# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
RAZOR
03.12.2014

“GUNSİS ROZİS KNOCK HOK HAVEN DORS”

Bu hafta röportaj köşemizde, Pasifagresif’in bugüne dek yaptığı en uzun ve bir o kadar da eğlenceli röportajlardan biri var. 7 yıl önce kurulan ve 5 yıldır da Dorock Bar’da düzenli olarak program yapan cover grubu RAZOR, bu işi bileğinin hakkıyla yaptığını düşündüğümüz, dinlemeye gidenlerden övgü alan bir grup. Düzenli olarak sahnede oldukları için Türkiye’deki metal ortamını belki de en iyi soluyan grup olan RAZOR’la, Türkiye metal ortamını, seyirci kitlesini, yaşadıkları türlü olayları, kısacası ülkemizdeki metale dair pek çok şeyi konuştuk. Çarşamba geceleri rock, Cumartesi geceleri ise metal ağırlıklı çalan grubu izlemenizi tavsiye ediyor, röportaja geçiyoruz.

Selam arkadaşlar, umarız hepiniz çok iyisinizdir. Öncelikle bize RAZOR’dan biraz bahseder misiniz? Ne zamandır birliktesiniz, grup nasıl kuruldu, RAZOR nerede ne yapıyor, bu gibi şeyler.

Başer: Merhabalar. RAZOR’ın temelleri aslında benim 2007’de eğlence amaçlı bir cover grubu kurma çabalarımla atılmış olsa da ilk kez RAZOR ismiyle çalışıp bir şeyler yapmamızın tarihi 2008. İlk sahnemiz ve düzenli programlarımız da 2009’a denk geliyor. (Bahçeli hesabına kadar yolu var) Aynı senenin Kasım ayında ise Dorock’ta canlı performanslara başlayıp, kazığımızı çaktık, hâlâ Dorock’tayız. Kadromuz ise 2010’dan bu yana bozulmadan kaldı.

Barış: RAZOR ne yapsın, rutin olarak her Çarşamba ve Cumartesi, farklı repertuvarlarla Dorock Bar’da sahne almaya devam ediyor. Öte yandan son zamanlarda şehir dışından da teklifler ya da “gelir misiniz?” soruları gelmeye başladı, tekliflere açık bir şekilde bekliyor. Ben grubu kuran kadroda değildim ama az kalsın kurucu kadroda olacakmışım diyeceğim kadar kısa bir süre sonra girmiştim gruba.

Berkay: Biz iyiyiz arkadaşlar, sizler nasılsınız? (Bu sorunun cevabını diger röportajda istiyorum.) :) RAZOR -bildiğiniz gibi- bir cover grubudur (en azından şu anda). İşini çok ciddiye alan ve daima standartların üstünde olmak için çabalayan bir cover grubudur. Ben 2009′da, grup kurulduktan 1 sene sonra dâhil oldum. Tahminen 4,5 yıldır falan da Dorock’ta, enteresan tecrübeler yaşatıyoruz insanlara. :)

Yetkin: İyiyiz ya ne olsun, her zamanki metalcilik durumları işte. :) Ben 2010 Mart ayından beri RAZOR ile Dorock’ta çalmaktayım. Ha bir de taaa 2009′da tam bir kişinin olduğu bir Old School performansım vardı Barış’ın yokluğunda ama o sayılmaz sanırım.

Setlist’iniz bir hayli geniş, gecede 35 civarı parça çalıyorsunuz. Şarkı seçimlerini nasıl yapıyorsunuz ve yeni ekleneceklere nasıl karar veriyorsunuz?

Başer: Genelde başlangıçlarda ve finallerde çaldığımız belli birtakım şarkılar var. Drop akort sisteminde çalınan ve dolayısıyla Barış’ın gitar değiştirmesini gerektiren şarkılar var (biraz teknik bilgi oldu kusura bakmayın). Bunlar zaman içerisinde, deneme yanılma yoluyla oturttuğumuz birtakım kalıp listeler diyebilirim. Bu kalıplara elbette uymuyoruz ama fikir yürütürken bunlar üzerinden yola çıkıyoruz ve evet, ne çalacağımıza tam olarak sahnede, “o an” karar veriyoruz. Yeni eklenecek şarkılar konusuna gelince de şöyle oluyor; içimizden biri “çalsak ne güzel olurdu lan” dediği birkaç şarkıyı öneriye sunuyor. Konuşulup kararlaştırılıyor, genelde diğerlerimiz de akıllarında “ulan keşke çalsak” dedikleri şarkıları listeliyor. Aralarından seçerken de “acaba gider mi?” sorunsalını değerlendirerek bir eleme yapıyoruz ve 4-5 şarkı civarı belirlediğimiz şarkıları o hafta prova edip sahneye hazır hale getiriyoruz.

Barış: Yeni şarkı eklerken bize internet üzerinden gelen istekleri de değerlendiriyoruz tabii. Başer’in dediği gibi “Tutar mı, tutmaz mı?” gibi kaba bir eleme yapıyoruz. Her ne kadar sürekli bir değişim içinde olsa da artık dinleyici kitleyi tanıyoruz. Buna rağmen “Bu kesin tutar” deyip de tutturamadığımız şarkılar olabiliyor. Bazen de çok sevdiğimiz bir şarkı varsa eğer “Amaaaan tutsa da çalalım, tutmasa da çalalım” diye ısrarla çaldığımız oluyor. Bu inatla aylar (belki yıl) sonra sevdirmeyi başardığımız güzel bir örnek olarak aklıma OPETH – Deliverance geldi.

Ülkemiz metalcisinin sevmesine katkıda bulunduğunuzu düşündüğünüz gruplar var mı? İlk çalmaya başladığınız zamanla şimdi çaldığınızda arada büyük ilgi farkı olan gruplar kimler? Misal her konserde bariz bir GOJIRA sevgisi göze çarpıyor, aynı şekilde henüz ülkemize gelmeyen gruplardan MACHINE HEAD’e karşı da büyük ilgi var gibi.

Berkay: İlk eklediğimiz GOJIRA şarkısı Oroborus idi. O zamanki tepkiyi gözümün önüne getiriyorum, bir de şimdikini. Arada inanılmaz fark var. L’enfant Sauvage çaldığımızda da albüm yeni çıkmıştı. Resmen zorla sevdirdik insanlara. Tüm ülke piyasasını bilmem de, İstanbul piyasasının GOJIRA’yı sevmesinde önemli bir yere sahip olduğumuzu düşünüyorum.

Barış: Bunu biz de son zamanlarda birkaç kez konuştuk kendi aramızda. Gerçekten de ilk GOJIRA eklediğimiz gün ile ya da ilk MACHINE HEAD eklediğimiz gün ile bugün arasında seyirci reaksiyonu açısından çok fark var. Eskiden Oroborus ya da Davidian çalarken “Ne oluyor orada?” diyen kitle artık bizden bu gruplara ait yeni şarkılar istiyor. Bunu görmek harika. Belki CLUTCH da eklenebilir bu gruplar arasına.

