# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

ENTOMBED – Left Hand Path

Monday, June 21st, 2010

(Yazıyı okumaya zamanı olmayanlar şuradaki formatı, bu albüme de uygulayabilirler. “Okurum” diyenleriyse aşağı alalım.)

Death metal Amerika’da şekillenirken, ergenliğin tavan yaptığı yaşlardaki bir avuç İsveçli genç, muhtemelen farkında bile olmadan bir canavar yaratmaya başlamıştı. Akranları ortaokul sıralarında pandik “orgy”leri düzenlerken; özellikle A.B.D. ve İngiltere’den çıkmaya başlayan death metalin öncü gruplarını gıptayla dinlemekle meşgul olan gençler, kurdukları irili ufaklı gruplarla kısa zamanda bu ortama özgü bir müzik ortaya koyuyordu. “Left Hand Path” de bu çevrenin birkaç yıl içinde yaptığı birikimin, albüme dönüşmesinin ilk örneği olarak kayıtlara geçti ve bir piyasanın oluşmasının fitilini ateşledi.

1987 yılında Nicke Andersson ve Alex Hellid tarafından önce Brainwarp, hemen ardından da Nihilist adı altında oluşturulmaya başlayan kadroda bulunan; efsanevi Sunlight gitar tonunun da kâşifi sayılan Leif “Leffe” Cuzner’in zorunlu olarak Kanada’ya taşınmasıyla gruba, yine efsanevi İsveçli grup Morbid’den (Mayhem’den tanıdığımız Dead de bu grupta bir dönem vokal yapmış) Lars-Göran “L-G” Petrov ve Ulf “Uffe” Caderlund’un katılmasıyla çekirdek kadro oluşmuş oldu.

Entombed elemanlarının, 2007 yılında yayınladıkları “Serpent Saints – The Ten Amendments” albümünün kapağına, 2006 yılında ölen Leffe’yi anmak için “Leif Cuzner Rest in Peace” yazısını iliştirdiklerini de eklemiş olayım. Hatta ansiklopedik bilgi vermeye devam edeyim, Leif Cuzner’in Boss HM-2 Heavy Metal pedalla elde ettiği “elektrikli testere” tonu, 25 yıldır İsveç death metalinin alametifarikası olarak anılmaya devam ediyor. Biz de kendisine olan minnet borcumuzu “Rest in Festering Slime” diyerek ödeme çalışalım.

Nihilist adı altında üç demo yayınlayan grup, bırakın internetin olmasını, C64’ün yerini Amiga’ya yeni yeni bırakmaya başladığı yıllarda adını İsveç dışına duyurmayı başaracak derecede iyi besteler yapmaya başlamıştı. Son demonun ardından dağılıp akabinde Entombed adıyla toparlanarak, vakit kaybetmeden “But Life Goes On” demosunu yayınladılar. Earache Records tarafından fark edilmeleri, neredeyse tamamı Nihilist dönemi parçalarından oluşan “Left Hand Path”in ilk albümleri olarak yayınlanmasını sağladı.

Ansiklopedik bilgi geliyor: Kesin bir tanımı olmamakla beraber, Entombed’un kullandığı anlamıyla “Left Hand Path”, Satanizm’in de değişik kollarını içinde barındıran, bireyselciliğe, dogmalara başkaldırıya, dünyevi zevkleri kucaklamaya dayanan felsefi yolu ifade ediyor. Dönemin grupları açısından bakıldığında, yapılan müziğin verdiği hissiyatı yansıtmak için biçilmiş kaftan desek yanlış olmaz. Albümle aynı adı taşıyan açılış parçasının sözlerinin de Anton LaVey’in “Satanik İncil”iyle paralellik gösterdiği aşikâr. Bunların hepsi kedi kesiyor zaten.

I am my own God, master, slave
And I will be beyond the grave
No one will take my soul away
I carry my own will and make my day

Altı buçuk dakikalık bu başyapıtın adını anmışken ayrıntısına girmeden geçemem, istisnamı yaparım. Amerikan death metalinin yobaz bir neferi olarak Avrupalı death metalle ilk tanışmam bu albüm ve bu parçayla olmuştu. Albüm kapağındaki mezar taşı, bin kuşağın ruhlarının yandığı yerden bahsediyordu ve CD’yi takmamla yanan ruhların çığlığı basması bir olmuştu. Arkasından giren gitar tonu kırk dakikalık bir ses duvarı oluşturup albüm bitiminde dinleyiciyi kazıkçı müzik dükkanlarına, Boss HM-2 pedal aramaya yolluyordu. Hızlı ilk bölümün ardından gelen, kuzeyli grupların olmazsa olmazı “doom-vari” havayı taşıyan mid-tempo rif, bugün Death Breath’in sıklıkla yâd ettiği İsveç patentli lead kalıbıyla “ağır” bir rife ve bol tremolo kollu, karambol bir soloya bağlanıyordu. L-G Petrov’un düğün ekolu, kusan brutal vokali okült atmosferi iyice yükseltiyor, hemen arkasından giren klavye, 1979 yapımı korku filmi Phantasm’ın müziğini çalarken “doom-vari” gitarların devreye girmesi, melodik ve bol bendli bir soloyla epik bir sona bağlanıyordu. Bu tariften de anlaşıldığı gibi karşı karşıya olduğumuz şey, pek de alışık olduğumuz formatta değildi ve daha yirmi yaşında bile olmayan gençler tarafından yapılmıştı.

