# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

TRIPTYKON, albümünden tadımlıklar sunuyor

Monday, March 8th, 2010

CELTIC FROST’un yok olmasıyla ortaya çıkan yeni grup TRIPTYKON, detayları şuradan görülebilecek ilk albümü “Eparistera Daimos”taki şarkılardan ufak klipleri yayınladı. Albüm kapağına tıklayarak konu edilen yere ulaşabilirsiniz.

TRIPTYKON, üç adam, bir kız, bir de taştan oluşan ilk grup olarak metal sahnesindeki yerini sağlamlaştırmayı amaçlıyor.

WOLVERINE’den yeni albüm

Sunday, March 7th, 2010

İsveçli progresif rock/metal grubu WOLVERINE, dördüncü stüdyo albümü “Communication Lost“un kayıtlarına başladı.


Çıkardıkları üç albümle de genellikle hep övgü alan grup, aşağıdaki videoda göreceğiniz türde bir müzik yapıyor diyerek işin içinden sıyrılalım.

KALMAH – 12 Gauge

Sunday, March 7th, 2010

Kalmah geri döndü! Esasında hep buradaydı, ama tam olarak değil. Hani kızların “Ama beni hiç dinlemiyorsun, kafan hep başka yerlerde :(((” şikayetleri gibi, klavyeci Pasi Hiltula gruptan ayrıldığından beri Kalmah’ın albümleri burada ama kafası başka yerdeydi, ancak bu sefer ne olduysa grupça tam takım işe girişmeye karar vermişler, iyi de olmuş, albümün adı dışında.

“12 Kalibre” adında bir albümden ne bekler bir insan? 11 Eylül sonrası çıkmış Amerikalı aşırı sağcı bir mahocore grubuna aitmiş gibi duran bu adı niye seçti Kalmah hiç bilmiyorum, ancak hem albüme adını veren şarkı hem de albüm o kadar güzel ki oralara takılmıyor insan. Yoksa hakikaten pompalı tüfek kalibresini albüm adı olarak koymak kimin aklına gelir, niye gelir cevabını bulmak zor.
Malûm, albüm öncesi çıkan haberlerde “Trompet kullanacağız bu sefer” demişlerdi de kafam karışmıştı “Önce Ihsahn şimdi Kalmah, yeni moda üflemeliler heralde” diye, ancak trompeti kafadan albümün açılışında görünce cevabımı aldım. İlk şarkı Rust Never Sleeps, ki şarkı isimleri de “yakıyor” hakikaten, akustik gitar üzerine trompet melodili muhteşem bir intro’nun ardından gayet gaz bir biçimde albümün kapılarını açıyor, biz de “Hmm bu albüm biraz değişik galiba” diye cevabımızı alıyoruz, hayalkırıklığına uğramıyoz. (Biz derken?)

Kalmah, müziğinde thrash metal riflerini kullanmaktan çekinmeyen bir grup bilindiği üzere, ancak bu sefer daha direkt, daha “Biz Megadeth’i çok seviyoruz” tribine girmiş durumdalar. Albümün grubun geçmişine nazaran daha “canlı” durmasını bu Megadeth etkisine bağlıyorum. Bariz bir “Oturmaya mı geldik arkadaşlar, o kafa sallanacak!” hali mevcut albüm boyunca, bütün şarkılarda.

Klasik Kalmah melodilerinin de bu “direkt” yapının üzerine eklenmesi, dozunda kullanılmış akustik gitarlar falan derken gayet gaz, hareketli ancak tek boyutlu kalmayan ideal bir karışım çıkıyor ortaya. Öyle aşırı bir değişim yok ancak gerek temponun artması, gerek albüm boyunca daha rif bazlı bir üslup takınmaları, bu tip ufak tefek ayarlamalar büyük fark yaratmış durumda.

Albümün genel havası “eski” ve “yeni” Kalmah dönemlerinden de bir şeyler aldığı için iki grup fanı da memnun edecektir, ancak grup kendine yeni yeni şeyler katmaktan da vazgeçmemiş (dünyanın en klişe albüm yorumu). Bazen gruplar belli dönemlerde sound’larını yenilemek için etkilendikleri en temel ögelere inip müziklerini tekrar inşa ederler, burada o derece temelden bir yenilenme olmasa da benzer mantıkta bir “yeniden toparlanma” hali var.

Bahsettiğim belirgin Megadeth rifleri, belirgin Kalmah melodileri, grubun eski soundundan biraz daha farklı ancak hala şarkılarda önemli yer kaplayan klavye soloları falan filan hep biraz daha farklı ele alınmış. Nasıl becermişler hakikaten bilmiyorum ama geçmişe nazaran hem daha rif temelli-gaz, hem de daha melodik olmayı beceriyor bu albümde Kalmah. Özellikle sololar direkt parlıyor.

