# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

NEŞECİK – Canım Askerim / Acı Gerçekler (1 Nisan Özel)

Thursday, April 1st, 2010

Bugünkü konuğumuz, arabeskin çocuk yıldızı NEŞECİK. Adıyaman funeral arabesk scene’in hatırı sayılır isimlerinden NEŞECİK, seksenlerin sonunda başladığı kariyerini, 1997′deki “Yaşamak Bu Değil” albümüyle noktalamış, arkasında türün yapı taşlarından sayılan altı adet albüm bırakmıştı.

Kendi adını taşıyan 1993 çıkışlı albümünün ardından hafif bir tür değişimine giden NEŞECİK, önceki albümlerindeki naif sound’u, elektro bağlama ile güçlendirmiş, sahip olduğu buhranlı atmosferi pekiştirmişti.

Elektro bağlamanın müziğine girmesiyle daha progresif bir tarza kayan NEŞECİK, stakato keman kullanımı ve ilk kez bu albümde denediği ekolu sound’uyla, tam anlamıyla bir ses duvarı yaratmış ve albüm konseptini destekler bir yoğunluk ortaya koymuştu. Türün en iyi konsept albümlerinden biri olarak görülen “Canım Askerim Pt. 1: Acı Gerçekler”, çarşı iznine çıkan bir askerin yaşadıklarını, çarşı iznine çıkamayan bir askerin gözünden anlatan, sarkastik ve iğneleyici tarzıyla lirikal anlamda dönemin gruplarını etkilemiş bir albüm olarak dikkat çekiyor.

“Canım Askerim Pt. 1: Acı Gerçekler”in müzikal içeriğine bakarsak, NEŞECİK sound’unun olmazsa olmazlarından derisi hafif bolartılmış darbuka ve birbirleriyle atışma halindeki keman ve zurnanın yine bir hayli etkin olduğunu görüyoruz. “Canım Askerim” üçlemesinin ilk ayağı olan “Acı Gerçekler”de etkin şekilde kullanılan dümbelek de, konseptin güçlenmesi adına yerinde bir karar olmuş.

Biraz da şarkılardan bahsedelim. “Acı Gerçekler”, aynı isimli introyla açılıyor. Atmosferik yaylılarla yürüyen bu kısa pasaj, yerini bir sonraki Düştüm Gel’e bırakıyor. Bir önceki albümdeki Bittim Gel’in devamı niteliğindeki parça, alışık olduğumuz monoritmik NEŞECİK sound’unun yerini kimi poliritimlere ve atonal tınılara bıraktığı bir eser olarak karşımıza çıkıyor. ARİF SUSAM klasiği Sevdiceğim Ayıp Etti’ye saygı duruşu niteliğindeki Gurbet’în ardından A yüzü bitiyor. B yüzü daha hareketli parçalarla dolu olduğu için özellikle arabada dinlemek için daha uygun diye düşünüyorum.

B yüzünü açan Sevdiğim’in ardından, yirmi bir dakikalık epik yapıdaki Anam Anam geliyor. Albümün zirve noktası da bu yirmi bir dakikada yaşanıyor işte. Kanun çalan arkadaşlar bilirler, bir perdedeki mandalların hepsinin inik olmasına Türk müziğindeki 5 komalık küçük mücennep bemolü denir. NEŞECİK sound’u bu noktada kendini gösteriyor, zira NEŞECİK’in kanuncusu bu mandallardan sırasıyla tek rakama denk gelen (1., 3., 5., 7., vs.) mandalları indirip diğerlerini kalkık tutarak o insana fenalıklar getiren tınıları yaratıyor.

Hepsinin kendine has karakteri olan parçalarla devam eden “Acı Gerçekler”, enstrümantal Arada Bir ile son buluyor. Albümün Kırgızistan bonusu olan Yahşidir Hazar’ın Suyu’nun albüme konmayıp sadece bonus olarak seçilmiş olması ise müzik adına bir hata diye düşünüyorum, zira bu şarkı albümdeki kimi parçalardan çok daha iyi.

