# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
PINK FLOYD – The Dark Side of The Moon
| 09.05.2017

I’ve been mad for fucking years, absolutely years…

Kaan Dereli

I’ve been over the edge for yonks.
Been working with bands so long, I think.

Sessizlikten gelen kalp atışları… Uçak, yazar kasa, tanımadığımız bir deli, saatin tik takları arasında geçen bir kaosta karşılıyor bizi The Dark Side Of The Moon, tabi toparlanması biraz zaman alıcak ama öncelikle onu dinlemeye gelen misafirine “Konuş bana” diyor. Beklentilerimizi sorgulamak onun her zamanki ilk işi. Herhalde Nick Mason böyle planlamıştı, kalp sesleri özel bir davul aracılığıyla hazırlamış ve Pink Floyd kariyerindeki sadece kendi imzasını taşıyan tek şarkıyı böyle oluşturmuştu. Beklentiyi yükselten bir başlangıç, priöncesimadan içeriye konuk edilinceye dek pek bir dağınık.

I’ve always been mad,
I know I’ve been mad,
Like the most of us are.

Öncelikle, evet ama ne kadar hızlı gelişti bilemezsiniz. Müzikle geçen yılların ardından geriye doğru baktığımda, hatırladığım bir çok an içerisinde belki de Pink Floyd en değerli yeri taşıyor. Hayır, bu kritik Pink Floyd’un grup üyelerini ya da albümü öven uzun bir yazı olmayacak. Sadece anlatacağım, baştan sonuna kadar. Madem böyleyse neden bunu yazma ihtiyacı duydun diyorsanız, söylemeliyim ki gerçekten hızlı gelişti. Kafamda Pink Floyd hakkında çok şey olduğunu fark ettim ve birden bire bunu kafamda daha fazla tutmadan birilerine paylaşma isteği uyandı.Bilgisayarın başına bu fikirle oturduğumda, sanırım bu cümlelerle birlikte başlamış oluyorum.

Aslında Echoes ile birlikte haber verilmişti. Syd Barret’ın yokluğunu dolduran, David Gilmour ve grubun liderliğine geçen Roger Waters ile birlikte Pink Floyd artık bir progresif rock grubuydu. 1973 yılında Abbey Road Stüdyo’ya girip, daha önce frangmanını yayınladıkları progresif konsept albüm serisinin ilk adımı kaydedeceklerdi. O sene Abbey Road’da neler olduğunu kimse bilmiyor. UFO iddiaları her geçen gün artıyor ama yine de açıklamaya yetecek kadar değil. İşte o stüdyoda geçen haftaların ardından The Dark Side Of The Moon, piyasaya sürülmeye ve müzik dünyasında bir devrim yapmaya hazırdı.

The Dark Side Of The Moon… İkonik bir albüm için ikonik bir isim, albüm kapağı kadar. İsim Brain Damage şarkısından gelse de, Ay’ın Karanlık Yüzü gibi bir adın herhangi bir çıkış noktası olmadan, modern yaşamın insan hayatı üzerindeki etkisinin konu edildiği bir albümün ismini taşıması hayli garip bir tercih. Bu açıdan yaklaşıldığında Pink Floyd’un her işinin ilginç olduğunu söyleyebilirsiniz ama zaten öyle değil mi? Bunda saykodelik tarzdan progresife yönelmelerinin de etkileri vardır elbette sonuçta grubun bütün üyeleri eski vokalist Syd Barrett’ın öncülüğünde saykodelizmin doruklarına varmışlardı.

Grubun kurucusu ve bazı görüşlere göre Pink’in aslında kendisi olduğu Syd, Pink Floyd’u saykodelik rock grubu olarak kurmuştu ve ilk albümleri olan “The Piper At The Gates Of Dawn” ile birlikte İngiltere’de altıncı sıraya kadar yükselmişti. Syd Barrett uyuşturucu yüzünden gruptan ayrılmış ve yerine hem vokalist hem de gitarist olarak David Gilmour gelmişti.

