# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
DEF LEPPARD – Hysteria
| 07.05.2020

İki büyük trajedi arasında yumruğunu masaya vuran dev bir albüm.

Emir Şekercioğlu

Def Leppard, rock ve metal müzikle yeni yeni tanışmaya başladığım zamanlarda ilk dinlediğim ve dolayısıyla ilk sevdiğim gruplardan biriydi. Sound olarak sert şeyleri sindirmeye henüz hazır olmayan bünyemi önce melodi dediğimiz alt yapıyla terbiye etmiş, yeri geldiğinde türüne göre keskin dokunuşlara da yer vererek sonrasında hayatımın müziğine dönüşecek heavy metal’in içine girmemde en büyük katkısı olan gruplardan biri olmuştu. Son birkaç incelemede, genelde ele aldığım tarz ve gruplardan farklı olarak yönelmiş olduğum bu grup skalası içinde Def Leppard’a da en azından bir albümüyle değinme gereği duydum bir vefa borcu olarak. Bir dönem gün batımını ya da dolunayı seyrederken dinlemeden edemediğiniz gruplar unutulmazdır.

Aradan geçen zamandan, öğrenilen-keşfedilen onca farklı tarzda gruptan sonra bugün bile, benim nezdimde kırılgan olarak tabir edebileceğimiz hislerin doğrudan karşılığını veren bir gruptur Def Leppard. Özellikle ballad formatındaki şarkılarıyla kendinden ziyadesiyle söz ettiren bir grup olarak, yalnızca hüzünlendirmeyi değil çoşturmayı ve kafaları sağa sola sallatmayı da iyi beceriyordu. Kuruluş tarihi itibarıyla, icra ettiği çeşitli türlerin bir sentezine dayalı tarzında birçok gruptan önce piyasaya atılmış olan grup, ilk dönemlerine mahsus her albümünde farklı bir yanını ortaya çıkarmaya dayalı bir anlayış benimsemişti. Bazen metal olan müziği, bir noktada pop rock denebilecek kadar sadeleşebiliyor, beraberinde bir hard rock grubuna dönüştükten sonra progresif rock gruplarında görülebilecek ses efektleriyle şaşırtabiliyordu. Bu nedenle Def Leppard’ın tek bir türü icra ettiğini söylemek zor. NWOBHM, glam metal ve pop rock’a değin uzanabilecek geçirgen bir rock/metal sentezine sahip olduğunu söylemek mümkün grubun isim yaptığı dönemi için. Sonrasına hâkim değilim. “Adrenalize” albümünden sonraki çalışmalarına dikkat etmedim pek.

Esasen grubun “High ‘n’ Dry” ve “Pyromania” albümlerinin ciddi bir hayranı olmakla birlikte, incelemek için “Hysteria” albümünü seçtim. Bu noktada belki akıllarda canlanacak ilk neden, Def Leppard’ın bu albümle muazzam bir başarı yakalamış olması ve hem Amerika’da hem de İngiltere’de müzik listelerinde 1 numaraya oturarak bir önceki albümü “Pyromania” ile başaramadığını başarması, şeytanın bacağını nihayet kırmış olmasıdır. Ancak incelemenin başlığında da değindiğim üzere bu albümü seçme sebebim, şöhret ve başarı basamaklarından ziyade grubun kariyeri bazında “Hysteria”nın; Def Leppard’ın başına gelen iki ağır trajedinin arasında duran bir çalışma olması. Tabii bununla birlikte, hayranları arasında albümün belirli ayrılıklara sebebiyet vermesi ve çalışmanın kendi içerisinde barındırdığı müzikal malzeme de dikkatimi “Hysteria” üzerinde yoğunlaştırmama neden olan etkenler arasında bulunuyor. Fakat işin bu kısımlarına geçmeden evvel grubun üzerinde bir dönem dolaşmış kara bulutlara bir göz atalım.

