# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
ULVER
01.12.2013

ULVER, içinde geçmişten birçok parça barındırıyor.

Sizlere sunmaktan gurur duyduğumuz bir diğer röportajdan daha merhaba. Bu haftaki konuğumuz, kariyerine black metal yaparak başlayan, ancak sonradan müziğini tamamen değiştirip çok daha deneysel tatlara kayan, elektronik, ambient, avangard olaylara girişen ve en önemlisi de tüm bu tarz değişikliklerine rağmen kendilerine duyulan saygıda en ufak bir azalma olmayan Norveçli grup ULVER.

Bu röportajı öncekilerden farklı kılan şey ise, ULVER’in telefonla (Skype’la) röportaj yaptığımız ilk grup oluşu. Grupla temasa geçtiğimizde karşımızdaki ismin kim olacağını bilmiyorduk; ta ki röportajı, başta BORKNAGAR ve ARCTURUS olmak üzere sayısız önemli grupta yer almış efsane vokalist Garm’la, yani Kristoffer Rygg ile yapacağımız söylenene kadar. Yaptığı müzik gibi kendisi de ağır bir abi olan Rygg’le, ULVER’e dair pek çok şeyi konuştuk ve ortaya sohbet havasındaki bu güzel röportaj çıktı.

İyi okumalar diyor ve sizi ULVER’in dünyasına alıyoruz.

Selam Kristoffer, nasılsın?

Teşekkürler, sen?

Ben de iyiyim sağ ol. İstersen başlayalım.

Tabii tabii.

Öncelikle “Messe” gibi harikulade bir eser yarattığınız için size teşekkür etmek istiyorum. Tam olarak nasıl telaffuz edildiğini bilmiyorum, özür dilerim.

Tam da öyle aslında, iyi telaffuz ettin. Ben de öyle diyorum. (“Messeh” gibi söylememiz gerekiyormuş.) Güzel sözlerin için de teşekkür ederim.

Albümün detayları ile ilgili sorular soracağım ama öncelikle biraz arka plana ve bir süre önce “The Art of Dying” (“Ölme Sanatı”) adıyla yayınladığınız manifestoya bakmanın daha uygun olduğunu düşünüyorum. Uzun bir soru geliyor, hazır ol. Yazıda işlediğiniz ana konu değişen müzik endüstrisinden daha büyük bir şeyi kapsıyor ve genel olarak eğlence kavramının her ayağı ile ilgili bir fikir belirtiyor gibi duruyor. Bunun en bariz ve finansal olarak başarılı örneklerinden biri de gösterileri için sizinkine benzer bir dağıtım yolu seçen Amerikalı komedyen Louis CK aslında. Onu tanıyor musunuz emin değilim.

Tanıyorum, şakalarına birçok defa gülmüşlüğüm var. Onu kim tanımaz ki, haha.

Hah, çok güzel. İnternetin sağladığı avantajlarla gelişen tanıtım, dağıtım ve hatta prodüksiyon imkânları ile ortadaki eşitliğin taratıcı tarafı en sonunda “üretim araçlarını” ele geçirebildi aracılara ihtiyaç duymaktan kurtuldu. Bunun sanatçının kendisinden gelen bir hamle olması da duruma farklı bir boyut katıyor çünkü ne siz, ne de sizin seçtiğiniz yolu seçen sanatçıların çoğu, yasadışı indirmeler ve benzeri yöntemlere yönelik sert veya direkt söylemlerde bulunmadılar; Napster davasındakiler gibi mesela. Bu yaklaşımın asıl kapsamının ne olduğunu düşünüyorsunuz? İstediğiniz sonuçları alabiliyor musunuz?

Haha, soru değil, adeta bir kitap yazmışsın dostum.

Haha, uzun olacağını söylemiştim.

İyi yazılmış bir kitaptı. Hepimiz bu yeni zamanlara adapte oluyoruz ve geriye dönüp baktığımızda hiçbir şeyin farklı olmadığını görüyoruz. Fakat bizim yasadışı indirmeleri açıkça eleştirdiğimizi söylerken ne demek istediğini tam olarak anlamadım, aslında konu tam da bu değil…

Onlara bir eleştiri yöneltmediğinizi söyledim.