Peki gerçekten albüm ismini neye borçluydu? Dokuzuncu sıradaki Brain Damage şarkısının nakarat sözlerinde geçen bir cümle aslında,

And if your head explodes with dark forbodings too,
I’ll see you on the dark side of the moon

Albümün deliliği konu alan şarkısında geçen bu söz, grup üyeleri hangi tripteyken yazıldı da albüme bu ismi verdi anlamak güç lakin kabul etmeliyim ki gerçekten başarılı bir seçim. Bu isimle birlikte yarattığı ilgi, albümün başarısında hiç şüphesiz önemli bir tol oynuyor. İlginin temel nedeni sadece ismi değil tabi, ismi olduğu kadar albümün kapağı da cazipti. “The Dark Side Of The Moon” gördüğüm en iyi albüm kapağına sahip. Sade, akılda kalıcı ve üstüne üstlük oldukça yaratıcı. Pink Floyd’un kapaklarını dizayn eden Storm Thorgerson, albüm kapağı için grup üyelerine örnekler gösterdiğinde üç dakika içerisinde bütün grup üyeleri aynı örnek üzerinde karar kılar. Siyah bir zemin üzerinde iki boyutla bakılan bir prizma, işte albüm kapağının hikayesi böyleydi.

Albüme tekrar döndüğümüzde, prizmanın kapısında David Gilmour ve sakinleştirici vokalleriyle Breathe bizi bekler. Rahatlatıcı uyuşukluk, bedeninizde yayılmaya başlar, zira prizmadan geçerken fazlasıyla kuvvetli bir morfin yemişsinizdir. Gilmour’un sesi soluklaşıyor mu yoksa bana mı öyle geliyor? Yatakta ya da masanın başında, ayak parmaklarınız boğumlarında Wright ve Gilmour’un melodilerini hissetmeye başlarsınız, işte böyle oluyor. Genel olarak rahatlatıcı bir havası olsa da depresif sözleri vardır Breathe’in, son cümleyle beraber. Bu şarkı, grup üyeleri ve bir çok Pink Floyd hayranı için o kadar önemlidir ki, her konserde merakla ve uyuşmuş gözlerle beklenir. Şarkının Sözleri Waters’a, bestesi de Gilmour’a aitti. Bu ikilinin imzasına dikkat etmemiz gerekir, çünkü o dönemle birlikte neredeyse Lennon/McCartney imzası kadar ünlenecekti isimleri.

Tik taku tik tak tik taku tik tak tik taku tik takDırırırırırırırırırırırırırırı çan çin çan dırırırı çan dırırırır çin çan dırırırrı çan çun dırırır çan dırırırırı çundırırırırırırırırırrı çun dırırırırırırı çun…

Bunu yazmayı çok istedim.

Bir dakikaya yakın süren bu rahatsız edici sesi hatırladınız mı? Eğer yüksek seste dinleyip hemen sesi kısmış olanlar varsa tekrardan açsınlar, arkaya yaslanıp dinlemeye devam edin. Benim için her zaman bir işkenceydi bu ses. Hala ne zaman albümü dinlesem ya kulaklığımı çıkarır ya da sesi kapatarak bir dakikamı boş boş tavana bakarak geçiririm. Sakın çalar saatlere kırgınmışım gibi düşünmeyin, sadece katlanamıyorum.Zamanın sürekli akıp gidiyor olması, bana hep gizemli gelmiştir. Tamamen yok olmayıp, bir şekilde saklandığını ve insanoğlunun bu “kayıt”lara bir şekilde ulaşabileceğini düşünürdüm.Sanırım sekiz yaşımdan bu yana kendimi hiç geliştirememişim ama inanın bu konu hakkında çok araştırma yaptım. Bilim henüz zamanın ne olduğunu tamamıyla anlayabilecek seviyede değil ne yazık ki. Bunu görebilecek kadar yaşayacağımı zannetmiyorum ama her zaman umutla bekleyeceğim.

Gaddar zamana, bu kadar geniş çapta değil de bireysel olarak baktığınızda aslında insanoğlunun durumunun ne kadar da hüzünlü olduğunu fark edebilirsiniz. Zira Roger Waters da fark etmişti. Her geçen anla birlikte kaybettiğimiz, nihayetinde parmak aralarında kalan bir kaç tozdan ibaret olunca bizler geriye bakıp, emirlerle, bizim hakkımızdaki beklentileri karşılamaya çalışmakla ve toplumun ürettiği birey kimliğine uyum sağlamakla geçtiğini göreceğiz. O an geldiğinde bize vaadedilmiş olan muhteşem geleceğimiz için artık adım atmaya hazır olduğumuzda, şarkıda geçtiği gibi, aslında biz başlama düdüğünü çoktan kaçırmış olacağız. İşte en zekice yazılmış şarkılardan Time’ın sözleri,

Ticking away the moments that make up a dull day
Fritter and waste the hours in an offhand way.
Kicking around on a piece of ground in your home town
Waiting for someone or something to show you the way.