Başer: Şöyle ki, Flying Whales’in girişini her çaldığımda seyircinin verdiği tepki beni cidden gaza getiriyor. Onun dışında OPETH’i sevdirmek için bir zamanlar ciddi çaba harcadık. SOILWORK – Distance, SEPTICFLESH – A Vampire From Nazareth yine insanlara bizim sevdirdiğimiz şarkılar… MACHINE HEAD uzunca süredir çaldığımız ve çalmaktan çok keyif aldığımız gruplardan biri. Aklıma gelmeyen mutlaka vardır.

Yetkin: Yarın öbür gün çocuklarımız olduğunda falan okulda “GOJIRA’yı Türkiye’ye ilk getiren benim babamdı” falan derse haksız sayılmaz herhalde. :P

Üstteki soruya benzer şekilde, sizin pompalamaya çalıştığınız, ancak gördüğü ilgiyi az bulduğunuz, hatta setlist’ten çıkarmak durumunda kaldığınız gruplar kimler?

Berkay: OPETH’ten Bleak ve Harlequin Forest falan vardı, çok tutmamıştı o şarkılar. :’( Uzun zamandır çalmıyoruz. Hatta iyi hatırlattın ya, bunu tekrar alalım gündeme.

Başer: Bir dönem benim zorumla BOLT THROWER eklemiştik. Tutmadı. :) Aynı dönemde, bir arkadaşımızın isteği üzerine CARCASS – Cross My Heart ekledik. Ulan koskoca “Heartwork” dururken… Tutmaz tabii. Her ne kadar isteyen epey insan olduysa da SYLOSIS çalmayı bıraktık. Benim en sevdiğim DEATH şarkılarından Sacred Serenity yine talihsizler listesinde… Üzülerek listemizden çıkardığımız bir NEVERMORE şarkısı Next In Line var… Son aklıma gelen de IN FLAMES – Episode 666. Bunların haricinde bizim çalarken çok yorulduğumuz için çalmayı bıraktıklarımız var. Aklıma gelenler; DEATH – Symbolic, ICED EARTH – Dracula ve Coming Curse, SEPULTURA – Arise. Artık çalmaktan sıkıldığımız için çalmadıklarımız da var tabii. Bir de repertuarımıza şarkılar eklendikçe ister istemez birtakım değişiklikler oluyor. Tabii bunlar kontrolümüz dışında da gerçekleşebiliyor.

Barış: Şahsen bu konuda en büyük şoku IN FLAMES – Episode 666 ile yaşamıştım ben. IN FLAMES, Türkiye’de sevilen bir grup, Episode 666 de istek alan bir parçaydı ama çalarken beklediğimiz ilgiyi göremedik. Hatta inatla bir süre daha çalmaya devam ettik, ancak bir süre sonra listeden çıkarmak durumunda kaldık. Bu şarkıyla ilgili en tuhaf anımız da biz sahnede iken IN FLAMES’in Dorock’a geldiği gün yaşandı. Herkes IN FLAMES’i görmek için Dorock’a gelmiş, iğne atsan yere düşmez… Biz de hem IN FLAMES’e, hem de IN FLAMES hayranlarına jest olsun diye bu şarkıyı çaldığımızda yine aynı tepkisizlik vardı. :D Berkay’ın bahsettiği şarkılar da son zamanlarda tek tük istek almaya başladı. Bu da işin trajikomik tarafı. Bir de grubun ilk kadrosundan beri ekli olan MASTODON – Blood and Thunder gerçeği var ki tutmadığından bu şarkıyı belki üç sene boyunca çalmamışızdır. Ancak ne olduysa geçen seneden beri çok sık olmasa da bu şarkı için istek gelmeye başladı.

Ülkemiz dinleyicisinin adı herkesçe bilinen başlıca gruplar dışındaki grupları hâlâ tam benimseyemediği söylenir hep. Sizce de gerçekten böyle mi? Eski gruplar/şarkılar hâlâ daha çok mu rağbet görüyor?

Barış: Arada sırada çıkagelen, istediği şarkılarla bizi şaşırtan insanlar olsa da genel olarak eskiye daha çok rağbet var. MANOWAR isteği gelince artık üzülüyoruz.

Berkay: Başlıca gruplar dışındaki grupları değil, başlıca şarkılar dışındaki şarkıları benimseyememe durumu var. Mesela Dead Embryonic Cells çaldıktan 15 saniye sonra “TERRIITOORRYYYYYY!!” diye yırtınan, hiç de az olmayan bir kitle var.

Başer: Yeniliğe son derece açık ve bizim duymadığımız şeyleri bilip isteyen insanlar da; çok popüler bir şarkıya girdiğimizde çaldığımızdan hoşnut olmayan insanlar da mevcut. Fakat çok uzun süren bir bar programı yapıyoruz. Bu programı elimizden geldiğince sağlıklı bir şekilde bitirebilmemiz için şarkı bilinirliği konusundaki dengeyi çok düzgün ayarlamak durumundayız. Dolayısıyla hem popüler ve sonradan bizim çalmamızla birlikte popülerleşmiş şarkılara, hem de “butik şarkı” dediğimiz, çok bilinmeyen ama bizim çok sevdiğimiz grupların şarkılarına listemizde yer veriyoruz. Uzun süren bir sahnemiz olduğundan bu şarkılar arasındaki yoruculuk faktörüne de dikkat etmeye çalışıyoruz. Genelleme yapacak olursam; insanlara, onların bilmediği şarkılar çaldığınız zaman eğlenmiyorlar. Ve maalesef hemen hemen herkes, kendi istediği şey çalınsın istiyor. Bizim işimizin zorluğu da burada devreye giriyor. Sadece en popüler olan ve herkesin bildiği şeyleri çalarsak, bizim herhangi bir cover grubundan farkımız kalmaz ki…

Geçtiğimiz haftalarda bir dinleyiciden “Lütfen SODOM!” şeklinde bir istek duymuş ve kahkaha atmış biri olarak, konser sırasındaki grup/şarkı isteklerinden en garip/komik olanlardan birkaç tane söyler misiniz?

Başer: Bir keresinde beynim yanacak sandım; SLAYER – Disciple isteyen seyircilerden biri “DİSKAYPIL”, öbürü “DİSKEYBIL” (!) diye bağırıyordu. (oha amk) :) Onun dışında bir defasında kalabalık ve Sad But True isteyen bir grup, hep bir ağızdan “seed beeed turuuuu” diye bağırmıştı, uyardım arkadaşları, şarkının ismini doğru söyleyin diye. :) Bir keresinde de Arap olduğundan emin olduğumuz bir seyirci, adisyona “GUNSİS ROZİS KNOCK HOK HAVEN DORS” yazıp bize ulaştırmıştı. (“s”leri ve “r”leri ters yazmıştı) Ama bence en komiği ellerinde Adnan Oktar broşürleriyle gelip “Adnan Hoca’mız Metallica istiyooo” diyen kızlardı. Ben şaka sanmıştım ama cidden Adnan Hoca’cılarmış.

