# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
MISERERE LUMINIS – Miserere Luminis
| 28.01.2017

Miserere Luminis.

Alperen Kartal

Bu genel anlamıyla gerçekten kötü bir albüm fakat her halükarda estetik.

Kritiğin geri kalanı bu cümleyi açıklamak üzerine kurulacak. Daha ilk cümleye böyle başladığına göre neden yazıyorsun diyebilirsiniz. Bir sebebi var.

Misere Luminis 2009’da dinleyicilerle buluştu. “Standart bir metal müzik dinleyicisi zannediyorum bu albüme katlanamaz. Standart bir black metal dinleyicisi de sindirebilir ancak sonradan dönebileceği bir albüm olmaz Miserere Luminis” demiştim albüm ilk çıktığında ki bugün çıktığından 6 sene geçmesine rağmen beni bu kritiği yazmaya yönlendiren o şarkı kafamda çalana kadar “the Mist” Yaklaşık onbeş gündür kafamda bir türlü hatırlayamadığım fakat beni deli eden bir riff, daha doğrusu bir parçanın yaklaşık yedi saniyelik kısmı ve vokalin girdiği ana kadar devam edip bir anda susan bir ses. Ancak davullarıyla, bassıyla her şeyiyle sanki kulaklıkla dinliyormuşum gibi kafamda utanmadan çalan bir yedi saniye. Özellikle yürürken peşimi bırakmayan bu yedi saniye -bunun için özür mü dilemeyelim bilmiyorum ancak Bach dinlerken dahi kenarda bir yerde çalıp, müziği durdurup düşünmemi sağlayan bir işkenceye dönüştü. Artık beni neresinden nasıl yakaladı bilmiyorum. Sonuç olarak bu kritiği yazıp, henüz dinlemeyen insanlara buradan da yiyebilirsiniz deme cesaretini buluyorum kendimde.

“Here is the void of misery
The sun has been swallowed by some cosmic grief
Infinite conscience spitting blackness over and beyond
And I’m wondering.. do the worms feel the absence of light?
Here I am, sick, unpleased by it all
I am the wound of my being
Since I am the knife and the rope
Of this rape relation between me and me”

-The Mist

Bu hikayenin başlangıcında Black metal dinleyicilerinin yakından tanıdığı hala aktif olan ancak uzun süredir bu iki isimle 2013’ten bu yana albüm çıkarmayan iki Kanadalı grup Gris ve Sombres Forêts bulunuyor. Misere luminis, Gris 2007-Sombres Forêts -2008 gruplarının yıllarında çıkardıkları ikinci albümlerinden hemen önce konserlere beraber çıkma fikrinde anlaşıp ardından beraber albüm yapma sürecine kadar giden bir işbirliğinin meyvesi. İki grubun müzisyenleri Ağırlıklı 2009-2010 yıllarında Misere Luminis adıyla ve albümüyle konserler verdi. Bu konserlerde çokta popüler parçaların coverlarını yaptılar. Bir şehir efsanesidir kulağıma çalınmıştı, bu coverları bir anda konserler sırasında karar verip çalıyorlarmış.

Bu oluşumdan önce birbirlerinin abümlerine sık sık konuk olan müzisyenlerin ilişkisinin en belirgin bir şekilde gözlemlendiği ve Misere Luminis’in genel hatlarının çizildiği albüm aslında “Il était une Forêt..” tir.

“J’ai les ailes brisées d’un ange malade
Torturées, déchirées comme l’esprit de Sade
En mon crâne troué, vois-tu la misère?
Ma blessure n’est-elle pas l’oeil de l’enfer?”

-Le Mal des siécles

Bu iki grubun beraber müzik yapacaklarını öğrendiğimde zaten bu albüm çıkmak üzereydi yani çok büyük bir heyecanla bekleyecek bir süreye sahip olmadım fakat bekleyenlerin arasına katıldığımda özellikle İskandinav ve Amerikan dinleyicileri bu konuda çok ön yargılıydı. İki devinde bu albümde asla iyi iş çıkaramayacaklarını dahası kendi müziklerini öldüreceklerini ısrarla söyleyen bir çok kulağına güvendiğim Danimarkalı ve Amerikalı arkadaşım beni de daha albüm çıkmadan Miserere Luminis’e karşı doldurmuş oldular. O zaman özellikle Gris’in kayıtlarına daha albümleri çıkmadan erişebiliyordum. Hatta şu an müzik yapmayan bir çok Kanadalı grubun demolarına da dinleyebiliyordum. Misere Luminis ilk demoyu paylaştığında kimse bir şey anlamamıştı. Herkes fikirlerini aynen savunmaya devam etti. Bense hiç dinlemedim o demoları.

