youtube’a koydu.

Grup elemanlarının albüm hakkında “Çoğu kişi bir hayli şaşıracak. Bugüne dek bizden duymadığınız türde şeylerle dolu olduğundan, albüme hemen ısınamayanlar da olabilir” türünde şeyler söylediği alttaki röportajlarda, albümden ufak kısımlar duymak da mümkün.


ALL THAT REMAINS – Overcome

Tuesday, March 16th, 2010

Yapılmış en iyi metalcore albümlerinden biri olarak gördüğüm ve içinde türün en güzel örneklerinden bazılarını barındıran “The Fall of Ideals”dan sonra ALL THAT REMAINS’in ne yapacağını merak ediyordum. “The Fall of Ideals” hem fikir, hem müzisyenlik hem de türe katkı anlamında gayet iyi bir albümdü ve ALL THAT REMAINS adı, türün en büyük dört beş grubuyla birlikte anılmaya başlanmıştı. ALL THAT REMAINS ya bestelerini, tekniğini vesairesini kuvvetlendirerek daha güçlü gözükecek ve “metalkor olm bu metal diilki aq XD” diyen kesimin de takdirini kazanacak, ya da “madem adımızı bir sürü insan duydu, neden bu sayıyı bir anda on kat arttırmıyoruz?” diyerek müziğini güçsüzleştirecekti.

“Overcome”, millete “metalcore mu modern bir melodik death metal mi” diye sorular sordurtacak düzeyde güçlü “The Fall of Ideals”ın ardından, olaya metalcore 101 olarak giren ve metalcore’un en vıcıklaşmış, en yaratıcılıktan uzak yanını yüz bininci kez masamıza koyan bir albüm olarak karşımıza çıktı. “The Fall of Ideals”daki gayet gaz ve gücü içinde hissettiren parçalardan sonra, “Overcome” adeta bir “-mış gibi”ler, “-mışçasına”lar deryası hüviyetinde. Önceki albümlerde varyasyonlu sesiyle türün en iyilerinden biri olduğunu gösteren Philip Labonte’nin pamuk sesini istemediğimiz kadar duyduğumuz, aşırı derecede bilgisayar kokan cilalı bir prodüksiyon ve birkaç yıl sonra sadece grubun fanboy/fangirl’lerinin hatırlayacağı şarkılar.

İyi olmayan bir albümü yazarken kötü sıfatlar kullanmak, “öf be bıktık” çerçevesinde dolanan şeyler söyleyerek bahsi geçen albümü yermek gayet kolaydır. Bu yüzden bunu yapmak istemiyorum. Evet albüm kötü ve içerisinde birkaç hoş şarkı haricinde bahsetmeye değer bir şey barındırmıyor. Ha bir de kapağı tek kelimeyle rezalet. O yüzden uzun uzun müzik kötülemek gibi bir şeye girmeyelim burada. Ama kısaca bahsetmek istediğim bir mevzu var.

“Overcome” gibi, bir grubun “adlarını biraz duyurunca yumuşadılar bozdular” şeklinde yaptığı albümlerde, o grubun, kötü niyet denemese de “dolaplar çevirdiği” izlenimine kapılıyorum ben. Tamam ortada tümüyle radyoya, MTV’ye oynayan bir albüm yok. Ama bir önceki işlerini duyunca, grubun yeteneklerini, yapabileceklerini sınırladığını, daha çok insanın beğenmesi için daha kolay algılanır ve çabuk sevilir şeyler yapmaya çalıştığını fark edebiliyorsunuz. Zira ortada IN FLAMES gibi bir “kalıp kırma” çabası yok. Kimse bana IN FLAMES daha çok para kazanmak için “Reroute to Remains”i yaptı demesin. IN FLAMES, yaratımına katkısı olduğu bir türün kilitlerinin giderek kendi üstüne de kapandığını fark ederek gerçek anlamda bir açılım yaptı.