Yetkin: Bana bir seferinde, sahnede başka bir arkadaşımız konuk olmuşken hiç tanımadığım bir kız gelip “Ben çok zenginim, haftaya da geleyim mi?” diye sormuştu mesela. Anında sahneye geri koşmuştum neler olduğunu anlayamayıp.

Barış: Soruyu duyar duymaz kulağımda çınladı birkaç tane, ben de bastım kahkahayı. :) Çok var… Bir zamanlar her hafta düzenli olarak gelip, her şarkıdan sonra burnu ile gırtlağı arasından çıkardığı bir sesle (Sanırım Lemmy’nin taklidini yapmaya çalışıyordu) “KILLED BY DEEEAAAATHH” diye bağıran bir arkadaş vardı. Bir süre sonra gelmemeye başladı ama seneler sonra bir kez daha geldi sanırım. O an birbirimize bakıp “Aha geldi!” demişliğimiz var. Bir ara her hafta gelip şarkı aralarında “There’s no money, there’s no role action, I don’t need that shit” diye ısrarla yanlış söyleyerek PAPA ROACH – Between Angels and Insects isteyen bir abi vardı. Aynı abinin “FİİR OF DA DAAAAAAAAARK” diye alakasız bir melodi ile istek yapması vardı. Üst kattan “TAAAAAL” diye bağırarak Tool istediğini tahmin ettiğimiz kadıncağız, sahne korkuluğuna tutunup tepinerek “GİMİ FULL! GİMİ FULL!” diye Fuel isterken ortalığı dağıtan abimiz, Without Judgement isterken ne sattığı belli olmayan seyyar satıcıların bağırması gibi tonlayan güzel insan, sadece “may görls may görls” diyerek “Where did you sleep last night”a glam rock tavrıyla yaklaşan vatandaş… Kim bilir unuttuğumuz daha neler vardır… Ben bazen dayanamayıp arkamı dönerek gülmemi bastırmaya çalışıyorum ama bütün bunların yanında sempatik de geliyor bana. Herkesin tanıdığı “SILEYIIIIIR!” diyen adamdan çok daha canlar, ciğerler bu insanlar.

Uzun süredir Dorock’ta çalıyorsunuz. Ülkemizdeki mekân azlığı düşünüldüğünde, düzenli olarak Dorock’ta çalmak RAZOR’ı kurarkenki asıl hedeflerinizden biri miydi?

Berkay: Ne yalan söyleyeyim, öyleydi. Bir de benim kişisel hedefim, bir cover grubu olarak MURDER KING seviyesine çıkabilmekti. O konuda kendilerine büyük saygı duyuyordum. Hâlâ da duyuyorum. Hedeflere ulaşılmış gibi gözüküyor. Ama yeni hedefler, yeni umutlar var. Zaten olmazsa problem olur. O yüzden sürekli çalışmaya devam ediyoruz.

Başer: Biz Old School Bar’da çalarkenki dönemde de, benim ilk Taksim’deki bar sahneleri tecrübelerim zamanında da Dorock Bar, canlı müzik ve sahne konusuna en çok özen gösteren bardı. Ve tabii ki Cumartesi günü Dorock sahnesinde olmak, en kalabalık seyirciye çalmak demekti. Benim hedefimde 5 yıl önce tam olarak bu vardı. Hatta ütopyam Çarşamba – Cumartesi olmak üzere haftada iki gün çalmaktı desem, herhalde bunu okuyanlar, benim bunları salladığımı düşünür. Ama doğru olan bu… Şu noktada ise hedefleri biraz daha büyütmenin zamanıdır diye düşünüyorum.

Mekân azlığından devam edelim. Türkiye’deki metalin gelişmesi konusundaki en büyük sorunlardan birinin, belki de birincisinin çalacak yer azlığı olduğunu düşünüyoruz. Siz bu konuda neler söylemek istersiniz? Ülkemizdeki grupların düzenli olarak sahne alabileceği yerler konusunda ne düşünüyorsunuz? Dorock olmasa İstanbul rock/metal ortamı nasıl değişir?

Başer: Bu düşüncenizde son derece haklı olduğunuzu söylemek istiyorum. Bunlara ek olarak, vakti zamanında Taksim ve İstanbul piyasası, çok fazla mekânın olduğu dönemleri gördü diye biliyorum. Türkiye’de rock ve metal müzik, gerek 1999’daki o medyatik satanizm olayı, gerek piyasanın kendi içindeki birtakım saçmalıkları sebebiyle karanlık bir döneme girdi ve bir daha da tam olarak çıkamadı. Metal müzik deyince, çok fazla alıcısı olmayan, underground bir müzik tarzı akıllara gelse de, Avrupa çapında baktığımızda, oradaki festivaller de mahşer yeri gibi doluyor. Bizde anca METALLICA konserleri bir stadyum doldurabiliyor ki bu bile bir şeydir aslında… Benim düşüncem, bundan epey bir sene sonra, bizim dönemimizden yetişen ve yurt dışında metal müzik kültürünü de görmüş insanlar, bu konuda belki bir şeyler yapabilir. Dorock da o zamana kadar dayanabilirse, belki müziğimizi daha iyi yerlere getirebiliriz.

Yetkin: Şu da var. Sadece mekân bazlı bakmamak gerek aslında. Organizasyonların da yaklaşımı bu noktada çok önemli. Türkiye’de yapılan festivallerin, konserlerin organizatörleri genelde, bu ülkenin gruplarını sahnesine çıkartmayı bir lütuf olarak görüyor. Eğer yerli grupsanız organizasyonlardan hiçbir beklentiniz olmayacak. Hiçbir tersliğe sesiniz çıkmayacak. Oraya gelip, organizatörlere minnet duyup, bok gibi tesisatta, bok gibi imkânlarda çalıp orada çok zaman geçirmeden defolup gitmeye razı olacaksınız. Sesiniz çıkıyorsa götünüz kalkmıştır çünkü. Ardından bir yafta ve sonra kendilerince bir ceza sistemi. Birçok yerde kendinizi en iyi şekilde duyuracağınız minimum imkânı talep etmek bile üzerinize çentik attırıyor. “Biz sizi falanca grubun altında çıkarttık ya da filanca mekânda çaldırdık, daha ne istiyorsunuz” yaklaşımı değişmeden bir şeylerin değişmesi mümkün değil.

Ülkemizdeki metal kitlesini en yakından gözlemleyebilen gruplardan birisiniz. Sizce Türkiye’deki metal dinleyicisi yıllardan beri nasıl bir değişim gösteriyor? Olumluya gidip sizi sevindiren, ya da yerinde sayıp sizi hayal kırıklığına uğratan yanları neler?

