# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

MALEVOLENT CREATION’dan yeni şarkı

Saturday, July 17th, 2010

Yeni albümü “Invidious Dominion”ı 24 Ağustos’ta çıkaracak olan MALEVOLENT CREATION, albümden “Slaughterhouse” adlı şarkıyı alttaki albüm kapağına koydu.

WINTERSUN – Wintersun

Saturday, July 17th, 2010

Jari Mäenpää. Yani Wintersun’ın herşeyi. Jari’yi ilk olarak Ensiferum namlı Folk/Melodik death metal grubunun uzun burunlu vokalist-gitaristi olarak tanıdık, bildik. Children Of Bodom taklitlerinin piyasayı sardığı bir dönemde, aşağı yukarı Kalmah ve Norther ile aynı dönemde çıkıp ortaya yeni bir şey koyabilen nadir gruplardandı Ensiferum. Ancak o dönemde Ensiferum’un popülerliğine rağmen Jari bu kadar ilgi çekmiyordu.

Jari’nin dikkati kendi üzerine çekmesi Ensiferum’dan ayrılması ve Wintersun projesini başlatmasıyla gerçekleşti. Değerinin tam olarak anlaşılması içinse Wintersun projesinin üstüne Ensiferum’un Jari ayrıldıktan sonra 2007′de Victory Songs’u piyasaya çıkarmasını beklemek ve aradaki farkı görmek gerekti.

Peki Jari o dönem yıldızı parlamış, Finlandiya içinde ve dışında gayet popüler olmuş Ensiferum gibi bir grubu, nasıl oldu da ne olduğu bilinmeyen bir proje için bırakıverdi? Bunun yanıtı Wintersun’ın tarihinde yatıyor. Zira Wintersun, önceki adıyla Immemorial, Jari’nin 1995 yılından beri üzerinde uğraştığı bir proje, ki albümde yer alan bestelerin birçoğu da o dönemden kalma. Aslında albümdeki besteleri düşününce aradan geçen bunca seneye şaşırmıyor insan, zira gayet üzerinde uğraşılmış şarkılar barındıyor “Wintersun”. Grubun 2004 yılından beri devamlı çıkışı ertelenen ve hala akıbetinden bir haber alamadığımız ikinci albümü “Time” bu konuda net bir fikir veriyor zaten.

Wintersun’ı çok kabaca “hızlandırılmış Ensiferum” diye niteledim başta, ki haksızlık ettim. Gerçi “Children Of Bodom gibin!!!!” diyenlerin yanında daha iyi tabii. Gene de Wintersun ilk dinlendiğinde bariz bir Ensiferum tadı almamak mümkün değil, kabul ediyorum. Bunda Jari’nin Ensiferum’un ilk albümlerindeki katkısı, özellikle kendisinin karakteristik thrash temelli riflerinin etkisi büyük. Ayrıca albümdeki şarkı sıralamasının kısa ve görece basit şarkılardan uzun ve görece karmaşık yapıdaki şarkılara doğru gitmesinin de etkisi var bu konuda.

Albüm gayet Bodom/Ensiferum tadında kısa bir Beyond the Dark Sun ile açılınca doğal olarak insanların aklına “Bir başka neoklasik gazı almış Bodom çakması daha” düşüncesi geliyor, ancak böyle bir şey söz konusu değil zira albümün finalini yapan 10 dakikalık Sadness and Hate’e gelene kadar çok başka yerlerden geçiyor dinleyici.

“Wintersun” albümünün bize gösterdiği bir çok yeni şey var, bunlardan en önemlisi Jari Mäenpää’nın hakikaten çok iyi bir gitarist olması. Evet zaten davul hariç albümdeki bütün enstrümanları kendisi çalıp clean/brutal bütün vokalleri de kendisi yaptığından “çok iyi bir müzisyen” demek gerekiyor, ama adam hakikaten iyi bir gitarist, büyük ihtimalle de takıntılı bir insan. Gayet detaylı besteler bir kenara, inanılmaz keskinlikle kaydedilmiş bir albüm bu. Hani her şey o kadar keskin ki, müzik bazen robotik bir hal alıyor; o kadar “duygu dolu ve alabildiğine epik” besteye rağmen. Sadece Jari değil, davulcu Kai Hahto bile drum machine tadında bir performans ortaya koyuyor, bütün rifler, davullar titizlikle çalınmış, boşluk bırakılmamış durumda. Buradaki negatif yön bu halin dinleyiciyi zaman zaman boğması. Özellikle albüm ilerledikçe şarkı sürelerinin artması, beste yapılarının karmaşıklaşması derken insan daralıyor, eziliyor açıkçası. Bu noktada dinleyiciye nefes aldıran şey ise klavye kullanımı.