Burada karşımıza çıkansa art niyet aratıyor bana. Yırtıcılık gitmiş, hayvan gibi yaratıcı sololar cicileşmiş, sound desen her yerinden ProTools vesaire akıyor. Türdaş gruplardan AS I LAY DYING’e bakıyorum, “Shadows are Security” gibi manyakça patlayan bir albümün ardından “An Ocean Between Us” gibi riskler de içeren ama gayet cesur, hatta en başarılı albümleri olarak gördüğüm bir iş yaptılar. O yüzden, zamanında şöyle şeyler de yapmış bir grubun yaptığı “Overcome” gibi bir ucuzluğa karşı asla sempati besleyemiyorum.

Yine de albümde iyi şarkılar da yok değil.

Son bir not, clean vokalle söylenen nakarat cümlesini hemen arkasından böğüren vokalle de tekrarlamak neden hâlâ “cool” bir şey olarak görülüyor biri açıklasın yahu.

RATT’ten yeni şarkı ve albüm detayları

Tuesday, March 16th, 2010

Doksanlarda verdikleri arayı saymazsak 35 yıldır piyasada olan glam metal grubu RATT, 20 Nisan’da piyasada olacak yeni albümü “Infestation“dan “Eat Me Up Alive” adlı parçayı aşağıya koydu.

RATT’ın son on bir yıldır çıkardığı ilk albüm olacak olan “Infestation“ın detayları da aynen şöyle:

01. Eat Me Up Alive
02. Best of Me
03. A Little Too Much
04. Look Out Below
05. Last Call
06. Lost Weekend
07. As Good as it Gets
08. Garden of Eden
09. Take a Big Bite
10. Take Me Home
11. Don’t Let Go

Bugüne dek dünya genelinde 20 milyondan fazla albüm satan grup, saçtan ekmek yiyen gruplar furyasının da hatırı sayılır isimlerinden biri olarak anılabilir.

METALLICA’dan tarihi turne

Monday, March 15th, 2010

METALLICA menajeri Peter Mensch, METALLICA’nın seneye yapacağı on şehirlik turnenin gelmiş geçmiş en büyük prodüksiyonlu turnelerden biri olacağını açıkladı.

PINK FLOYD’un “The Wall” turnesi ölçütlerinde bir devrim yapmaya çalışacaklarını söyleyen Mensch, “Aklınızı başınızdan alacak, tek kelimeyle devasa olacak” türünde şeyler söylemiş. PINK FLOYD’un “The Wall” konserlerine dair bir hatırlatma yapalım.




Bir de böylesi var (Ufuk’a teşekkürler).

STRATOVARIUS – Episode

Monday, March 15th, 2010

Power metali, sevilirlik sevilmezlik anlamında black metale benzetirim. Diğer türler, genelde birkaç grupla da olsa herkes tarafından dinlenirken, bu iki tür, çoğunluk tarafından ya sevilir, ya da sevilmez. Bir müziğin sırf power metal etiketi alması, kimileri için bir dinlenemezlik unsuru olabilir. Tıpkı siyah beyaz makyajı gördüğü anda müziği dinleme gereği bile duymadan grubu yok sayan dinleyiciler olduğu gibi.

Günümüzde küçük görmesi ve eleştirmesi en kolay metal türlerinden biri, belki de birincisi olan power metalin tarihindeki önemli gruplardan biri, şüphesizl ki STRATOVARIUS. Çeyrek asırdır faaliyette olan ve bir noktadan sonra hep aynı müziği yapmasından kelli -en azından benim için- dayanılmaz hale gelen STRATOVARIUS, orijinal kadrosundan tamamen arındığı ve doksanlarda çıkardığı albümlerle bu türün günümüze gelmesinde öyle ya da böyle emeği geçen gruplardan biri.

“Episode”, bu albümler arasında şahsen en sevdiğim, STRATOVARIUS’un en iyi albümü ve bir power metal klasiği olarak gördüğüm bir albüm. Günümüzde “dıgıdıgı davullar, üstüne de gey vokal” diye özetleyip attığımız power metalin zamanında hasını yapmış olan grup, her ne kadar HELLOWEEN’in başlattığı şeyi sterilize edip güçsüzleştrdiği iddiasıyla bu albümle dahi eleştirilse de, “Episode”un içerisinde muhteşem power metal şarkıları barındırıdığı gerçeği olaya objektif bakabilen herkes tarafından görülebilir diye düşünüyorum.