Bunların yanında detay güzellikler de var. Bahsettiğim açılış şarkısı Rust Never Sleeps’in girişinde akustik gitar üzerine kullanılan trompet gayet enteresan bir düşünce. Albüm çıkmadan önce internetten yayınlanan One To Fail’in klavye-gitar unison solosu şarkıya çok farklı bir hava katmış ki ben çok sevdim, albüm genelinde de bol bol unison kısımlar kullanmışlar gayet güzel olmuş. Albümün finalini yapan hüzünlü Sacramentum da melankolik melodileri ve akustik ara geçişiyle mevzuyu özetliyor.

Kalmah gibi genel olarak çok büyük düşüşler/çıkışlar yaşamayan, istikarlı grupların albümlerinde çoğunluğun hemfikir olduğu farklar bulmak zordur, özellikle Kalmah kendi özünü her seferinde korumayı becermiştir. Buna rağmen “12 Gauge”un Kalmah albümleri arasında özel bir yeri olduğuna inanıyorum, gerek daha bir “gitar albümü” formatı, gerek dinleyende yarattığı “Bu sefer gazı aldım hacı!” hali albümü kendine özgü kılıyor.

“Swampsong” ve öncesini bir kenara koyarsak 2010 yılında kafalarda Kalmah’ın çıkarabileceği en iyi albüm neyi ifade ediyorsa, bu albüm odur, ne eksik ne de fazla.

sambalici

GOROD’dan CYNIC cover’ı

Sunday, March 7th, 2010

Yakında çıkacak EP’sinin haberini şurada verdiğimiz Fransız teknik death metal grubu GOROD, EP’de yer alacak şarkılardan CYNIC cover’ı “Textures”ı myspace’inde yayınladı.

Diğer ayrıntılar üstteki bağlantıdan görülebilir.

TAAKE – Over Bjoergvin Graater Himmerik

Saturday, March 6th, 2010

Norveç black metalinin 2000′lerdeki yaramaz çocuğu Høst’ün adı son yıllarda sıkça anılan grubu TAAKE’yle birlikteyiz bugün de. Temeli 1993′lere dayansa da asıl icraatlarını son on küsür yıldır sürdüren grup, ya da daha anlamlı olması amacıyla Høst, yaptığı akılda kalıcı ve epik black metalle hatırı sayılır bir kitle yarattı. Şu anda bahsetmeye çalıştığım albüm, TAAKE’nin ilk üç albümünü kapsayan üçlemenin (…Nattesid…Bjoergvin…Doedskvad…) ikinci ayağı olan “Over Bjoergvin Graater Himmerik”, yani “Cennet Bergen’in Üstüne Ağlarken”.

Konsept olarak ölümü konu eden albüm, Høst’ün (bildiğin “Höst” diye okunuyo) aşırı derecede akılda kalıcı black metalinin -bence- doruk noktasını oluşturuyor. “Nattestid Ser Porten Vid”de de karşımıza çıkan melodik yapının devam ettiği ve o albüme göre daha temiz bir kaydı olan albüm, atmosfer anlamında kanımca iki konuda zirve noktasına ulaşıyor.

Bunlardan ilki, albümün son derece soğuk bir hava sunması. “…Bjoergvin…”i dinliyorum gözlerim kapalı, ve gözümün önüne karlı bir ormanda ağzından buhar çıkara çıkara yürüyen eski Norveç köylüleri geliyor. Böyle sevimli gibi duygulara kapılmaktan hoşlanmasam da, Høst’ün en iyi yaptığı işlerden biri olan soğuk akorlar yazma becerisi sayesinde buz gibi bir hava hakim oluyor tüm dinleme sürecinize.

Atmosfer anlamındaki diğer bir önemli yansımaysa, TAAKE’nin nasıl oluyorsa bir şekilde eski Norveç’e dair tuhaf bir ulusal benlik hissettirmesi. Müziği dinlerken kendinizi Norveçli gibi hissetmenizden falan bahsetmiyorum elbet. Ama müzik bir şekilde Norveç coğrafyasının tarihsel kültürünü, oranın havasını içinde taşıyor adeta. Melodiler, takip eden akor kalıpları, Bergen Körfezi’nin esen rüzgârını, fyordlara çarpan buz gibi dalgaları falan betimliyormuşçasına akıyor. Böyle duygular uyandıran ve dinlediğimiz şeyde bu tarz duygusal yansımalar bulduğumuzda bizleri pek bir sevindirik eden bu tarz müzikler elbet pek çok grupta var, o yüzden bu durumu TAAKE’nin bir orijinalliği olarak yansıtmak istemiyorum, ancak grup alışık olduğumuz bu olayı gayet iyi yapıyor, onun anlaşılmasına çalışıyorum.