Genelde black metal gruplarından beklenir “soğuk” atmosfer yaratma işi, Wintersun’ın black metal ile ilgisi yok ancak ortaya çıkan kesinlikle buz gibi bir albüm. Bir kış masalı dinlediğinizi sözleri anlamadan da hissediyorsunuz, bütün şarkılarda o epik hava korunuyor ki albümün farklılığı da bu zaten. Bu farklılığı yaratan da klavye kullanımı.

Zaman zaman neoklasik havalara kaçsa da Jari tür içinde çoğunlukla kendine özgü bir biçimde kullanmış klavey/synth mevzularını. Şarkıların arka planında devamlı atmosferi ayarlayan klavyeler ara ara ön plana çıktıklarında tamamen dizginleri ele geçirip albüme bambaşka bir boyut katıyorlar. Sonuçta da klavye/synth kullanılarak yaratılan epik hava Jari imzalı rif ve melodilerle birleşince ortaya grubun iddia ettiği gibi “Extreme Majestic Technical Epic Melodic Metal” çıkıyor, şaka değil valla, sözlerini tutuyorlar albüm boyunca. Neticede “Wintersun” özel bir albüm, özel bir grup. Üzerinde çok emek harcanmış, çok uğraşılmış, ince ince işlenmiş şarkılarla dolu bir albüm.

İlk başta anlaması/sindirmesi türdeşlerine nazaran biraz zor gelse de albümün epik havasına girince bu grubun başka alternatifi olmadığını anlıyor insan. Çünkü karşılaştırıldığı gruplara nazaran bambaşka bir yerde duruyor Wintersun, enteresan bir Melodik death metal örneği sergiliyor: Olabildiğince epik, soğuk, hüzünlü ve bir o kadar da gaz.

sambalici

ALICE IN CHAINS’den sert İstanbul açıklaması

Saturday, July 17th, 2010

ALICE IN CHAINS resmi sitesinde, grubun ekibinden Baldy adlı bir eleman tarafından kaleme alınmış bir İstanbul güncesi yayımlandı.

Ziyarete dair hayli olumsuz ifadeler içeren açıklama şöyle:

30 Haziran 2010 Çarşamba

İstanbul daha önce gittiğim hiçbir şehre benzemiyordu.

Dünyadaki en büyük dördüncü şehir, yani devasa. Kültürel olarak da
ABD’den çok farklı.
Bu kültürel farklardan biri ne mi? Koku.
Otelde üç kere boş asansöre bindim ve üçünde de lobiye 7 kat süren
yolculuğumda kusmanın eşiğine geldim.
Benden önce kim binmişti bilmiyorum ama arkalarında adeta bir misket
bombası gibi yayılan kokularını bırakmışlardı. Eğer vücut kokunuz
gittiğiniz her yerde arkanızdan bir uçak motoru izi bırakacak kadar
keskinse belki de bir kalıp sabun ve koltuk altı deodorantı
kullansanız fena olmayabilir.
Her şeyde kusur bulmamak lazım tabii ki. Türkiye ilginç bir ülke ama
maalesef programımızdan ve hava durumundan dolayı dışarı çıkıp görmem
mümkün olmadı.
Mike ekipten birkaç çocuk ile birlikte çarşıya çıktı ve döndüğünde
harika olduğunu söyledi ama bunun dışında herhangi birimizin otelden
dışarı çıktığını sanmıyorum.
Belki bunun nedenlerinden biri güvenlik meselesi olabilir.
Sanıyorum biz gelmeden bir gün önce İstanbul’da bir bombalama olayı
olmuş. Bunun yanısıra teröristlerin bu festivali kendilerine hedef
seçtiklerine dair söylentiler varmış.

Üstüne üstlük otelimizin girişinde bir metal dedektörü vardı. İlk
izlenim böyleydi. Ancak dedektörün bir tarafında 2 metrelik, diğer
tarafında da 6 metre civarında (elini kolunu sallaya sallaya
geçebileceğin) büyüklükte boşluk vardı. Yani otele gelecek terörist
çok efendi bir adam olup kuralların dışına çıkmayıp dedektöre
yönelirse yakayı ele verecekti. Diğer yandan dedektörden geçmesi,
alarmın çalması ve buna rağmen kontrol edilmeden yoluna devam etmesi
de mümkündü, zira lobide otururken aynen bu şekilde içeri giren bir
adama tanık oldum. Valla hayatımda kendimi hiç daha güvende
hissetmemiştim(!)