Başer: Sadece dinleyici kitlesi olarak konuyu ele aldığımızda bir yandan olanla yetinen bir kısım insanın yanı sıra aslında daha farklı beklentileri olan insanlar da var. Ama yine genelleme yapacak olursak, bilinç düzeyi oturmuş ve gerçekten müziğe değer veren insanlar sayıca azınlıkta. Türk toplumunun bir modellemesi gibi aslında… Maalesef çoğu insana yeni bir şeyler tanıtıp, sevdirebilmek ciddi anlamda zor olabiliyor. Yaşça bizlerden çok daha küçük olup da bu müziğe değer verdiğini hissettiğimiz kişileri görünce mutlu oluyoruz. Bir yandan da istediği şarkıyı çalmadığımız için bize düşman olan kişileri de görmek mümkün.

Yetkin: İnsanımız genelde biraz tembel bu konuda. Bu işin özünü kavrayamamış bir dinleyici kitlesi maalesef hiç de az değil. Çok çok küçük bir camiamız olmasına rağmen herkes bir açık yakalama peşinde. Bu sadece metalde de değil aslında Türk toplumunun yapısından gelen bir şey. Bu konuda bir şeyler değişmedikçe -ki pek mümkün de görmüyorum bunu- iyi anlamda bir değişim olması biraz zor gibi geliyor bana. METALIUM ile birlikte çalma ve bir de geçmişi esas yaşayan insanlardan duyma şansına sahibim ve onların söyledikleri de tamamen bu yönde ne yazık ki.

Konserleriniz 4-5 saat civarı sürüyor ve hiç ara vermeden çalıyorsunuz. Buna rağmen son şarkılarda bile sizi hoplayıp zıplarken, kafa sallarken görüyoruz. Bu kondisyonu sağlamak adına taktikleriniz, önerileriniz var mı? 35 şarkının sonunda yere yığılmamak adına neler yapmak lazım?

Barış: Genelde programa gelirken taşıdığım eşyalardan dolayı program sonlarında gerçekten çok yorgun oluyorum, ancak orada eğlenmeyi bilen, kaliteli bir seyirci varsa insan ne kadar yorgun olduğunu önemsemiyor. Bünye, en az seyirci kadar aksiyon sergiliyor bir şekilde. Ancak yine de daha sağlıklı olmak ve kondisyon için bir süredir yağmur, çamur, soğuk demeden açık havada koşmaya başladım. Fiziksel etkilerin yanı sıra ruhen de çok iyi geliyor, herkese tavsiye ediyorum. :)

Berkay: Kendi enstrümanım için konuşacak olursam, fiziksel olarak en zor işi ben yapıyorum. (hahayt…) Sürekli aynı fiziksel kalitede olmak için de uyulması gereken bazı kurallar var kendi adıma. Program günü alkol almıyorum (istisnalar olabilir :D), o gün içinde protein ağırlıklı besleniyorum ve program sırasında bol su içiyorum. (Bu cevabın altına kesinlikle bir Canan Karatay caps’i yapılır).

Başer: Aslında en temel iki şey, beslenme ve uyku. Benim en özellikle yaptığım şey sahne günlerinin öncesinde kendimi çok yormamam ve sahneden önce gün içinde bir 2 saat falan kestirmem. Çalmaya başladığımız ilk zamanlar çok sık hasta oluyordum. Zamanla bünyem alıştı, ben de vücudumu daha iyi tanıdım. Gerekli ilaç takviyeleri sayesinde hastalanma işini çok aza indirebildim. Yine de sesim ile ilgili bir sıkıntı yaşadığım zaman o gün sahneye çıktıysam gerçekten çile çekiyorum.

Yetkin: Açıkcası benim özellikle yaptığım bir şey yok. Saçma bir bünyeye sahibim. Hasta olmuyorum, kolay kolay yorulmuyorum vs. Sanırım bir gün ansızın infilak edeceğim.

Özellikle son 6-7 aydır düzenli olarak RAZOR’ı izliyorum ve seyircide gözle görülür bir ilgi artışı gözlemliyorum. Mekâna gelen insanlar her hafta daha çok şarkıya eşlik ediyorlar gibi geliyor bana. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce ülkemiz metal dinleyicisi bu müziğe ne oranda aç? Daha çok mekân, daha çok grup olsa ilgi de artarak devam eder mi, yoksa genel olarak Dorock’ta gördüğümüz kadarla sınırlı mı?

Başer: Dorock’ta çaldığımız 5 sene içerisinde gerçekten çok güzel deneyimlerimiz oldu. Bu süre içinde hem eski toprak diye nitelendirebileceğimiz yaşça büyük dinleyicilerle, hem de daha yeni yeni bu müziğe ve ortama dâhil olan daha küçük yaşta insanlarla ciddi iletişimimiz oldu. Arada nesiller boyu fark olsa da, herkesi hep bir ağızdan aynı şarkıya eşlik ederken görmek insanı çok mutlu eden bir durum. Bizim ülkedeki metal müzik dinleyicimiz biraz karnı tok bir dinleyici aslında. Eleştirmeyi çok sever. Kazanması zordur. Tüm bunların yanı sıra; metal müziği çok fazla dinlemeyen, bilmeyen ama bizi izlemeye gelen insanlar da tanıdık. Öylesine yoldan geçerken “bi içeri bakayım” diyen insanlar da gördük. Bir yılbaşı gecesi “ben oraya girmem, satanist mekânı” diye kendisini içeri sokmaya çalışan arkadaşına direneni de gördüm. :) Garip gerçekten. Zaten insanlar aslında genel olarak garip.

Yetkin: Yukarıdaki “metal müziği çok fazla dinlemeyen, bilmeyen ama bizi izlemeye gelen insanlar” cümlesine Ferhat Güzel’i ekleyebiliriz mesela. Gerçekten.

Arada özel albüm geceleri yapıyorsunuz. METALLICA – “Metallica“yı ve PEARL JAM – “Ten”i baştan sona çaldığınız geceler oldu. Bu tarz başka planlarınız da var mı? Bir de yılbaşı gecesi Çarşamba gününe geliyor, o gece de sahnede olacak mısınız, olacaksanız özel planlarınız var mı?

Başer: Evet, albüm geceleri düzenlemeye devam edeceğiz. Kuvvetli adaylarımız var. Yılbaşı gecesinde de çalmayı çok isteriz ama program henüz belli değil.

Barış: Sıradaki albüm gecesini iple çekiyoruz. Yılbaşı için sözleştiğimiz bir durum yok ancak eğer yılbaşında çalacak olursak benim bu geceye özel planım, yılbaşı gecesi İstiklal’e çıkmamak için bir önceki geceden Dorock Bar’da yatmak olur herhalde hahahah.

Ara ara sahneye konuk ettiğiniz isimler de oluyor, bunlardan biri de benim (Ahmet), tekrardan teşekkürler. Bu konukları nasıl seçiyorsunuz, “abi şu şarkıda ben de çalsam” diyenleri kabul ediyor musunuz, çişiniz gelmese yine de konuk alır mısınız?