Yavaştan kapatalım. “Canım Askerim / Acı Gerçekler” belki bir klasik değil. Hatta NEŞECİK diskografisine bakıldığında sanatçının en iyi albümlerinden biri olarak bile görülmeyebilir. Ancak gerek konsept yapısını müziğe çok iyi yedirmiş olması, gerek de döneminin ötesindeki enstrüman kullanımıyla, doksanların ortasında çıkıp günümüze dek dinlenirliğini koruyan bir albüm olarak saygıyı hak ediyor.

Dünyanın en metal evlilik teklifi

Wednesday, March 31st, 2010

Geçtiğimiz günlerdeki bir FEAR FACTORY konseri sırasında, aşağıda gördüğümüz olay yaşanmış.

Bir de romantizm öldü diyorlar.

GRAND MAGUS’tan ilk tınılar

Wednesday, March 31st, 2010

GRAND MAGUS, tüm ayrıntıları şurada yer alan yeni albümü “Hammer of the North“tan ilk tınıları yayınladı.

Bugün de hep kurtlardan gidiyoruz hadi hayırlısı.

CATAMENIA’dan yeni klip

Tuesday, March 30th, 2010

CATAMENIA, yeni albümü “Cavalcade“den aynı isimli parçaya klip çekti.

Başka da bir şey yok şimdilik.

APOCALYPTICA yeni şarkısını sundu

Tuesday, March 30th, 2010

APOCALYPTICA, çıkarmaya hazırlandığı yeni albümü “7th Symphony“den “Beautiful” adlı şarkısını canlı olarak çalmış.

METALLICA – Metallica

Tuesday, March 30th, 2010

Tarihin en çok satan, en çok dinlenen metal albümünden herkese merhaba. “…And Justice For All”un ardından “Daha en iyi albümümüzü yapmadık” diyen Lars ve dostları, MÖTLEY CRÜE’nün “Dr. Feelgood”unda yaptığı işten etkilendikleri Bob Rock’ın manda ve himayesini kabul edip, gelmiş geçmiş en ünlü metal albümünü yapacaklarının farkında olmadan işe girişmişlerdi.

“…And Justice For All”daki katıksız thrash metalin ardından, daha kolay dinlenen, radyoda çalabilecek ve bu sayede milyonlara ulaşabilecek bir albüm yapmayı seçen grup, şu dinlediğimiz müziğin en önemli klasiklerinden bazılarını bu bir saatin içine sığdırmayı başarmıştı.

Uzun yıllardır hakkında atıp tutması ve aşağılaması moda haline gelen ve gerçek metalci siteler tarafından 0 ve 1 gibi notlarla puanlandırılan albüm, insanları metal dinlemeye başlatma konusunda büyük olasılıkla gelmiş geçmiş en başarılı metal albümü olarak parlıyor. Bugün tek bir notasını duyduğumuzda “Amaaan” dediğimiz ve muhtemelen hepimizin kusarcasına dinlediği tüm o klasikler, her ne kadar artık gerçekten de çoğumuza sıkıcı gelseler de, çıktığı dönem ve sonrasındaki birkaç yılda tüm dünyayı kasıp kavurmuşlardı bildiğiniz gibi.

METALLICA, bu albümde elbette ki müzikal gelişim ayağına yumuşamadı. Tamamen planlı programlı şekilde, daha çok kişiye ulaşmak ve büyümek amacıyla yazıldığı belli olan şarkılar var “Metallica”da. Duyulduğu anda benimsenecek, metal sevmeyenlerin dahi hemen seveceği, çıkışından yirmi yıl sonra bile takip eden iki notasından hangi şarkının neresi olduğunu anlayabileceğiniz, bu düzeyde akılda kalıcı parçalar. İnsanların, bu derece akılda kalıcı parça yazmak çok kolaymışçasına küçümsediği parçalar.