Neyse ki konserde işi sırf bomba imha etmek olan özel bir ekip,
yanlarında birkaç bomba eğitimi almış köpek ve sürüsüne bereket
güvenlik personeli vardı. Yaptıkları tabii ki önemli bir işti, fakat
sahne arkasındaki zaten devasa olan kalabalığı daha da
arttırıyorlardı. Hayatımda daha önce hiç bu kadar insanı backstage’de
bir arada görmemiştim. HEM DE HİÇ. Ve bu insanların birçoğuna orada
ihtiyaç bile duyulmuyordu. Birçoğu da soyunma odamızdan prodüksiyon
ofisine gitmeye çalıştığım sırada yolumu kapatmaktan başka bir işe
yararmış gibi görünmüyordu.
Yani tekrar tekrar söyleyeyim ki kendimi hiç bu kadar güvende
hissetmemiştim. Bunun sebebi de her şeyden önce şuydu: Orada bir bomba
patlasaydı en azından 30 kişinin benimle patlama arasında tampon olma
ihtimali bayağı yüksekti!

Kısacası kibarca toparlamam gerekirse, İstanbul konserindeki şartlar skandaldı.

Garip bir şekilde, bütün bu insanlardan kaçmak için tek güvenli liman
sahne idi. Grupça çıktık ve 60 dakikalık sıkı bir set çaldık. Türk
fanlar da sigaralarını söndürüp bizi beğendiklerini anlamamıza yetecek
kadar uzun süre haykırdılar.

Bu konserdeki bir diğer garip durum da tur otobüsümüzün backstage’e
park edecek yer bulamamasıydı. Konser bitene kadar otobüs otelin
yakınında kaldı. Ardından gelip stadyumun arka tarafındaki bir çıkış
kapısından bizi aldı.

Grubumuzun Türkiye’deki son izlenimleri de bunlar oldu. Sokakta
insanlara köfte ekmek, incik boncuk ve karanlıkta parlayan devil horn
oyuncakları satmaya çalışan esnafla dolu kalabalık bir kaldırımda
milletin arasından geçerek Türkiye’ye veda ettik.

Dediğim gibi, hayatımda daha önce gittiğim hiçbir şehire benzemiyordu…

FEAR FACTORY’den yeni klip

Saturday, July 17th, 2010

FEAR FACTORY, son albümü “Mechanize“dan “Powershifter”a çektiği klibi ortamlara saldı.

Grup daha önce de “Fear Campaign“e klip çekmişti.

WITCHERY’den KERRY KING’li yeni klip

Friday, July 16th, 2010

Yeni albümü “Witchkrieg“i üç hafta önce çıkaran İsveçli yıldızlar grubu WITCHERY, albümle aynı adı taşıyan parçaya klip çekti. Klipte albümdeki konuklardan KERRY KING de kendine has sololarından biriyle boy gösteriyor.

Klibin yapımcısının AT THE GATES ve THE HAUNTED insanı Anders Björler ve firması At The Gates Production olduğunu da hatırlatalım. Kendisi yakın zamanda sitede kritiğini bulabileceğiniz AT THE GATES DVD’si “The Flames of the End“in de yönetmeniydi.

AMON AMARTH yeni albümünün ilk adımlarını atıyor

Friday, July 16th, 2010

AMON AMARTH, yaklaşık iki yıl süren “Twilight of the Thunder God” turnesini resmi olarak noktaladığını açıkladı.

Grup aralarda tek tük konserler verecek olsa da, bir süreliğine yollara düşmeyecekmiş. Grup ayrıca çıkış zamanını henüz öngöremedikleri yeni albümleri için de ilk adımları atmaya başladıklarını, ufaktan şarkı yazım işlerine giriştiklerini müjdelemiş.

TURISAS – The Varangian Way

Friday, July 16th, 2010

Ömer Kuş

Göller, saunalar ve sivrisinekler ülkesi Finlandiya’ya ayırdığımız bu güzide haftanın bugünkü konuğu, yalnızca iki albüm çıkarmış olmalarına rağmen bir anda türün devleri arasına ismini yazdırmayı başarmış, konserlerin, festivallerin aranan grubu haline gelmiş, coşkulu canlı performanslara imza atan çılgın Finler’den kurulu TURISAS.

TURISAS, ilk albümünü 2005 yılında “Battle Metal” adıyla piyasaya sürdü. Albüme olacakları öngörerek, bilerek ve isteyerek mi bu ismi verdiler bilmiyorum ama, grubun yaptığı müzik bir anda Battle Metal olarak anılmaya başlandı. Tabi aslında bu battle metal denen nane, folk metal, power metal ve senfonik metalin bir karışımından ibaret diyerek bütün karizmasını yerle bir edebiliriz. Gerçi bana sorarsanız karizma bir tarafı da yok ya, neyse.