Malumunuz, rock ve metal dünyası sayılamayacak kadar çok üzücü olaya ev sahipliği yaptı. Kazalar, intiharlar, hayran eliyle öldürülmeler vs. derken birbirinden yetenekli sayısız müzisyen geçmişlerinin parlak günlerinden mahrum oldu, ölü ya da diri. Öte yandan, bu trajediler arasında kesinlikle bir kıyaslama ya da sidik yarıştırma gibi bir gaye gütmeden söylemek isterim ki bir Lynyrd Skynyrd’ın bir de Def Leppard’ın başına gelen ancak pişmiş tavuğun başına gelecek cinstendir sanırım. “Pyromania” albümü sonrasında grubun davulcusu Rick Allen geçirdiği bir trafik kazası sonucu sol kolunu kaybediyor. Söz gelimi çoğumuz, Tony Iommi’nin bir bölümü yitik parmaklarıyla gitarında yarattıklarından hayranlıkla bahsetmişizdir fakat takdir ederseniz ki çalmak için dört uzvun birden kullanılmasını gerektiren bir enstrüman söz konusu olduğundan kişinin bu uzuvlardan birini tamamen yitirmesi korkunç bir durum. Bir de tabii bu işin sadece müzik boyutu, hayatın genelinde ne olacağı apayrı bir konu. Ancak Rick Allen saygı duyulması gereken bir azim gösteriyor ve gördüğü fizik tedaviler ve aldığı psikolojik desteklerle dolu bir sürecin ardından kendisine mevcut durumu için özel olarak yapılmış bir davul setiyle yeniden çalışmaya başlayarak beraberinde grupla “Hysteria” albümünü kaydediyor. Albümün yayınlanması ve beraberinde genel ölçekte aldığı olumlu tepkilerle birlikte grup için her şey yeniden yola girmişken bu sefer Def Leppard başka bir acıyla sarsılıyor. Kuruluşundan bu yana grubun kariyerinde önemli bestelere imza atmış gitaristleri Steve Clark, kullandığı ilaçlarla aldığı alkolün birlikte tüketiminin neden olduğu ölümcül bir tepkime sonucu yaşamını yitiriyor. Bu sefer grubun ana bestecisinin ve lead gitaristinin bu beklenmedik kaybıyla sarsılan Def Leppard, Clark’ın ölümü akabinde “Adrenalize” albümünü yayınlıyor ve beyaz bir şimşeğe benzettikleri gitariste ithafen albümde “White Lightning” parçasına yer veriyor. Albümün yayınlanması sonrasında grup, kadrosuna zamanında Dio ile çalışmış Vivian Campbell’i dâhil ediyor. Hikâyemizin incelemeyle bağlantılı noktası da burada sona eriyor.

İşte “Hysteria” bu iki üzücü hâdisenin arasında konumlanmış bir çalışma; Rick Allen’ın rehabilitasyon sonrası grupla ilk kez, Steve Clark’ınsa son kez çaldığı albüm. Bu arka planın ardından şimdi, albümün grubun müziği için neler ifade ettiğine göz atalım.

Yukarıda belirttiğim üzere, albümden albüme farklı bir bileşenini öne çıkaran Def Leppard ilk üç çalışmasıyla heavy metal ve glam/hard rock arasında gidip geliyorken “Hysteria” ile beraber tarzında ciddi bir sapma gösteriyor ve epey ticari diyebileceğimiz bir boyuta evriliyor. Hatta bu farklılık, grubu önceki albümleriyle sevmiş belirli bir dinleyici kitlesini epey mutsuz ediyor. Açıkçası grubun icra ettiği müzik tarzları açısından ben de kendimi bu kitlenin arasında görüyorum. Fakat bu durum “Hysteria”yı karalamak için bir zemin oluşturmaktan oldukça uzak çünkü kayıt sürecinde teknik açıdan barındırdığı yeniliklerle, oluşturulma sürecinde gerek grup gerekse prodüktör tarafından benimsenen mantalitelerle ve nihayetinde içerdiği parçalarla “ticari” sıfatından farklı olarak “Hysteria”, bir taraftan da kolayca sevilebilecek, doğrudan “catchy” bir albüm değil her ne kadar öyle gözükse de. “Hysteria”, “Love Bites” ve “Pour Some Sugar on Me” gibi aslında hit olmak üzere bestelendiği belli olan bu parçalar kompozisyonlarında epey melodik ve üzerinde düşünüldüğü belli olan düzenlemeler içeriyorlar. Örneğin “Love Bites”da Joe Elliot’ın nakaratı söylediği yerin arkasında Phil Collen’ın çaldığı ana melodi parçanın bel kemiğini oluşturarak, bestenin nakarat kısmının hem vokal hem de gitar aracılığıyla pekiştirilmesini sağlıyor ve bu tip bestelerde genellikle vokale kayan dikkati doğrudan müziğin kendisinde topluyor. Keza açılış parçası “Women” başından sonuna karakteristik diyebileceğimiz rifler içermesi bir kenara, 3:58’de giren geçiş bölümü ve beraberinde atonal tonlara bile kayan solosuyla etkileyici bir bitiriş yapıyor. Dolayısıyla albümün içerdiği hit parçalarda dahi, salt “eller havaya” şeklinde özetleyebileceğimiz sadelikte bir bestecilik ve eğlence anlayışı söz konusu değil. Öte yandan, bu bestelerin haricinde “Gods of War”, “Animal”, “Excitable” gibi parçalarda grubun önceki işlerinden de aşina olduğumuz belirli referanslarla karşılaşabiliyoruz. Özellikle “Gods of War”un outro’su, parça boyunca size sunulan temel birkaç melodinin neredeyse tamamen zıttında olan, daha karamsar diyebileceğimiz bir bitiriş yaparak dinleyiciyi bir nevi ters köşeye yatırıyor. Albümün genelinde, basit parça yapılarıyla karşılaşmamıza rağmen dikkat edildiği takdirde çalışmanın taşıdığı incelikleri de görmemize imkân veren sürprizler mevcut.