“Davayı sattılar” perspektifinden bakar ve önceki METALLICA’yla kıyaslarsanız, “Metallica” daha zayıf bir albüm olarak gözükebilir. Seksenlerde fırtına gibi esen ve metal tarihinin yazıldığı albümleri yapan, size ait olan bu müziğin yaratım sürecinde büyük emeği olan bu grubun, bir anda normalde George Michael dinleyen sıra arkadaşınızca da, hatta anne babanızca da sevilir hale gelmesi, elbette ki zamanında pek çok METALLICA hayranını derin buhranlara sürüklemiştir. “Diğerleri” ile olan “farklılığınızın” ortadan kalkıp, “onlarla” aynı şeyi paylaşmaya, aynı şeyden zevk almaya başlamak, muhakkak ki bir sürü insanın canını sıkmıştır. Bu açıdan evet, “Metallica”, şu çok sevdiğimiz “davayı satma” olayının kitabının yazıldığı albümdür. “Halls of justice painted green, money talking…” diyen adam, bundan üç yıl sonra “Vouldn’t be much more from the heart, forever trusting who we are…” demeye, One’ın solosunda tapping’den tapping’e koşan adam wah pedalının hakimiyeti altına girmeye başlamıştır. Böyle düşünüldüğü zaman, sadece ve sadece tavırsal anlamda bakıldığı zaman, “Metallica” büyük “adiliktir”.

Ama diğer taraftan, albümün kendi içindeki müzikal gücünden bakıldığı zaman, bence “Metallica” taş gibi bir albümdür. Sadece birkaç yıl önce “Asla klip çekmeyeceğiz” diyen bir adamın davul çaldığı gruba, tek albüm için beş klip çektirecek kadar güçlü parçaların olduğu bir albümdür. Belki de müzik tarihinde en çok dinlenen on metal parçası arasına üç dört tane parça sokabilecek bir albümdür. Bu sebeplerden dolayı, “Metallica” çok değerli bir albümdür.

Herkesin metale başlangıç hikayesi farklıdır. Benimki, daha önceden kimi yazılarda bahsettiğim üzere dayımın arabasında arka arkaya dinlediğim Sad But True, Spirit Horse of the Cherokee ve Number of the Beast ile olmuştu. Resmen hayatımın değiştiği bir on beş dakikaydı. Ardından, ömrümde dinlediğim ilk metal albümü de işte bu albümdü. Abartısız, altı yedi ay sadece ve sadece bunu dinlemiştim. Biliyoruz ki bu hikaye sadece benim gibi birkaç kişiye özgü değil. Belki de on binlerce insan, bugün bu müziği hayatında önemli bir yere koyan pek çok müziksever, ilk kez bu albümle milli oldu. Bu anlamda hem “Metallica”nın, hem de METALLICA’nın bu müzikteki yerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum.

Sonuç olarak, “METALLICA’nın parayı seçtiği albüm” savının arkasına sığınarak siyah albüme ortalama bir puan vermeyeceğim. Siyah albüm, sırf metal müzikle tanıştırdığı insan sayısı yüzünden bile bu müziğin en önemli albümlerinden biridir. Müzikal olarak olağanüstü olmayan anları olabilir, ancak metal tarihini değiştiren, metali hiç olmadığı kadar gün ışığına çıkaran albüm olmasından dolayı da saygıyı hak ettiğini düşünüyorum.

DIO’nun hastane görüntüleri yayınlandı

Tuesday, March 30th, 2010

KIAH-TV, hızla iyileşmekte olan DIO’nun kanserle olan mücadelesini konu eden bir haber yayınladı.

Videodan da görüleceği üzere DIO’nun ve eşi Wendy’nin morallerinin yerinde olduğu ve DIO’nun kanseri yenip eski yaşantısına dönmek için yanıp tutuştuğu görülüyor.

Arkandayız DIO.

OZZY OSBOURNE baskılara dayanamadı

Monday, March 29th, 2010

OZZY OSBOURNE, geçtiğimiz haftalarda “Soul Sucka” olarak açıkladığı yeni albüm ismini, hayranlardan gelen yoğun tepkiler sonucunda “Scream” olarak değiştirdi.

Scream“de OZZY OSBOURNE’a yeni gitaristi GUS G. eşlik edecek. Hatırlanacağı üzere OZZY, 1988′den beri tüm albümlerinde gitar çalan ZAKK WYLDE ile yollarını geçtiğimiz aylarda ayırmıştı.

OZZY’nin dediğine göre albüm önceki işlerine oranla bir hayli sert olacakmış.

REFUSED geri mi geliyor?

Monday, March 29th, 2010

1991′de kurulan, üç albüm ve bir sürü split çıkardıktan sonra yapacağımız bir şey kalmadı diyerek 1998 yılında dağılan İsveçli kült hardcore punk grubu REFUSED, resmi sitesine “Yakında” şeklinde bir ibare koydu.