Berkay: Yoldan geçeni almıyoruz tabii. Ama DREAM THEATER Drummer Audition tarzı bir durum da yok. Sevdiğimiz adamlarla aynı sahnede olmayı seviyoruz sadece. (Burada seni sevdiğimiz mesajını verdim.)

Barış: Sahneye konuk almak riskli bir iş. “Bu şarkıda ben de çalsam” diyince olmuyor tabii. Orada sahneye çıkıyorsun, bilmem kaç kişiye çalıyorsun. İyi bir performans sergileme gayretinde olmayı geçiyorum, önceki sorulardan birinde Yetkin’in de dediği gibi kimi insanlar açık yakalama peşinde izliyorlar. Haliyle orada rezillik çıkmaması için mutlaka önceden canlı canlı çalabildiğini en az bir kez gördüğümüz insanlardan olması gerekiyor sahneye çıkacak kişinin. Bu bazen seyirciler arasında gördüğümüz bir arkadaşımız oluyor “Gel çal” diyoruz, bazen de bizi izlemeye gelen bir arkadaşımız doğrudan “Geleyim mi?” diye çıkageliyor. Bazen de HELSTAR’dan James Rivera gibi bir adam ABD’lerden haber salıyor, Türkiye’ye geleceğini gelmişken birkaç şarkılık sahneye zıplamak istediğini söylüyor. RAZOR için önemli konserlerden biri gerçekleşiyor falan filan… Böyle de bir anımız var. :)

Gruptaki herkesin RAZOR dışında da grupları, projeleri var. RAZOR’ın programı diğer projeleri nasıl etkiliyor, aradaki dengeyi nasıl kuruyorsunuz?

Berkay: Başer’le birlikte FURTHERIAL‘dayız. Şu anda tek major projem o, RAZOR dışında. O da çok sıkıntı yaratmıyor. RAZOR ile şarkı eklemediğimiz sürece prova yapmıyoruz. E her hafta da şarkı eklenmiyor. Öyle dışarıdan gözüktüğü gibi “çok ince bir denge” yok yani kendi adıma. Başer’in soy ağacının tepelerinde koala olduğu için o zorlanıyor olabilir ama. Sormak lazım.

Başer: (Üff slk yha…) Benim adıma biraz denge kurma çabası var. Bunun sebebi vakit darlığından ziyade, bir plan program dâhilinde bir şeyleri yürütebilmek. RAZOR çok yatan bir grup değil; tamam, belki sürekli yeni şarkılar eklemiyoruz ve sürekli albüm geceleri düzenlemiyoruz. Ama vakit ve enerji konusunda elemanından baya talebi olan bir grup. FURTHERIAL’daki denge ise tam anlamıyla RAZOR’da olmayıp FURTHERIAL’da olan grup arkadaşlarımızla sağlanıyor. Bir taraf hareketsiz kaldığında, onu harekete geçiren etken, ben dâhil grup elemanlarının birbirinizi dürtüklemesi, “hadi lan çok yattık, çalışalım” demesi şeklinde gerçekleşiyor. En azından bugüne kadar öyle oldu. :)

Barış: Benim de RAZOR dışında bir adet bir türlü harekete geçememiş solo projem, bir de kurulma aşamasında olan bir grubum var. Üniversitedeki araştırma görevliliği işimi bıraktığımdan beri açıkçası zaman yönetimi konusunda çok ciddi sıkıntılar yaşıyordum, ancak kısa bir süre önce müzik işini 09:00-18:00 bir iş gibi görmeye başladım. Günümü parçalara bölüp gitar egzersizimi de, verdiğim dersleri de, gerekince RAZOR’a şarkı ekleme, diğer işlere beste yapma, kayıt gibi işleri de düzene oturtuyorum yavaş yavaş.

Yetkin: Ben de bu dengeyi bir şekilde oturtma çabasındayım. En çok projede yer alan benim grupta. Zaman zaman zor oluyor benim açımdan ama neyse ki yerime -benden daha iyi çalabilecek- bir sürü tanıdığım var. Genelde diğer gruplarımla RAZOR’a göre ayarlama yapmaya çalışıyorum ama ekstra durumlarda bas gitarı bir haftalık devredebiliyorum.

Gezi olayları sırasında çok sıkıntılı zamanlar yaşadığınızı biliyoruz ve her ne kadar bu tatsız günleri tekrar hatırlamak hoş olmasa da, nasıl şartlarda çalışmak durumunda kaldığınızın bilinmesi adına biraz bahsetmenizi istiyoruz. 31 Mayıs’ta başlayan ve haftalarca süren süreçte RAZOR’da çalmak nasıl bir şeydi?

Berkay: Derin bir özlem ve hafif nemli gözlerle anmayı isterdim, fakat benim bünyemde yarattığı reaksiyon sinir ve stresten öteye gidemiyor. Bütün hafta çalışıp, hafta sonu maaşının bir kısmını çekerek Taksim’e arkadaşlarıyla birlikte heyecan aramaya gelen insanların; bütün hafta orada olan, orada yaşayan, orada çalışan ve geçimini Taksim’de olay çıkmaması üzerine kuran insanları “samimiyetsizlik” ve “sadece kendi cebini düşünme” ile itham ettiği günlerdi. Neyse ki geride kaldı.

Başer: Olayların başlangıcında biz de eylemlere dâhildik. İlk sahnemizi de kendi isteğimizle iptal ettik. Sonraları, olaylar biraz karıştı. Baştakilerin tertibiyle polisin bilhassa Cumartesi günleri Taksim’deki en ufak olayda ortalığı savaş alanına çevirmesi, bizde Taksim piyasasının bitirilmeye çalışılması düşüncesini uyandırdığından dolayı tekrar çalmaya başladık. Geçimini müzikten ve bir tek Dorock’ta çalarak sağlayan insanlarız. Çalmaya da mecburduk aslında. Taksim’e ulaşım kapalıyken, Anadolu yakasından Dorock’a ulaşmaya çalıştık. Dışarıda savaş varken içeride bangır bangır müzik yaptık, belki bizimle birlikte içeride 10 – 15 kişi varken o savaş halinde müzik yapmaya devam ettik. Çok stresli sahnelerimiz oldu. Hatta biz sahnedeyken içeri birden fazla biber gazı atıldı. Az kalsın telef oluyorduk. Sahne bitti, o dönem geceden sabaha çalıyorduk; sabah 5’lerde polis yüzünden evlere gidemedik. Sahnede çalarken içeri dolan biber gazları sebebiyle iptal etmek zorunda kaldığımız sahnelerin parasını almadık. Tekrar toparlanması zor bir süreçti, tek sıkıntı yaşayan da bizler değildik tabii ama o olaylardan sonra sanki birçok şey eskisi gibi olamadı gibi geliyor bana.

