Selam John, selam Don, isterseniz hemen başlayalım. “The White EP” gerçekten iyi bir çalışmaydı. Şu ana kadar AGALLOCH’tan duymaya alışkın olmadığımız şeyler de barındırmasına rağmen, özündeki o AGALLOCH sound’unu hissedebiliyoruz. Her albümünüz diğerlerinden farklı bir özgünlük barındırıyor. Bundan sonraki albümde nasıl bir yol izlemeyi planlıyorsunuz?
Don: Sound’umuzu geliştirip önceki albümlerde yaptıklarımızı daha da ileriye taşımaya çalışacağız. EP’ler bizim için deneyler yapma ve müziğimize katkısı olup olmayacağını görmek istediğimiz yeni denemelere zemin hazırlama amacı taşıyan anlardır aslında. “White EP” bu açıdan bizim için yararlı oldu. Ancak bir sonraki albümde neler yapacağız, nerelere gideceğiz şimdiden bir şey söylemek mümkün değil.
“The Grey” ve “The White” arasındaki ilişki nedir peki?
Don: İkisi de o ana ait denemeler, lâkin ikisi de bundan sonra nereye yöneleceğimizi gösteren işaretler değil.
Sinema ve şiirden ilhâm aldığınızı biliyoruz. Det Sjunde Inseglet, The Wicker Man, William Butler Yeats ve A.S.J. Tessimond gibi etkilenimler müziğinizde karşımıza çıkıyor. Bu bağlantıyı nasıl kuruyorsunuz da sinema ve şiir sizi başka müziklerden bile daha çok etkiliyor?
Don: Bazen bir sanatçının içinde bulunduğu alanın dışına çıkması ve başka kulvarlardan etkilenimler edinmesi, ilham alması gerekir. AGALLOCH için sinema kavramı aynı müzik kadar önemli bir ilhâm kaynağıdır. Bir şarkı ya da bir rif yazarken çoğu zaman kafamızda oluşturduğumuz bir resmi veya sinemasal bir görüntüyü düşünüp, beliren bu imajı müzik olarak betimlemeye çalışırız.
The End Records’la olan sıkıntınız neydi, yeni bir şirkete dair haberler var mı?
Don: The End Records köklü bir değişime girdi ve kendine bir hayli ticari bir yol çizdi. Biz de bu tarz bir yaklaşıma uymadığımızdan kendimizi oraya ait hissetmemeye başladık. Bu hoş bir durum değil elbet; eskiden tek ilgilendikleri şey müzikti, çok güzel zamanlardı. Ama şimdi nasıl daha çok para kazanırız ve nasıl daha geniş bir kitleye hitap ederiz şeklinde düşünüyorlar. Tabii ki ticari anlamda, iş anlamında düşünürseniz bu mantıklı ve haklı bir gerekçe, bu sebeple onları suçladığım falan yok. Ama AGALLOCH bu mentaliteyle işleyen bir grup değil. O yüzden bu ayrılık kaçınılmazdı.

AGALLOCH’un biraz fazla “entel” takıldığı ve hafif kibirli bir “ukalâlık” taşıdığına dair metal çevrelerinden ithamlar var. Bu konuda bir yorumunuz var mı?
Don: Bu sıfatlar hiçbir şey ifade etmiyor. İnsanların müziğimiz içinden bu tanımları nasıl olup da çıkardıklarını anlayamıyorum. Bizi böyle gören birileri varsa, pekâla gidip SIX FEET UNDER veya GORGOROTH dinleyebilirler.
John: Dar görüşlü dinleyiciler olduğunu bilmek insanı memnun eden bir şey değil açıkçası. Dar görüşlüler sıkıcıdırlar, bayattırlar ve benim dünyamda hiçbir işlev taşımamaktadırlar. O tarz zavallılar için ne zamanım, ne de sabrım var ve onların bayağı görüşlerini ciddiye alıp kafama takarak onların ekmeğine yağ sürmek gibi de bir niyetim yok.