Bu anlamda müzik asla ve asla dini bir dışavurum, yok efendim şeytandır, cehennemdir, meleklerdir, o tarz bir hava barındırmıyor. Direk çayıra bayıra, göllere, albümün adını da veren Bergen’e (Bjoergvin), kısacası “North” olgusuna bağlayan bir tat var ortamda. Tabii karanlık bir anlamda.

Bunun yanında, TAAKE’yi farklı ve iyi yapan özelliklerden biri de, “konseptimiz bu” diyerek her şeyi aynı kalıptan dökülmüş gibi sunmamaları. Pek çok grup, “ülkemizin şanıdır, yavşaklığa giremeyiz” diyerek yıllar boyunca benzer şarkılarla benzer albümleri yapadursun, Høst’ün önderliğindeki TAAKE, gayet deneysel ve sivrilik barındıran işler yapmaktan da kaçınmıyor. Deneyselden kastım clean vokaller veya endüstriyel bir şeyler değil elbet; sonuçta ortada yüzde yüz bir black metal var.

Ancak kimi riflerde grubun “black metal akoru” dediğimiz o soğuk akorları kırıp başka mecralara aktığını da görüyoruz. Misal V’ın 3.15′inde başlayan kısmının, öncesindeki müziğin epikliğine tezat çiğliği, ilk iki şarkının zaten komple yaratıcı rif deryası olması, son şarkıda kullanılan clean gitar ve yer yer kulağa gelen piyano esintileri, Høst’ün seyrek de olsa ilhâm aldığını hissettirdiği neo-klasik etkilenimler, TAAKE müziğini zenginleştiren unsurlardan sadece bazıları. Albüm çıktığında ilk albümdeki daha ortodoks havanın az da olsa değiştiğini gören kemik underground kitlenin “…Bjoergvin…”e burun kıvırmasının sebebi de bu açık görüşlülük işte. III’deki meşhur “boinnnnng” efektine girmiyorum bile.

Son zamanlarda adı saçma sapan olaylarla anılan (hayır o pipili fotoğrafı koymayacağım yazıya) ve her ne kadar gayet yetenekli olsa da özünde, millete saldırmak suçundan üç kere hapse girecek ve sırf milleti şaşırtmak için Almanya’da göğsüne gamalı haç çizmek suretiyle grubun kariyerini baltalayacak kadar denyo bir insan olan Høst’ün elinde nereye gideceği meşhul olan TAAKE, müzik anlamında Norveç’in son on yıl içinde çıkardığı en yaratıcı ve özgün gruplardan biri diye düşünüyorum (Neyse Almanya yasağı kalktı da en büyük pazarlarından birine kavuştular).

Hani bir grubun müziğini açıklamada sıkça kullanmak zorunda kalınan can sıkıcı bir durum vardır: “asla kötü değil, ama ortaya yeni bir şey de koymuyor”. İşte TAAKE böyle bir grup değil. Tamam black metali yeniden keşfetmiyorlar, ancak duyduğunuzda TAAKE dinlediğinizi hissettiren, kafalarında fikirler olduğunu hissettiren, özgün ve karakterli bir müzik yapıyorlar. Bu da bir grubun yarattığı müzik adına değerli bir övgü olsa gerek.

Başta ULVER’in “Bergtatt”ını sevenler olmak üzere, black metale özellikle gönül veren ancak şimdiye kadar TAAKE’yi duymayanlara, başlamaları için önereceğim albümdür “Over Bjoergvin Graater Himmerik”. Black metalin daha piyasa halini ya da en çiğ ve çirkin halini seviyor olmanız fark etmez. Albüm black metal adına gerçek bir kalite timsali olarak size mutlaka hoşunuza giden bir şeyler verecektir.

Hayatınızı değiştirecek çok önemli bilgi: TAAKE (Tåke) Norveççe “sis” demekmiş (TAAKE’ye dair her yorumda nedense bundan bahsetmeye gereği duyuluyor, eksik kalmayayım dedim).

PAIN OF SALVATION’dan haberler

Saturday, March 6th, 2010

Eurovision’un İsveç ayağında ilk turu geçen ve ikinci turu için bugün yarışacak olan PAIN OF SALVATION, yeni albümü “Road Salt Ivory“nin kayıtlarını da bitirdiğini açıkladı.

Daniel Gildenlöw’ün dediğine göre albüm “Road Salt” konseptinin ilk kısmıymış ve on iki şarkıdan oluşmaktaymış. Grubun elemeleri geçtiği ilk Eurovision performansı aşağıdan izlenebilir. Bugün Türkiye saatiyle 21.00′de başlayacak ikinci turu da dilerseniz şuradan izleyebiliyorsunuz.

