# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
ULCERATE – Shrines of Paralysis
| 22.10.2016

Notaların hayatta kalma mücadelesi.

Ah ULCERATE… Vasatlığın ve aynılığın her şeye hükmettiği şu dünyada, var oluşun bile bir hediye adeta.

Vermis” ile kariyerinin en kaotik işine imza atan ULCERATE’in bir sonraki albümünde, artık patlama noktasına gelen kaosunu daha da ileriye taşımak için kasmayacağını ve “Everything is Fire” ile “The Destroyers of All” arası bir işe imza atacağını düşünüyordum. “The Destroyers of All”un kendi içindeki nispeten kolay dinlenebilirliğinden sonra; “Vermis” gerçek anlamda işitsel ve sabırsal bir zulümdü. Gruba tapıp da o albüme bunca yıl sonra bile alışamayanlar olduğunu biliyorum. Her ne kadar ben “Vermis”in derinliklerinde de belli oranda “Everything is Fire”lıklar görsem de, tüm o yıkımın altından sağ kurtulan pek fazla şey olmadığı da ortada.

Relapse Records’ın birkaç gün önceki promo mail’i geldiğinde tekrar fark ettim ki, ULCERATE gerçekten de bir elin parmaklarını geçmeyen sayıda grubun bana yaşattığı o eşsiz heyecanı yaratan gruplardan biri. MESHUGGAH‘da olduğu gibi, ANAAL NATHRAKH‘da olduğu gibi, ULCERATE mail’indeki o kırmızı kapağı görünce de içimde bir şeyler cız etti. Albümü on küsür kere dinledikten sonra rahatlıkla söyleyebilirim ki; o ne yerinde, o ne anlamlı bir cız etmeymiş öyle.

“Shrines of Paralysis” ULCERATE’in hem bugüne dek yarattığı her şeyi hem de daha fazlasını bizlere sunduğu dev bir albüm. “Vermis”ten daha kolay benimsenir olduğu açık ve müzikal olarak da grubun ciddi anlamda farklı bir boyuttan seslendiğini gösterircesine eşsiz, açıklanamaz ve dünya dışına doğru yol alan bir çalışma.

JUTE GYTE bile olsanız, bir yerden sonra dünyadaki her gruba, her müziğe alışılabileceğini düşünen bir insanım. Eğer ne dinlediğinizi biliyor ve ne yapılmak istendiğini anlıyorsanız; dünyanın en acayip müziği de olsa zaman içinde o grubun da alışılır, kanıksanır hâle geldiğine, geleceğine inanıyorum. Hepimiz farklı olsak da, hepimizin kafası farklı çalışsa da, sonuçta insanız; birkaçımızın yarattığı bir şeyi zaman içinde anlaşılır, öğrenilir, benimsenir ve belki de ne yazık ki, kanıksanır bulacağımız ortada. Bu minvalde bizi asıl etkileyen şey; bizim gibi etten kemikten insanların, sunulan şey konusunda tecrübe sahibi olan bizim gibilere, “bunu nasıl yapabilirler?”, “bunu nasıl düşünebilirler?”, “onları böyle bir şey yaratmaya iten şey ne?” diye düşündürtmeyi başarabiliyor oluşları.

ULCERATE bu konuda gerçekten de farklı bir yerde duruyor. Müziğine farklı tatlar katan, türdaşlarından ayrı duran, müzik dünyasının en kolpa tabiriyle “deneysel” işler yapan sayısız sanatçı var. ULCERATE ve benzer grupları farklı ve özel kılan ise, bu tarz grupların sundukları hiçbir şeyin alışıldık, konvansiyonel metal perspektifinde değerlendirilemeyecek oluşu. ULCERATE, GORGUTS gibi gruplar kuralları olduğu gibi yıkıp, sonra bu yıkıntılarla yeni bir şey yaratıyorlar. Aslında her şey en başta var olan ve yıkılan şeyin bileşenlerinden oluşuyor, lâkin sonradan ortaya çıkan şey hiçbir yönüyle başta var olanın özelliklerini taşımıyor, ona benzemiyor. Bu yüzden de gitar çalan insanlar ULCERATE şarkılarını kulaktan çıkarmaya çalışırken bu kadar zorlanıyor, bu yüzden YouTube’da bu kadar az ULCERATE cover’ı yer alıyor ve bu yüzden grubun herhangi bir şarkısının bir yerini çaldığınızda “böyle rif yazılmaz”, “kim böyle bir şey yazar ki?” diye düşünüyorsunuz.