Timo Tolkki’nin yoğun Malmsteen etkili tarzıyla şekillenen ve Timo Kotipelto’nun bazısınca çok sevilen, bazısınca tiksinilen vokalleriyle hayat bulan “Episode”, hızlı ve yavaş kısımların iyi dengelendiği, baştan sonra dıgıdıgı çift kros gitmeyen ve varyasyonluluğu sayesinde ömrü uzayan bir çalışma diye düşünüyorum. Epey fazla önemli grupla çalan davulcu Jörg Michael ile Y. J. MALMSTEEN ve DIO gibi önemli isimlerle çalan üstün insan, mükemmel klavyeci Jens Johansson da, “Episode” müziğinde bahsedilmesi gereken performanslar sergiliyorlar.

Günümüzde tümüyle bir şakaya dönüşen ve belli ki evleri olan Finlandiya’da her biri birer yıldız olan bu adamların internetteki dangalak atışmalarından az çok haberdar olanlar, STRATOVARIUS’un doksanların ortalarından günümüze nasıl bayır aşağı gittiğini de bilirler. Bayağı bildiğin sıçtı adamlar son on yıldaki neredeyse tüm hamlelerinde. Her şeye rağmen “Episode”da Eternity gibi, Night Time Eclipse gibi, Father Time gibi birçok power metal başyapıtı var. Power metali tümüyle yok sayıyorsanız elbet bunlar da size bir şey ifade etmez, ancak var böyle bir şey diyorsanız, bunun da en iyilerinden bazıları bence burada.

Şahsen STRATOVARIUS hayranı bir insan değilim. Gruba öyle özellikle bir sevgi beslemem, nötrümdür, hatta “Episode” ve başka birtakım albümlerdeki kimi şarkılar dışında bir dinleyicileri dahi sayılmayabilirim. Zaman içinde ruh hastasına bağlayan Timo Tolkki’yi ise özellikle sevmem. Bayağı bildiğin tiksinirim insan olarak. Ancak “Episode”u severim. İçinde türe kattığı şeyler olduğunu düşünür, kimi parçalarını halen sıklıkla dinlerim, kimilerinin ebediyen hastası olacağımı ve vazgeçmeyeceğimi bilirim.

Çoktan dağılması gerekirken, maddi getirileri nedeniyle acı vermeyi seçen bir grubun bence yapıp yapacağı en iyi albümdür, türe aşina olanlar zaten nasıl bir şey olduğunu biliyorlar.

COHEED AND CAMBRIA’dan yeni klip ve albüm detayları

Monday, March 15th, 2010

Yeni albümü “Year of the Black Rainbow“u 13 Nisan’da piyasaya sürecek olan yeni nesil progresif rock grubu COHEED AND CAMBRIA, albümden “The Broken” adlı parçaya sıradışı bir klip çekmiş. Buyrun:



Albümün detayları da şöyle olacak imiş:

1. “One”
2. “The Broken”
3. “Guns of Summer”
4. “Here We Are Juggernaut”
5. “Far”
6. “This Shattered Symphony”
7. “World of Lines”
8. “Made Out of Nothing (All That I Am)”
9. “Pearl of the Stars”
10. “In the Flame of Error”
11. “When Skeletons Live”
12. “The Black Rainbow”

HAIL OF BULLETS’tan yeni albüme dair

Monday, March 15th, 2010

Hollandalı death metal grubu HAIL OF BULLETS, yeni albümünü bitirmek üzere olduğunu açıkladı.

İçerisinde pek çok önemli ismi barındıran grubun adı henüz konmamış albümü, üstün insan Dan Swanö’nün hünerli ellerinde şekillenecekmiş.