Öne çıkan bir diğer unsur, eklemlenen elektronik davulun ve yaygın olarak kullanılan ses efektlerinin çalışmanın genel sound’una olan etkisi. Açıkçası, temelde bu tercihlerin “Hysteria”yı ya sevilen ya da biraz burun kıvrılan bir çalışma hâline getirdiği söylenebilir. Grubun önceki çalışmalarında var olan rock/metal sound’unun sağladığı keskinliği önemli ölçüde törpüleyip mevcut albümü daha hafif ve elektronik bir sound ile yapılmış bir rock albümüne çeviren bu tercihlerin iyi ya da kötü olduğu konusunda net bir yargıya varmak zor çünkü albümün karakterini ifade eden bu duruma yönelik tavır kişinin albüme bakışıyla doğrudan alakalı. Şahsi fikrim, yer yer plastik gibi bir tat verse de genel ölçekte bu sound’un bestelerin çoğuyla uyumlu olduğu yönünde. Yani parçaların doğası bu düzenlemeyi sırtlayabiliyor ve bir yadırgama oluşturmuyor. Bununla birlikte, söz gelimi Queensrÿche’ın ilk dönem albümlerinde de sık sık görmüş olduğumuz konuşma ve diğer ses efektlerinin, hatta vokal armonilerinin yerinde kullanıldığında bestelere ayrı bir hava verdiği de ortada ki bu durum “Hysteria” için de geçerli.

Albümle ilgili belki de tek büyük şikayetim, parça sayısının fazlalığı. Kişisel düşünceme göre, bu tarzda yapılmış bir rock albümünün görece biraz daha kısa olması çalışmanın sindirilebilirliğini kolaylaştırmakla birlikte bestelere verebileceğimiz dikkati daha diri tutardı. Sevdiğim bir albüm olmasına rağmen baştan sona her dinleyişimde bitirmekte biraz zorlanıyor oluşum bu düşüncemi güçlendiriyor.

Albümün üzerinde esasen grubun kendisinden de fazla belirleyici rol oynayan kişi, çalıştığı isimlere şöyle bir bakıldığında nüfuzu yüksek birisi olduğunu belli eden prodüktör Robert John “Mutt” Lange. Albümün yapım aşamasıyla alakalı verilen bilgilere göre prodüktör, “Hysteria”nın bir ölçüde Michael Jackson’ın “Thriller” albümünün bir hard rock versiyonu olmasını istemiş ki bu da albümün genel sound’u, tarzı, hit şarkılarının sayısındaki fazlalığı ve grubun hayranları arasındaki ayrışmayı açıklayan temel bir motif olarak gözümüze çarpıyor. Michael Jackson’ın müziğinde tarz bakımından açığa çıkan eklektik yapı, müzik alt yapısının dansa uygun koreografilerle örtüşmesi, döneminin elektronik ve disco müziğine ilişkin sample’ların geniş yer bulması gibi unsurları Def Leppard’ın bu albüme mahsus olan rock müziğiyle bir araya getirdiğimizde “Hysteria”nın üzerine dayandığı temeller daha bir anlaşılır hâle geliyor. Bununla birlikte prodüktör; “Neden bir Def Leppard albümünde Michael Jackson motifine ihtiyaç duyulsun ?” şeklinde gösterilebilecek endişelere, yazıldığına göre zamanında Eddie Van Hallen gibi bir gitaristin de “Beat It” parçasında akıllara kazınan solosuyla yer bulmasını örnek göstererek cevap veriyor. Aynı zamanda Michael Jackson hayranı biri olarak söyleyebilirim ki prodüktörün bu tercihi sevilip sevilmeme konusunda tartışmaya açık olsa da gayet anlaşılır bir düşünce. Hatta “Dangerous” albümünde ünlü yıldız bu sefer, ikon olan bir diğer rock gitaristi Slash ile çalışacaktı. Jackson’ın yeri geldiğinde tamamen rock/pop birleşimi üzerine kurulan müziği nasıl ki rock motiflerini ve alt yapılarını kaldırabiliyorsa, benzer biçimde içerisinde pop veya pop motiflerine kayan glam unsurlarının olduğu bir rock/metal müzik icra eden Def Leppard müziğinin de Michael Jackson dokunuşlarını kaldırabileceğini düşünmüş olabilir prodüktör Robert Lange. Hâl böyle olunca, risk almaya değer bir hamle gibi görünüyor iki sebepten ötürü; eğer hem Def Leppard’ı hem de Michael Jackson’ı seven biriyseniz, “Hysteria” dinleyiciler için kesinlikle ilginç ve güzel denebilecek bir tecrübe sunuyor. Bu sentezden memnun kalmayıp “eski” Def Leppard’ı görmek isteyenler içinse grubun “On Through the Night”, “High ‘n’ Dry” ve “Pyromania” albümleri zaten dünya yok olana kadar hâlihazırda bekliyor. Öte yandan, Steve Clark’ın ölümünden önce böyle bir işe girişmiş Def Leppard için, bilhassa Clark öldükten sonra grubun sound’u eskisi gibi olmayacaktı.