Sırf bu açıdan bile, müzik konusunda bilimsel anlamda donanımlı insanların, profesörlerin, ULCERATE gibi bir grubun genel kimliğini, diskografisini yorumlamasını, grubun yarattığı şeyin otopsisini yapmasını çok isterdim.

ULCERATE ve benzeri türde aşırı sofistike ve karakteristik grupların; neredeyse kendileri gibi hiç kimsenin olmadığı bir dünyada, yorumcular tarafından zaman zaman tam olarak kavranamadıklarını ya da özgünlükleri ve muadilsizlikleri doğrultusunda tam anlamıyla yorumlanamadıklarını düşünüyorum. Bu gibi “başkalarıyla mukayese edilemez” grupların yarattıkları şeyler hakkında tavizsiz şekilde övgüler düzmek gerçekten de dünyanın en kolay şeyi; zira yorumlanan şeyin içeriği yorumcuyu ne kadar zorluyorsa, ironik şekilde yorumcunun işi bir anda o kadar kolay hâle gelebiliyor. Yorumlarınıza katılmayanlar olduğunda işi “Beğenmedin mi, iyi bulmadın mı? Demek ki anlayamamışsın…”a bağlarsınız olur biter.

Lâkin hem ULCERATE hem de “Shrines of Paralysis” bundan çok daha fazlasını hak ediyor.

“Shrines of Paralysis”; dinleyiciyi içine alan, boğan, nefes almasını engelleyen, üzülmenin hüzünlenme evresini aradan çıkarıp doğrudan üzen, hesaplaştıran, acıtan, yoran, zorlayan, talep eden, bir şeyler almadan hiçbir şey vermek istemeyen ve bu konuda anlaşma zemini aramadan direkt olarak sizden istediğini söküp alan, tek taraflı olarak dinleyemeyeceğiniz, size bir şeyler verirken sizden de bir şeyler götüren bir albüm.

Şimdi bunun başlıca sebeplerinden birinden bahsedelim. “Shrines of Paralysis”te ULCERATE, daha öne bize çok da göstermediği farklı bir yanını gösteriyor. Belki de ilk kez bir ULCERATE albümünü dinlerken, karşımızdakinin, bu şeyi yaratanların da duyguları olduğunu hissediyoruz. “Vermis” başta olmak üzere önceki işlerinde kendini dinleyiciden hep soyutlayan ve kendisiyle empati kurmanızı istemeyen ULCERATE, ilk kez bu albümde duyguları olduğunu hissettiriyor. Bunu da ne kederli olmaya kasarak, ne de albümün genelinde bir hüzün teması işleyerek yapıyor. Bahsettiğim bu durumu yaratan şey, ULCERATE’in önceki işlerinde çok da göze çarpmayan ancak bu albümde, yine çok alttan alttan verilen melodik anlayış. Ancak -ki baya büyük bir ANCAK- grup bu melodik anlayışı asla ve asla kalıplara uyan ve bilinen anlamdaki melodi kavramıyla gerçekleştirmiyor.

ULCERATE’in burada yaptığı şey; örneğin 15-20 saniye süren bir yıkım paterni içinde belirli aralıklarla birer birer basılan öne çıkar notaların, içinde bulundukları riflere belli belirsiz bir melodi karakteri katması şeklinde gelişiyor. Bu melodileri ıslıkla çalmanız, mırıldanmanız hiçbir şekilde mümkün değil, zira melodiyi oluşturan notalar arasında grup bambaşka bir kaos yaratıyor; paternde kullanılan 50-60 notanın belki de sadece 5-6′sı bu bahsettiğim melodik unsurları yaratıyor. Ancak sonuçta bu, adeta bize bir şeyler anlatmak isteyen; gitar, bas, vokal ve davulun birbirleriyle olan savaşı içerisinde hayatta kalmaya çalışan belirli notaların bize enkaz altından seslenişi gibi, canhıraş birer yardım çığlığına dönüşüyor.

Misal Yield to Naught, misal albüme adını veren şarkı, misal End the Hope. Üçünde de ciddi anlama psikolojik olaylar var. Üçünde de, belirli seslerin, çarpışan dev sesler arasında canlarını kurtarma mücadelesine tanık olduğunuzu hissediyorsunuz. ULCERATE sanki müzik yapmıyor, sanki şarkı yazmıyor; adeta notaları, sesleri savaştırıyor.