BEHEMOTH, 14 Mart 2010 – Jolly Joker Balans

Monday, March 15th, 2010

BEHEMOTH’un konserlerde hayvanlaşan bir grup olduğunu, grubu ilk kez canlı gördüğüm 2005′ten beri biliyordum. Nergal’in yaptığı işe olan tutkusu ve grubun geri kalanının da yıkım ekibinden farksız oluşu, BEHEMOTH’un canlı performasta lider marka oluşunu tescilliyordu (Bu arada baştan söyleyeyim yazıdaki fotoğraflar grubun başka konserlerinden, kendi çektiğim mal gibi fotoğrafları koymak istemedim).

Şahsen erken saatteki konserlerin hastası bir insan olarak, tam 20.00′de başlayan konser beni ziyadesiyle memnun etti. Balans’ın tıkabasa dolu oluşu da eklenince konser harika bir atmosferde başladı.

Büyük bir efor gerektiren BEHEMOTH müziği, imkanlar dahilinde sahneyi dolduran grubun öküzümsü gücüyle ilk andan suratımıza çarpmaya başladı. Ov Fire and Void’le giren grup hitten hite koşan bir seçkiyle karşımızdaydı. Shemhamforash, Conquer All, Slaves Shall Serve, Alas the Lord is Upon Me, Demigod, As Above So Below, Chant for Eschaton 2000, At the Left Hand of God, Lucifer, Decade of Therion ve Antichristian Phenomenon çalınan şarkılardı. Her zaman olduğu gibi Slaves Shall Serve ve özellikle de Decade of Therion en çok katılımın olduğu şarkılardı. Decade of Therion’da arkamdaki kız tüm şarkıyı cidden manyak bir scream vokalle kelime şaşırmadan söyledi ki, helal dedim. Konserde video çekmedim, bari BEHEMOTH’un ilk İstanbul konserinde çekilmiş Decade of Therion performansını koyalım.

Grup performans açısından kusursuzdu. BEHEMOTH parçaları davul ve vokal haricinde icra anlamında zor olmasalar da, belli ki şarkıların yoğunluğundan dolayı sahnede yoruluyorlar. Muhtemelen bu nedenden dolayı konser yalnızca bir saat on beş dakika sürdü. Bence tam tadında oldu, çok iyi de oldu çok güzel iyi oldu.

Seyirci sayı ve şarkılara katılım olarak iyiydi. Böylesine genç nüfuslu bir ülkede, sahnede konuşan ve İngilizce’ye giriş düzeyinde cümleler kuran bir insanın dediklerini hâlâ çok az kişinin anlıyor oluşu acı bir durum. Bu sorun giderilmedikçe sahneyle dinleyici arasında o istenen bağın sağlanması zor gözüküyor. Yine de birkaç denyo haricinde seyirci iyiydi. Konsere yoluydu içkisiydiyle birlikte 50 TL üzerinde veren bir insan neden sahnedekilerin tipine küfreder, başka grupların adını bağırır bilmiyorum. Başka türlü dertleri olsa gerek. Yine de şikayet edilecek bir durum yoktu. Bir sürü kafa sallayan, böğüren, küçük çaplı da olsa pogo yapan insan vardı.

Grubu ilk izlediğimde şimdiki kadar popüler değillerdi ve tanınmaya, başarıya daha açlardı. O performans bugünküne oranla daha yoğundu ama yine de grubun sallamasyon bir iş yaptığı falan da yoktu, yanlış anlaşılmasın. Yine gayet yoğun ve ateşli bir konserdi. Tek acayiplik grubun son şarkıyı bitirip pat diye çıkıp gitmesiydi. Bir de yine ilk konserden Antichristian Phonomenon koyalım.

Nergal Unirock ekibine de özel olarak teşekkür edip yazın festivalde tekrar görüşeceğiz tadında şeyler söylediyse de, grubun Unirock kadrosunda gözükmeyişinden, acaba başka bir organizasyondan mı bahsediyor şüphesi uyandı bende.

Uzatmayalım, BEHEMOTH hayvandır, birkaç ayda bir gelseler memur gibi hepsine giderim.