Barış: Gezi Süreci olarak adlandırılan süreç başlamadan önce benim bu toplumdan umudum azdı. Yaz bittikten sonra yine umudum tükendi. Ancak o aradaki süreçte gerçekten bir şeylerin değişeceğini sanmıştım. Bu iş ilk başladığında doğrudan kendimiz karar aldık “bugün çalmıyoruz” diye. O dönemde herkes işi gücü bırakıp kendi kişisel özgürlüklerini savunmak için oradaydı çünkü, biz nasıl buna destek olmazdık? Taksim Meydanı’ndan polisin çekildiği günle başlayan birkaç günlük süreçte Gezi Parkı cennet gibiydi. Umarım herkes gidip görmüştür. Ancak bir süre sonra Taksim’de eylem yapmak bir hafta sonu eğlencesi haline geldi. Her Cumartesi saat 19:00’dan gece yarısına kadar süren bir tuhaf eylem dizisi… O dönemde gözlem yapma şansımız da oldu. Açıkçası genel olarak görünen şey, sokak başlarında dikilip iki yüz metre ötede polis görünce sokağın aşağılarına doğru koşan insanlardı. Bir süre sonra arkadan ses bombası ya da gaz fişeği geliyordu. Sahnedeyken defalarca gaz yedik, defalarca programımız iptal oldu/ettik, birkaç kez de ölümden döndük. Bu röportajı okuyacaklar arasında sığındığı kapalı yere gaz atılan birileri varsa çok iyi anlayacaktır o ölüme yaklaşma anını. Ölmedik ama madden ve manen çok zarar gördük. Cevabımın başında dediğim gibi bu toplum adına umudum kalmadı. Çünkü Berkay’ın da dediği gibi insanlara derdimizi anlatmaya çalıştıkça biz kötü adam olduk. O dönemdeki etkin bakış açısı “Eylem Cumartesi günü olmalı, çünkü hafta içi iş var” idi. Eğer iş, patron, maaş, vs. umursanmadan 7/24 eyleme devam edebilseydik biz de desteklemeye devam ederdik. Ancak ne zaman “E abi Cumartesi de bizim iş günü?” desek “Olsun, çoğunluk hafta içi çalışıyor” cevabını aldık. Tam anlamıyla özlenen çoğulcu demokrasi bakış açısı (!).

Röportajın sonuna yaklaşırken her grup üyesine özel birkaç soru soralım.

Barış; konserlerde genelde üstünde CAMEL, PINK FLOYD gibi grupların tişörtlerini görüyoruz. Aynı zamanda Camel’ın Türkiye fan sayfası Lunar Sea’yi de idare ediyorsun. İlk sorumuz; Çarşamba setlist’inde CAMEL çalmayı hiç düşündünüz mü, çalarsanız hangi şarkı olabilir? İkinci sorumuz ise, daha ziyade progresif rock’a gönül vermiş biri gibi göründüğünden, Cumartesi setlist’i de sana Çarşamba setlist’i kadar zevk veriyor mu?

Barış: Çarşamba CAMEL çalmamızı çok istiyorum gerçekten. Bunun için çok yoğun olmamakla beraber diğer RAZOR üyelerine de dönem dönem gerekli baskıları yapıyorum. :) CAMEL sevdiğimi bilen bazı seyirciler arada bir beni gaza getirip CAMEL’dan bir şeyler çaldırıyorlar bana. Kısa süreli karşılıklı keyifleniyoruz o an. CAMEL şarkısı ekleme konusunda önümüzdeki engel, tutma potansiyeli olan şarkılarda klavyenin ve/veya flütün ön planda olması ya da klavye ön planda değilse bile şarkının ağır tempoda çok uzaması sanırım. Klavyesiz bir grup olduğumuz için genelde ihtiyaç anında altyapıdan veriyoruz klavyeleri, ancak klavye solosu olunca bu çok içime sinmiyor benim. Birkaç eleme yaptım baskıları arttırmak için… Never Let Go (2013-2014 Avrupa turnesi versiyonu), Lady Fantasy, Echoes, Lies, Watching the Bobbins, Straight to My Heart şarkılarından birini ekleriz diye umuyorum. :)

Diğer soruya gelecek olursak… Evet, progresif rock hastası bir insanım ama Çarşamba ve Cumartesi arasında ayrım yapabilir miyim bilmiyorum. Belki Çarşamba’ları biraz daha prog ağırlıklı çalsak -Mesela birileri gelip PORCUPINE TREE – Trains’i yeniden çalmamızı ısrarla istese ve çalsak- Çarşamba’yı ön planda tutabilirim ancak şu an için iki günün repertuvarı da aynı güzellikte benim için.

Başer; 5 saat aralıksız vokal yapmak, aynı anda gitar çalmak, aynı anda da zıplamak, kafa sallamak, ertesi gün sende ne gibi yan etkilere neden oluyor? Bu performansı sağlamak senin için ne kadar zor oldu? Diğer bir sorumuz ise aynı anda hem çalıp hem söylemesi en zor şarkılar hangileri, çünkü çaldığınız bazı şarkılar gitarist ve vokalistin ayrı olduğu gruplardan.

Başer: Öncelikle ertesi günü uzunca bir süre sesim ergenliğine geri dönüyor. :) Sırtımda ve bacaklarımda geçmek bilmeyen ağrılar var. Boynumda kireçlenme var. Zaten sakatım yani ahaha. Ama sahnedeki adrenalin sayesinde 4-5 saat ayakta durmak bazen insana koymayabiliyor. En kritik nokta aslında ses… Bazen sonlara doğru şarkı söylemekte çok zorlanıyorum ama bir şekilde o gece güzel noktalanıyor. Çalıp söylemesi en zor olan, şu an aklıma gelen PANTERA – Mouth For War var, “verse”lerin girişlerindeki aksamadan dolayı doğru saymak zorundayım. LAMB OF GOD şarkıları yine vakti zamanında çok çalıştığım şarkılar.. MACHINE HEAD – I Am Hell üzerinde çok çalıştım. Nakarat kısmını canlıda nasıl çalıyorlar diye YouTube’dan baktım; meğer eleman nakarattaki dik yerleri kendi söylemiyor, basçıya söyletiyormuş. :) TESTAMENT – Down For Life da ayrıca çalışmam gereken bir şarkıydı. Nasıl üstesinden geldiğimi de şöyle anlatayım; çaldığım ya da söylediğim partlardan en az birini ezberlediğim zaman ikisini kombine etmekte pek sıkıntı yaşamıyorum.

Berkay; şarkı aralarında hep ufak GOJIRA atraksiyonları yapıyorsun. Mario Duplantier ve GOJIRA hakkında neler söylemek istersin? Onun dışında sana ilham veren davulcular kimler? Diğer bir sorumuz da şu: Türk futbolunu bir cümleyle özetler misin lütfen? İstediğin kadar virgül koyup uzatabilirsin ahah.