Gitarların işitsel girdaplar gibi birbiri içine girip çıktığı, dev toprak parçalarını delik deşik edip bulutları yırttığı, okyanusları gökyüzüne kaldırıp tekrar yere çaldığı; bir ULCERATE albümünde ilk kez bu kadar sesli ve baskın duyulan bas gitarın mağaralara dalıp yer altını yer üstüne taşıdığı, derin uçurumları dipsiz dehlizlere dönüştürdüğü; Jamie Saint-Merat’ın metal dünyasında eşi olmayan davullarının dağları birbirine çarptığı, devasa kayaları yamaçlardan aşağı yuvarladığı ve önüne gelen her şeyi dümdüz ettiği davulları ve tüm bunları tahrik edici bir buyurganlıkla anlatan vokallerin emredici karakteri ile “Shrines of Paralysis”; bütünüyle yıkımsal bir tecrübe. Sadece bir müzik albümünün ötesinde, psikolojik bir savaş.

Onları benzersiz kılan da işte bu. Müzik kavramının anlamına dair istediğiniz kaynağı okuyun; melodi, armoni (uyum) terimlerine mutlaka rastlarsınız. ULCERATE ise buna tepki olarak doğmuşçasına, olayı psikolojik boyutlara taşıyor, melodisinin çaresizliği ve ızdırabıyla size acı çektiriyor, uyumsuzluğunun ihtişamıyla sizi kendinize yabancılaştırıyor.

Son dönemde yazdığım kimi kritiklerde dediğim şeyi tekrar etmem gerekirse, 2016 yılında gerçekten çok iyi albümler çıktı. Müthiş albümler, başyapıtlar çıktı. Belki de ilk kez yıl sonunda yapacağım listede en iyiden daha az iyiye doğru bir sıralama yapmamı imkânsız kılacak düzeyde mükemmel albümler çıktı bu sene.

Ancak bunların çok azı işin psikolojik boyutuna ulaşmayı, zevk almayı bile engellercesine etkileyici olmayı başardı. ULCERATE bunlardan biri. “Shrines of Paralysis” destansı, insan zihninin derinliklerine sızan, her iki anlamda da nefes kesici bir albüm ve bana kalırsa ULCERATE de müzik dünyasının, belki de gelmiş geçmiş en özel gruplarından biri.

10/10
Albümün okur notu: 12345678910 (9.39/10, Toplam oy: 122)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2016
Şirket
Relapse Records
Kadro
Jamie Saint Merat: Davul
Michael Hoggard: Gitar
Paul Kelland: Bas, vokal
Şarkılar
1. Abrogation
2. Yield to Naught
3. There Are No Saviours
4. Shrines of Paralysis
5. Bow to Spite
6. Chasm of Fire
7. Extinguished Light
8. End the Hope
  Yorum alanı

“ULCERATE – Shrines of Paralysis” yazısına 56 yorum var

  1. Lefthandpath says:

    Kritiği okurken bir ulcerate albümü dinliyormuşçasına tüylerim diken diken oldu, tebrikler :)

    Ahmet Saraçoğlu

    @Lefthandpath, bugüne dek aldığım en güzel övgü olabilir, ben teşekkür ederim. :)

    lefthandpath

    @Ahmet Saraçoğlu, rica ederim. albümle ilgili sabırlarımızı zorlayan sensin ;)

  2. sueda says:

    aylardır bekliyordum.

  3. kalmahfanboy says:

    Hiç dinlemediğim bir gruptu ama kritiği okuduktan sonra çok merak ettim eve gidince ilk iş açıp dinliycem

  4. Burcu Özbek says:

    Muhteşem bir kritik olmuş. Albümü dinlemiş kadar oldum. Bu derece müziğinde kaybolduğum gerçekten az grup var ve bu işi sürdürmeleri adına çok seviniyorum.

  5. All2 says:

    Albümü dinledikten sonra elbet yazıcam buraya bir şeyler.

    Deli gibi merak ediyordum… Sabahtan beri kritiği okuyup okuyup mutlu oluyorum :):):)

  6. Özgür says:

    Bu tarzı takip eden bir dinleyici değilim ama Yield to Naught’un kapanışı (son 50 saniyesi falan) bünyemi allak bullak etti. Herhalde bu yılın ‘highlight’larından biri oldu şimdiden benim için.