ALCEST’ten yeni şarkı

Sunday, March 14th, 2010

Yeni albümü “Écailles De Lune“ü çıkarmaya hazırlanan ALCEST, albümden “Écailles De Lune (Part I)” adlı on dakikalık parçayı yayınladı. Albüm kapağına basarak ilgili ortama akmak, hatta şarkıyı bilgisayarınıza almak mümkün.

TURISAS yeni albüm kaydına başladı

Sunday, March 14th, 2010

Fin “savaş metal” grubu TURISAS, yeni albüm kaydına giriştiğini açıkladı.

TURISAS, ilk albümü “Battle Metal” ile adını duyurmuş ve sonraki “The Varangian Way” ile de kitlesini genişletmiş, üç yıldır durmaksızın turlamayı sürdürmekteydi.

Grup özellikle “Battle Metal” parçası ve gelmiş geçmiş en büyük disko hitlerinden olan BONEY M şarkısı “Rasputin” için yaptığı yorumla adını duyurmuştu.

ANGELCORPSE – The Inexorable

Sunday, March 14th, 2010

Hatice Yıldız Levent kimdir desem aramızdan kimse bilmez sanırım. “Kim lan bu Hatice?” der, “Biz metal için bakmıştık” falan der en fazla. Ama Muazzez Ersoy desem herkes bilir. Neden, çünkü Muazzez Abacı ve Bülent Ersoy gibi duayenlerin isimlerinden oluşan bir isimdir, Hatice Yıldız Levent’in sahne ismidir.

ANGELCORPSE da, görüleceği üzere death metalin en büyük isimlerinden MORBID ANGEL ve CANNIBAL CORPSE’un isimlerinin birleşmesinden çıkmış bir isimle ortamlara çıkan bir grup.

Herhangi bir yazıya bundan daha mal bir giriş yapmışlığım var mı emin değilim. Neyse devam edelim.

1995 kurumlu Amerikalı death metal grubu ANGELCORPSE’tan bahsetmek istiyorum bugün. Missourili grup faaliyete geçtikten sonraki dört sene içinde üç albüm yayınlamış, sonra biraz sürüncemede kalıp 2000′de dağılmış, 2006 civarında tekrar birleşip bir albüm çıkardıktan sonra tekrardan, bu sefer ebediyen dağılmıştı.

ANGELCORPSE’la ilgili tüm yorumlarda rastlayabileceğiniz şey, grubun klasik Amerikan death metaline oranla daha agresif, daha vahşi bir müzik yapıyor oluşu. Teknik death metal olmayan, brutal death metal de olmayan, bir çeşit vahşi, çirkin, ve bu çirkinliğinden dolayı “blackened death metal” olarak da anılan ve Trey Azagthoth’un da sevdiğini söylediği bir grup ANGELCORPSE.

Bahsetmeye çalıştığım albüm, çıkışından kısa süre sonra tesadüfen keşfettiğim ve o günden bu yana düzenli olarak dinlediğim, gayet hırpani, nasıl desem, ısıran bir albüm. Yedi telli gitarların bu ısırıcılığı sağlayan kırçıllı tonu ve albümün genel olarak sahip olduğu ve müziğin kişiliğini oluşturma adına yararlı olan kaotik boğukluk, ANGELCORPSE müziğindeki karakteri yansıtan elementler olarak göze çarpıyor. MORBID ANGEL’dan alışık olduğumuz o zehirli havayı soluyan, ancak zaman zaman ağırlaşan MORBID ANGEL’ın aksine yırtıcılıktan ödün vermeyen grup, “The Inexorable”la kariyerinin zirve albümünü yapmıştı.

Bu albüm itibariyle içerisinde yüz elli bin farklı grupta çalmışlığı olan hayvan davulcu Tony Laureano’yu da barındıran ANGELCORPSE, “The Inexorable”da gayet taşaklı bir müzisyenlik sergiliyor. Kazımasyon gitar, kaotik davullar ve ANGELCORPSE’un bu bahsettiğim ısırma durumunun müsebbibi bas gitarist Pete Helmkamp’ın vokalleri, grubun en ayrıştırıcı özellikleri.