Ah, evet. Kesinlikle. İnsanların müziğe bu kadar kolay bir şekilde erişebilmesi ve paylaşabilmesi çok güzel bir şey. Genel olarak çok güzel bir şey. Ama diğer yandan, düşüşe geçen albüm satışlarının bizi ve diğer müzisyenleri kötü etkilediğini söyleyebilirim. Bir şekilde adapte olmak ve finansal anlamda hayatta kalmak için yollar bulmaya çalışıyoruz hepimiz. Ama durum daha iyiye gidiyor. Mantalitenin geçen yıl içinde bile değiştiğini düşünüyorum. Özellikle Bandcamp ve benzeri şeyler sayesinde, bir grubu gerçekten sevenler gidip, başka yerde bulabilecekleri dosyalara 7-8 avro ödemelerinin neden iyi olduğu fikrini anlıyorlar. Sanırım bizim işler bizim anlattığımız kadar karanlık olmayabilir, haha. Bunun yanında, birçok kişiden oluşan bir grubuz ve sık sık prodüksiyon anlamında masraflı işler yapıyoruz. Yani yalnızca yaptığımız müziği satarak hayatta kalmamız imkânsız. Konserler vermemiz, t-shirt basmak konusunda bir miktar şüpheci davranmamız gerekiyor. Sürekli bir çaba bu, biliyorsun. Fakat bir şekilde idare ediyoruz.

Bunu duymak güzel.

Evet, sanırım her işte de böyle zaten. Zamana ayak uydurman gerekiyor.

Günümüzde piyasa ve endüstri kavramlarının üzerine kurulu olduğu en önemli unsurlardan bir tanesi “adaptasyon”. Eğer ki piyasada kritik değişimler olursa, günümüzde olduğu gibi, endüstrinin de hayatta kalmak için buna adapte olması gerekiyor. Sanıyorum ki bu adaptasyon süreci müziğin durmaksızın dijitalleşmesi ve plak şirketlerinin etkisinin gittikçe azalması ile zaten başlamış durumda; ama bunun sizin şu an benimsediğiniz “kendi işini kendin yap” yaklaşımını bile içerecek ironik bir noktaya sürükleneceğini düşünüyor musunuz?

Fazla kehanette bulunmak istemiyorum aslında. Biliyorsunuz, adaptasyon kendi içinde zaten çok doğal bir süreç; hayatta kalmak için adapte olmak, uyum sağlamak gerekiyor. Doğanın kuralı bu. Özellikle müzik ve eğlence sektörü açısından bakarsak ise, gerçekten bilemiyorum, spekülasyon yaratmak istemiyorum. Şu noktadan sonra iyiye mi, yoksa kötüye mi gidecek bir şey söylemek zor. Tek söyleyebileceğim, endüstrinin şu anki haliyle birçok kişi geçinmekte gerçekten zorluk çekiyor.

Daha önce de değindiğim gibi, “Messe I.X-VI.X” gerçekten muazzam bir sanat eseri. Albümle ilgili ilginç olan şeylerden biri ise, dinî meselelerle biraz tuhaf bir geçmişi olan bir gruptan, ilahî müzik baş temsilcilerinden biri olan Estonyalı besteci Arvo Pärt’ın eserlerine gösterdiği benzerlik açısından çağdaş klasik müziğin içtenliğini taşıyan bir eser dinlemek. “Messe I.X-VI.X”i ortaya çıkartırken, ilahî müzik türlerinden etkilenmeleriniz oldu mu?

Evet, bunu rahatça söyleyebiliriz. Az önce bahsettiğin kişinin ve de Górecki’nin, ki kendisinden albümün basın bülteninde de bahsettik, eserlerini uzun zamandır dinliyorum aslında. Onların ve de genel olarak bu tarz bir sound’un bu albümü etkilediğini rahatça söyleyebiliriz (gülüyor).