  7. Ouz says:

    Meşuga’yla birlikte şarkılarını anlayıp sindiremediğim için üzüldüğüm gruplardan bir diğeri. Davulcunun albüm kayıtlarına denk geldim geçen gün, ulan dedim… Neyse az daha sabır bakalım, belki ilerleyen zamanlarda bu adamları da özümsemeye başlarım.

    Osman Gümüş

    @Ouz, Ulcerate, Gorguts, Portal vb. gibi grupları bi türlü ben de sindiremiyom.

    Ouz

    @Osman Gümüş, Eskiden öküzlemesine brutal death metal albümlerini ve teknik death işlerini çözemiyordum, o tarzları hallettim, şimdi karşıma bunlar çıktı. Zamanı vardır diye düşünüyorum, ilerleyen aylarda, -yaşarsam- yıllarda çözerim umarım. :) Sindiremesek de sık sık dinlemekte fayda var, kulakların alışması açısından.

    Ouz

    @Ouz, Evet Ulcerate, sorun sende değil bende. Elin oğlu davul cover’ı bile yapıyor:

    https://youtu.be/Ty4RoAW2PJA

  8. 12ParmakBağırsağı says:

    Pleiades Dustı mı daha çok severim bunu mu diye merak ediyordum ama ulcerate öyle bir başyapıt yapmış ki karşılaştırmalar kifayetsiz.
    Şimdi dso’yu bekleyelim. Bakalım boynuz kulağı geçmiş mi.
    Bu arada Pleiades Dust demişken onun kritiği araya kaynadı sanki. Ulcerate kritiği o kadar iyi ki bu kritiği yazan ellerden bir pleiades dust kritiği beklemek yüzsüzlük olmaz umarım.

    Ahmet Saraçoğlu

    @12ParmakBağırsağı, ahah sağ ol, siteyi her açtığımda “LAAAAAAAAAN GORGUTS’I NE ZAMAN YAZICAAAAM” diye küçük çaplı travmalar yaşıyorum. Önümüzdeki hafta kesin yazıyorum tamamdır söz.

    Ahmet Saraçoğlu

    @12ParmakBağırsağı, dediğim hafta yazmaya fırsatım olmadı ama nihayet yazdım.

    12ParmakBağırsağı

    @Ahmet Saraçoğlu, Eline sağlık abi, her zamanki gibi çok güzel olmuş.

    Ahmet Saraçoğlu

    @12ParmakBağırsağı, sağ olasın.

  9. Swedish says:

    Vermis i sindiremeyen ben,bu hafta Hammer Müziğe uğradım ve aklımdaki tek söz Enis Kızılkaya’nın yazdığı “ama yaptığı şey sonuna kadar gerçektir.Öyle bir duygu vermiş ki şarkılara ,dinle dinle,ağla” sözleriydi.

    Şu satırları okuduğumdan beri albümü merak ettim.Tam da Enis e uğradığımda bu albüm açıktı.Daha ilk parçada …tir i patlattım,harika bişiy bu yaa dedim.Enis benim bu tarzı sevip sevmediğimden emin değildi.Sen bu kadar brütal vokal sevmiyordun? Dedi.

    Evrt bu kadar brutal sevmiyorum ama böylesine güzel bir müziğin içinde iken hiç de rahatsız etmiyor..Albümün tamamını dinlemedim,plağa saklıyorum

  10. Horrendous says:

    Deli işi. Böyle bir “sanat” icra edebilmek için ya insan olmaman lazım ya da deli sıfatını dibine kadar yersin. Akıl alır gibi değil gerçekten. 8 Kasım’a kadar senenin en iyisi belli benim için. Açık ve net.

  11. Buhtunnasr says:

    Az önce ilk kez dinledim, bu dakikadan sonra uyumam imkansız 7 de kalkmam lazım hesabını kim verecek . akıllara zarar bişey olmuş bu müzikse bugüne kadar ne dinledik arkadaş

  12. All2 says:

    Senenin en iyi albümü.
    İlk single dan tahmin etmistim. Yield to Naught ın su dakikası, chasm of fire ın burası sayfalarca yazılır bir seyler. Ulcerate in en iyi albümü bence (ki ortada destroyers of all gibi bir olay var)

  13. furkan_sensoy says:

    Müziğin insanı etkileyebilmesi için ihtiyacı olan tek şey armoni midir? İşte bunu sorgulatıyor Shrines of Paralysis. Kelimelerle anlatılamayacak bir başyapıt.