Logosundan da anlaşılacağı üzere din karşıtı ve kıyamet ne güzel temalı konseptleri olan grup, imaj olarak da gayet sert ve satanik bir yaklaşım sergiliyor. Buna rağmen şeytanın köpeğiyiz, inananlara gülüp geçen çok sofistike insanlarız türevi bir durum da yok. İçine okült tatlar da kattıkları birtakım sözleri var, çok da üstünde durulası şeyler değil.

Sayfadaki üç şarkı bence albümün en iyi şarkıları. Özellikle Begotten, bir death metal hiti olarak gördüğüm, ilk duyduğum anda beri bayıldığım, ANGELCORPSE’u tanımayanlara da ilk önereceğim parça. Bu şarkıları sevdiyseniz ve grubu merak ederseniz Wolflust ve Smoldering in Exile adlı şarkılarını da dinlemenizi, oradan da albüme atlamanızı tavsiye edebilirim.

Son paragrafa geldiğimde “The Inexorable”, sert ama cici prodüksiyonlu death metal gruplarına tezat oluşturacak düzeyde kaotik, et koparan ve çirkin tarzıyla ünlenen ANGELCORPSE’un en iyi albümü. İnternette gördüğüm üzere hatırı sayılır düzeyde kemik bir hayran kitlesi de olan “The Inexorable”ı, adından da anlaşıldığı üzere death metalin elitist yüzünden ziyade amansız ve can yakan tarafını sevenlere öneriyorum.

WATAIN EP detaylarını açıkladı

Sunday, March 14th, 2010

İsveç’in son yıllarda adı en çok telaffuz edilen black metal gruplarından WATAIN, yakında çıkacak “Reaping Death” EP’sinin kapağını açıkladı.

Reaping Death, semavi dinlerde geçtiği üzere bilinen ilk cinayet olan Habil ve Kabil olayını konu ediyormuş.

EP’de, Reaping Death adlı parçanın yanı sıra bir adet DEATH SS cover’ı ve birtakım başka materyaller olacakmış.

AS I LAY DYING yeni kapağını açıkladı

Sunday, March 14th, 2010

AS I LAY DYING, 11 Mayıs’ta çıkaracağı yeni albümü “The Powerless Rise“ın kapağını açıkladı.

Muhtemelen dünyanın en büyük birkaç metalcore grubundan biri olan AS I LAY DYING’in, yeni albümüyle de büyük satış rakamlarına ulaşması bekleniyor.

UNLEASHED’den yeni şarkı

Saturday, March 13th, 2010

UNLEASHED, tüm ayrıntılarını şurada verdiğimiz için bu haberin böyle dımdızlak kalmasına yol açan yeni albümü “As Yggdrasil Trembles“la aynı isimli şarkıyı myspace’inde yayınladı. Şuraya tıklayarak şarkıya ulaşamıyoruz, onun yerine aşağıdan dinliyoruz. Gayet kolay, gayet pratik.

RUSH – Snakes & Arrows

Saturday, March 13th, 2010

Bazı şeyler vardır hayatta, ona bağlandınız mı sizi hiç hayal kırıklığına uğratmayacağına baştan inanırsınız. Artık dünyayı algılayan siz, o eski siz değilsinizdir. Siz ve o aşkla bağlı olduğunuz şeydir. Rush. Seneler önce tanıştığımda bunun bu denli bir sevgi olabileceğini düşünmemiştim. O yalnızca dinlediğim güzel gruplardan biriydi işte. Yıllar geçti, tek tek o melodiler beynimin her bir köşesini doldurmaya başladı ve artık güveniyordum onlara. Artık onlar, akşamları dertleştiğim dostlarım olmuştu, artık onlar etrafımı algılayışımdaki denklemde fon müziği olmuştu. Şimdi geldiğim nokta ise, I Love You, Man gibi bir filmde sırf başroldeki karakterler Rush seviyor diye benim de filmi sevmem.