Genellikle Avrupalı death metal gruplarının olayı, müziklerinde değişen ölçülerde melodiklik barındırmaları; bunun olmadığı durumlarda da şarkı yapılarının, Amerikalı death metal gruplarının çoğunun aksine yoğun bir atmosfer oluşturacak şekilde olmasıdır diye düşünüyorum. Örnek vermek gerekirse Cannibal Corpse şarkılarının insani duygulardan tamamen arınmış psikolojisi, dönemin Avrupalı gruplarında yerini daha insani (!) temalara bırakabiliyor. “Left Hand Path”te de durum aynı şekilde. Müzik sürekli bir saldırganlık, vahşilik içerisinde ilerlemek yerine, zaman zaman -yukarıda da bahsettiğim- doom-vari havaya bürünüp öldürürken düşündürüyor.

Nispeten ağır tempolu ve doom hissiyatı aşılayan bölümleri çevreleyen, her notasından leşlik damlayan hızlı rifler, düşük akordu da yiyince, ortama yeşil sis efektli koku saçmaya başlıyorlar. Zamanla “Stockholm beat” adını alan ve 80’lerin hardcore ve punk’ının etkisini taşıyan ritim üzerine kurulu power chord rifleri hızlı bölümler de taramalı riflere ek olarak dinleyiciyi ahenkle kafa sallatıyor.

Grubun o yıllarda Amerikan camiasından en çok etkilendiği iki grup R.A.V.A.G.E. ve Xecutioner… Daha sonra Atheist ve Obituary adıyla efsaneleşecekleri önceden belli olan iki grubun ismini “Serpent Saints – The Ten Amendments” albümündeki “Masters of Death” adlı parçanın sonunda da duyuyoruz, tespiti iyice sabitliyoruz. Bu parçanın olayı, Entombed’un alçakgönüllülüğünün de bir göstergesi olarak, death metalin ustalarına itaf edilmiş olması. Grup, geçenlerde de iptal olan Güney Amerika konserlerinden birinde myspace sayfalarına “Buraya otelde uyumak için gelmedik, bi bar ayarlayın da kendi kendimize çalıp oynayalım” minvalli bir mesaj yazarak gönüllerde bir kez daha taht kurmuştu.

Bu ve benzeri albümlerin kayıt yeri olmasından kelli efsaneleşen Sunlight stüdyosunda, Tomas Skogsberg tarafından yapılan kayıt, Nihilist dönemindeki imkânsızlıkların aşılarak elektrikli testere zinciri takılmış ve “si”ye varan düşüklükte akortlanmış gitarların ve bol “reverb”lü vokallerin bulanmadan duyulmasını sağlıyor. Albüm kapağının da bir efsane tarafından çizilmiş olması, albümün efsaneoğlu efsanevi olmasını sağlıyor. Dan Seagrave’den ayrıca bahsetmeme gerek yok sanırım.

Yazının başında da dediğim gibi, bu albüm sadece kaydeden kadronun değil, dönemin ortamının ortak birikiminin ürünü dersek, herkesin hakkını iade etmiş oluruz. Mesela Carnage’ın “Dark Recollections” albümüne veya geçtiğimiz yıl Relapse Records tarafından şarkıları topluca tekrar basılan Nirvana 2002’nin müziğine bakarsak bu durumu daha iyi anlayabiliriz. Nirvana 2002 vokalisti Orvar Säfström’ün de “Left Hand Path”in ardından çıkan “Crawl” EP’sinde Entombed’dan bir süreliğine ayrılan L-G Petrov’un yerini doldurduğunu da hatırlatmakta fayda var.

Özellikle Entombed, Grave, Dismember ve Unleashed dörtlüsü, yirmi yılı aşkın bir süredir yeni gruplara ilham verirken, bu grupların çatısı altından da bu süre boyunca aynı tarz veya tarz dışı, ama illa ki kaliteli gruplar ve albümler çıktı, çıkmaya da devam ediyor (bkz. The Hellacopters, Death Breath, Vicious Art, Repugnant vb.). Ağırlıklı olarak yazdığım kritiklerden de anlaşılacağı gibi bu dönemin adeta bir “fanboy”uyum, şakşakçısıyım, bayraktarıyım. Özellikle son birkaç yılda old school İsveç death metalinde gözlenen dirilişten de her fırsatta bahsediyorum. Ama bugün Opeth ve Katatonia gibi dev grupların elemanları ve Dan Swanö gibi bir deha bile sözü edilen dönemin ve özellikle de Entombed’un hakkını ödemek için grup kuruyorsa, burada lafı daha fazla uzatmama da gerek yok.