Komünist ve anarşist tavrıyla azılı bir takipçi kitlesi olan REFUSED, 1998 çıkışlı “The Shape of Punk to Come” albümüyle pek çok basın organından büyük övgü almış, Kerrang! dergisi albümü gelmiş geçmiş en önemli 13. albüm seçmişti.

ANNIHILATOR iki yeni şarkıyı görücüye çıkardı

Monday, March 29th, 2010

ANNIHILATOR insanı JEFF WATERS, geçtiğimiz haftalarda katıldığı bir gitar eğitim kursunda, grubun yeni albümü “Annihilator“dan “Betrayed Like a Rat” ve “The Trend” adlı iki parçayı canlı olarak çalmış.

Albümün içeriği de şöyleydi hatırlarsınız:

01. The Trend
02. Coward
03. Ambush
04. Betrayed
05. 25 Seconds
06. Nowhere To Go
07. The Other Side
08. Death In Your Eyes
09. Payback
10. Romeo Delight

SOREPTION – Illuminate the Excessive EP + Deterioration of Minds

Monday, March 29th, 2010

Bugünkü konuğumuz tesadüfi şekilde bulduğum ve çocuğum kadar olmasa da ona yakın benimsediğim teknik death metal grubu SOREPTION. İsveç’ten teşrif eden grubumuz, bugüne dek büyük övgü alan bir EP ve daha çıkalı çok kısa bir süre olan taptaze bir albüm yayınladı.

Grubun övgülere mazhar olan EP’si “Illuminate The Excessive”, barındırdığı sağlam müzisyenlik ve güçlü bestelerle SOREPTION’ın kariyerine iyi bir başlangıç yapmasını sağlamıştı. Adları 1, 2, 3 ve 4 olmak üzere dört parça ve bir de canlı performans içeren DVD barındıran “Illuminate The Excessive”, tür adına yeni şeylerin yaratılmadığı, ancak grubun sound’unu en baştan oturttuğu bir çalışma oluşuyla dikkat çekmişti. “Illuminate The Excessive” EP’si ile “Deterioration of Minds” arasında prodüksiyondaki iyileşme dışında müzikal uçurumlar olmadığından, SOREPTION müziğini bir bütün halinde değerlendirmeye çalışacağım.

Grupla ilgili aklıma ilk gelen ve sonrasında pek çok yorumda da rastladığım konu, SOREPTION’ın son derece profesyonel bir grup izlenimi veriyor oluşu. Tavır, imaj anlamında değil, müzik anlamında fark edilen bir profesyonellik bu. Grupta, SANCTIFICATION‘da çalan davulcu Tony Westermark hariç tecrübeli pek bir eleman olmamasına rağmen, gitarist Anton Svedin’ in beste yeteneği sayesinde son derece ne yaptığını bilen bir izlenim uyandırıyor SOREPTION. Grupta dikkati ilk çeken şey, vokalist Fredrik Söderberg’in Mikael Akerfeldt’e acaip düzeyde benzeyen sesi. Gerçekten de kimi anlarda şarkıları Mikael Akerfeldt söylüyormuş gibi hissediyorsunuz. Tabii sadece brutal anlamda. FARMAKON’dan sonra bir tane daha Akerfeldt benzeri vokalli grubumuz oldu.

Benzer gruplar anlamında akla gelen ilk isim DECAPITATED olsa da, SOREPTION’da DECAPITATED’ın zaman zaman girdiği kaosu andıran bir yapı yok. Daha çok gitar üzerinde yapılan ince işçiliklerin dikkat çektiği, tamamen rife dayalı bir müzik yapıyor SOREPTION. Diğer yandan SPAWN OF POSSESSION’un havasını andıran ama onlar kadar sapık olmayan bir şarkı havaları da var. Bu noktada grubu “teknik DECAPITATED” ile SPAWN OF POSSESSION Light” arası bir yerde konumlandırabiliriz. Elbette ki üstüne türün olmazsa olmazı yoğun MORBID ANGEL sosunu ekleyerek.