Grup folk metal camiasına mensup, evet. Ama bu camia içerisindeki gruplar arasında senfonik metale en yakın gruplardan biri olduğu aşikar. Vermek istedikleri epiklik hissini büyük ölçüde orkestrasyon ve koro vokaller yardımıyla kotarıyorlar. Aslında bu senfonik zımbırtılar normalde beni epey bayıyor, bazen bir metal albümü mü yoksa savaş filmi soundtrack’i mi dinliyorum anlayamıyorum. Bu unsurun yoğun olarak kullanıldığı “Battle Metal” albümünü baştan sona hiç dinleyemedim diyebilirim. Müziği bastıran bu yoğun senfonikliğin üzerine bir de gereksiz uzatılmış şarkı süreleri ve sürekli tekrar eden bölümler de eklenince, TURISAS’a ve ilk albümüne uzun süre üvey evlat muamelesi yaptım. Grup ikinci albümleri “The Varangian Way” ile her şeyin çok daha oturmuş olduğu ve epiklik uğruna şarkıları uzatmaktan vazgeçtikleri bir çalışma ortaya koydu. İlk albüme hâlâ üvey evlat muamelesi yapıyorum, o ayrı.

“The Varangian Way” konsept bir albüm olma özelliğini taşıyor. Nedir bu konsept, kısaca değinelim. “Varangian”, 9. yüzyılda şimdiki Rusya ve Ukrayna’yı geçerek güneye ve doğuya (o zamanlar Bizans’ın merkezi olan İstanbul’a da tabii) giden Vikingler’e verilen bir isim. Albümün adından da anlayabileceğiniz gibi, albümde bir grup savaşçının bu rotayı takip ederek İstanbul’a gidişi anlatılıyor. Hikayeyi anlatan kişi, Haakon the Bastard da mahallede piç Hakan diye çağırılmaktan bıkmış olacak ki, bu yolculukta nereden geldiğini, kim olduğunu bulmayı umuyor bir yandan. Son şarkı “Miklagard Overture”da İstanbul’a varılıyor ve bu şarkıdaki ipuçlarından yola çıkarak grubun şu an üzerinde çalıştığı yeni albümünün İstanbul’dan başlayarak bu konsepti devam ettireceğini düşünüyorum. Konsept hakkında detaylı bilgiye ulaşmak isteyenler şu adrese bakabilir.

Biz gelelim albüme. To Holmgard and Beyond gibi grubun ve albümün sound’unu çok iyi açıklayan bir şarkıyla giriyor albüm. Daha önce de belirttiğim gibi, orkestrasyonun çok önemli bir rol oynadığını, bunun yanında akordeon ve kemanın zaman zaman ön planda, zaman zaman bu heybetli senfonik olayların arkasında kendi halinde takıldığını görüyoruz. Benim gibi folk metalini senfonik değil de, gitarlı, kemanlı, sade sevenler için itici olabilecek bir unsur bu. Tabii bu kişisel bir olay olduğu için bir eksi olarak göremem. Senfonik metalden hoşlananlar gayet seveceklerdir.

Grubun nakarat yazımında gayet başarılı olduğunu söylemek mümkün. To Holmgard and Beyond, Fields of Gold gibi şarkılar gayet akılda kalıcı nakaratlar barındırıyorlar. Albümde diğer şarkılardan sound olarak bariz şekilde ayrılan iki parça var. Bunların çeşitlilik açısından gerçekten ferahlatıcı olduğunu düşünüyorum. Yoksa bir süre sonra bütün bu heybetli sound “fazla” gelmeye başlıyor. Bahsettiğim şarkılar ise Cursed Be Iron ve In the Court of Jarisleif.

Cursed Be Iron, sözleri Kalevala Destanı’ndan direk alınıp çevrilmiş olan, basit ama gaz bir rif etrafında dönen, senfoniklikten eser barındırmayan, dur-kalklı temposuyla ve vokalistin hem fısıltı hem de brutal vokaliyle dikkat çektiği keyifli bir parça. Okuduğum farklı kritiklerde olayın senfonik kısmını sevenlerin bu şarkıyı genelde sıkıcı bulduğunu gördüm. Bana ilaç gibi geldi valla. Neyse, bahsettiğim diğer şarkı ise 3 dakika süren, sound’daki folk etkisinin tavan yaptığı, Balkanlar’dan fırlamış melodilerin insanı coşturduğu, bence albümdeki en keyifli parça. En azından buna bir şans vermenizi öneririm, albümün genel sound’una çok ters olsa da şöyle kurtlarınızı dökersiniz en azından.

Yeri gelmişken söyleyeyim, grubun canlı performansları gerçekten görülmeye değer. Özellikle böyle eğlenceli şarkılar inanılmaz oluyor. Normalde sevmeyeceğiniz şarkılar bile canlı icra edildiğinde farklı bir parçaya dönüşüyor sanki. Yüzlerine savaş boyası sürmeyi ve yünlü şeyler giymeyi de ihmal etmiyorlar tabi. İmaj, sözler ve sound açısından TURISAS’ın kolaylıkla nefret edilebilen bir grup olduğunu düşünüyorum. Ama grubun kendisinin gayet eğlenceli ve komplekssiz olduğunu söyleyebilirim. O yüzden siz de fazla takmayın ve bir şans verin derim. Bir dakika lan bitiriyorum gibi oldu ama dur daha vokalistten bahsedip toparlamam lazım bir de.