Entombed özelinde bakarsak, “Left Hand Path”i izleyen yirmi yılda, aynı şeyi yapmayı sevmeyen adamlar topluluğu olarak, her albümde farklılaşan ama kaliteyi de koruyan bir grup görüyoruz. 15-16 yaşlarında oluşturdukları bu maya; yaptıkları tarz, death metalin sınırlarını ne kadar zorlarsa zorlasın, hatta aşarsa aşsın, aynı kalmaya ve ilham vermeye devam ediyor.

İkinci bir Swedish Death Metal kitabı da ben yazmadan burada bitiriyorum. Kendimi tutamadım; albüm kritiğiyle beraber, bir döneme, bir piyasanın doğuşuna inceden ışık tutan bir yazı oldu. Umuyorum herkesin hakkını vermişimdir. Eksiğim, kusurum varsa affola…

What man’s created
Man can destroy
Bring to light
That day of joy

hysteresis

ATHEIST vokalistinden akustik tınılar

Monday, June 21st, 2010

ATHEIST vokalist/gitaristi KELLY SCHAEFER, yeni bir projeye imza atmaya hazırlandığını açıkladı.

SCHAEFER, yeni ATHEIST albümünü yazarken sürekli metalle haşır neşir olduğunu, son birkaç aydır değişik bir şeyler yapma ihtiyacı duyduğunu ve birkaç arkadaşıyla birlikte KELLY SCHAEFER & FRIENDS adlı akustik bir projeye giriştiğini belirtmiş. SCHAEFER’ın üstteki fotoğrafından ulaşabileceğiniz yeni myspace’inde, projenin yepyeni şarkılarının demo hallerini dinlemek mümkün.

Ha bir de yeni ATHEIST albümjü demişken

Big Four fotoğraf çekiminden tarihi anlar

Sunday, June 20th, 2010

Big Four’un Polonya’daki tarihi buluşmasının görüntüleri nihayet yayınlandı.

O günkü konserde de şöyle dolaplar dönmüştü.

AEON’dan yeni klip

Sunday, June 20th, 2010

İsveçli death metal grubu AEON,yeni albümü “Path of Fire“dan “Forgiveness Denied”a çektiği ve insan sevgisi, yaşlılara saygı gibi temaları işleyen klibini yayınladı.

Yaşlı başlı adam aslında. Gençlik nereye gidiyor… :(

AMORPHIS – Tales From the Thousand Lakes

Sunday, June 20th, 2010

Zaman 90′ların ortaları. İsveç diyarında bir hareketlenme var, At The Gates diye bir grup death metale melodi katmış, ortalık karışmış. In Flames “Lunar Strain” ile, Dark Tranquillity “Skydancer” ile piyasaya girmiş dikkatleri “melodik death metal” denen bir şeye çekmiş durumdalar. Çok değil bir-iki sene kadar sonra aralarına Opeth girecek, İsveçli melodik ekstrem metal gruplarının dünyayı istilası başlayacak.

Bütün bu hareketliliğin ortasında, İsveç’in bu hengamede fazla dikkati çekmeyen komşularından birinde Amorphis diye bir grup enteresan bir albüm çıkarıyor. Şarkı sözlerini Kalevala’dan alan, gayet melodik, temiz vokallerin kullanıldığı, sınıflandırması zor bir albüm. Grubun bu albümü o kadar başarılı oluyor ki, ülke içinde müzik tarzını tamamen bu albüm üzerine kuran gruplar çıkmasına neden olduğu gibi, dönemdaşları Sentenced ve Stratovarius ile birlikte dünyaya yeni bir metal ülkesinin doğuşunu müjdeliyor: Finlandiya.

“Tales From The Thousand Lakes”in, ya da genel olarak Amorphis’in Fin müziğine etkisini anlatmak zor. Fin gruplar genel olarak folk temelli ortak bir melodi yapısını paylaşıyorlar ancak ekstrem metal dahilinde bu yapının temelini atan en önemli albüm muhtemelen “Tales From The Thousand Lakes”. Hâlâ daha yeni çıkan Fin grupların bir çoğunun yaptığı müzikte bu albümün izlerini görmek mümkün.

Finlandiya’nın komşusu İsveç gibi metal müzik adına kaynak bolluğu yaşamadığını düşünürsek Amorphis’in ülke müziği üzerindeki bu etkisi şaşırtıcı değil. Ancak “Tales From The Thousand Lakes” bir ülkenin kendi kültürünü heavy metal ile kaynaştırıp bir nevi ufak çaplı devrim yaratması adına önemli bir örnek. Amorphis’in “Aa bak ne güzel durdu” diye değil de, müziğin içine yedirerek (veya müziği sözlere yedirerek diyelim) ulusal epik şiirleri Kalevala’yı bu albümde kullanma biçimi gayet kendine özgü. Metal dünyasının “konsept albüm” kavramı içinde değil de, tam anlamıyla bir bütünleşme var.