SOREPTION’ın iyi tarafı, çığır açıcı bir müzik yapmamalarına rağmen, bir death metal parçasını nelerin ilginç kılacağını, ortalama bir rifi ufak ayrıntılarla nasıl yaratıcı ve ilginç hale getirebileceklerini iyi biliyor olmaları. Dur kalklarla, sıkça kullandıkları ve müziğe çok şey kattığına inandığım pinch ve doğal harmonic’lerle, bir hayli renkli ve ilgi çekici rifler yazmayı başarmışlar. Grubun vardığı en teknik anlar, aşağıdaki Breeding Exile’ın 2.10-2.30 arasındaki kudurmasından duyulabilir. Görüleceği üzere grubun en teknik anında dahi “abardıkça abaralım” tarzı bir yaklaşım yok. Müzik her anında groove’unu ve ritmikliğini koruyor. Kanımca bu, bu türdeki bir grubun asla geri plana atmaması gereken ve dinlenirliği arttıran bir husus.

Sololarda grupta çok bariz bir Muhammed Suiçmez etkisi var. Kimi anlarda bu öylesine belirgin oluyor ki, vokallerde Mikael Akerfeldt, gitarda Muhammed Suiçmez’in olduğu bir süpergrup dinliyor hissine kapılıyorsunuz. Bas gitar da üstünde durulacak bir performans sergiliyor ve rampada vites değiştiren damperli kamyon tonuyla, death metalda löngür bas gitar fetişistlerinin hoşuna gidecek, onlara şimdi burada ağza almak istemediğim kimi hazlar hissettirebilecek bir iş çıkartıyor. SOREPTION, tekdüzeliği kırmak için hemen alttaki March of the Tyrants’ın ortasında duyabileceğiniz üzere kapkaranlık orkestral bir aranjman dahi katmış müziğine. Albümde sadece bir kez ortaya çıkan ama görevini de bir hayli iyi yerine getiren bir renk olmuş.

Bence büyük umut vaadeden SOREPTION, progresif death metal, teknik death metal ve genel olarak death metal sevenlerce denenmeli diye düşünüyorum. Underground piyasada ve türü yakından takip eden sitelerce şimdiden hastası olunan ve sırf EP’yi referans alarak “albüm de kesin çok iyi olacak” diyerek beklenen yeni albümüyle beklentileri boşa çıkarmayan SOREPTION, türe aşinaysanız ve kalite farkını yaratan nüansları algılayabiliyorsanız, son dönemdeki favori yeni gruplarınız arasına yerleşebilir.

VANDEN PLAS’tan yeni albüm

Monday, March 29th, 2010

Almanya’nın önemli progresif metal gruplarından VANDEN PLAS, yeni albümü “The Seraphic Clockwork“ü 4 Haziran’da çıkaracağını açıkladı.

Grup albüme dair yaptığı açıklamada, konsept bir albüm olan “The Seraphic Clockwork“ün grubun sert yüzünü en çok gösterdiği ve en cesur takıldığı albüm olacağını belirtti. VANDEN PLAS büyük övgü alan son albümü “Christ 0″yu dört yıl önce çıkarmıştı.

BELPHEGOR yeni albüme hazırlanıyor

Monday, March 29th, 2010

2008 ve 2009′u albümsüz geçirmeyen BELPHEGOR, yeni albümünü bu seneye yetiştirmek istediğini açıkladı.

Neden bu kadar sık albüm çıkardıkları konusunu “Acele işe şeytan karışır, bizim de amacımız bu zaten” şeklinde açıklayan grup, albümün şarkı yazımının bitmeye yaklaştığını, kısa süre sonra kayda girmek istediklerini belirtti. BELPHEGOR yazın da ülkemize gelerek Maçka civarlarını epey rahatsız edecek.

ALEX SKOLNICK’ten eğitim DVD’leri

Monday, March 29th, 2010

TESTAMENT gitaristi ALEX SKOLNICK, 3 DVD’lik bir gitar eğitim seti çıkarıyor.

“Jazz Guitar: Breaking The Traditional Barriers” adlı sette SKOLNICK, bir rock gitaristinin gözünden caz ve blues yorumlamalarına değinecek ve önemli rock klasiklerini caza uyarlayarak bu türler arasındaki etkileşimi sergileyecekmiş. Olay nedir ne değildir aşağıdan görebiliyoruz.