“Pénétrées avides de toutes les étoiles
Crache sans cesse les matins, dégueule les midis
Tes viscères blanches, dans la boucherie de nos peines
Tu crèveras nos yeux bien mieux que la tristesse”

-Miserere Luminis

Albümü ilk bu eleştiriyi bastırarak yapan Danimarkalı bir arkadaşım mail yoluyla parça parça göndermiş ve tek bir cümleden başka bir şey yazmamıştı. “I can’t believe this shit.” Açıkçası bende albümü bir süre beklettim. Sürekli Gris’in eski albümlerine dönüp vedalaşıyor gibiydim. Tabii bir akşam pür dikkat albümü açıp dinlemeye başladım.

[KRİTİĞİN YAZILAMAYAN PARÇASI]

Sonuç olarak, bu işbirliğinden iki grupta faydalı çıktı. Bu gelişimi onların son albümlerinde gözlemlemek mümkün bu açıdan Misere Luminis kullanılmış bir basamaktı; birbirlerinin omzuna basarak çıktıkları bir üretim süreci. Benim ilgim de tam olarak burada başlıyor. Bu sanatçılar bir krizi fırsata dönüştürerek birbirlerinden yardım aldılar, bir süre beraber ürettiler hatta bu süreçle bir albüm bile yapıp konserlere çıktılar. Miserere Luminis ölü bir deri gibi kenara atıldığında, artık toprağa karışmış bir zehir olarak dinleyicilerini bulma yolunda boşluğa bırakılmışken Gris ve Sombres Forêts ayrı ayrı daha güçlü ve yapıcı albümlerle çıktılar bu süreçten. Tabii, albümler çıkana kadar benim gibi bir sürü dinleyici bu albümün şokunu henüz atlatamamıştı.

Grup konserlere başladığında yurtdışında tanıdığım tüm Gris ve Sombres Forêts fanları bu milada şahit olmak için onları hiçbir konserde yalnız bırakmadı. Bu fanların arasında o bahsettiğim sert eleştirileri yapan arkadaşlarım da vardı. Ben maalesef hiç izleyemedim ancak anlatılan deneyimler bile beni heyecanlandırmaya yetiyordu.

Miserere Luminis’te elbette Gris ve Sombres Forêts benzerlikleri var fakat bu iki grubun tam anlamıyla birleşiminin olduğu bir sound fikrinden, klişe bir tanımla karma bir sound anlayışından söz etmek mümkün değil. Bu işbirliğini büyük bir özgürlük alanının yaratımı olarak nitelendiriyorum. Albümde death metal riffleri duymak bile mümkün. Piano ağırlıklı melodiler, yer yer breakdownlara bile rastladığımız ilgi çekici bir eser bu.*Tabii modern-metal’den alışık olduğunuz bir breakdown dan söz etmiyorum.

Teknik olarak kulağa ilk takılan şey bass kullanımıydı. Black metal gruplarının çoğunlukla türlerini belli etmek için müzikleri yerine gitar tonuyla imza attıkları ve bunda da çoğu zaman başarısız oldukları gerçeğini gruplarda görüyordu. Distortiondan, bu belalı büyüden, sert tondan yer yer cızırtıdan vazgeçemiyorlar üstüne davulları rezil rüsva ederek neredeyse işkenceye dönüşen tonsuz, ölçüsüz bir müziği , kuralsız bir yeraltına sığınarak dinlettiriyorlardı. Tam bu sırada Miserere Luminis’in bu çıkmaza verdiği cevap ideal bir bass kullanımıdır. Gitardan hiçbir açık vermeyip onu dengelemeyi bilen müzisyenler. Bu benim nezlimde black müzik için çok büyük bir adımdı. Hala da öyle. Bunların ikici sınıf kayıtlar olduğunu unutmamak lazım. O dönemdeki çoğu metal müzik grubu gibi ev stüdyolarına bir isim vererek aldıkları kayıtlardan oluşan albümler bunlar. İnsanlar bir arada kendi müziklerini tartışıp dinleyerek yeni süreçler yaratmaya çalışarak yapıyorlardı bu müzikleri. Analog bir tonla alakaları olmayan gayet klasik bir tonu yoğuran bir biçimin ürünleri. Üç müzisyenin üçü de multi-enstürmentalist. İnanın bu kayıt ünlü bir stüdyoda alınsa böyle bir tad almak imkansız olurdu.