Albümün önemi belli, peki içeriği ne derece kuvvetli? Yazının başında bahsettiğim “Melodik death metal” dönemi içerisinde, o hareketi başlatan albümlerden biri olarak kabul ediliyor “Tales From The Thousand Lakes”. Bu akım içerisinde “Tales From The Thousand Lakes” özellikle klavye/synth sound’u ile farklılaşıyor. Amorphis’in karakteristik Fin işi folk melodileri tabii ki müziğin çok önemli bir parçası, ancak bu albümü dönemdaşlarından ayıran en önemli yanı müziğe yedirilen klavye kullanımı. The Castaway’de bariz Pink Floyd göndermesi ile ayyuka çıkan genel bir psychedelic hava var klavyelerde, grubun Light My Fire cover’ı da şaşırtıcı gelmiyor bu açıdan bakınca.

Ama albüm içinde grup bu havayı öyle bir halde sunuyor ki şarkıları dinlerken içiniz donuyor, soğuk Finlandiya havası yüzünüze çarpıyor. Sanmıyorum ki Black Winter Day başladığında bir kişinin içi ürpermesin, “Tales From The Thousand Lakes”i özel yapan yönlerden biri işte bu klavye kullanımı.

“Tales From The Thousand Lakes” dönemdaşları gibi melodi fışkıran bir albüm olmasına rağmen, Fin melodik death metalini diğerlerinden farklılaştıran bir doom metal etkisi de var albümde. Fin işi, folk kökenli melankolik melodileri bir de hafif doom metal rifleriyle birleştirince ortaya Finlandiya’ya özgü bir karışım çıkıyor. Bunu 70′lerden fırlamış klavye kullanımı ve Kalevala ile birleştirince de Amorphis ve “Tales From The Thousand Lakes” oluyor.

Pasi Koskinen’in daha gruba girmediği yıllarda albüme temiz vokaller için konuk olan Ville Tuomi’nin albümün özgünlüğündeki katkısını da es geçmemek lazım, “Orchid”in daha piyasaya çıkmadığı bir dönemde temiz vokallerin death metal’de bu derece başarılı ve tadında kullanılması önemli ve kısmen devrimci bir işti.

Günümüzde Amorphis biraz daha farklı bir müzik icra etse de hâlâ bu albümün etkisini müziklerinde bulmak mümkün. Grubun “Karelian Isthmus” ile çıktığı yolculukta sadece Amorphis’in değil, Fin müziğinin de kaderini değiştiren bir albümden söz ediyoruz, şaşırtıcı değil elbette. Neticede etkisi sadece geçmişle de sınırlı değil, günümüzde bir çok yeni nesil Finlandiyalı melodik death metal grubu (tabii Bodom çocuklarına özenmeyenleri) veya doom/death metal grubu hâlâ referans olarak bu albümü alıyorsa, “Tales From The Thousand Lakes” zamanın testinden de sapasağlam çıkmış demektir. Kendine özgü o soğuk melodileri, baştan sonra bütünlük içinde giden şarkıları, klavye kullanımı, temiz vokalleri, görece progresif şarkı düzenlemeleriyle, kısacası her yönüyle kendi kimliği olan gayet özgün bir albüm “Tales From The Thousand Lakes” ve 2010 yılında da hâlâ bu kimliğini korumaya devam ediyor.

sambalici

DREDG Türkiye’ye gelsin kampanyası

Sunday, June 20th, 2010

DREDG sevenleri, grubun ülkemize gelmesi için bir imza kampanyası başlatmışlar. Alttaki resimden katılmak mümkün.

Nereye varır bilinmez, ama katılmaktan da bir zarar gelmez.

SPIRITUAL BEGGARS yeni vokalistini ve albüm adını açıkladı

Sunday, June 20th, 2010

İsveçli stoner grubu SPIRITUAL BEGGARS, şuradan duyurduğumuz yeni albümününün adını “Return to Zero” olarak açıkladı.

Albümdeki şarkı isimlerinden bazıları ‘Star Born’, ‘Lost In Yesterday’, ‘The Chaos Of Rebirth’, ‘We Are Free’ ve ‘Concrete Horizon’ olarak sıralanıyormuş. Grup, bir süre önce ayrılan vokalist JB’nin yerine de FIREWIND vokalisti Apollo Papathanasio’yu saflarına katmış.

Papathanasio’nun sesi nasıl diye merak ederseniz, şu röportajdaki şarkıları dinleyebilirsiniz.

A PERFECT CIRCLE’dan haber var

Sunday, June 20th, 2010

A PERFECT CIRCLE’ın bu yıl bitmeden yeni bir albüm çıkaracağı söyleniyormuş.

Maynard James Keenan ise yaptığı açıklamada “Bir şeyler yapacağız evet, ancak bütün bir albüm çıkaracağımız konusunda şüpheliyim. Tüm enerjimizi artık şu kimsenin sallamadığı plastik diskleri doldurmaya harcamaktansa, özel anlam taşıyan birkaç parça yapmak daha çekici geliyor” demiş.

Yakın zamanda TOOL’un da yeni albüm çalışmalarına gizli gizli başladığını biliyoruz.

SPAWN OF POSSESSION’dan yeni sapıklık

Saturday, June 19th, 2010

Çoşkun kadrosuyla yeni albümünün yolu gözlenen teknik brutal death metal grubu SPAWN OF POSSESSION, albümde yer alacak bir şarkının demosunu myspace’ine koydu. Aşağıdaki resimden ulaşabiliyoruz (En üstteki şarkı).