Tired of lying in the sunshine staying home to watch the rain.
You are young and life is long and there is time to kill today.
And then one day you find ten years have got behind you.
No one told you when to run, you missed the starting gun.

Şarkıda olanları anlatıp sığ övgüler düzmek yerine, direk David Gilmour’un tarzını en çok yansıttığı solosuna atlamak istiyorum. Çoğu gitaristin kendisiyle özdeşleşmiş bir tonu vardır. Mark Knopfler ve finger style ile kattığı yumuşak ton, Metallica’nın black album zamanında stüdyoda isteyeceği Angus Young tonu ve bir çok isim, kendine has gitar tonlarıyla dikkat çeker. David Gilmour için, özel bir tondan bahsedemeyiz lakin Time şarkısı için bu resmen apayrı bir konudur. Beni ilk duyduğumda yerime mıhlayan o solo, kesinlikle bu topraklara ait değildi, belki uzay. Sadece bana mı öyle geliyor bilmiyorum ama albümde ara sıra çok belirgin bir şekilde yankılar duyabiliyorum ve bu da nedense albüme uzay atmosferi katıyor. Yine isminden olsa gerek bu, albümün prizma cover’ı bile bana uzayı anımsatıyor.

Animals dönemine kadar vokallerin büyük bir kısmını üstlenecek olan David Gilmour, sesinden daha çok gitarıyla öne çıkan bir isim, bir deha. Teknikten uzak, duygulu sololarıyla yarattığı tarzı ondan sonraki birçok gitarist için bir örnek teşkil edecekti, tabi o zamana kadar da Jimi Hendrix de dahil olmak üzere bir çok gitaristten olumlu eleştiriler almıştı.

Time şarkısı ile ilgili az bilinen şeyler bir tanesi de ikiye bölünmüş bir halde olduğudur. Home, home again… Sözleri ile başlayan kısmı, Breath Reprise olarak adlandırılır, Breathe (In The Air) ile karıştıranlar olsa da aslında farklılardır. Bir nevi Voodoo Chile ile Voodoo Child olayı.

“And I am not frightened of dying any time will do
I don’t mind. Why should I be frightened of dying?
There’s no reason for it you’ve gotta go sometime.”

Ölmekten niçin korkarız? Bunu irdelemeye başlarsam sayfalar dolusu yazı yazabilirim ama bana kalırsa bu korkunun bir içgüdüden ibaret olduğu gerçeğini değiştirmeyecektir. Nihayetinde biz de avcıdan kaçan her canlı gibi hayata tutunmaya çalışıyoruz, bize yazılmış olan bu. House m.d. adlı bir dizi yayınlanıyordu televizyonda. Düzenli olarak izlemem ama ara sıra gelince bakarım. Bir keresinde House, ölümle ilgili inançlı birisine şuna benzer bir şey söylemişti, “ Sonuna kadar hayata tutunmalısın çünkü bir kere gidersen, geriye hiçbir şey kalmaz, sadece karanlık!” çok farklıydı bundan tabi ama söylemeye çalıştığı buydu. Durum böyleyse aslında, ölmekten korkmamaları için insanların hiçbir nedeni yok.

Clare Torry bu şarkıyı 1972 yılında doğaçlama bir şekilde söylediğinde 25 yaşındaydı, kusursuz bir performans değil mi? Müzik kariyeri boyunca imza attığı en büyük iş bu olacak, 2006 yılında açacağı dava ile birlikte şarkının yazarı olarak da sayılacaktı. Şuan kendisi 75 yaşında ve bir daha bu şarkıyla ulaştığı sükseye ulaşamadı ama bize, yaptığı herşey için ağzına sağlık demek düşer.

Money, get away
Get a good job with more pay and you’re okay
Money, it’s a gas
Grab that cash with both hands and make a stash
New car, caviar, four star daydream
Think I’ll buy me a football teamMoney, get away
Get a good job with more pay and you’re okay
Money, it’s a gas
Grab that cash with both hands and make a stash
New car, caviar, four star daydream
Think I’ll buy me a football team

Yazar kasa, para, banknot ve biraz da bas!