AGALLOCH’u ilk kez duyan pek çok insan sizi İskandinav sanıyor. Bunu daha önce çok kereler duymuşsunuzdur. Bu sizi şaşırtıyor mu?
Don: Hayır şaşırtmıyor, çünkü müzik yazarları bu tarz müzikal tartışmaları Avrupa-Amerika karşılaştırmasına indirgemeyi pek severler. Belli ki bu tarz bir kıyaslama tartışmayı kısıtlamaktan başka bir işe yaramaz. Bu gibi kıyaslamalarda her zaman Amerika’nın Avrupa kadar iyi olmadığı sonucuna varılır; Avrupa her zaman daha iyi algılanır. Ama bildiğimiz gibi her iki kıtada da hem rezalet gruplar, hem de muhteşem gruplar var. Biz daha çok Avrupalı gruplardan etkilendiğimiz için AGALLOCH’a dair böyle bir algı oluşmuş olması da olağan. Ama ben İskandinav ya da Avrupalı sanılmaktan yoruldum açıkçası; sanki Amerika kaliteli metal müzik üretemiyormuş gibi. Bu tabii ki de böyle değil.

“The Wicker Man”in yeniden çekilen versiyonunu beğendin mi? Yeniden yapımlar her zaman tartışmaya açıktırlar, senin fikrini de merak ediyorum.
Don: Yeniden yapımları hiçbir zaman izlemem. Bence bir değer taşımazlar.
John: “The Wicker Man”in bu yeniden yapımı sanat adına bir facia olarak görüyorum. Bu tarz bir şeyden ancak yukarıda bahsettiğim türde dar görüşlü zavallı yaratıklar hoşlanır.

Şarkılarınızı sahnede bire bir çalmak neredeyse imkânsız olsa da, sahnenizin bir hayli kuvvetli olduğunu duydum. O kadar katmanlı bir müziği sahneye yansıtmak zor olmuyor mu? Bu yüzden mi bu kadar az konser veriyorsunuz? İlerde daha çok konser vermek isterseniz buna daha uygun şarkılar yazmayı düşünür müsünüz?
Don: Asla canlı çalma amacıyla şarkı yazmayacağız. Kayıt ve beste bizim için her zaman ilk planda gelir. Bu bestelerin canlı olarak nasıl çalınabileceğini düşünmek ve onları çalınmaya uygun şekilde yeniden düzenlemek ise bunun ardından gelir. Çoğu şarkımızın konser versiyonunda, albümde olduğundan daha az gitar vardır, üstüne üstlük bu şarkıların kimi yerlerini, gerektiği takdirde yeniden düzenlememiz, bazı kısımları baştan yazmamız da gerekebilir. Çok az konser verme sebebimiz ise gruptaki herkesin A.B.D.’nin farklı bir yerinde yaşıyor olması.

Eskiden sound’unuz daha bir melodik black metal/dark metal tadındaydı. “The Mantle” ile black metal etkilenimlerinin yanı sıra folk öğelere de kaydınız. “Ashes Against the Grain” ise daha progresif rock, hatta post rock havasındaydı.”White EP” ise daha az vokal ve daha çok akustik gitarla bezeli bir çalışma. Kısacası genel AGALLOCH sound’u hap bakî kalsa da, albümler arasında denemeler yapmayı pek seviyorsunuz. İlerisi için nasıl bir öngörünüz var? Geleceğin AGALLOCH’u neler yapıyor olacak?
Don: İlerisini şimdiden göremiyorum, görebilseydim, emin ol ki sürprizi bozup şimdiden açıklardım.
John: Bir sonraki albümümüz AGALLOCH her neyse o olacak.
Şarkılarınızda sıklıkla “o” diye bahsettiğiniz bir dişiden söz ediyorsunuz. Bu dişil karakter sizin panteist tavrınızla alâkalı bir şey mi yoksa kanlı canlı birinden mi bahsediyorsunuz? Eğer ikinci dediğim gibiyse, kim olduğuna dair ipucu verebilir misiniz?
John: “O”nun gerçek bir kadınla en ufak bir alâkası yok. “O”, kimi zaman kar yağışını, kimi zaman güneşin doğuşunu ya da batışını, mevsimlerin değişimini veya alacalı bir duvar üzerindeki imgeleri dahi betimleyebiliyor. Günün birinde insanların şarkı sözlerime baktıklarında bu bariz, kolaya kaçan, hayal gücünden yoksun ve sıradan “romantik” tahminlerden daha fazlasını yapmalarını umuyorum.