Şarkıda türün önemli vokalistlerinden Chalky hünerlerini sergilerken, adı henüz belli olmayan parçanın soloları da şu an mevcut değilmiş. Grubun asıl bestecisi Jonas Bryssling, albümün çıkışına dair “Evet biraz yavaş oluyor, ama buna mecburuz, çünkü hepimizin SPAWN OF POSSESSION dışında da sorumlulukları, işleri var” buyurmuş.

Albüm bir şekilde çıksın, o bize yeter.

OVERKILL – The Years of Decay

Saturday, June 19th, 2010

Berca B.

…ortaya böyle bir şey çıkar herhalde. Tüm etkileşimlerin bu derece doğru kullanıldığı, içine yeteri kadar girilmediğinde düz bir thrash albümü olarak gözükse de yeteri kadar derine dalınca insanı şaşırtacak derecede farklılıklar barındıran, pek çok duygu patlaması yaşatabilen, sinirlendiren, korkutan, hüzünlendiren, eğlendiren kaç albüm vardır acaba?

Şu albüme bakıyorum ve soruyorum kendime, yaşıtları sayılabilecek ve şu an günümüz thrash metalinin klasikleri sayılan “…And Justice For All” ve “Rust In Peace“den aşağı kalır bir yanı var mı, onlarla birlikte adı geçmeyecek bir albüm mü bu? Objektif olmaya çalışıyorum inanın. Ancak her seferinde sorumun cevabı net; hayır, aşağı kalır hiçbir yanı yok.

Sonisphere sağ olsun önümüz arkamız Big Four muhabbetlerinden geçilmediğinden insan ister istemez Anthrax’ın yıllardır sallanan koltuğuna farklı farklı adaylar düşünüyor ve akla ilk gelen üç gruptan biri mutlaka Overkill oluyor (diğerleri Exodus ve Testament tabii ki).

Grup şu sıralar istikrarsız kariyerlerinin son büyük şaheseri “Ironbound“la eski günlere döner gibi olsun, biz de bugün grubun dönmeye çalıştığı o eski günlerin neye benzediğinden bahsedelim. Bayanlar baylar, karşınızda thrash metal tarihinin en muazzam albümlerinden biri, “The Years of Decay”.

Yazı boyunca bu tabiri hemen hemen her şarkı için kullanmak isterdim ancak hem açılış şarkısı olması, hem de başındaki nefis Blitz çığlığı hatrına hakkımı şimdi kullanacağım: “Overkill tarihinin en güzel şarkılarından biri” olan Time to Kill ile açılıyor şaheser. Albüm boyunca döktüren üç Bobby’den Gustafson olanının nefis rifleriyle adeta thrash nasıl icra edilmeli dersi alıyoruz altı dakika boyunca. Hafif progresif dokunuşlarıyla ve şizofrenik tatlar veren bölümleriyle de ayrı hoşluklar hissetmemek elde değil. Aslında bu hoşluklar albümün geneline yayılmış da denebilir. Albüm boyunca bu progresif yapı korunuyor ve sert riflerle güzel bir uyum yakalanıyor.


Aslına bakarsanız albüm iki bölümden oluşuyor diyebilirim: Skullcrusher’dan öncesi ve sonrası. Skullcrusher’a kadar olan bölüm nispeten daha enerjik ve hızlıyken, Skullcrusher’ın adeta doom’a göz kırpan temposuyla hem Black Sabbath’a selam ediyoruz, hem de albümün devamının derinleşeceği ve daha çok orta tempo sularında yüzeceği sinyalini alıyoruz. Albümün ilk yarısından az önce bahsettiğim Time to Kill dışında Elimination’dan da ciddi anlamda Metallica etkileşimleri almak mümkün fakat şarkılar hiçbir şekilde “Metallica’nın kullanmak istemeyeceği şarkıları” gibi tınlamıyor, aksine oldukça yaratıcı bölümleriyle pek çok Metallica şarkısını da solluyor.

İyiden iyiye riflerden bahsetmeye başlamışken Bobby Gustafson için de ayrı bir parantez açayım artık. Bilmeyenler için şöyle söyleyeyim; kendisi Overkill’ı tam 20 yıl önce terk etmiş olmasına rağmen grubun gördüğü en önemli gitaristtir. Yalnızca dört albümde çalmış olmasına rağmen her birinde ayrı ayrı izler bırakmış, bir acayip yetenek abidesidir. Öyle ki, grubu terk ettiğinde yerine 2 gitarist almak zorunda kalmıştır Overkill. Hem catchy, hem de teknik sayılabilecek riflerle Overkill’a yepyeni yollar açmıştır adeta. Daha önce de bahsettiğim gibi, kimi zaman Metallica’yı andıran rifleri olsa da, O bundan çok daha ötesidir ve metal müziği bırakması çok büyük bir kayıptır. Bu albümde hissedilen farklı farklı duyguların Blitz ile birlikte en büyük sorumlusudur. Grubu terk etmese Overkill bu kadar istikrarsız bir kariyere sahip olur muydu, sanmıyorum. Benim gözümde ufak çaplı bir Cliff Burton vakasıdır kendisi. Böylesi ağıt-vari satırlardan sonra bir Elimination açayım bari. Sonra da bir I Hate patlatayım tam olsun oh.