  14. deadhouse says:

    Sindirme ve Ulcerate…birarada çok kullanılıyor. Kullananlar haklı tabii. Ama onlarca defa dinleyince ya da şöyle söyleyeyim: bu tür müziğe (ulcerate, gorguts, dso vs) bünye alışkanlık kazandığı vakit sindirme meselesi devre dışı kalıyor. Ben ilk dinlediğimde bana da ağır geliyordu. Gorguts’un müziğine bu ne lan bi bok anlamadım diyordum hep. Ama sonra fark ettim ki mental anlamda yıkıcı etkiler barındırsa da müzikal anlamda dinlenir hale gelmesi uzun zaman almıyor. Misal bu albümü dinlerken zorlanmadım. O yıkıcılık, kaos, gerginlik vs kendisini iliklere kadar hissettirse de müzik bir süre sonra vücuda enjekte edilen uyuşturucu gibi etki uyandırıyor, haz her şeyin önüne geçiyor, bir daha istiyorsunuz sonra bir gün kendinizi sabahlara kadar kulaklıkla Ulcerate dinlerken buluyorsunuz. Artık o zor diye tabir edilen müzik size pamuk gibi gelmeye başlıyor. Germeye devam ediyor, terletiyor, beyin hücrelerinize sanki çekiçle vuruluyormuş dahi hissedebiliyorsunuz ama zorlamıyor. Bu aşamadan sonra her şey rutinleşiyor. Siz ve başıbozuk notalar baş başa kalıyorsunuz; ana rahminden çıktığınız günden bu yana bu müziği dinliyormuş gibi hissediyorsunuz.

  15. SA says:

    Bu albüme 10 az. Tarif edilemez duygular. Öfke ve hüzün tamamen iç içe. Müzik sanki kocaman üzgün bir yanardağ gibi. Haykırarak patlıyor, etrafa lavlar püskürtüyor, kendine bile zarar vererek yıkıp geçiyor. Hissedilen şeyleri anlatmak çok zor. Böyle bir albüm olduğunu, istediğim zaman açıp dinleyebildiğimi bilmek bile inanılmaz birşey.

  16. SA says:

    İlk iki albümün kritiklerinin de sitede olması gerekiyor bence. Çünkü söz konusu Ulcerate…

  17. SA says:

    Depresif death metal diye birşey var mı bilmiyorum. Yoksa da bu grubun yaptığı şey tam olarak bu. Zevkle dinlerken notalar bildiğin moralini bozuyor.

  18. SA says:

    End The Hope… Sen nasıl birşeysin. Her notan insanın keder duygusuna saplanan bir iğne gibi.

  19. poison says:

    end the hope’un son 2 dakikasının kudreti altında ezilip soluğu burada aldım. şu an su altında nefes tutsam 10 saniye anca sürer.

    poison

    @poison, end the hope’un outrosu senin aq ben. marmaray’daki tutma demirlerine seri kafa atabilirim her an.

  20. SA says:

    Yeni albümün nasıl olacağını acayip merak ediyorum. Vermis ayarında hayvan gibi bir şey gelsin yeter. Onun dışında ne yapsalar güzel olur zaten.

  21. SA says:

    Yield to Naught şarkısı sıkıntıların üst seviyelerde olduğu zamanlarda dinlenirse ağlatır.

  22. SA says:

    Depresif ölüm metalin icadı. Bu albümü artık sevdiğim diğer albümler gibi dinleyemiyorum. Kendimi iyi hissettiğimde açsam moralimi düşürüyor. Kötü hissettiğimde açsam iyice dibe vurduruyor.

  23. 9yearsago says:

    Miks çok kötü, kompres edilmiş. Davullar açıkçası bok gibi tınlıyor. Müthiş bir kompozisyonel başarı var bu albümde ama yeniden mikslenene kadar ziyan edilmiş olarak göreceğim.

  24. P L A G U E says:

    son zamamlarda ilk 3 favori parçamdan biri. Alkol playlisti yada alkol olmadan herhangi bir albüm arasında ‘end the hope’ dinleyip kaval kemiğime çivi çakıyorum. Ağza yüze sıçmanın sofistike versiyonu bu olsa gerek…deniz tuzu ve karabiber aromalı sıçın aq…

  25. P L A G U E says:

    End the hope…orospu çocukluğu…ne yaşadınız aq be??????