Araçtan ziyade amaca dönüşmüş olan paraya Pink Floyd’dan eleştirel bir bakış, albümün single olarak çıkan ve listelerde altı hafta boyunca birinci sırada kalan şarkısı. Time nasıl Gilmour’un şarkısıysa hem sözleri, hem de ikonik bass line’ları ile Money de Waters’ın şarkısıdır. Bu şarkı aynı zamanda Another Brick In The Wall klibinde Pink’in yazdığı için hocadan azar işittiği şiirdir. Waters’ın bunu gerçekten çocukken yazıp da, sırf hocasına inat bu sözleri şarkı yaptığı rivayet edilir.

Waters’ın asilikleri bir kenarda dursun, şarkının ortasında giren saksafon solosundan bahsedelim. Saksafon solosunun Waters yazdı, Dick Parry çaldı. Stüdyoda gelen ritimsel değişliklerin ardından bütün dünyaya hediye edildi. Breathe şarkısında nasıl The Body adlı bir belgeselden etkilendiyse, saksafon solosunun yazımında da farklı bir filmden etkilenen Waters’ın harikasını, David Gilmour’un iniş çıkışlarıyla ünlü solosu devam ettiriyor.

Albümün en hareketli şarkısı olması dolayısıyla single seçilen Money, albümün yarattığı etkiyle beraber hemen zirvelere tırmandı ve hatırı sayılır bir süre boyunca zirvede kalma konusunda inat etti. Roger Waters, muhtemelen yeni bir araba, havyar alma konusundaki uktesini doldurmuştur ama futbol takımı alma konusuna gelince, sırf maçlarına gideceğim diye albümün kaydını büyük ölçüde geciktirdiği Arsenal’ı satın alma konusunda biraz hayal kırıklığına uğradığını söyleyebiliriz. Her şeyin ardından bu şarkının yapılışına zemin hazırladığı için Lidyalılar’a teşekkür ediyorum.

Us and them
And after all we’re only ordinary men.
Me and you
God only knows it’s not what we would choose to do.

Esasında şarkı Rick Wright’a aitti. 1969 yılında piyanosu başında enstrümantal bir performans ile Us And Them şarkısının zemini yazdı ve Roger Waters’ın dokunuşarıyla “The Dark Side Of The Moon” için tamamıyla grubun istediği kıvama getirildi. Yine ve yine Gilmour’un antidepresan vokalleriyle taçlanan şarkı, sözleri ile tamamıyla felsefi bir salvo. Savaş karşıtı olarak dursa da sözleri, bu sadece buz dağının görünen kısmı olduğuna emin olabilirsiniz. Şarkıya yükleyeceğiniz yorum size kalmış ama bana kalırsa zaten Pigs On The Wing ile anarşizme de seslenecek olan Waters için bu şarkı anarşizme dokunmanın ilk adımları. Jazz tadında iken aniden koro olarak söylenen nakaratlar ile yaptığı çıkışlarla verdiği gaz, albümün verdiği sarhoşlukla beraber tehlikeli boyutlara ulaşıyor. Girişinde ve ikinci nakarattan sonra çalan saksafon yine Waters ve Parry imzalı. Bu saksafon solosundan önce geçen konuşma ise tam olarak şöyle,

“Well I mean, they’re gonna kill ya, so like, if you give ‘em a quick sh…short, sharp shock, they don’t do it again. Dig it? I mean he got off light, ’cause I coulda given ‘im a thrashin’ but I only hit him once. It’s only the difference between right and wrong innit? I mean good manners don’t cost nothing do they, eh?”

Albüm sırasındaki bütün konuşmalar, Roger “The Hat” Manifold tarafından söylendi. Albümde geçen kahkahalar ise Rick Wright’ın babası Cedric Wright’a aitti.

Rick Wright 2008 yılında kanserden dolayı hayatını kaybetti.

Roger Waters, Pink Floyd’dan ayrılıncaya dek neredeyse her esere imza atan bir kişi. Bu cümleye “neredeyse” sözünü ekleyen şarkı ise Mason, Wright ve Gilmour’un ellerinden çıkmış olan Any Colour You Like. Klavyede Wright’ın melodik zirvelerini tattığımız şarkı, ismini Ford’un zamanında yaptığı bir reklamdan alıyor.

You can have it any color you like, as long as it’s black.

Model T, 1908 yılında üretime başladığı zamanda Ford, bu reklamla arabayı duyurdu. Cümlenin ilk yarısına bakarsak Model T’yi istediğimiz renkle alabiliriz lakin bir koşul vardır, sevdiğiniz renk siyah olduğu sürece. Melodiler, beynimi uyuşturuyor. İşte ilk dinleyişimde kafamdan geçen buydu. Masaj koltuğuna oturmuş titreyen yanaklarla rahatlayan insanlardan bir farkı olmayan beynim, üçlünün yaptığı enstrümantal şarkıyla, deliliğin şemasının çizildiği bir diğer şarkıya hazırlanıyordu, Brain Damage, nam-ı diğer The Dark Side Of The Moon.