Gelelim thrash metal tarihinin gördüğü en özgün seslerden biri olan Blitz’e. Tıpkı Zetro gibi farklı, yağlı, böyle vıcık vıcık bir sese sahip olduğu için kimileri tarafından çekilmez bulunsa da Blitz’in bu müzik türünün en kuvvetlilerinden olduğu aşikar. Kariyeri boyunca pek çok zorluk yaşamasına rağmen (ileri derecede kötü huylu bir kansere yakalanıp iyileşmesi, kariyerinin başında kullandığı yanlış teknik yüzünden sesini neredeyse kaybediyor olması gibi) inatla nefis vokaller yapmaya devam eden Blitz’in gücünden şüphe duyanlar önce 1989 çıkışlı bu albüme, sonra da 2010 çıkışlı “Ironbound”a baksın. Herhangi bir fark var mı? Yok. Böylesine karakteristik bir sese sahip, adamı duygudan duyguya koşturan, şarkıları şekilden şekile sokma ve kimlik kazandırma ustası başka kaç vokalist aklınıza getirebiliyorsunuz? Albümle aynı ismi taşıyan muazzam şarkının başı gibi duygusal olabilip, sonra da tüm zamanların en iyi “son şarkı” isimlerinden birine sahip E.vil N.ever D.ies’daki gibi adamı adeta telaşlandıran bir vokali yapabilen kaç kişi tanıyorsunuz? Eminim fazla değildir. Blitz’ler kolay yetişmiyor, değerini bilelim.

Albümün ritim yükünü çeken ikili D.D. Verni ve Bobby Sid Falck da diğer elemanlardan geri kalan bir performans sergilemiyorlar. Özellikle Verni’nin orgazmik bas tonu ve kimi zaman ortaya çıkardığı muazzam slap atakları (Nothing to Die For’a özellikle dikkat diyorum) bas çalan arkadaşları delirtebilir. Pek çok başka basçının aksine Verni’yi sürekli “duyuyorsunuz” ve bundan acayip keyif alıyorsunuz. Ritm gitarın arkasına saklanan basçılara duyurulur, işte kendinize örnek alabileceğiniz biri. Falck da yaratıcı denebilecek bir davul performansı ortaya koymuş. Müziğin teknikleştiği ve kesik/dur kalklı riflere gayet iyi uyum sağlamış. Söylenecek kötü söz yok ikisi için de.

Prodüksiyon ise çıktığı tarihin en iyilerinden. Her şey gayet net, çok rahat duyuluyor. Bunun yanında basın fevkalade tonu ayrı bir artı olmuş. Sadece bazı anlarda ritm gitarın biraz geri kaldığını düşünebilirsiniz, o da sürekli değil, bazı şarkıların bazı anlarında. Yine de önceki üç albüme nazaran çok daha temiz bir çalışma var. Bu arada prodüksiyon koltuğundaki Terry Date’in Pantera’nın da prodüktörlüğünü yaptığını hatırlatalım. Kimi zamanlarda sound’lar birbirlerini andırmıyorlar da değil hani.

Toparlayacak olursak sadece Overkill’ın değil, thrash tarihinin de en kıymetli albümlerinden biridir “The Years of Decay”. Konu Overkill olunca genelde uzlaşma sağlanılamaz, çünkü Overkill’ın karakteristik öğeleri herkesin hoşuna gitmeyebilir ancak seven de hakikaten çok sever. “The Years of Decay” de kaideyi bozmayan bir albüm. Bazıları Blitz’in sesini sevmeyebilir, farklı etkileşimlerden hoşlanmayabilir, Skullcrusher’ı aşırı uzun bulup sıkıcı diyebilir fakat geri kalan çoğunluğun da her notasına tapınacağı bir albümdür bu. Overkill’a saygı duruşu mahiyetinde yazdığım ve dinlenmemesine imkan vermediğim bu albümü eğer hakikaten HALA dinlemediyseniz, kaybecedek pek bir şeyiniz yok, hemen edinip dinleyin. Sevmezseniz, kaybettiğiniz topu topu bir 60 dakika olacak. Severseniz, hayatınızdan matematiğinizin yetmeyeceği sayıda dakikaları çıkarmaya hazır olun.

MEGADETH’ten yeni şarkı

Saturday, June 19th, 2010

MEGADETH, Guitar Hero’nun yeni oyunu “Guitar Hero: Warriors of Rock” için kaydettiği ve haberini ilk kez şuradan verdiğimiz yeni parçası “Sudden Death”in performans halini yayınladı. Performanstan kastımız aşağıdaki gibi tabii.

HELLYEAH’den yeni klip

Friday, June 18th, 2010

Partinin ve kovboyluk bilincinin grubu HELLYEAH, yeni albümü “Stampede“den “Hell Of A Time”a çektiği klibi yayınladı.