  26. Börbır says:

    End the Hope’u kaydedip albüme alırken dur aq ölürler falan diye düşünmemiş şerefsizler direk salmışlar şarkının adını duyunca bile gözlerim hafiften yaşarıyor

  27. P L A G U E says:

    ‘End the hope’ ile playliste ara vermemek için yoga kursuna yazılıp vegan beslenmeye başladım…

  28. P L A G U E says:

    Playlistimi ‘end the hope’ isimli bir adet orospu çocukluğu ile bölmemin haklı gururunu yaşıyorum. Tüm gereksiz akrabaların katıldığı cenaze gibi parça.

  29. Yiğit says:

    Yapacağınız kapanışı sikeyim.

    Şuraya bir albümün final şarkısının/kapanışının o albümün ağızda bıraktığı tadı ne denli etkilediğini, çok iyi bir albümü ilah seviyesine çıkarabileceğine dair şeyler yazmaya gelmiştim ama tek yazabildiğim bu. Orospu çocuğusunuz

  30. P L A G U E says:

    Yine bir playlist arası, yine ‘end the hope’.

    Yorumlara baktım, daha önce hiç denmemiş, ben söyliyim, orospu çocuk(luğu/ları).

    Yiğit

    @P L A G U E, 6:21′de giren gitar gibi şeyleri bestelemek yasal olmamalı

  31. Yiğit says:

    Asla tek seferde dinleyemiyorum aq şarkısını. 6:43′teki orospu çocukluğu bittiği anda tekrar 6:21′deki gitarın girişine dönüyorum. Ve bu döngüyü en az 2-3 defa daha yapmazsam rahat edemiyorum.

    Son 8 yorumu göz önüne alınca şarkı ismi vermeye gerek yok sanırım.

  32. P L A G U E says:

    End the hope

    Yiğit

    @P L A G U E, bazen bu kadar sade olmalıyız. Evet, end the hope.

    Yine de söylemeden edemeyeceğim: orospu çocukluğu

  33. P L A G U E says:

    Nasrettin hoca bir gün geziye çıkmış, eşeğe ters binmiş ve kulağında kulaklık varmış. Köylüler sormuş ‘hoca ne dinliyosun da gotün kalktı?’ diye. Hoca durur mu? Senin ağzını yüzünü sikerim orospu çocuğu demiş.

    Evet, end the hope dinliyormuş…

  34. P L A G U E says:

    #endthehopeyasaklansın

  35. Zenon says:

    10 mu hahaha

  36. Yiğit says:

    6:21

    Nasıl ne şekilde ölürüm bilmiyorum ama arkada bu çalacak ona eminim.

  37. Yiğit says:

    Hiç iyi değilim.

  38. Kk says:

    Dünyanın en iyi 2-3 albümünden biri

  39. owlbos says:

    Bu albümdeki depresif havadan hiç hoşlanmıyorum. Yine ruhuma tecavüz etti. Amk senin Ulcerate.

  40. Yiğit says:

    Bu albümü yaparken hiçbir orospu çocuğu da çıkıp “abi end the hope sizce de abartı olmadı mı” dememiş. Kemiklerinizi sikeyim.

  41. Yiğit says:

    Hayatımda dinlediğim duygu yoğunluğu en yüksek albüm olabilir mi acaba diye düşünmüyor değilim. Son albümü her halükarda daha çok beğeniyorum ancak benim için en özel Ulcerate albümü bu sanırım. Keşke hiç keşfetmeseydim dediğim yegane albüm aynı zamanda. Yine düştüm yakasına. Nasıl ki gün içinde 20 kez sigara yakıp içerken içten içe kendimi öldürüyorsam bu albüm de her dinleyişimde aynı etkiyi yaratıyor.

    Hayır bir de yetmiyormuş gibi end the hope ile bitiyor. Sikim ya…

    deadhouse

    @Yiğit, Bu albüm bir başka gerçekten. Benim de en sevdiğim Ulcerate albümü.

  42. Yiğit says:

    Ne güzel rakı ve kuru biber dolması ile keyif yapıyorken End the Hope ağzıma yüzüme sıçtı bütün keyfimi sikip attı. Amına çaktığımın şarkısı. Bir insan niye böyle bir şey besteler amk

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.