PRIMORDIAL, DVD trailer’ını yayınladı

Saturday, March 6th, 2010

PRIMORDIAL, haberini şurada verdiğimiz DVD’si “All Empires Fall“un trailer’ını yayınladı.

Başka da bir şey yok gibi.

RHAPSODY OF FIRE’dan yeni albüm detayları ve yeni şarkı

Friday, March 5th, 2010

İtalya’nın en ünlü oluşumlarından ejderha manyağı senfonik power metal grubu RHAPSODY OF FIRE, yeni albüm detaylarını açıkladı.

30 Nisan’da çıkacak albümün adı “The Frozen Tears Of Angels” ve detayları da şöyle:

1. Dark Frozen World
2. Sea Of Fate
3. Crystal Moonlight
4. Reign Of Terror
5. Danza Di Fuoco E Ghiaccio (Italian: Dance Of Fire And Ice)
6. Raging Starfire
7. Lost In Cold Dreams
8. On The Way To Ainor
9. The Frozen Tears Of Angels
10. Labyrinth of Madness (bonus)
11. Sea of Fate (orkestra versiyonu) (bonus)

Albümden “Sea of Fate” de alttan dinlenebiliyor.

Bilindiği gibi RHAPSODY, on beş yıllık kariyerine 1995′te başlamış ancak isim haklarını elinde bulunduran kimi güçler tarafından “değiştirin oyarız” şeklinde uyarılmalarından mütevellit, adlarını RHAPSODY OF FIRE’a çevirmişlerdi (İtalyan mafyası bu şakaya gelmez).

OBSCURA’dan haberler

Friday, March 5th, 2010

2009′un adı en çok anılan gruplarından olan ve sitemizin de en çok tartışılan albümlerinden “Cosmogenesis“in ardından hâlâ turlamayı sürdüren OBSCURA, ilk albümü “Retribution”ın remastered versiyonunu geçtiğimiz günlerde çıkardı.

Albüm, yeni bir kapakla sunuluyor ve üç adeta de cover içeriyor:

01. Humankind
02. Nothing
03. Unhinged
04. None Shall Be Spared
05. Alone
06. Hymn To A Nocturnal Visitor
07. Intoxicated
08. Exit Life
09. Sentiment
10. Sweet Silence
11. Lack Of Comprehension [DEATH cover'ı]
12. Synthetically Revived (SUFFOCATION cover’ı)
13. God of Emptiness (MORBID ANGEL cover’ı)

Diğer yandan, grubun davulcusu Hannes Grossman YouTube üzerinden davul derslerine başlamış ilgilenenleri Youtube kanalına bekliyormuş.

Şöyle de bir tanıtım videosu var kendisinin:

METALLICA – ReLoad

Friday, March 5th, 2010

Bin iki yüz elli altı yıldır metal dinleyen bir insan olarak, tadımın kaçmasına sebep olan, aklıma getirdiğim anda ağzımda kekremsi bir tat bırakan, hayata karşı bir hoşnutsuzluk, efendime söyleyeyim insan ırkına karşı karşı konulmaz bir nefret beslememe yol açan kimi albümler vardır. Bu albümler, genelde önemli gruplar tarafından çıkarılan, sırf bu sebepten gereğinden fazla övgü alan, lâkin aslen her tarafına hayalkırıklığı bulaşmış albümlerdir.

“ReLoad” bu albümlerden biridir.


Lars “Load”dan arta kalan şarkılar” lafını dediği anda zaten ilk “eyvah” gelmişti pek çok insandan. Metal tarihinin en önemli birkaç albümünden biri olan Siyah Albüm’ün ardından, grup her nedense çifte bir albüm yapmak istemiş, ancak sonra bunu ikiye bölüp iki albüme yaymıştı bildiğimiz gibi. METALLICA gibi bir grup, otuza yakın şarkı yazıyor ve ardından da bunların yarısını önce, yarısını sonra piyasaya sürüyorsa, bellidir ki o önce çıkan ilk grup şarkı, bekletilen şarkılardan daha iyidir. Şahsen bu durumu, “St. Anger”dan bile daha büyük bir “kariyer katili” olarak görmekteyim.