Bahsettiğiniz iki müzisyen, Pärt ve Górecki, uzun süre “minimalist” etiketini, ya da müziklerinin “minimalizm” etkisi altında olduğunu reddettiler. Sizin de müziğiniz için benzer bir yaklaşımınız var mı?

(gülüyor) Eh, bunu reddetmemize bile gerek yok bence, çünkü gerçekten minimalist değiliz. Minimalizmle oynadığımız zamanlar oldu; ama genel anlamda bakarsak bence minimalizmin tam karşısında yer alıyoruz hatta. Biz, nasıl desem, ihtişamın bayrak taşıyanları olduk çoğu zaman haha, böyle olunca saçma olurdu sanırım…

…”minimalist” etiketini taşımak değil mi, tüm o albümlerden sonra.

Soruyu yanlış anlamadım değil mi, reddettiklerini söyledin?

Evet, Arvo Pärt minimalist bir yaklaşım kullandığını özellikle reddetti.

Ha tamam, soruyu yanlış anlamışım. Evet, biz de hiçbir şekilde minimalist değiliz. O tarz dini duygularla ilgili bir şeyler yapınca sanki tematik bir parkta geziniyor gibi oluyorsun ve bunun da pek minimalist bir yaklaşım olabileceğini sanmıyorum. Ancak tabii ki klasik müzikteki bu tarz yaklaşımlarla da desteklenen bir şey ve… Bir saniye, bir saniye bekler misin…

Tabii.

***Burada evdeki birisiyle Norveççe konuşuyor. Neyse ki İsveç’te yaşayan yazarımız Ömer Kuş sayesinde bu kısmı da çevirebiliyoruz. (KIPS)***

(İçeriye sesleniyor): Çıkıyor musun?
(İçeriden boğuk bir ses)
(İçeriye sesleniyor): Evet tamam, görüşürüz.

Hah, ne diyordum…

Bir yaklaşımdan bahsediyordun.

Evet, bilirsin işte, Cage, Lamont Young gibi adamlar; sanırım bunlar daha ziyade akademik ve bu akımı tanımlama amacı güden kimseler. Arvo Pärt gibi birisiyle kıyaslarsan tabii. Onun bu konuya büyük önem vereceğini sanmıyorum, zaten ben de vermiyorum.

Anladım. Devam edelim. Basın açıklamasında Martin Romberg’in adı geçiyordu. Onun bu albümdeki katkısı tam olarak ne şekilde oldu? Besteleme sürecine de katkıda bulundu mu, yoksa yalnızca orkestral düzenlemelerle mi ilgilendi?

Elimizdeki malzemelerin orkestral düzenlemelere uygun hale gelebilmesi için bize oldukça yardımcı olarak başlamıştı. Var olan kompozisyonlara küçük detaylar ekleyerek kendi ustalığını gösterdi. Özellikle ilk şarkının son bölümüne yaptığı eklemelerden bahsedebilirim. Parçayı onun eklediği bölümlerle birlikte tekrar kaydettik ve bir parçada daha ondan yardım aldık. Bu nedenle özellikle bu proje adına bizim için iyi bir arkadaş ve önemli bir müttefik haline geldi. Aslına bakarsan her geçen gün daha da önemli bir hale geliyor. (gülüyor)

Bu durumda, gelecekteki albüm projelerinde Martin’in ismini daha sık duyma ihtimalimiz olabilir mi?

Bunu söylemek için belki biraz erken, ama yani “kesinlikle olmaz” gibi bir şey söyleyebilmem de mümkün değil.

Bir müzisyenin albümlerinin arkasında yatan fikirlerin, düşüncelerin ve ilham kaynaklarının hakkında konuşmaya pek istekli olmayacağını ve bunları dinleyicinin yorumuna bırakmak istediğini biliyorum ve bu yüzden kendimi tutacağım. Ama modern oda orkestrası ile bir albüm kaydetme fikrinin ilk kez ne zaman ortaya çıktığını sormak istiyorum. Biri size bu fikirle mi geldi yoksa bu da kendi gelişiminizin bir parçası mıydı?