Albüm, ismini Rick Allen’ın geçirdiği kaza sonrası medyada oluşan genel bir tepkiden alıyor; “Hysteria”. Kerry King gibi bir adamın bile Marty Friedman ile konuşmasında bir yerde ismini anmadan edemediği Def Leppard’ın, mevcut kaza sonrası hayranları ve ana akım medya nezdinde zamanında böyle bir şok yaratmış olması, düşününce gayet anlaşılır.

İşte ana hatlarıyla “Hysteria”nın hikâyesi… Gerisi sizin takdirinize kalan bir konu.

9/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.17/10, Toplam oy: 54)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1987
Şirket
Mercury Records
Kadro
Joe Elliot: Vokal
Steve Clark: Gitar
Phil Collen: Gitar
Rick Savage: Bas, klavye, jangle gitar (10)
Rick Allen: Davul, geri vokal
Şarkılar
A Yüzü
1) Women
2) Rocket
3) Animal
4) Love Bites
5) Pour Some Sugar on Me
6) Armaggedon It

B Yüzü
7) Gods of War
8) Don’t Shoot Shotgun
9) Run Riot
10) Hysteria
11) Excitable
12) Love and Affection
  Yorum alanı

“DEF LEPPARD – Hysteria” yazısına 14 yorum var

  1. Kaan says:

    10/10 Boş yok. Tüm parçalar birbirinden kült besteler. Hiçbir şey içmeye gerek yok, bu albümün sound u bile bir insanı sarhoş etmeye yeter. İlk çıktığında kasetini alıp üniversitedeyken walkmenimle saatlerce karlar arasında gezmiştim. Çok zor zamanlarımda yoldaşım olmuştu. Bir daha dinleyeyim bakalım.

    Noshophoros

    @Kaan, Klasik “80′ler tınısı”nın en büyük örneklerinden biri. İçinde o dönemin müzikal bazda pek çok gerçeğini barındırıyor.

    Kaan

    @Noshophoros, Elbette…Ta o zamanlardan beri, “Love Bites” çaldığında, bunu bir de Axl Rose söylese ne müthiş olurdu diye hep aklıma gelir.

  2. Ece says:

    Bugünü iple çekiyordum, zira benim için hayli özel bir yere sahip olan Def Leppard’ın, başucu şarkılarımdan biri olan ”Love Bites”ı içeren, en sevdiğim albümlerinden biridir Hysteria.

    80′lerin ortalarından itibaren daha ticari bir tarz benimseme anlayışı benzer şekilde Whitesnake’te de mevcut fakat bu gruplar bu anlayışla boş albüm çıkarmayıp aksine ”timeless piece” denilebilecek parçalar sundukları için bir eleştiri sebebi olmadı hiçbir zaman benim gözümde ticarileşme adımları.

    Rick Allen’ı ne zaman izlesem inanç ve azim kavramlarının önemini bir kez daha anlarım.

    Çok iyi kritik, eline sağlık. 10/10.

    Noshophoros

    @Ece, Teşekkür ederim.

    Whitesnake pek dinlemedim, yalnızca David Coverdale sebebiyle merak edip birkaç parçasına göz atmıştım zamanında ama ben de o grubun bir dönem özellikle “Is This Love” parçasıyla ses getirmiş olduğunu hatırladım müzik muhabbetlerinde.