“Abi Rush öyle derin grup ki logosunda kişinin kollektivizm karşısında duruşunu…, “Test for Echo”nun kapağında inukatchuk…” diye bir derinlik reklamı yapmaya çok üşendim ama şimdiye kadar biraz merak uyandırdıysam ne mutlu bana.
Rush’ın bu güzide 18. Stüdyo albümü için söylenecek iki şey buluyorum. Çok bildiğimiz Rush ama aynı zamanda çok farklı bir Rush. 1974 yılındaki ilk albümden bu yana (Neil Peart olmadığından, ilk albüm aslında pek de Rush bir albüm değil daha çok klasik rock bir albümdür) sanki biriktirdiği, yaşadığı her şeyin akıp gitmesine izin vermiş ve tüm anılardan arınmış gibi.

Gözüme çarpan modernleşme grubun şarkı yazımına zarar vermemiş, aksine daha da akıcı bir hal aldırmış. Ne synth’ler uçuşuyor havalarda, ne 20 dakikalık şarkılar var, ne de “The Professor” Neil Peart’ın o meşhur 24 ayar altından yapılma devasa davulu var bu albümde. Geddy Lee stüdyoya geldiğinde bir de bakıyor ki o Neil Peart seti gitmiş, üç parça davul gelmiş . “Bu nedir üstat?” diyor, Neil Peart “Bununla kaydedicem albümü, diğer albümü de güğümle yapıcam” diyor, çünkü o yaşayan en büyük, en fazla etkilenilmiş davulcuların başında geliyor.

En yerinde çalan, bazense ne çaldığı hiç anlaşılmayan bir adam. Bazen zilde mors alfabesiyle şarkının adını çalar (YYZ adlı şarkının başında vardır, aynı zamanda Toronto havaalanı kodu) bazense şarkı gibi davul solo yazar.

Davulda yolunu kaybedenler için şöyle bir kroki ilgilenenlere yardımcı olabilir.

Albüm Far Cry adlı şarkıyla başlıyor ve öfke püskürten bir girişe sahip. Çok geçmeden nakarat sizi yakalıyor ve Alex Lifeson’ın o uçsuz bucaksız gitar tonuna bas gitarın efsanesi Geddy Lee ekleniyor.

Ardından Armor and Sword geliyor. Nispeten daha yavaş ama her bir geçişte Lifeson’ın o arkalı gitar tonu adeta başka diyarlara götürüyor. Bu şarkı Rush’ın en sevdiğim albümlerinin başında gelen “Grace Under Pressure”ın 2. şarkısı Afterimage’i getiriyor aklıma.

Paul Gilbert, John Petrucci gibi bir çok gitaristin en büyük idolü, eşsiz bir gitarist olan Alex Lifeson bu albümde bir enstrümantal şarkıya imza atıyor. Şarkının adı Hope. Her seferinde dinlerken kızını trafik kazasında kaybetmiş, üzerine kederden kanser olan karısını da yitirmiş, ardından dünyayı dolaşmaya başlayan ve bir çok kitap yazan Neil Peart geliyor aklıma. Onun yaşama umudunun şarkısı.

Bir diğer enstrümantal ise Malignant Narcissism. İronik bir isme sahip olan eser doğaçlama ortaya çıkmış. Kayıt sezonu sırasında sık sık Geddy Lee’nin takılmacalarının kaydedilmesiyle ortaya çıkmış bu eser, perdesiz gitarın unutulmazlarından biri olması muhtemel, eğlenceli bir şarkı.

Geddy Lee’nin huzur veren sesi ve durmak bilmeyen bas partileriyle birlikte albümdeki her bir şarkının öyle güçlü karakteri var ki aradan bir tanesini çıkartıp “bu benim favorim” diyemediğim nadir albümlerden. Her biri evladım gibi. Tam yılına yakışır yenilikte, tam zamanına yakışır tonlarda bir albüm. Bir an bile geri bakmadıkları, “aksaklık” kasmadıkları, tamamen içlerinden gelen şekilde “gerçek şarkılar” yaptıklarını insan hemen anlayabiliyor zaten.