Kendi düşüncemiz değildi. Yani bunu yapmamızı sağlayan asıl, deyim yerindeyse, kıvılcım bizden çıkmadı.

Tamam. Kolay bir cevap oldu hehe… Yeni albümün açılış şarkısı “As Syrians Pour In, Lebanon Grapples with Ghosts of a Bloody Past” Reuters’in haberlerinden birinin başlığı. Bu ismi seçmenizdeki amaç neydi? Herhangi bir politik amacı var mıydı yoksa yalnızca bugün yaşadığımız sıkıntılı bir deneyime bir bakış ve yorumlama mı?

Evet, birkaç şeyin kombinasyonu ama çok sezgiseldi, tıpkı bu grupla ilgili birçok şey gibi. Bu başlığı okuyordum ve aynı anda bir şarkı üzerinde çalışıyorduk ve bu şarkıda birtakım Ortadoğu ezgileri vardı ve biraz da savaşı anımsatan bir ses algısı içeriyordu. En azından bu şarkı hakkındaki benim kişisel, görsel algıma göre… Ve evet o anda o başlığı aşırmaya karar verdim. Biraz da güncel oldu böylece.

Anladım, yani hiçbir politik açının olmadığını söyleyebilir miyiz o zaman?

Bir partiye falan bağlılık gösterme anlamında yok.

İdeolojik bir şey yok o zaman.

Sorunlu bir dünyanın varlığını kabul ediyor ve bence bu kendi içinde zaten çok politik bir şey. Evet.

Tamam. Bu arada alakalı bir konu, Türkiye ve Ortadoğu’da son zamanlardaki ayaklanmaları takip edebildin mi? Sence, Avrupa’nın geri kalanı üzerinde etkileri ne oldu? Bu olaylar hakkındaki görüşünü paylaşmak istiyor musun? Cevap vermek istiyorsan tabii.

Hayır, gerçekten politika hakkında konuşmak istemiyorum, üzgünüm.

Tamam tamam. Pardon bilmiyordum-

Çok hassas bir konu biliyorsun, o taraflara girmeyi pek istemiyorum.

Tamam. Peki, canlı performanslarınız hakkında konuşabilir misin o zaman?

Onlar hakkında konuşabilirim evet. (gülüyor)

İlk performansınız sanırım 2009 yılındaydı, “Shadows of the Sun”ın çıkışından iki yıl sonra. Ardından çıkan iki albüm, “Wars of the Roses” ve “Childhood’s End”, eski albümlerinize kıyasla canlı çalmaya daha müsait bir müzikalite barındırıyor. Konser vermeye başlamanız müzik yapma yönteminizi etkiledi mi, yoksa bu doğal olarak gelişen, planlanmamış bir şey miydi?

Kesinlikle planlanmamış bir şeydi, hayır. Evet, tabii ki, senin de dediğin gibi hem “Wars of the Roses”, hem de “Childhood’s End” bir grup olduğumuzu kanıtlar nitelikte materyal içeriyorlar. Bir anda artık bir davulcumuz vardı ve Dan gruba girdi ve… Yani daha bir temel rock grubu düzenine oturduk bir süre. Bu bizim için de iyiydi, bilirsin, iyi bir değişiklik oldu. Biraz daha o eski stüdyo odası tarzı ya da, nasıl diyeyim, araştırma moduna döndük ve “Shadows of the Sun”da yaptığımıza benzer bir şekilde müzik yaptık.

Belki “Svidd Neger” zamanındaki gibi?

Evet, hatta o albüm gibi. Bence hepimiz artık bunu proje tabanlı olarak görmeye başladık. Bilirsin, ortada koşullara bağlı olan birçok farklı şey olabilir, bir şekilde yapmak istediğimiz veya arkasından gitmek istediğimiz şeyler. Yani, bilirsin, böyle. (gülüyor)

Evet, ne demek istediğini anlıyorum. Bu kadar süre sonra canlı performanslar vermeye başlamak sana nasıl hissettiriyor? Sahnede neler tecrübe ediyorsun ve seyircilere neler verebiliyorsun?

Korkuyorum, hahah.