“ReLoad” ve “Load”a şöyle bir baktığımızda bile, “Load”un neden önce çıktığını görüyoruz. “Load”daki her şarkı, METALLICA’ya yakıştırılamayanlar olsa da -bence- iyi şarkılar. Belki tam anlamıyla metal olmayan pek çok şarkı var, ancak “Load” -artık hard rock mı dersiniz, southern rock mı bilmem- tarzında çok iyi bir albüm diye düşünüyorum. “ReLoad”a bakınca ise mıymıntı, ağır, bayık ve bir o kadar da ilhâm vermekten uzak şeyler görüyorum. Sırf kapaklar bile içlerinde bu ayrımı gizliyorlar aslında. “Load” kapağındaki fotoğrafta pleksiglas iki tabaka arasındaki kan ve döl varken, “ReLoad” kapağındaysa kan ve çiş var.

Döl > Çiş

“ReLoad”a baktığımızda, gerçekten de arta kalan şarkılar dinlediğinizi fark ettiren bir yapı görüyoruz. Tek özellikleri akılda kalıcı olmaktan ibaret birkaç şarkıyla giren albüm, giderek bitse de gitsek bir havaya bürünüyor. Kötü olan, bu “bitse de gitsek” düşüncesinin uyandığı tek tarafın dinleyici olmaması. Grup da adeta bir uyku sersemliği hissettiriyor, sanki daha şarkıları kaydederken bile “hafız bunlar Load’a giremez ben size söyliyim” düşüncesiyle çalınmış hissi uyandırıyor.

Şarkı dizilişi olarak da “Load”la benzerlikler taşıyan (Mama Said – Low Man’s Lyric) albümün grup tarafından da zayıf bulunmasının en büyük kanıtı, söylenenlere göre hepsi toplu halde önceden yazılan bu yirmi yedi şarkı içinden Unforgiven II’nun, “abi zaten ReLoad daha zayıf, bari bunu ona saklayalım da artı bir puan olsun, ilgi çeksin” denerek “Load”a konmayışıdır. Sadece varsayımla konuşuyor olsam da, tüm şarkılar önceden yazıldıysa, şahsen başka bir sonuca varamıyorum.

Albüme dair kişisel görüşlerime girersem, can sıkıntısı dolu bir yetmiş altı dakikayla karşılaşıyorum. Evet tam yetmiş altı dakikalık “arta kalanlar”. “ReLoad”da gazlı bir açılış ve giderek bayan bir yapı görüyorum. Herhangi bir grup yapsa hastası olmayacağımız, ancak METALLICA olduğu için kanıksadığımız Fuel, The Memory Remains ve The Unforgiven II dışındaki tüm şarkılar, METALLICA’nın kariyerinde bir gıdım bile önem teşkil etmeyen, yoklukları METALLICA adına hiçbir şeyi değiştirmeyecek, bilâkis çok daha hayırlı olacak şarkılar. Bunlar arasından Attitude, Low Man’s Lyric ve kısmen Prince Charming, kanıksayamadıysam da katlanabildiğim şarkılarken, geri kalan yedi şarkıya çok uğraştıysam da tahammül dahi edemiyorum.

Elbet onların da seveni, hastası var (“Fixxxer METALLICA’nın yazdığı en iyi şarkı” diyenini de duydum, olabilir, futbol hatalar oyunu), ancak belki de biraz fazla kişisel yaklaşarak, albümü METALLICA’nın yaptığı yapacağı en kötü albüm olarak görüyorum.

Zaten METALLICA 1991′deki Siyah Albüm’ün ardından gelen beş yıl içinde, hem de hiç durmadan turladığı bir dönemde, tam iki buçuk saatlik materyal yazıyorsa, bunların yarısının bir şeye benzememesi kadar da normal bir şey olamaz herhalde.

Not: Bu yazı, belli bir noktaya kadar hayatın anlamını METALLICA olarak gören eski bir fanboy tarafından yazılmıştır.

IRON MAIDEN yeni albüm ismini açıkladı

Friday, March 5th, 2010

IRON MAIDEN haberini şurada verdiğimiz yeni albümünün adını “The Final Frontier” olarak açıkladı.

Grup Haziran ve Temmuz’u albüm için Kuzey Amerika’yı turlayarak geçirecekmiş. Turnenin alt grubu ise DREAM THEATER olacakmış.

1349 yeni albüm detaylarını açıkladı

Thursday, March 4th, 2010

Norveçli black metal grubu 1349, yeni albümü “Demonoir“ın detaylarını açıkladı.

01. Tunnel of Set – I
02. Atomic Chapel
03. Tunnel II
04. When I Was Flesh
05. Tunnel III
06. Psalm 7:77
07. Tunnel IV
08. Pandemonium War Bells
09. Tunnel V
10. The Devil of the Deserts
11. Tunnel VI
12. Demonoir
13. Tunnel VII

Grup baştaki bağlantıdan da görüleceği üzere albüm hakkında bir hayli iddialı konuşmakta. Albümün basın bülteninde “Demonoir” için: “Ekstremliğin sınırlarını zorlayan grup, bu albümüyle bunu da aşıyor ve black metalin sınırlarını genişleten, akıllara sığmaz bir iş çıkartıyor. Black metal bu albümden sonra şimdi olduğu gibi kalamaz, kalmayacak” yorumu yer alıyor.