ACCEPT’ten yeni şarkı

Sunday, March 28th, 2010

UDO’suz olarak tekrardan faaliyete geçen ACCEPT, 15 yılın ardından çıkaracağı yeni albümünden “The Abyss” adlı parçayı yayınladı.

ACCEPT yeni albümünü Mayıs gibi çıkarıp büyük çaplı bir dünya turuna hazırlanıyormuş.

SLAYER – South of Heaven

Sunday, March 28th, 2010

Üniversite hayatımın ilk yılında tanıştım SLAYER’la. Kaldığım yerle okul arasındaki on beş dakikalık yolda dinlediğim karışık kasette, yine o sene tanıştığım KoRn’larla, LIMP BIZKIT’lerle ve çoktandır bildiğim PANTERA’larla, ANTHRAX’larla birlikte iki tane SLAYER şarkısı vardı. Kasedi nereden buldum, kimden aldım hatırlamıyorum, zira şarkıları ilk kez duyduğuma göre kasedi ben hazırlamamıştım.

Her neyse, kasetteki şarkılar Ghost of War ve Spill the Blood’dı. İlkinin vahşiliği, ikincisinin de olgunluğu beni duyar duymaz bir SLAYER hayranı yapmış, birkaç gün sonra neredeyse tüm SLAYER diskografisi emrime amade halde CD’lerimin arasında yerini almıştı. Dinlediğim ilk SLAYER albümü olmasından mıdır bilmem, “South of Heaven” grubun en sevdiğim albümüdür. Sadece en sevdiğim albümü değil, bence SLAYER’ın en iyi albümüdür (Yazının kilit cümlesini de vermiş olduk).

“South of Heaven” gazını bir şekilde atıp tüm SLAYER kataloğunu hatmettikten sonra, albümün olgunluk ve yaratıcılık anlamında en güçlü SLAYER albümü olduğuna karar verdim. “Reign in Blood”ın çiğliği ve dizginlenemezliği ve “Seasons in the Abyss”in gücü de aynı oranda değerliydi elbet ve bu iki albüm SLAYER hayranlarınca en iyilik adına daha çok tercih edilmekteydi, ancak ben hep “South of Heaven”cı azınlıktan oldum. İçinde tek bir sıradan şarkı olmadığına inandığım “South of Heaven”.

Tom Araya’nın vokallerinden başlayalım. Albümde bahsedilen lanetli konseptleri o kadar güzel pekiştiren, o kadar geren bir ses rengi ve yorumu var ki, “South of Heaven”ın en yoğun atmosferli SLAYER albümlerinden biri olması ilk andan garantilenmiş oluyor. Sanırsınız ki şarkı söyleme tekniklerini, vokal harmonilerini falan ömründe duymamış bir insan, hayatında ilk kez önüne konan mikrofona tüm nefretini, tüm içini akıtıyor. Öylesine çiğ, öylesine içten.

Gitarlar, SLAYER’ın sonrasında çıkacak binlerce grubun yol haritasını çizen uğursuz atmosferli riflerini tam anlamıyla yansıtan, “Reign in Blood’ın yırtıcılığının ardından bir anda ağır başlı takılmaya mı başladılar?” sorusunu uyandıracak düzeyde olgun ve karakterli bir kullanıma sahipler. Taramalı rif tarzından çok, arka arkaya geldiklerinde o gergin havayı yaratan nokta atışlı riflerin ağırlıkta olduğu albüm, arkasındaki ritim departmanıyla da birleşince ortaya hem bir hissiyatı olan, hem de groove’unu kaybetmeyen bir müzik çıkıyor. Kerry King’in viyülülüüüüüüviyuuuuuu soloları elbette ki ortamın kaosunu arttıran sevdiğimiz ayrıntılar olarak eksik olmuyorlar.