Evet ne diyorduk, vokalist abi Mathias Nygård. İlk albümden bu yana kendini geliştirmiş belli. Hem temiz söylediği kısımlarda (aksanına da hastayım bu arada, bkz. Cursed be Iron), hem brutal vokalde hem de koro tarzında gayet başarılı iş çıkarmış. Grubun epik sound’una gayet iyi gidiyor ve albümün de önemli unsurlarından biri.

Power metal, senfonik metal ve folk metal dinleyenleri ortak paydada buluşturabilecek bir albüm “The Varangian Way”. Zaman zaman “ne alaka şimdi” dedirten bölümler (Miklagard Overture’un ortasında stüdyoya 20 saniyeliğine DREAM THEATER’ın dalması?) ve bir süre sonra bayma ihtimali yüksek senfonik zımbırtılara rağmen eğlenceli bir albüm.

2007’den beri suskun olan grubun (tabii konserlerde gayet aktifler) yeni albümünü beklememe yetiyor kesinlikle.

BLACK LABEL SOCIETY yeni albümünün şarkı listesini açıkladı

Friday, July 16th, 2010

BLACK LABEL SOCIETY, 10 Ağustos’ta çıkaracağı yeni albümü “Order of the Black“in şarkı listesini huzurlarımıza sundu.

01. Crazy Horse
02. Overlord
03. Parade Of The Dead
04. Darkest Days
05. Black Sunday
06. Southern Dissolution
07. Time Waits For No One
08. Godspeed Hell Bound
09. War Of Heaven
10. Shallow Grave
11. Chupacabra
12. Riders Of The Damned
13. January
14. Can’t Find My Way Home (Bonus)

Albümden bir de güzel şarkı yayınlanmıştı.

CHRISTOPHER AMOTT solo albümünü çıkardı

Friday, July 16th, 2010

ARCH ENEMY gitaristi CHRISTOPHER AMOTT’un kendi adıyla çıkardığı ilk solo albümü, ARCH ENEMY’nin en popüler olduğu ülke olan Japonya’da piyasaya çıktı.

Follow Your Heart” adlı albümün detayları şöyle:

AMOTT’un şarkı da söylediği “Follow Your Heart”, blues ve funk etkilenimleri taşıyan, 70′leri hatırlatan bir albüm olarak özetlenmiş. Albümün kapak tasarımından da AMOTT sorumlu.

Follow Your Heart“tan “Tibet” ve “Holy Mountain”ı AMOTT’un myspace‘inden dinlemek mümkün, ayrıca şuradan da her şarkıdan kısa tadımlıklar duyabilirsiniz.

DREAM EVIL’dan yeni klip

Friday, July 16th, 2010

İsveçli heavy metal grubu DREAM EVIL, son albümü “In the Night”tan “Bang Your Head” adlı parçaya çektiği klibi metal dostlarıyla paylaştı.

Başka da bir şey yok gibi.

AVENGED SEVENFOLD’dan yeni şarkı

Thursday, July 15th, 2010

27 Temmuz’da yeni albümü “Nightmare“i çıkarmaya hazırlanan AVENGED SEVENFOLD, albümden “Buried Alive”ı YouTube’a koydu.

Albümde çalan davulcu hakkında bilgi almak için şuraya, grubun ortama saldığı diğer şarkıyı dinlemek içinse buraya buyrun.

NIGHTWISH – Century Child

Thursday, July 15th, 2010

Nightwish’le “Best Wishes” (çok dandik bir isim farkındayım) diye bir toplama albümüyle tanışmıştım. Bir iki videosunu izlemiştim Rock Market’te (TRT2′deki efsane program, bilen bilir). Netten bir şekilde buldum mp3′lerini ve grup ilgimi çekti. Çankırı gibi bir şehirde 1999′da ve 2000′li yılların başında metal müzikle ve metal gruplarıyla tanışmanın çok çeşitli yolları yoktu maalesef.

Metallica, Pentagram gibi gruplarla ve dolayısıyla da metal müzikle, Ankara’dan gelen lise/yurt arkadaşlarım sayesinde tanımıştım. Çankırı’nın Türkiye’nin tam ortasında olmasına ve Ankara’ya iki saat mesafede bulunmasına rağmen imkânları itibariyle herhangi bir Güneydoğu ilinden farkı yoktur. Materyal sıkıntısı çekmekten dolayı müzik zevkim metalden Türkçe rock’a doğru kaymaktaydı (2003′te Aylin Aslım dinliyordum mesela hehe). Lâkin bugün teknik death metal, progresif metal türünde gruplar dinliyorsam, bunu Evanescence (!), Within Temptation ve Nightwish gibi gruplara borçluyum.