MADDER MORTEM’den yeni EP

Thursday, March 4th, 2010

Norveçli avangard gibi grup MADDER MORTEM Mayıs ayında yeni bir EP çıkartıyor.

Where Dream and Day Collide” adlı EP’nin detayları şöyle.

01. Where Dream and Day Collide (single versiyonu)
02. Jitterheart
03. The Purest Strain
04. Quietude
05. Where Dream and Day Collide (album versiyonu)

Norveç içerisinde bir hayli tanınan bir grup olan MADDER MORTEM, son albümü “Eight Ways”i geçtiğimiz sene çıkarmış, kapağıyla da adından söz ettirmişti.

Bir de EP’ye konu olan şarkıyı koyalım ağzımız tatlansın.

THE LAST EMBRACE – Inside

Thursday, March 4th, 2010

Berca B.

2007 yılına yeni girmiştik. Medeniyete uzak bir diyarda, değil internet, bilgisayarın bile zar zor bulunduğu bir yerde, Pain of Salvation’ın yeni albümünü edinmeye çalışıyordum. Uzun uğraşlar sonunda uygun bir vakti denk getirerek interneti ele geçirmiştim. Büyük bir açlıktan çıktığım için o an dünyanın kontrolü elimde gibi hissetmiştim. Yaptığım ilk iş tabii ki dinleyemediğim albümleri edinmekti. Dikkatimi çeken birkaç tane daha albümle birlikte “Scarsick“i de ele geçirmiştim. Onca zaman sonra internet bulduğum için yapmam gereken tonla iş olmasına rağmen albümü o kadar merak ediyordum ki hemen oracıktan ayrıldım ve albümleri telefonuma yükledim, ilk şarkıyı açtım.

Bildik PoS sound’una uymayan, prodüksiyon kalitesi kesinlikle önceki albümlerin altında, piyano yüklü ilginç bir enstrümantal ile açılıyordu albüm. “Bu kez ne yapıyor bu adamlar acaba” diye düşünürken ikinci şarkı girdi. Bu kez şarkı gayet vokalliydi. Ama bendeki şaşkınlık giderek artıyordu. Çünkü konuk sanatçı olduğunu düşündüğüm bayan vokal bir türlü yerini Daniel’e bırakmak bilmiyordu. Olan bitene bir türlü uyanamamış olan ben, sonunda telefona bakma ihtiyacı hissetmiştim. Şarkı adı Mother’dı, sanatçı ise The Last Embrace.

The Last Embrace ile tanışma hikayem budur. Yaklaşık üç buçuk dakika boyunca yeni Pain of Salvation albümünü dinlediğimi sanarak dikkatimi çekmişti kendileri. Durumu fark ettiğimde de kendilerine özgü çekicilikleri ile “Scarsick”e geçmemi engellemiş ve kendilerini dinletmeye devam etmişlerdi. Bunun sebebi ise büyük ihtimalle müziklerindeki samimiyetti. Yani yaptıkları müziği bir “iş” olarak görmemeleri. İçlerinden geldiği gibi samimi bir müzik, tabii ki belli kalite standartlarının dışına çıkmayarak. Sanırım böyle işleri özleyen pek çok insan vardır.

The Last Embrace, internette çoğunlukla gotik metal olarak tanıtılıyor (çoğunlukla dediğim de 3-4 site), ki kim böyle tanıtıyorsa temiz bir dayak istiyor. Açıkçası bu tarz bir müzikten hiç hazzetmeyen biri olarak The Last Embrace’i kendim keşfetmesem ve gotik bir grup olduğunu duysam, “Meeh, istemez” der geçerdim. Aynı zamanda gotik metalden hoşlanan bir insanın da bu grubu dinleyip “evet, çok hoşuma gitti” diyeceğini hiç sanmıyorum. Evet, grup hatun vokal kullanıyor, ancak günümüz hatun vokalli gruplara kıyasla fazlasını sunuyor. Yani bayan vokali duyup da hemen kaçmayın, sırf sizin için kendi ellerimle şarkılarını youtube’a upload ettim, onları bırakın benim emeğime yazık.