Bir dakika… The Dark Side Of The Moon diye bir şarkı yok ki, dediğinizi duyar gibiyim. Vardı. Sonrasından ismi değişti ve belki bu değişiklikten ötürü Pink Floyd Ve Underrated Kalanlar listesine yerleşti. Bu sefer David Gilmour’un eşlik ettiği Roger Waters vokalini dinliyoruz. Nakaratta ise onlara, dört hanım kızımız daha katılıyor, evet. Diğer adı Lunatic olarak da geçen Brain Damage, Roger Waters’ın yakından tanıdığı bir deliyle ilgiliydi, Syd Barret. Grubun deli kurucusu ile bir çok gönderme yapan Waters,

“I’ll see you on the dark side of the moon” Sözleri ile onun farklılıklarına yakınlığını belirtiyordu.

“And if the band you’re in starts playing different tunes…” Syd Barret uyuşturucu sorunları nedeniyle konserlerde bir şarkıyı çalmayı bırakıp başka bir şarkı çalmaya başlardı.

“The lunatic is on the grass…” Barret, “Çimlerden uzak durun!” tabelalarını belli ki pek umursamıyordu.

Brain Damage ismi ise direkt olarak uyuşturucu yüzünden başlayan Barret’ın zihinsel sorunlarından geliyordu.Şarkı, Wright’ın synthesizer melodileriyle birlikte inişe geçtiğini duyarız, devamında ise deli kahkahalar…

Böyle bir albümün, sıradan bir şarkıyla biteceğini düşünmediniz değil mi? Brain Damage kesinti olmadan Eclipse’e geçiş yaptığında çalma listesine bakmayan çoğu kişi bunu anlamaz bile ama devamında gelecek olan sözler, muhteşem bir bitişin habercisidir. Peki şarkının sözlerini bu kadar muhteşem yapan detay nedir? Bu minik detay şarkının hayatımızın her noktasından bahsetmesidir. Bizi biz yapan duygularımız, davranışlarımız, yaşadıklarımıza seslenir Waters, evet direkt olarak hayatımıza seslenir.

Tüm dokunduklarımız, tüm gördüklerimiz,
Bütün tattıklarımız, bütün hissettiklerimiz,
Sevdiğimiz, nefret ettiğimiz her şey,
Kuşkulandıklarımız ve koruduklarımızla,
Günümüzdekiler, geçmiştekiler ve gelecektekiler ile birlikte,
HER ŞEY Güneş’in altında uyum içinde olsa da,
Güneş tutulmuştur Ay tarafından.

Bir albümün bitişi için daha iyisi yazılabilir miydi? Sessizlikten gelen manifesto, sessizliğe doğru gidiş aşamasında aynı yolu izler. Kalp atışlarıyla başlayan albüm, yine aynı atışlarla azalarak biter. Biz bu esnada bilincimizi yeniden kazanmış ve ayak parmaklarına bakan Uma Thurman hesabı bedenimizin kontrolünü yeniden ele geçirmişizdir. Kim ne derse desin ilk kez dinlenilen The Dark Side Of The Moon bir insanın hayatında tadacağı en iyi deneyimlerdendir. Onu bize bahşettikleri için Pink Floyd’un bütün üyelerine, onlara eşlik eden Clare Torry ve Dick Parry başta olmak üzere bütün müzisyenlere, albümün tek grammy’sini alacak olan ses mühendisi Alan Parsons ve gruba lsd satmakla yükümlü Jesse Pinkman’a sonsuz teşekkürlerimi iletiyorum. Rock müziğin zirvesini çizmek muhtemelen hepsi için gurur verici olmalı ama bilmemiz gereken birşeyler vardır ki her ne kadar Max Stirner çarpacak olsa da tanrı olmak mütevazilik gerektirir. Waters da mı? Evet, Roger Waters’ın posterinin önünde her gün mum yakmaya zorlanmıyorsan, evet. Az önce milyarlarca yıl süren evren tarihindeki favori sahnemi okudunuz, beklemeye değmiş midir peki? Sanırım değdi.