Davullara geldiğimizde… Davullara geldiğimiz… Davullara… Davu… Bu albümdeki davullar şahsen ömrümde dinlediğim en iyi birkaç davul performansından biri olarak öne çıkıyor. Atak konusunda metal tarihinin gördüğü en yaratıcı davulcu olduğuna inandığım Dave Lombardo, şarkıları olduklarından yukarı taşıyan, neredeyse davulun ritim tutma görevini geri planda bırakıp davulla melodiler yaratan bir performans sergiliyor. Trampet ve alto kullanımının özgünlüğünden kros kullanımındaki acımasızlığa, tüm albüm tam anlamıyla bir ders niteliğinde. Çığır açıcı diyelim yetsin. Boris Yeltsin.

Şarkılar, dediğim gibi ağır abi takıldıkları anlarda bile SLAYER’ın boğucu havasını içlerinde barındırıyorlar. Silent Scream ve Cleanse the Soul gibi amansız thrash saldırılarından, yaratıcı rifler geçidi hüviyetindeki South of Heaven, Mandatory Suicide veya Read Between the Lies’a tüm albüm bir thrash metal severin ıslak rüyası gibi. “South of Heaven” SLAYER’ın en ateşli, en yıkıcı anı değil, ama atmosfer ve yaratıcılık adına bence dinlemesi en zevkli saati. Azınlık olduğumu biliyorum, ama böyleyken böyle.

Yeni NEVERMORE şarkısı görücüye çıktı

Sunday, March 28th, 2010

NEVERMORE gitaristi JEFF LOOMIS, Almanya’da düzenlenen Musik Messe fuarında, yeni NEVERMORE albümü “The Obsidian COnspiracy“den albümle aynı adı taşıyan şarkının vokalsiz halini canlı olarak çalmış (İlk videonun 5.05′inde başlayıp ikinci video’dan devam ediyor, tabii videoların kalan kısımları da izlenmeli diye düşünüyoruz).


NEVERMORE geçtiğimiz günlerde de aynı şarkının girişinden oluşan bir teaser yayınlamıştı.

SABATON’dan yeni şarkı

Saturday, March 27th, 2010

SABATON, 21 Mayıs’ta çıkacak yeni albümü “Coat of Arms“la aynı isimli parçayı yayınladı.

Bir de albüm trailer’ımız var.

DREAM THEATER – Train of Thought

Saturday, March 27th, 2010

Açıkçası bir süredir ümidi kestiğim DREAM THEATER’ın en tartışmalı albümlerinden biriydi “Train of Thought”. Basında albüme verilen notlara baktığımda ya çok yüksek, ya da çok düşük notlar görüyordum. Kanımca bu uç notların sebebi müzikten ziyade tavırla ilgiliydi.

Düşük notlar DREAM THEATER’ın şarkı yazma becerilerinin köreldiği ve bu sebeple de grubun sertleşerek, zaman zaman METALLICA’laşarak metal kamuoyunun gözüne girmeye çalıştığı yönündeydi. Böyle bir tavrın güdüldüğüne inanan yorumcular bunu samimiyetsiz buldu ve grubu eleştirdi. Çok yüksek notlar da yine tavır üzerinden verilmiş gibiydi. DREAM THEATER’ın, en büyük yaratıcılarından biri olduğu bu tür içinde, kimseyi sallamadan, yer yer METALLICA ve MEGADETH gibi ilham kaynaklarına da selam ederek içlerinden gelen en çiğ ve bodos albümü yaptıkları yönünde yorumlar vardı. Bu, METALLICA’nın “St. Anger”ına tam puan veren pek çok yorumcununkine benzer bir yaklaşımdı.

Baştan söyleyeyim, ben bu albümü severim. Grubun en iyi albümü değilse de, içinde bir “Beyler, şöyle bir amaçla yola çıkalım” türü dolapların döndüğü bir plan program dahilinde yazıldığını sanmıyorum. Tüm albümün üç haftada yazıldığı da düşünülürse, bu dediğim desteklenmiş oluyor sanırım. Bu kısa yazım süreci bile albümün DREAM THEATER’ın en direkt işi olmasının sebeplerinden biri.

Şarkılara baktığımızda kimi dikkat çekici şeylerle karşılaşıyoruz. Bir kere James LaBrie’nin “Hey hey hey… Sakin ol şampiyon…” dedirten sert abi vokalleri ve önceye nazaran daha hırçın vokal kullandığı pek çok yer var. Hatta klasik bir power/progresif metal vokalistince dur durak bilmeden kullanılan yüksek oktavlara pek az rastlıyoruz bile denebilir. Mike Portnoy’un davullarında da önceye nazaran bariz bir minimallik var. Bu da albümün “surata çarpan” havasının oluşması adına yapılmış bilinçli bir tercih.