Berkay: Metal dünyasında açık ara en beğendiğim grup ve metal dünyasında açık ara en beğendiğim 2-3 davulcudan biri… GOJIRA ve Mario. Yazdığı part’lar olağanüstü, şarkıya yaklaşım konusunda idollerimden biri. Gerçekten, sevgimi tanımlayacak kelimeleri bulamıyorum. Bana ilham veren davulcu çook. Ama Mario hariç en belirgin olanları; Alex Rüdinger, Benny Greb, David Garibaldi ve Dirk Verbeuren.
Türk futbolu demişsin. Buna verecek 4 röportajlık cevabımın olduğunu da biliyorsun. Bilerek sordun di mi? (hahahahah). Güldüğüme bakma, çok dertliyim bu konuda. Aslında Türk futbolu diye bir şey uzun zamandır yok. Sadece ülkedeki insanların mastürbasyon aracı var. Bu yeri geliyor siyaset oluyor, yeri geliyor futbol. “Futbol neden kötü?” sorusunun cevabını da “Ülke neden bu kadar boktan?” sorusunun cevabından ayırmak hata olur. Hepsi birbirine bağlı. Emin olduğum bir şey varsa, o da iki olgunun daha uzun süre düzelmeyeceği. Premier League izliyorum, kafam rahat.

Yetkin; hem gitar, hem bas çalan bir müzisyen olarak kendini hangisinde daha iyi görüyorsun ve kendin bir grup kursan hangisini çalarsın ve ne tür müzik yapmak istersin? Diğer bir sorumuz da tüm o saçın ve sakalın arkasındaki Yetkin aslında nasıl biri, yolda sakalsız ve kel görsek seni tanıyabilir miyiz?

Yetkin: En başından beri çalmak istediğim her zaman gitardı aslında, ama 2008′den beri gelişen olaylar zinciri beni bas gitar çalmaya itti. İkisine de yeterince hakim değilim bence ama bas gitar konusunda sürecin getirisi olarak biraz daha iyi konumdayım. Yine de grup kuracak olsam (olanlar yetmiyormuş gibi) gitar çalmak isterim. Yapmak isteyeceğim müzik metal türleri içinde core sound’da bir şeyler, genel anlamdaysa çok alakasız olacak belki ama triphop olurdu.

Saçın ve sakalın önündeki Yetkin’den biraz daha farklıyım ya. Sahnede görüp yanıma gelmeye çekinen ama tanıştıktan sonra “Ulan hiç öyle değilmişsin” diyen insan çok oldu (Gerçi normal hayatımda sahnedeki gibi olsam bir sıkıntı vardır o durumda muhtemelen). Bunun dışında sakin biriyim genelde. Kendimi sakalsız ve kel görsem ben de tanıyamam muhtemelen. Sizin tanımanız konusuna girmiyorum o yüzden hiç.

Kapanışı da tek cevaplı eğlenceli bir anketle yapalım.

Setlist’inizden, çalmaktan en çok zevk aldığın 3 şarkı:
Barış: LAMB OF GOD – Set to Fail, OPETH – The Devil’s Orchard, VOLBEAT – Sad Man’s Tongue
Başer: MACHINE HEAD – I Am Hell, GOJIRA – Oroborus, PEARL JAM – Porch
Berkay: GOJIRA – Flying Whales, KORN – Y’all wanna single, OPETH – Deliverance
Yetkin: GOJIRA – Flying Whales, KILLSWITCH ENGAGE – Çaldıklarımızın hepsi, şu sıralar bir de VOLBEAT – Sad Man’s Tongue

2014 içinde dinlediğin en iyi 3 albüm:
Barış: FREAK KITCHEN – “Cooking With Pagans“, A.C.T. – “Circus Pandemonium”, ANATHEMA – “Distant Satellites
Başer: AENAON – “Extance“, BLOODSHOT DAWN – “Demons“, MORBUS CHRON – “Sweven
Berkay: CONQUERING DYSTOPIA – “Conquering Dystopia“, OPETH – “Pale Communion“, MASTODON – “Once More ‘Round The Sun
Yetkin: OPETH – “Pale Communion“, PEARL JAM- “Lightning Bolt” (2013 çıkışlı olsa da ben biraz rötarlı dinledim), AT THE GATES – “At War With Reality

Birlikte turlamayı en çok isteyeceğin grup:
Barış: THE ARISTOCRATS … Müzik bir yana, böyle bir trio ile nasıl eğlenirdim hayal bile edemiyorum.
Başer: GOJIRA ya da SYLOSIS. Ama sanırım GOJIRA daha ağır basıyor.
Berkay: GOJIRA
Yetkin: Çocukluk hayali olarak METALLICA. :) MACHINE HEAD olabilir bir de.

Kendi enstrümanında şu anda metal dünyasındaki en sevdiğiniz müzisyen?
Barış: Mattias IA Eklundh
Başer: Joe Duplantier, Mikael Akerfeldt ve Josh Middleton arasındayım :)
Berkay: Alex Rüdinger
Yetkin: John Campbell veya Adam Duce arasındayım ben de.

Bir de bu röportajın manşetini aldık mı tamamdır.

Başer: SSSILEEYYYAAAAIIIRRR!!11!!
Yetkin: “GUNSİS ROZİS KNOCK HOK HAVEN DORS” da olabilir bence
Barış: Hahahahahahah hayatım boyunca güleceğim şu GUNSİS ROZİS’e!

Röportaj bu kadardı arkadaşlar, zaman ayırdığınız için teşekkür ederiz. Kendinize çok iyi bakın, görüşmek üzere.

Berkay: Asıl biz teşekkür ediyoruz. En kısa zamanda da sahneye bekliyoruz.

Röportaj
Ahmet Saraçoğlu

etiketler:
  Yorum alanı

“RAZOR” yazısına 18 yorum var

  1. OnurOnur says:

    Harika bi sohbet dönmüş. En taptığım GOJIRA şarkısının en büyük adayı Flying Whales. Yani… Onu çalmak, atmosferi sahnede solumak… Bilmiyorum konuşamayacağım. :D
    “Ben çok zenginim, haftaya da geleyim mi?”, içeri girmemekte direnen adam ve FERHAT GÜZEL. Çok eğlenceli olmuş röportaj. :)
    Grup üyelerinede saygılar, sevgiler.

  2. Cemali says:

    Haha, çok eğlenceli bir röportaj olmuş ellerinize sağlık!
    Gojira ile içli dışlı olan insanlara bayılıyorum sanırım, iyi ki varsınız. Antalya’da yaşıyorum, umarım bir gün kanlı canlı izleyebilmem dileği ile.

  3. Razor Pasifagresif’in internette yaptığını sahnede yapıyor-gibi bir şey bence. Kulağını kullanmasını bilen insanlara yeni şeyler sunup sevdirebiliyor. Bu süper bir olay. Çok kral adamlarsınız, umarım her şey güzelleşerek devam eder ve bir gün Nile’dan “Dusk Falls Upon The Temple Of The Serpent On The Mount Of Sunrise” adlı şarkıyı isteyen Hindistanlı bir dinleyici gelir ve şarkının ismini kağıda yazarak değil, grup elemanlarından birinin kulağına çok yakından söyleyerek istek yapar sadfg.

    abcd

    @Furkan Keskin, hahahah öldüm

  4. ÖNCÜL says:

    Çok keyifli bir röportaj olmuş. Yalnız dinleyiciler Bleak’i de sevmezse hangi ekstrem metal şarkısını severler artık, anlamış değilim. Ayrıca Canan Hoca’nın en sevdiğim capsini bu röportaj vesilesiyle tekrar görünce ekrana doğru hunharca bir kahkaha attım asdf.