Metal harici müzikal etkilenimleriniz neler?
John: Ne önemi var ki? Bathory ve Lunar Aurora’dan etkilendiğimiz kadar Autechre and Galina Ustvolskaya gibi sanatçılardan da etkileniyor olmamızın ne gibi bir bilgisel değeri var? Önemli olan bizim yaratımsal hedeflerimizi ne oranda gerçekleştirebildiğimizdir, bu önemsiz zırvalar değil.

Şarkılarınızın yoğun ve katmanlı yapısı gereği konser verdiğiniz mekan önem taşıyordur herhalde. Sahip olduğunuz bu ambiyansı yansıtabilmek adına hayalinizdeki konser mekanı nasıl olsun isterdiniz?
Don: Konser mekanlarının halini bildiğimizden ve isteklerimizin gerçeğe dönüşeceği şüpheli olduğundan, öyle fazla bir beklentimiz yoktur. İyi bir sound’a imkan tanıyan bir mekan olsun yeter.
John: Sahnede iyi duyulmanın önemli olduğuna katılıyorum. Ancak sahnede güçlü bir görsellik sunmak ve estetik açıdan iyi gözükmek de aynı ölçüde önemlidir. Çaldığımız yerlerin sınırlı imkânlarıyla istediğimiz türde bir atmosfer yaratmak çoğu zaman kolay olmasa da, arkaya grubun afişini asmak ya da sahneye sis basmak gibi basit ayrıntılar da sahnede daha rahat olmamızı ve daha güçlü gözükmemizi sağlıyor diye düşünüyorum.
Türkiye’de sadık bir hayran kitleniz var. Bunun bilincinde misiniz? Türkiye’den teklif almışlığınız var mı?
Don: Türkiye’de biliniyor olmamızdan dolayı mutluyuz.
John: Türkiye’de çalmamız için bir kez bile teklif gelmedi ki bu üzücü bir şey. Ülkenizi görmeyi çok isterim.

John, SCULPTURED‘dan ayrılma sebebin neydi?
John: Yazılan yeni materyalin gerektirdiklerini yapamadığım için gruptan çıkarıldım. O sırada davul çalışıp kendimi geliştirebilecek bir durumda değildim. Hatta artık bir davulum bile yok! Her ne kadar gitarist olduğumdan daha iyi bir davulcuysam da, bugünlerde gitar çalmak bana daha ilgi çekici geliyor. Fırsatım olduğunda davul setinin arkasına geçip ortalığı dağıtmak da elbet hoşuma gidiyor. Bu becerilerim uzun süre davul çalmasam bile yok olmayacaktır diye düşünüyorum.
Don, şu an senin için AGALLOCH mu öncelikli, SCULPTURED mı?
Don: Benim önceliğim AGALLOCH. SCULPTURED’la daha geçen sene bir albüm çıkarttım ve yeni albüme dair fikirlerim de var, ama henüz ortada şarkı namına kesinleşmiş bir şeyler yok.
Bu kadardı, röportaj için teşekkür ediyoruz, Amerika’daki Pasifagresif okurlarına da selamlarımızı söylüyoruz. Read on! (ters oldu galiba.)
Sorular:
Burak Gür
Baran Kaplan (konuk)
Güzide Arslaner
Ömer Kuş
Not: Grupla temasa geçip röportajı ayarlayan Baran KAPLAN’a teşekkür ederiz.