Stampede“in detayları da şöyle:

01. Cowboy Way
02. Debt That All Men Pay
03. Hell Of A Time
04. Stampede
05. Better Man
06. It’s On!
07. Pole Rider
08. Cold As A Stone
09. Stand Or Walk Away
10. Alive And Well
11. Order The Sun

SLAYER’dan tartışma yaratan “World Painted Blood” klibi

Friday, June 18th, 2010

SLAYER, son albümünün isim parçası “World Painted Blood“a çektiği klibi yayınladı. Klip çok ucuza hazırlanmış olduğu ve SLAYER’ın itibarına yakışmadığı gerekçesiyle hayranlar ve basın tarafından yoğun şekilde eleştirilmekte.

Grubun bir önceki klibi “Beauty Through Order” da müzik çevreleri ve hayranlardan bir hayli farklı tepkiler almış, pasifagresif’in de en çok tartışılan haber başlıklarından biri olmuştu. Lakin grup klibi YouTube ve çoğu benzeri siteden kaldırttı. Üstteki videonun da sonu aynı olabilir, hatırlatalım.

Not: Kaldırılan videonun yeni link’ini veren heat’e teşekkürler.

DIO’nun ölümünden ekmek yeme savaşları

Friday, June 18th, 2010

16 Mayıs’ta kaybettiğimiz RONNIE JAMES DIO’nun ölümünün ardından yayınlanan saygı albümleri, yeni bir tartışmanın konusu oldu.

JORN LANDE’nin “Dio” albümünün ardından, MANOWAR basçısı Joey DiMaio’nun şirketi Magic Circle Music’in bünyesindeki gruplarla “Magic – A Tribute to Ronnie James Dio” adlı bir DIO’ya saygı albümü yapıldığını açıklaması, tartışmaları alevlendirmiş.

01. MANOWAR – Heaven And Hell
02. HOLYHELL – Holy Diver (Live In Norway)
03. METALFORCE – The Last In Line
04. MAGIC CIRCLE ALL STAR BAND – Long Live Rock’n Roll
05. AWAKEN – I Speed At Night
06. CROSSWIND – A Light In The Black
07. DEAN CASCIONE – Never More
08. FEINSTEIN – Far Beyond
09. HARLET – Straight Through The Heart
10. JACK STARR’S BURNING STARR – Catch The Rainbow

Magic Circle Music toplamasında da yer alan ve RONNIE JAMES DIO’nun kuzeni olan eski ELF gitaristi ROCK FEINSTEIN, yaptığı açıklamada şöyle demiş: “Böyle bir toplama albümde yer alacağımı yeni öğrendim. Basın açıklamasında, albümdeki “Far Beyond” şarkısını DIO’nun ardından, onun için yazdığım belirtilmiş. Bu tamamen bir yalan. Bu şarkı başka bir arkadaşımla yazdığım sekiz yıllık bir şarkı. Bu toplamanın bir parçası olmadığımı ve şarkımın da kendi rızam dışında kullanılmak istendiğini belirtmek isterim“.

MANOWAR’un kliplerinden ve DVD’lerinden sorumlu yönetmeni Neil Johnson ise, elde edilen gelirleri DIO’nun ölümüyle birlikte kurulan Ronnie James Dio “Stand Up And Shout” Kanser Vakfı’na bağışlanmayacak olan toplamayı eleştirenleri, “Böyle güzel bir olayı kendileri yapmadıkları için hissettikleri kıskanç yüzünden bizi kötülüyorlar” şeklinde suçlamış. Johnson aynı zamanda MANOWAR üyeleri ve RONNIE JAMES DIO’nun uzun zamandır tanıştığını ve böyle kötü niyetli düşüncelere sahip olamayacak kadar yakın olduklarını da eklemiş.

RONNIE JAMES DIO’nun eşi Wendy Dio ise bugün şöyle bir açıklamada bulundu:

“Sevgili DIO hayranları, lütfen bu tuzaklara düşmeyin. DIO’nun adı altında yapılan bu çirkin ticari girişimler hiçbir şekilde Ronnie James Dio “Stand Up And Shout” Kanser Vakfı’na katkı sağlamak için yapılmamaktadır. Bu albümleri alarak, sadece bu albümleri çıkaranlara para kazandırmış olacaksınız.”

Diğer yandan, 24 Temmuz’da Londra’da yapılacak olan High Voltage festivalinde BLACK SABBATH/HEAVEN & HELL’in efsane kadrosu Tony Iommi, Geezer Butler ve Vinny Appice, yanlarına vokallerde Glenn Hughes ve Jorn Lande’yi de alarak, tüm geliri Ronnie James Dio “Stand Up And Shout” Kanser Vakfı’na bağışlanacak bir yardım konseri düzenleyeceklermiş.

RAUNCHY yeni albüm detaylarını açıkladı

Friday, June 18th, 2010

Danimarka’nın son dönemdeki gözde gruplarından RAUNCHY, 20 Eylül’de çıkaracağı yeni albümü “A Discord Electric“in şarkı listesini açıkladı.