Petrucci’nin elbette ki çoğunlukla 7 telli gitarı tercih ettiğini görüyoruz. Grubun adıyla müsemma katmanlı ve değişken müziğinin bir nebze geri plana atılmasına neden olan tarzda düz bir gitar kullanımı dikkat çekiyor. Aynı anda birden fazla duygu uyandıran tarzdaki farklı akor kombinasyonlarından ziyade, en bildik power chord’ların kullanıldığını duyuyoruz. Kimi şarkılarda üzerine bastırılarak kullanılan stakato rifler de bu 7 telli kullanımıyla daha bir iddialı hale gelmişler.

Albümde içinde birer METALLICA (Blackened) ve MEGADETH (Sweating Bullet’mışçasına) selamları da bulunan This Dying Soul, Petrucci’nin eşine yazdığını söylediği Endless Sacrifice ve babaya kalkan el taş olur temalı Honor Thy Father favori parçalarımken, açılışı yapan As I Am ve sırf “Albüm fazla öküz oldu, araya bi yumoş koyak da millet dinlense” diye konmuş vasıfsız Vacant ise sevmediğim parçalar (As I Am’in solosu hoş). Görünüşe göre çoğu insan albümün “progresif metal” parçası Stream of Consciousness’ı favori gösterse de, bence çok da özel bir şarkı değil.

Sonuçta albüm tıpkı kapağında olduğu gibi DREAM THEATER’ın önceki renklerini yansıtmayan, grubun kariyerinde yapıp yapacağı belki de en karanlık ve sade albüm. Bu gerekçelerden dolayı yazının başlığını progresif heavy metal olarak attım. Elbette ki albümde pek az grubun yapabileceği, saçmalık düzeyinde mastürbatif progresif metal klişeleri olsa da, albüm hem icrası en kolay DREAM THEATER albümlerinden biri olarak göze çarpıyor, hem de gözlemlediğim üzere DREAM THEATER sevmeyen ve daha çok heavy metal ve thrash metal gibi klasik türlerin dinleyicilerince de en katlanılabilir DREAM THEATER albümü olarak görülüyor.

“Train of Thought” çok önemli bir albüm değil, ama “Budur abi” yaklaşımı ve lafı ağzında gevelememesinden dolayı bu albümü seviyorum.

AGALLOCH’tan gizemli albüm

Saturday, March 27th, 2010

Görünüşe göre AGALLOCH, geceyle gündüzün eşit olduğu 21 Mart’ta sessiz sedasız bir toplama albüm çıkarmış.

250 kopyayla sınırlı olan ve muhtemelen çoktan tükenmiş olan “The Compendium Archive” şöyle detaylara sahip:

Disk 1
1. The Wilderness
2. As Embers Dress the Sky
3. This Old Cabin
4. Of Stone, Wind, and Pillor
5. Foliorum Viridium
6. Haunting Birds
7. Hallways of Enchanted Ebony
8. The Melancholy Spirit

Disk 2
1. Kneel to the Cross (SOL INVICTUS cover’ı)
2. A Poem by Beats
3. Odal (Infinity Mix)
4. The Death of Man III
5. Tomorrow Will Never Come
6. Fragment (Second Phase)
7. The Wolves of Timberline
8. Falling Snow (Alternate Mix)
9. Scars of the Shattered Sky
10. Fragment 4

Çeşitli mecralarda pek çok hayran, hiç duyurulmayan bu çalışmanın bazı kişilerce topluca satın alınarak internetten yüksek meblağlara satılacağı konusunda gruba tepkide bile bulunmuşlar. AGALLOCH, geçtiğimiz sonbaharda çıkan DVD’si “The Silence of Forgotten Landscapes”i de ne resmi sitesinde, ne de myspace’inde duyurmuş, ne de DVD’ye ilişkin bir basın bülteni yayımlanmıştı.

DARK TRANQUILLITY bir şarkı daha sundu
GAEREA’dan yeni şarkı
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.