“Century Child”a gelirsek Nightwish’in gelişimini tamamladığı albüm diyebiliriz. Bu albümden sonra Nightwish bu albümdeki Bless the Child, Ever Dream ve Andrew Lloyd Webber cover’ı olan The Phantom Of The Opera şarkılarında denediği gibi orkestra ağırlıklı çalışacaktı. Aşağı yukarı yarısı, best of albümlere ve konser setlistlerine girdiğinden dolayı “yarı best of” bir albüm de diyebiliriz “Century Child” için.

Nightwish bu albümde veya bu albüm kayıtları öncesinde -emin değilim- bas gitaristi Sami Vänski’yi şutlamıştı. Tuomas bu hareketiyle grubun esas adamı olduğunu da göstermiş ve ufaktan Tarja’nın End of an Era DVD’si sonrasında şutlanmasının sinyallerini vermişti. Yerine hem vokalist hem bas gitarist olan, Sinergy ve Tarot’ta da çalan Marco Hietala’yı getirmişti. Marco birçok grupla çalışmış, birçok albümde de konuk müzisyen olmuştu.

Tarja bilindik soprano/opera vokallerinin en iyi performansını bu albümde sergiliyor. Sonraki albüm olan “Once”ta Tarja daha çok düz vokalleri kullanacaktı; bu daha büyük kitlelere ulaşmak gibi bir amaç güdüldüyse mantıklı bir hareket olsa da, “Once”ta sergilediğinden çok daha büyük yeteneklere sahip bir vokalist için geriye doğru atılmış bir adımdı. “Century Child” albümündeki vokalleri ise aşmış bir düzeydeydi ve tek kelimeyle kusursuzdu. Bana klavyedeki koro sample’larının hatasızlığını hatırlatmasıyla beraber, onlar gibi ruhsuz da değildi.

Albümdeki baslar belki Marco’nun da etkisiyle diğer Nightwish albümlerinden biraz daha ön planda. Benim gibi vokal ve solo gitara kilitlenip bas ve bateriyi kaçıranlar varsa, bu albümde birkaç şarkıda da olsa bas gitarlar ilgilerini çekecektir. Bateri demişken Jukka’nın bateri performansı klasik bir power metal bateristinin performansından öteye gitmiyor. Klavyelere gelirsek Tuomas’ın fon olarak da olsa son kez öne çıktığı albüm diyebiliriz. Eskiden klavyeyi yapaylığı açısından metal müziğe yakıştıramıyordum, ancak Dream Theater ve Nightwish’le bu önyargımı kırmıştım. Bundan sonraki albümlerde klavye kullanımı yukarılarda da bahsettiğim gibi çok etkin değil. Dinleyenlerin de fark etmiş olacağı üzere bestelerin ve büyük ölçüde grubun sahibi olan Tuomas, ilerki albümlerde de kısıtlı düzeyde klavye atraksiyonuyla boy gösteriyor bu albümden sonra.

Marco’nun vokallerini Dead to the World’ün son bölümlerine kadar çok seviyorum. Bu bölümlerde ve sonrasında ve hatta sonraki albümlerdeki vokalleri daha agresif, daha gırtlaktan ve bildiğimiz folk metal vokallerine daha yakın. Nightwish’in Fin folk müziğine küçük dokunuşlar yapan müziği için uyumlu olsa da, ben efendi efendi takılan Marco’yu seviyorum. :)

Nightwish’in Angels Fall First ile Century Child arası ilk dönemi için, ilk albümün vasatlığı dışında getirebileceğim tek negatif eleştiri gitar solosu eksikliği. Son iki albüm “Once” ve “Dark Passion Play”ın çok güçlü orkestral yapısı/düzenlemelerinden dolayı bu eksiklik hissedilmese de diğer power metal gruplarında olduğu gibi bol bol solo duymak güzel olurdu demeden geçemiyorum.

Değinmediğim ne kaldı diye düşünüyorum. Sanırım Nightwish’in üzerine gereksiz yere yapıştırılmış olan gotik metal etiketinden de bahsetmek lazım. ”Put a stake through my heart! And drag me into sunlight” gibi vampirizm hatta belki mazoşist sözler dışında grubun gotik metal veya gotik müzikle pek alâkası yok.

Albümün notunu geçtiğimiz günlerde kritiğini yaptığım Paatos albümündeki gibi tepki almamak adına açıklayayım. Ben genelde bütün albümleri Pink Floyd’un “Dark Side of the Moon”una göre değerlendiriyorum. “Dark Side of the Moon”u 10 kabul ediyorum ve puanımı ona göre veriyorum. Ama bu albümü kendi türü içerisinde değerlendireceğim. Senfonik metal açısından bu albüm 10 üzerinden 10 bir albüm. “Dark Side of the Moon”a göre değerlendirmiş olsaydım bu not 8.5 veya 9 olurdu sanırım.