  5. Harun says:

    Razor’ı ne zamandır dinlemek istiyordum. Geçenlerde ilk defa Furtherial’dan sonra dinleyebildim. Oroborus ve Flying Whales coverlarında neredeyse GOJIRA’nın kendi konserindeki kadar heyecanlandım, bağıra çağıra eşlik ettim, kafa salladım. :D Çok başarılıydı.

    Yalnız Harlequin Forest’ın tutmaması kötüymüş, bence en iyi Opeth şarkılarından biri.

  6. özgür says:

    Bir gün Taksim’e gittim. Direk Dorock’a gitme amaçlı mı yoksa orda arkadaş olduğu için mi bilmiyorum. Dorock’ın önünde bir arkadaşla muhabbet ederken içerde çalınan müziği de dinliyorum böyle. Ama sesin uzaktan gelmesi, sokağın gürültüsü, muhabbetin heyecanı falan bir türlü şarkıyı çıkaramıyorum. Çaktırmadan dikkatle şarkıyı dinliyorum hala. Kendi kendime mırıldanıyorum, şarkı tanıdık çünkü. Böyle en sonunda arkadaşa “oha oha, Harlequin Forest bu lan! Opeth’in en sevdiğim şarkılarından lan!” deyip içeri koşuyorum. Şarkının olağanüstü son kısmına anca yetişebiliyorum. Gözyaşlarımı tutamıyorum tabi. Ortalık sel. Yıllarca rock bar’larda cover dinle, sürekli abuk sabuk istekler yap hiç kaale alınma (Opeth dahil tabi). Sonra çok saçma bir şekilde Harlequin Forest çalındığına şahit ol. Duygusal bir an.

    İşte sahnede Razor varmış, çok iyilermiş, müthişlermiş, Murder King bir zamanlar neyse şimdi onlar öyleymiş falan. Öğrendik hep.

    Yaptıkları şarkı seçimleri, icraları, sahne duruşları, enerjileri… her şeyi müthiş. Seviyorum baya ya.

    Eskiden cover dinlemeye gittiğimde nerdeyse her şarkıyı biliyordum. Bazılarından sıkılıyordum dinlerken falan. Razor’u izlemeye gidince bir ton bilmediğim şarkı çıkıyor. Sevsem de sevmesem de güzel bir şey bu. Çünkü çok kimsenin bilmediği ama senin hastası olduğun değişik bir şarkı çalma şansı var burda. Bu epey güzel bi şey. Metallica-Pantera-Slayer-Megadeth-Iron Maiden-Pantera-Slayer-Megadeth-Ha bi de Sepultura-tabi ki gene Metallica döngüsü insanı üzen bi şey sonuçta.

  7. Röportaj müthiş olmuş, eline sağlık abi. Genelde cover gruplarından yakınan biriyim, fakat Gojira vs. çalan 100 tane cover grubu olsun “yeter” demem. Farklı ve eğlenceli bir iş yaptıkları da belli, umarım izleme şansına ulaşırım. Yolunuz açık olsun.

    Ayrıca canım deli gibi Opeth çekti, bir Drapery Falls gömeyim de uyuyayım.

  8. Yiğit Zeren says:

    Abi şahsen ben Razor’ı dinlemeye başlayalı 1-2 ay olmuştur program kaçırmadım şu ana kadar diyebilirim, geçenlerde bir ara Harlequin Forest’e girdiklerinde devam etmeleri için yalvarsam da olmamıştı, heyecanla bekliyorum yeniden. :D

  9. Volkan Kadam says:

    İyi ki varlar! Ancak Gojira dinlemeye Razor ile başlamadım onu belirteyim ama çaldıklarında çok mutlu oluyorum o ayrı :) Razor’ı izlemek için Tuzladan yaptığım gidişli dönüşlü İETT yolculukları var…

    Sağlam müzisyenler, 34 yaşımda beni uzun mesafeli bar yolculuklarına zorlayan guruptur. Ayrıca madem seviyorlar araya Freak Kitchen parçası yakışır, severim gurubu da gitaristlerini de Tom Morello dan sonra en sıradışı gitarist olarak görüyorum şahsen…

    Furkan Keskin

    @Volkan Kadam, abi ben de Tuzla’da yaşıyorum, o uzuuuun yolculukları çok iyi bilirim. Büyük bir motivasyon gerektiriyor cidden ahah.

    Volkan Kadam

    @Furkan Keskin, Sorma yaa :)) Yol boyunca 4-5 tane albüm bitiriyorum falan… Tuzla içinde 45 dak. turlamadan direkt E-5′e ve sahil yoluna bağlanan bir otobüs şart artık ama yetkilileri bunu koyamadı halen… İmza falan mı topğlasak ne yapsak? :/

  10. Çok keyifli röportaj olmuş gerçekten, birçok yerinde kahkaha attım ama ne yalan söyleyeyim en çok Karatay capsine koptum. Bu arada Başer’in Aenaon’u listesine koymasına da çok sevindim lan. Şu grubu çocuğum gibi seviyorum, biri güzel söz söyleyince sanki veli toplantısında hocanın “oğlunuz çok zeki bir çocuk” falan demesi gibi geliyor hahdahjskdl Ayrıca vokal yapan birinin o albümü sevmemesi gerçekten üzücü olur çünkü bildiğin “vokal nasıl yapılır, vokal melodisi nasıl yazılır, nakaratta milletin ağzına nasıl sıçılır?” gibi sorulara yanıt niteliğinde bir albüm.

    Bak yine röportaja yorum yapacağıma grubu övüp durdum.

  11. Oğul says:

    Çok keyifli olmuş gerçekten. Özledim Razor’ı. Yarın gideyim. Belki Heartwork de çalarlar. Keşke çalsalar. :)

  12. Ömer Kuş says:

    Eglenceli röportaj olmus hakikaten, herkesin ellerine saglik.

    Bu arada 2014′un en iyi albumlerine Morbus Chron – Sweven’i yazan Baser’i takdir ediyorum buradan ve bir kez daha söyluyorum bunu okuyan herkese: Morbus Chron dinleyin. Isvec’ten son zamanlarda cikmis en iyi gruplardan biri bence. Gecen gun canli izledim bi de, yarim saatlik performansta bile aklimi aldilar.

  13. rondo says:

    ülke rock-metal piyasasındaki nadir samimi ve kaliteli işlerden biri şu grup ya. her üye enstürmanlarına çok hakim , şarkı seçimleri olabildiğine ekstrem ve ilgi çekici. bu tarz işlerin ve bu tarz sahnelerin artması dileğiyle…

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.