Gotik metal mevzusunu hallettiğimize göre grubun sound’una biraz daha yönelebiliriz. The Last Embrace, kendi tanımlamalarıyla atmosferik progresif metal yapıyor. İlk okuyuşta kulağa komik gelen bir tarz ancak ben pek de haksız olduklarını düşünmüyorum. Müziklerinde çoğu zaman yoğun bir atmosfer var ancak sürekli bir progresiflikten de söz edemeyiz. Yine de bayan vokal denildiği anda akla gelen pek çok gruba kıyasla Fates Warning gibi durduğunu da söyleyebilirim. Değişen şarkı yapıları, klasik verse/köprü/nakarat formülünü tekrar tekrar kullanmamaları, şarkıların başladığı gibi bitmemesi, sürekli değilik şeyler duymak falan insanın içini bir hoş eden şeyler.

Grup elemanlarının her birinin ayrı ayrı yetenekli ve yaratıcı olduğunu söylemek mümkün, ancak bunu farketmek biraz zaman alabilir çünkü The Last Embrace’in mıknatıs etkisi taşıyan asıl özelliği vokal Sandy. Kolay kolay hatun vokal sevebilen biri değilim ancak ablamızın ipek gibi, melek gibi, adeta gökten inme bir sesi var. Aksanının mükemmel olduğunu söyleyemem ancak o bile ayrı bir tat katıyor. Son yüzyılın en geçmek bilmez geyiklerinden biri olan “Fransızca çok kibar dil abi ya” mevzusunun şarkılara aksan olarak yaptığı etki hakikaten tadından yenmez olmuş. Tip olarak da çok güzel biri olmamasının grubun “nasıl olsa bu hatunla dergilere kapak olamayız” diye düşünerek piyasa işler yapmamasında pay sahibi olduğunu düşünüyorum. Çirkinliğin bu müziğe etkisi büyük hakikaten.

Gitaristler Oliver ve Laurent kardeşlerimizin çok başarılı işler çıkardığını söyleyebilirim. Yer yer akustik pasajlar, yer yer cuk oturan sertlikler ve her birinde ayrı bir ruh olan sololar ile yapmayı hedefledikleri her işi 12′den vurdukları açıkça belli oluyor. Daha önce de dediğim gibi şarkının başladığı gibi devam etmemesi, melodi bolluğu, akustiklerin enfes havası, kendi tanımlamalarındaki “atmosferik” kelimesinin boşa olmadığını açıkça ortaya koyuyor. Ancak atmosfer kelimesinin bu albümdeki asıl karşılığı şüphesiz ki klavye ve piyano.

Evet, klavye işlerinden sorumlu Coco o kadar dozunda ve o kadar yerinde kullanmış ki enstrümanını, kesinlikle görevi kötüye kullanmak gibi bir şeyden söz edemeyiz. Aranızda klavye abartılınca midesi bulananlar olduğunu biliyorum, rahat olun, yok öyle bir şey. Özellikle açılış şarkısı Introspection’daki piyano, son şarkı To Dispel Inner Fears’daki klavyeler ve albümün zevk bakımından doruk noktası olan mükemmel enstrümantal Eclipse’deki HER ŞEY, klavyeden nefret edenlerin bu nefreti gözden geçirmelerini sağlayacak kalitede.

Davul ve bas konusunda da bir sıkıntımız yok. Herkes saçmalama sınırını geçmediği sürece istediğini yapmakta özgür olduğu için gayet doyurucu bir davul ve bas kullanımı var. Özellikle davulcunun tarzı çok hoşuma gitti. Tıpkı klavye gibi dozunu bilmeden kullanınca adeta bir işkenceye dönüşen china zili kullanımına albüm süresince bayağı sık başvuruluyor ancak hiçbir kulak tırmalaması, rahatsızlık, “of bu ne be vurma artık şuna” gibi yakarışlar olmuyor. Albümün progresif etkisine davul ve basın önemli ölçüde katkısı var.

Prodüksiyon, daha önce de bahsettiğim gibi kristal bir sound sunmuyor. Albüm çıktığı sırada 8 yaşında olan ve arkalarında hiçbir desteği olmayan bir grup için (bu albümün de ilk albümleri olduğunu hatırlatalım) aslında yapabileceklerinin en iyisini yapmışlar, ancak gerekli desteği bulabilirlerse (ki bulamadılar) çok daha iyisini yapabilirler diye düşünüyorum. Yine de şu anki hali de öyle çok rahatsız edici, berbat bir sound değil.

Grup myspace sayfalarına Marillion, Porcupine Tree, Pink Floyd, Genesis, The Gathering, Anathema, Opeth gibi gruplara benzediklerini yazmış. Açıkçası Anathema ve Opeth’le neredeyse hiçbir alakaları olmadığını söyleyebilirim. Her akustik gitar kullanan Opeth’e benzeseydi, ohoo… Hadi diğerleri de bir yere kadar da, Anathema’yla nasıl bir bağ kurmuşlar hakikaten anlayamadım. Kendi ekmeklerini kendileri ıslatmışlar adeta. Hayır Anathema sevmeyen adam kaçacak sonra, ona yanıyorum ben. Açıkçası ben grubun listedeki daha progresif gruplara yakın durduğunu düşünüyorum.