    Rick Allen’ın başarısı zamanında beni o kadar etkilemişti ki Megadeth’in Nick Menza’ya yaptığı başta olmak üzere bir dönem; sağlık problemleri sebebiyle davulcularını gruptan yollayan bütün gruplara atarlanmıştım. Tabii sonrasında arkadaşlarımdan bazıları beni; “Sapla samanı ayır, aynı türler değil, Megadeth thrash gibi icra edilmesi çok daha zor bir tür yapıyordu bir kere” diye uyarınca biraz daha akıllanmıştım.

    Şu konserde Rick Allen’ı izlemek resmen hayat dersi. Tabii diğer yanda da Steve Clark gerçeği var:

    https://www.youtube.com/watch?v=Y-2rJHaTWFg

  3. \m/ says:

    Okur puanı 7 bile değil! Bu ayıbı düzeltelim elden ele

  4. Boba Fett says:

    Son zamanlarda yapılan klasik albüm incelemelerine bayıldım. Bu albüm de 10 10 10, seyirlik değil ömürlük ;)

    Noshophoros

    @Boba Fett, Sevindim hocam :) Araya yine yazarım böyle albümler.

    Boba Fett

    @Noshophoros, Çok keyifli ve bilgilendirici bir yazı olmuş. Çok iyiydi. Ayrıca belirtmeden geçemeyeceğim Pour Some Sugar on Me parçasını çalmak çok keyifli.

    Noshophoros

    @Boba Fett, Teşekkür ederim. Arka planında böyle önemli bir hikaye olunca ben de bunu yansıtmanın gerekli olduğunu düşündüm. “Gods of War” ve “Love Bites” parçaları için aynı şeyi düşünüyorum ben de.

  5. Raddor says:

    Bu albüm hakkında yazacak bir şey bulamıyorum. Yazının ifade edemeyeceği bir duyguya karşılık geliyor demek ki benim için. En sevdiğim parçası da Love and Affection’dır nedense.

    Ha hislerden bağımsız şunu söyleyebilirim. Bu albümü her dinlediğimde “PRODÜKSİYOOON!” diye bağırarak koşasım geliyor.

  6. bahadır says:

    Bu albümden herhangi bir beste yok olsa bana göre o kadar etki yaratamazdı. Bestelerin yeterince olması diğer unsurlarla birleşince prodüktör zekice bir şey yaparak durum çok iyi dengelenmiş. İlk dinlediğimde şoke olmuştum. Mükemmel bir prodüksiyon. Aynı zamanda Bryan Adams ile çalışır mutt lange. Adams’ın bazı çalışmalarına dikkat edin sound aynıdır. Bunun dışında Michael Jackson ile hem pyromania hem de bu albümde listelerde kafa kafaya yarışmıştır. Michael Jackson ile kafa kafaya yarışan tek hard rock grubudur Def Leppard. Bunun dışında sadece Amerika’da inanılmaz satış grafiği yakalamıştır tüm dünya çapında ise söylemeyim siz araştırın sonucu görün. Hala satılıyor. Son iki bilgi. Steve Clark çok büyük bir duygulu gitaristtir. Öldüğünde yanıbaşında DIO vardı. manevi babasıydı onun DIO. ellerinde ölmüştür. Steve Clark öldüğünde grubun soundu değişmiştir.(adrenalize ve retroactive hariç) Son olarak Rick Allen hakkında şunu diyeceğim. Bu albüm çıktıktan sonra kolunu kaybettikten sonraki ilk konserlerinde ilk şarkıdan sonra koşa koşa ağlayarak arka tarafa kaçmıştır. İnanılmaz bir sevgi ile karşılaşmış çok duygulanmıştır. Bu albümü 88 yılından beri defalarca dinledim sene olmuş 2020 hala dinliyorum her gün bıkmadan. Askerde de çok dinledim. Her yerde. Çok büyük bir yapıt. Kusur aramak gereksiz kusuru eğer varsa kusuruyla baş yapıt bir albümdür bu. başka sözüm yok.

  7. deadhouse says:

    Harika bir şey bu ya. Dinlerken bir an sikerim ekstrem metali, hard rock, heavy metal, 80′ler ulan demek istedim ama demedim. O derece etkili ve çılgın bir iş. Zamansız bir albüm. Adamlar öyle bir sound yakalamış ki müzik dinlemenin demode sayılacağı 2146 yılında bile açsan, milleti coşturur.

  8. Cahit Güvener says:

    10/10 Tüm zamanların en iyi albümlerinden biri. Eleştiri harika, teşekkürler.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.