O da herhangi bir kusuru olduğundan değil, “Dark Side of the Moon”un aşmış olmasından. :)

thefakefloydian

ENSLAVED yeni albüm detaylarının bir kısmını açıkladı

Thursday, July 15th, 2010

ENSLAVED merakla beklenen “muhtemel” yeni başyapıtının adını ve çıkış tarihini açıkladı.

Adı “Axioma Ethica Odini” olan albüm 27 Eylül’de çıkıyor.

Grup son albümü “Vertebrae“yi 2008′de çıkarmış ve değişken diskografisine yeni bir halka eklemişti.

KORN’dan sıradışı yeni albüm promosyonu

Thursday, July 15th, 2010

Yeni albümü “Korn III: Remember Who You Are“ı iki gün önce çıkaran KORN, albümün promosyonu adına büyük çaplı bir iş yapmış.

Bir tarlayı, kimi kesimlerce uzaylılar tarafından yapıldıklarına inanılan şekilde (crop circle) KORN logosu ve başka birtakım konsept şekillerle “biçtiren” grup, bu tarlanın ortasında canlı bir performans gerçekleştirmiş.

PINK FLOYD’un ünlü “Live at Pompeii” konserinden esinlendiği belirtilen “KORN LIVE: THE ENCOUNTER” adlı seksen dakikalık bu seyircisiz performans, aşağıdan görülebilir.


ONE MAN ARMY AND THE UNDEAD QUARTET’ten yeni albüm haberi

Wednesday, July 14th, 2010

Eski THE CROWN vokalisti Johan Lindstrand’ın grubu ONE MAN ARMY AND THE UNDEAD QUARTET yeni albümünü 2011 başlarında çıkaracağını açıkladı.

Albümün adı “The Dark Epic” olacakmış ve Sandman Apocalypse, Stitch, The Pleasures Of Slavery, How I Love To Kill You, The Zombie Syndrome (Of Acid And Man) gibi şarkılar barındıracakmış.

THE CROWN demişken.

STRYPER’dan cover albümü

Wednesday, July 14th, 2010

Hıristiyan değerleri her şeyin üstünde tutan 27 yıllık hard rock grubu STRYPER, bir cover albümü çıkarıyormuş.

“The Covering” adlı albümün içeriği şöyleymiş:

01. SWEET – “Set Me Free”
02. SCORPIONS – “Blackout”
03. BLACK SABBATH – “Heaven and Hell”
04. UFO – “Lights Out”
05. KANSAS – “Carry On Wayward Son”
06. DEEP PURPLE – “Highway Star”
07. KISS – “Shout It Out Loud”
08. OZZY OSBOURNE – “Over The Mountain”
09. IRON MAIDEN – “The Trooper”
10. JUDAS PRIEST – “Breaking The Law”
11. VAN HALEN – “On Fire”
12. LED ZEPPELIN – “Immigrant Song”
13. God

Albümden tadımlıklar da şöylecene:

SWEET – “Set Me Free”:

SCORPIONS – “Blackout”:

BLACK SABBATH – “Heaven and Hell”:

KANSAS – “Carry On Wayward Son”:

IRON MAIDEN – “The Trooper”:

VAN HALEN – “On Fire”:

ENSIFERUM – Iron

Wednesday, July 14th, 2010

Ufkuna bakınca deniz görmediğim, sabah martı değil saksağan sesiyle uyandığım şehirde ilk senemdi… Her mekana, her manzaraya bir albüm atfetme huyumun had safhada olduğu dönemimdeydim. Bir Ulver vardı, müziğinde en sevdiğim, adını koymakta o zamanlarda bir hayli zorlandığım ayrıntının peşindeydim. Last.fm denilen güzel şey derman oldu derdime. “Ooo imaja da bak, hele o parça isimleri, vay anam!”.

Ensiferum bir dönem sadece iki albümüyle bile folk metal denince akla ilk gelen birkaç grubun arasında olma mertebesine ulaşmış bir grup. Bugün bunu hâlâ muhafaza ediyor, ancak heyecanla sayılan albümleri ne yazık ki sadece ilk iki albümleri “Ensiferum” ve “Iron”. İnternette çeşitli mecralarda birbirinden pek üstün bulunmayan ve bu haliyle de başyapıt kabul edilen eserlerden “Iron”, cana can katan ezgileri ve kusursuza yakın müzisyenlikle folkseverlerin göz bebeği.