Şimdi, duyduğumda bu kadar heyecanlandığım şeyler değil bunlar. Ve yazdığım her kritikte belirttiğim gibi bugün metal müziğe belirli nedenlerden dolayı mesafeli duruşum olmasına rağmen, ağırlıklı dinlediğim müzik türü olduğu zamanların üzerinden yıllar geçse de hala bu tür çalışmalar zihnimin bir köşesinde beni zaman zaman korlarını üflemeye çağırıyor. Engelde olmuyorum kendime. Sanatın her alanında mevcut kısır döngü. Metal müzikte ise bu tür tarihi anları bilip, dinleyip, özümsemekten geçiyor. Yenilik buradan geçecek, belki de bana bu cümleleri yazdıran histe buradan geliyor. Etiketi, kıyafeti, duruşu, sosyal çevresi için değil de müziği anlamak için dinleyen bir kitle ve bu kitleyle beraber gelişen bir müzisyen kitlesi. Black Metal’e aşina olmayanlarınız albümü dinledikten sonra “bu kadar yazacak ne vardı?” da diyebilir fakat eğer sıkı takipçilerden birinin gözüne takılırsa bu kritik, ne demek istediğimi anlayacaktır.

Özetle, yabanlıklarında, iki grubunda kendi isimlerinden sıyrılıp yeni şeyleri sergileyecekleri bir albüm olmuştu bu. Vokalde, gitarda, davulda kimin olduğunu o kadar kestiremiyordum ki bilmekte istemiyordum. Anlamsız detaylar bunlar. Albümü defalarca dinledim. Yıllarca dinledim. Youtube’a yüklendiğinde dinledim. Bir şekilde hiç bağlantımı koparmamıştım. -Bir şeyler oldu elbette ki tam aklımdan silinecekken bana “buradayım” diye seslendi.

Miserere Luminis o zamanlar etkili bir umuttu. O zamanlar benim gibi insanları da bu müziği dinlemeye sevk eden şeyin ne olduğunu tam kestiremiyorum. Ancak bu kritiği tek bir cümle haline getirirsek budur diyebilirim. Arayış, takılma, yürüyüş, ilerleme isteği fakat takılma. Şimdilerde minimal modern klasiklere, darkjazzla yürümeye çalışan bir ben içinde büyük bir yüzleşme oldu bu. Yürürken aklınıza takılan albümleri, şarkılarını, müzisyenlerini unutmamak gerek. Alakasız bir anda yarım yamalak hatırladığınız bir cümlenin yazarını, cümlelerini, kitaplarını bulup tekrar ve tekrar okumak gerek. Onlara bugün nasıl değerlendiriyorsanız değerlendirin dönüp mutlaka bakın. Onlar sizin tarihiniz. “Güzel fotoğraflar..” der Roger Ballen, “…akılda kalır. Bilinçte kalıcılık sanatın amacı olmalı. “
O halde neden yazıyorsun derseniz, bir sebebi var, ve bir sebebi var.

6,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.33/10, Toplam oy: 3)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2009
Şirket
Sepulchral Productions
Kadro
Annatar: Tüm enstrümanlar
Neptune: Tüm enstrümanlar
Icare: Tüm enstrümanlar
Şarkılar
1. Cineris
2. Le mal des siècles
3. Ciel tragique
4. IV
5. Birth of New Ages
6. The Mist
7. Senectus
8. Miserere Luminis
9. Exulcerare
  Yorum alanı

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.