Hahah. Örneğin senin ilk konserinin fotoğraflarına baktığımda farkettim ki sahnedeyken epey sigara içiyordun. Tedirgin olduğundan dolayı mıydı? Yoksa başka bir şey mi?

Muhtemelen. Artık sigara içmiyorum, bıraktım.

Ne güzel.

Teşekkürler. (gülüyor) Ama evet, muhtemelen gergin bir hava olduğundan. Klişe bir şekilde izah etmem gerekirse, bence o korku önemli bir şey. Ne yaptığınızı hiç umursamayan insanlara konser vermek istemezsiniz. Aslında o konuda epey ne yaptığını bilen insanlarız. Gerçekten konserin iyi olmasını istiyoruz. Bazen başarılı oluyoruz, bazen çuvallıyoruz ama evet, kesinlikle bu etkili bir unsur, yani çuvallama korkusu. Ama bir konseri başarıyla tamamlamak da çok mükemmel bir his aynı zamanda… Sırtını sıvazlayıp, bir dahaki konser korkusuyla yüzleşene kadar gurur dolu olabiliyorsun (gülüyor).

20 sene geçmesine rağmen bu hâlâ korku duyduğun bir şey mi?

Gitgide daha iyi oluyor. Çünkü 2009′da ya da 2010′da yaptığımız şeylere göre artık yaptığımız işte daha usta olduğumuzu hissediyoruz. Ama yine de sahneye yürürken biraz garip bir korku oluyor. O kadar fazla müzisyen ve o kadar fazla yanlış gidebilecek –ama ne şans ki, gitmeyen- şey var ki…

Dört elemanlı herhangi bir rock grubunda olmak gibi değil, ha?

Tabii ki değil. Çok geniş bir açıdan bakman gerekiyor ve hazırlıklı olman gereken birçok, birçok şey var…

Belli ki, haha. Kariyerine metal müzikle başlayıp sonradan farkı tarzlara evrilen birçok grup var. Buna karşın, konu bu şekilde tür değiştiren gruplar olduğunda, metal dinleyicisi tarafından ULVER kadar sevilip takip edilen gruplar çok nadir şekilde görülüyor. Kendi adıma “Nattens Madrigal” sonrasındaki albümlerinizin güzelliğini anlatamam. Metal dinleyicisi konu farklı müzik türleri olduğunda epey dar görüşlü olabiliyor, bunu biliyoruz. Siz ise müziğinizde, farklı karakteristik özelliklerde olsa da hep belli bir atmosfer barındırmaya devam ettiniz. Kariyerinizin başından beri sürdürmeye çabaladığınız bir özelliğiniz var mı?

Eee… Hahah..

Kaliteli olma çabası gibi bariz şeyler dışında tabii.

Demek istediğini anlıyorum. Zaten olan bir şey olduğundan dolayı, bunu gerçekleştirmek için çok da bir çaba sarf ediyor değiliz. Bu karanlık tavır, kanınızda veya DNA’nızda kendiliğinden olan bir şey gibi sanki… Bahsettiğin şeyi anladım, bunu soran ilk kişi sen değilsin.

Ben de öyle tahmin etmiştim.

Evet, temel olarak bir hayli anarşik bir ruh halimiz olduğunu hissediyoruz, müziğimizin nasıl olması gerektiğine biz karar veriyoruz. Kısacası bu kendiliğinden oluyor, ben de senden daha iyi ifade edemiyorum açıkçası.

Anladım.

Sonuçta duygusal bir müzik. Bence çocukluktan bu yana içinde taşıdığın bir sürü şeyin…

Tanımlaması zor şeyler…

Evet, hayatın boyunca taşıdığın şeyler, sonra değişiyorsun ve pek çok farklı dönem ve aşamadan geçiyorsun… Ama çocuk kısmın bir yerlerde hep varlığını sürdürüyor ve bunu da müzikle naklediyorsun. Sadece müzikle değil tabii ki…