“The Dark Side Of The Moon”, birçok otorite tarafından gelmiş geçmiş en iyi albüm olarak gösterildi, buna yapılan çeşitli anketler de dahil. Amerika’da birinci sıraya ve Birleşik Krallık’ta ise ikinci sıraya kadar yükseldi. 45 milyon kopya satarak en çok satan üçüncü albüm oldu. Bir dolu başarıya rağmen en önemlisi aslında Pink Floyd’un kendi gelişimi açısındandı. Grup progresif rock ve konsept albüm formülünü daha da benimsedi ve altın çağına giriş yaptı. “The Dark Side Of The Moon” öncesi bizi hiç kimse dinlemiyordu ki!” Diyen Waters, albümle beraber istediği popülariteye kavuşmuştu. Şöhretleri, nihayetinde zengin olmalarının verdiği olanaklar ve elbet haklarındaki beklentiler ile Wish You Were Here, Animals, The Wall albümlerini peş peşe patlatacaklardır. Bunda albümümüz, böyle büyük bir rol oynar.

Albümle ilgili son bir şeyler söylemeden önce son saniyelerde duyulan The Beatles’ın Ticket To Ride şarkısından bahsetmem gerek. Nedense benim kulaklarım alamıyor. İsterseniz bir de siz dinleyin, böyle bir iddia var. Hem de normal versiyonu değil de grubun yapımcısı Sir George Martin’in kişisel projesi olan enstrümantal yorumu çalıyormuş. Bunu atlamamak istedim.

Hayattaki en büyük hobisi müzik dinlemek olan ben için Pink Floyd ve müziği büyük bir nimet. Yukarıda gördüğünüz, bir kritik için fazlasıyla uzun olan yazı, Pink Floyd’a karşı duyulan büyük bir saygı ve sevgi sonucuyla yazılmıştır. Daha fazlasını yazabilir miydim, pekala yazardım ama üç saat içerisinde onlar hakkındaki bütün duygularımı ancak böyle dökebildim. Bir anlık bir esintiyle gelen kritik fikri aslında, uzun süredir anlatmak istediğim Pink Floyd için bir aracı oldu. Bunu paylaşabildiğim için ve ayırdığınız vakit için teşekkür ederim.

Unutmadan,

“There is no dark side of the moon really, matter of fact it’s all dark.”

Albümün okur notu: 12345678910 (9.27/10, Toplam oy: 102)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1973
Şirket
Harvest Records
Kadro
David Gilmour: Vokal, gitar, VCS 3
Nick Mason: Perküsyon, tape effects
Richard Wright: Klavye, vokal, VCS 3
Roger Waters: Bas, vokal, VCS 3, tape effects
Şarkılar
1. Speak to Me
2. Breathe (In The Air)
3. On The Run
4. Time
5. The Great Gig in the Sky
6. Money
7. Us and Them
8. Any Colour You Like
9. Brain Damage
10. Eclipse
  Yorum alanı

“PINK FLOYD – The Dark Side of The Moon” yazısına 8 yorum var

  1. Karizmatik Serkannn says:

    İşte bu be,

  2. Karizmatik Serkannn says:

    Mükemmel bir inceleme olmuş umarım diğer Pink Floyd albümlerini de sitede görürüz.

  3. Vertax616 says:

    Uzun ve keyifli bir yazı olmuş, inceleme için teşekkürler.

  4. Thingol says:

    Çok iyi bir yazı,albümün hakkını kesinlikle veriyor

  5. Sinan Ceylan says:

    Geçen yazı ilk yayınlandığında okuyamadım ama görsellerini görmek bile canımı istettiği için açıp dinledim hemen. Şimdi okudum, okudum bir daha dinledim albümü. Kaldı ki yazı çok keyifli.

    Normalde otoritelerden pek hazzetmeyen birisi olarak söz konusu DSOTM olunca katılmadan edemiyorum üstelik.

  6. Yiğit says:

    Sanırım tarihin en büyük albümü.

    Benim için en iyi pink floyd albümü bile değil ama “greatest albums of all time” gibi başlıklar altında 1. hadi bilemedin ilk 3 sırada bu albüm yoksa ciddiye alamıyorum.

  7. Yiğit says:

    Niye iki farklı sayfa olduğu da bir merak konusu. Aynı başlığa taşınsa daha iyi olmaz mı?

    Ahmet Saraçoğlu

    @Yiğit, daha önce yazıldığı farkında olunmadan iki kez paylaşılmış bu albümün incelemeleri. Şu an fark ediyorum ben de.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.