01. Dim the Lights and Run
02. Rumors of Worship
03. Blueprints For Lost Sounds
04. NGHT PRTY
05. Street Emperor
06. Shake Your Grave
07. Tiger Crown
08. Big Truth
09. The Great Depression
10. The Yeah Thing
11. Ire Vampire
12. Gunslingers and Tombstones

Grup son albümü “Wasteland Discotheque” ile müzik çevrelerinden epey övgü almıştı.


EQUILIBRIUM yeni klibini yayınladı

Friday, June 18th, 2010

Alman Viking/folk metal grubu EQUILIBRIUM, yeni albümü “Rekreatur“dan “Der Ewige Sieg”e çektiği klibi yayınladı.


Rekreatur” bugün piyasaya çıkıyor.

01. In Heiligen Hallen
02. Der Ewige Sieg
03. Verbrannte Erde
04. Die Affeninsel
05. Der Wassermann
06. Aus Ferner Zeit
07. Fahrtwind
08. Wenn Erdreich Bricht
09. Kurzes Epos

OZZY OSBOURNE’dan bilime destek

Thursday, June 17th, 2010

Massachusetts’deki Knome adlı bilim kuruluşu, OZZY OSBOURNE’un gen haritasını çıkaracağını duyurmuş.

OZZY’den alınacak kan ve DNA örnekleriyle, uzun süreli ve yüksek miktarda uyuşturucu ve alkol kullanımının insan bünyesine nasıl yerleştiği, ne gibi etkilerde bulunduğu ve yoğun madde kullanımının neden bazı insanları ölüme götürürken bazılarını götürmediği araştırılacakmış.

Kuruluş yetkililerinden Nathan Pearson konuyla ilgili olarak, “OZZY yüzlerce insanın hayatı boyunca kullandığı uyuşturucuyu birkaç haftada kullanıyor ve hâlâ turp gibi. Bunun gizemini çözmeliyiz” türünden bir açıklama yapmış. Tam böyle dememiş ama bunu demeye getirmiş.

Şu anda uyuşturucu ve alkolden uzak dursa da 40 yıl boyunca uyuşturucu ve alkol kullanan OZZY, aynı zamanda 2003 yılında bisikletten düşerek boynunu kırmış, onunla da yetinmemiş, birkaç yıl önce de Parkinson benzeri genetik bir hastalığa yakalanmıştı. Hatta onunla da kalmamış, karşıdan karşıya geçerken kendisine yanan bir TIR çarpmış, tam o sırada bir de tepesine meteor düşmüştü.

Çarpan TIR’ın yanmakta olduğu konusu biraz muallakta, onu belirtmek lazım.

JAMES LABRIE’den yeni solo albüm

Thursday, June 17th, 2010

DREAM THEATER vokalisti JAMES LABRIE ve grubu MULLMUZZLER, dördüncü albümlerinin haberini verdi.

Adı “Static Impulse” olarak açıklanan albümde on iki şarkı bulunacakmış ve Eylül ortalarında dinleyicilerle buluşacakmış.

Albümün kapak çalışmasının şu sıralarda devam ettiğini söyleyen LABRIE, “Epey sert bir albüm olacak” demeyi de ihmal etmemiş. JAMES LABRIE son albümü “Elements of Persuation”ı 5 yıl önce çıkarmıştı.

MULLMUZZLER’da MIKE MANGINI gibi önemli isimlerin yer aldığını da hatırlatalım.

FAUST’dan resimli plak

Thursday, June 17th, 2010

İtalyan death metal grubundan şöyle bir haber var:

Evrimsel death metal grubu FAUST, 2009 çıkışlı ilk ve tek albümü “From Glory To Infinity“nin resimli plağını yayınlıyor. 1 Temmuz’da Negativity Records’dan çıkacak plak, sadece 666 adet basılacak ve farklı bir sanat tasarımına sahip olacak. Albüm 9 Eylül 2009′da CD, 31 Ekim 2009′da da digipack olarak piyasaya çıkmıştı.

FAUST’a şu adreslerden ulaşabilirsiniz:

deathmetal.it
myspace.com/faustband2

DECREPIT BIRTH’ten yeni şarkı

Thursday, June 17th, 2010

Death metalin yeni gözdelerinden DECREPIT BIRTH, yeni lbümü “Polarity“den “(A Departure of the Sun) Ignite the Tesla Coil” adlı parçayı alttaki albüm kapağına koydu.


01. (A Departure of the Sun) Ignite the Tesla Coil
02. Metatron
03. Resonance
04. Polarity
05. Solar Impulse
06. Mirroring Dimensions
07. A Brief Odyssey in Time
08. The Quickening of Time
09. Sea of Memories
10. Symbiosis
11. Darkness Embrace
12. See Through Dreams (DEATH cover’ı)

27 Temmuz’da piyasada olacak albümde bir de sürpriz DEATH cover’ı “See Through Dreams” yer alacak. Grup, albümden “Resonance” adlı parçaya çektiği klibi de yakında yayınlayacakmış.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.