Sıkı trampetler, güçlü kick’ler, doğu gamları (We Hold On), modern bir rock grubunun enerjisi bu albümü tanımlayan cümlelerden sadece birkaçı. Şarkıların şekli, tonlanması itibariyle “Counterparts” albümünü bir hayli andırıyor ama bence en büyük farkı çok daha olgun şarkılar. Yazımda bahsettiğim o modernleşme ve canlılıktan kastettiğim buydu aslında. Rush’severler son albümlere doğru bu modern sound’a zaten biraz da olsun alışmıştı ancak genç rock gruplarını da alaşağı edecek bir albüm beklemiyordu bence. Sonuçta onlar artık başka diyarda, onlar dede bir anlamda. Kısaca Rush yine bir şekilde “ben ölümsüzlüğün iksirini çok eskiden içtim, naparsanız yapın ensenizde olacağım ve sizden iyisini yapacağım” demiş oldu.

Albüm Atlantic Record imzasıyla New York’ta kaydedildi. Music Video İnteractive adındaki yüksek kalite audio formatıyla da sınırlı sayıda bir basımı mevcut. Albümün hemen ardından Snakes & Arrows turunu gerçekleştiren grup buradan da bir DVD yayınladı.

İlerlemiş yaşlarına rağmen bu üç amca dur durak bilmeden yollarına devam ediyor. Umuyorum ki hiç durmazlar.

SPIRITUAL BEGGARS’dan yeni albüm

Saturday, March 13th, 2010

İsveç’in yıldızlar topluluğu heavy metal/stoner metal grubu SPIRITUAL BEGGARS yeni albüm kaydına başladı.

Son albümü “Demons”ı çıkaralı beş yıl olan grup, gitarda ARCH ENEMY’den Michael Amott, klavyede OPETH’ten Per Wiberg, vokalde GRAND MAGUS’tan Janne “JB” Christoffersson, davulda SHINING’den Ludwig Witt ve basta da yine ARCH ENEMY’den Sharlee D’Angelo’dan oluşuyor. Görüldüğü gibi bayağı bir yıldız var.

THE HAUNTED DVD detaylarını açıkladı

Saturday, March 13th, 2010

THE HAUNTED, şuradan duyurduğumuz yeni DVD’si “Road Kill“in dataylarını açıkladı.

DVD, grubun geçen yıl verdiği bir Amsterdam konseri dışında, 65 dakikalık bir THE HAUNTED belgeseli de içeriyormuş.

Bir de trailer’ımız var:

PRO-PAIN’den yeni albüm haberi

Friday, March 12th, 2010

Metal etkili hardcore’un önemli isimlerinden PRO-PAIN, 2010 sonunda çıkması planlanan yeni albümünü kaydetmeye başladı.

Şimdilik şu stüdyo görüntüleriyle yetinmek durumundayız.

PRO-PAIN, 20 yıllık kariyerinde kendine özgü bir sound oluşturarak benzerlerinden ayrılmayı başarabilmiş bir grup olarak türün takipçilerince büyük saygı görüyor diyerek, haber bilgilendirmemizi de yapalım.

MIKE PATTON’dan yeni albüm

Friday, March 12th, 2010

FAITH NO MORE vokalisti üstün insan MIKE PATTON, rock müzikle orkestrayı buluşturduğu projesi MUNDO CAIN’in ilk albümünü Mayıs ayında çıkarıyor.

30 kişilik bir orkestra ve MIKE PATTON’ın yorumladığı İtalyanca pop şarkılarının uyarlama hallerini barındıracak albümdeki şarkılar da şöyleymiş:

01. Il Cielo In Una Stanza
02. Che Notte!
03. Ore D’Amore
04. Deep Down
05. Quello Che Conta
06. Urlo Negro
07. Scalinatella
08. L’Uomo Che Non Sapeva Amare
09. 20 KM Al Giorno
10. Ti Offro Da Bere
11. Senza Fine

İşte şöyle bir şey:

Kerry King’den klipli yeni şarkı
APOCALYPTICA James Hetfield ve Rob Trujillo’nun konuk olduğu “One” cover’ını klibiyle yayınladı
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.