Sürükleyicilik ve uzun ömürlülük konusunda iki albümü ayırt etmekte zorlanıyorum. “Iron”, türün işlediği kavramlara ilişkin her türlü hissi sonuna kadar veren, her bir enstrümanın abartıya kaçmadan kendini vurguladığı bir albüm. Bu albüm sonrasında grupla yollarını ayırmış olan Jari Mäenpää’nın power metal üslubuna yaklaşan türden vokali, clean-brutal geçişleri albümün bütünlüğüne büyük katkıda bulunuyor. Bu tür grupların henüz formüllere sarılmadığı bir dönemde, türün atası olan grupların yanında hakkı teslim edilmesi gereken bir orijinallik ve duygu tufanı vücuda geliyor.

Gitarlar hızlı parçalarda temel yapısıyla 80’lere selam ederken, davul ve pek de baskın olmayan bas daha ağır parçalarda kendilerini daha çok hissettiriyor. Üç dakikadan uzun süresi olmasına rağmen intro özelliği taşıyan Ferrum Aeternum, bugün bile nazarımda bir folk metal albümünde olabilecek en iyi açılış parçası. Parçaların, bütünlüğe olumsuz etkisi olmayan bir kendine özgülük çerçevesinde olması bu albüme dair en çekici husus. Albümü sadece iki üç defa dinlemiş birisine “haydi içip içip Lost in Despair’in melodisini söyleyelim” deseniz şaşmadan eşlik eder.

Yerel enstrüman dendi mi irrite olan bünyelerin yaklaşmaktan çekinmediği/çekinmemesi gereken albümde dönemin/türün gelişim süreciyle de bağlantılı olarak bu öğe odağa alınmamış. Evet albüm folk melodileri üzerine yapılandırılmış durumda, lakin epiklik denen şey bu enstrümanlardan çok haşin hızlara ulaşan gitarlar, yer yer şaha kalkan davullar, hafif detone korolar (ve bunların arasında kalabalığın ortasında birasını kaldırıp “hey” diye bağıran kırmızı burunlu Finler) ile sağlanmış.

Ensiferum denince akla gelen tartışma konularından birine değinmeden olmaz. Her ne kadar grup elemanlarının ayrılmasının, yeninin eskiyi aratmasının falan çok abartılmaması gereken mevzular olduğunu düşünsem de, Jari Mäenpää’nın gidişi ile grubun cazibesinde kayda değer bir azalma vuku buldu. Petri Lindroos’un varlığı ise gruba yeni bir kitle kazandırdı. Ancak “Iron” sonrasında dinleyiciyi oyalayan EPler, gelinen noktanın tadını çıkarma tavırları vb. işin tadını kaçırdı. Bekleme süreci fenalık getiren Wintersun albümüyle biriken enerjimizi atmayı umuyoruz.

Kılıç, kalkan, orman hala güzel… Şimdi gece vakti rüzgarın yardımıyla o küçük ormana ulaşan melodiler taşmıyor penceremden, ama yine sabah yaklaşıyor, milattan sonra 2010 yılındayız ve yine Ensiferum dinliyorum. Bir şekilde şimdiye dek dinlemediyseniz, buna artık bir son verin. Dünya folk metalci olsun demiyorum ama hanenizde yankılanmalı bu eşsiz müzik.

LORD BELIAL tekrardan faaliyette

Wednesday, July 14th, 2010

Davulcusunun kulağındaki problemler nedeniyle bir süre önce dağılan İsveçli black metal grubu LORD BELIAL, orijinal kadrosuyla tekrardan aktif olarak müzik yapmaya başladığını açıkladı.

Grup yeni materyal üzerinde çalıştığını ve yeni şarkılarını yakın zamanda dinleyicileriyle paylaşacağını da sözlerine eklemiş.

LORD BELIAL haberi yapıp da grubun o meşhur ikilisini koymamazlık olmaz.

NIGHTFALL geri dönüyor

Wednesday, July 14th, 2010

20 yıl önce kurulan ancak 2006′da dağılmalarının ardından bu sene tekrardan faaliyete geçen Yunan gotik/black metal grubu NIGHTFALL, yeni albüm detaylarını açıkladı.

30 Ağustos’ta çıkacak olan albümün adı “Astron Black And The Thirty Tyrants” ve olayı da şöyle:

01. Intro
02. Astron Black
03. Astronomica / Saturnian Moon
04. Astra Planeta / We Chose The Sun
05. Ambassador Of Mass
06. The Criterion
07. Asebeia
08. I-I
09. Archon Basileus
10. Proxima Centauri / Dead Bodies
11. The Thirty Tyrants
12. Epsilon Lyrae

Bir de şarkı verelim.

IRON MAIDEN’dan yeni şarkı, yeni klip

Tuesday, July 13th, 2010

IRON MAIDEN, yeni albümü “The Final Frontier“ın aynı isimli parçasına çektiği klibi ortamlara saldı.

Şarkının, albümün 8.40′lık açılış parçası “Satellite 15… The Final Frontier”ın kısaltılmış hali olduğunu da ekleyelim.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.