Yavaş yavaş toparlayayım. The Last Embrace hiç de fena bir grup değil. Hatta piyasadaki bu tarz birçok gruba baktığım zaman kendilerine yazık olduğunu düşünüyorum. Çünkü grup hakikaten güzel müzik yapıyor ve malesef bunu duyurabildikleri insan sayısı çok çok az. Ne bir wikipedia sayfaları var, ne bir internet siteleri var (iki yıl önce vardı, tamamen Fransızca’ydı ve kısa bir süre içinde de kapandı), ne myspace sayfaları hit alıyor, ne metalle ilgili sitelerde adı geçiyor, yani yazık. 2009′da da bir albüm çıkardılar ancak ben hiçbir yerde bir türlü bulamıyorum. Aslına bakarsanız, bu yer altı durumunun gruba etkisinin iyi mi kötü mü olduğuna da pek karar veremiyorum. Böylesine yer altı kalmaya devam ederlerse kariyerlerinin olması gerekenden çok daha kısa sürede ve az sayıda albüm ile biteceğinden korkuyorum. Güneş yüzü görürlerse de şu anda hissettiklerini düşündüğüm “yaptıkları müziği iş olarak görmeme” düşüncesini yitirip samimiyetlerini kaybedeceklerinden korkuyorum. Böyle de çile çektiriyorlar bana bilmeden. Neyse, albümde Somewhere in the Dark Rain, Inside, Eclipse şarkılarını es geçmemeye çalışın. İyi dinlemeler.

DEATH ANGEL yeni albüm kaydına başladı

Thursday, March 4th, 2010

Thrash metalin önemli isimlerinden DEATH ANGEL, yeni albüm kayıtlarına başladığını açıkladı.

Grup, Eylül’de çıkması planlanan albümün bugüne kadarki en teknik ve agresif DEATH ANGEL albümlerinden biri olacağını söylemiş. Albümden “Into the Arms of Righteous Anger” adlı şarkının canlı halini aşağıdan izleyebiliyoruz.

MEGADETH yeni kadrosuyla ilk kez sahnede

Thursday, March 4th, 2010

David Ellefson’lu yeni kadrosuyla “Rust in Peace”in 20. yılı turnesine başlayan MEGADETH’in, yeni kadrosuyla ilk görüntüleri yayınlandı.

Son dönemde ardı ardına röportajlar veren Dave Mustaine, bu röportajların birinde kendisine sorulan kadro değişikliğiyle ilgili bir soruya “David Ellefson benim hayattaki en iyi arkadaşım. Onu çok seviyorum” şeklinde yanıt verdi.

SONISPHERE Türkiye açıklandı

Thursday, March 4th, 2010

Sizi şöyle alalım.

THE HAUNTED’dan DVD ve albüm

Thursday, March 4th, 2010

THE HAUNTED, yakında yeni bir DVD çıkaracağını açıkladı.

Road Kill” adlı DVD’nin yılın ikinci yarısında piyasada olması bekleniyormuş. Hatırlanacağı üzere grup daha önce de Marco Aro’lu kadrosuyla “Caught on Tape” DVD’sini çıkarmıştı.

Grup aynı zamanda yeni albümünü de yazmakta olduğunu ve albümün “The Dead Eye”ın bıraktığı yere bir dönüş şeklinde olabileceğini söylemiş.

Son albümü “Versus” için turlamayı da ihmal etmeyen THE HAUNTED, SLAYER’dan gelen özel taleple grubun yakında başlayacak Avrupa turnesinde SLAYER’ın alt grupluğunu yapacak.

FUCK THE FACTS yeni EP’sini yayınladı

Wednesday, March 3rd, 2010

Kanadalı grindcore grubu FUCK THE FACTS, yeni EP’si “Unnamed EP“yi yayınladı.

Kapakları ve dağıtımı dahil her şeyi grup tarafından yapılan ve DIY felsefesinin nadide bir örneği olan EP’nin detayları da şöyle:

EP’yi dinlemek için şuraya bir göz atabilirsiniz.

Kadın vokalistli grupların en vahşilerinden biri olarak bilinen grup, underground sahnede hatırı sayılır bir üne sahip.

APOCALYPTICA yeni albüm adını açıkladı

Wednesday, March 3rd, 2010

APOCALYPTICA, yazın çıkacak yeni albümünün adını “7th Symphony” olarak açıkladı.

Albümde önceden de olduğu gibi Dave Lombardo ve birtakım başka konuk müzisyenler gruba eşlik edecekmiş.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.