Amaçladığın şey her ne ise diyebiliriz belki…

Kendini ifade ederken hep baki kalan bir şey… Hmm… Sanırım bunu ruh ile açıklayabiliriz. Çocuğun ruhu… Ve geçmiş de hep orada. Ve ULVER içinde geçmişten birçok parça barındırıyor. Sanırım bu sebeple ULVER isminden hiçbir zaman vazgeçmedik, çünkü bu sürekli devinimde olan ve gelişen bir tarih. Bu yüzden de birden bire önceden yaptığımız birtakım şeylerle gurur duymuyormuşçasına baştan aşağı yenilenmek ve tüm kimliğimizi değiştirmek istemedik; bu pek de özenli bir hareket olmazdı. Ama sonuç olarak hep kişisel bir şeyler yaptık. Yapıtlarımız hep kişiseldi.

Harika bir cevap. ULVER’le ilgili kafamdaki pek çok şeyi açıklığa kavuşturdu haha.

Haha sağ ol. Ben cevabımdan o kadar da etkilenmedim haha.

Hahaha. Evet, devam edelim. Şu ana kadar yayımladığınız her materyalin sizler için ayrı bir değeri olduğuna eminim. Fakat geriye baktığınızda aralarında hiç, nasıl desem, aceleci ya da “fazla deneysel”, eğer böyle bir laf varsa tabii, hissettiren var mı?

Böyle bir laf olduğuna eminim.

Hahah.

Yaptığımız işler arasında diğerlerinden daha çok sevdiğim şeyler var elbette. Hmm… Ama bunu nasıl cevaplamak istediğimi bilmiyorum. Kendime saklayacağım.

***Burada birbirlerini tam duyamamalarından dolayı ufak bir anlaşmazlık oluyor; Türkçe’ye çevirdiğimizde çok anlamsız gözüktüğü için, İngilizce’lerini de yanlarına yazıyoruz***

Ah anladım, akıllıca. (Oh okay, wise.)

Neden mi? (Why?)

Akıllıca (Wise.)

Pardon? (Sorry?)

Akıllıca. Akıllıca dedim. “Akıllıca bir tercih” gibi. (Wise. I said “wise”. Like a “wise choice”.)

Oh, haha.

Tercihini sorgulamıyorum haha. (I’m not questioning your choice haha.)

Aslına bakarsan bazen seni duymakta zorlanıyorum.

Anladım, problem yaşadığında haber ver…

Bir şeyler de değişti tabii. Şahsen ben beğeniyorum… Yaptığımız şeylerde inişler çıkışlar ve başka şeyler görüyorum. İyi özellikler de var, geriye dönüp baktığımda farklı şekilde yapabileceğim şeyler de. Evet, durum böyle.

Tamamdır. Soruların hepsi bu kadardı, teşekkür ederim. Bir sorum daha vardı aslında ama politik içerikli olduğu için onu da es geçiyorum.

Oh, sorunun ne olduğuna bağlı. (gülüyor) Politika genel olarak benim alanım olan bir şey değil, hepsi bu.

Politik yönü ağır basan bir soru, hiç zahmet etmeyelim, haha. Röportaj için tekrar teşekkür ederim.

Ben teşekkür ederim.

O zaman, ee… Görüşmek üzere.

Görüşmek üzere, iyi günler dilerim.

Size de iyi günler.

etiketler:
  Yorum alanı

“ULVER” yazısına 25 yorum var

  1. Belus says:

    Değerli bir grup, değerli bir röportaj olmuş..

  2. Ugur says:

    Olm harbi müthişsiniz lan.

  3. Tompa says:

    Gençler sizi seviyorum ya.

  4. northern says:

    bu garm da ne biçim yerde yaşıyor arkadaş, ya da nasıl bir iletişim altyapısı var… yıllar önceki zor röportajında da telefon sıkıntıları olmuştu, anlaşılma problemleri yaşanmıştı, yanlış hatırlamıyorsam.

  5. mKeles says:

    O kadar konusmadan sonra boyle bitmesi uzucu :|

  6. üns says:

    Lafortaj için teşekkürler…

  7. dengbejer says:

    süper!

    yalnız samimiyet aşmış.. mesafeler olmasa çok rahat bir şekilde konuşmadan sonra pide yenirdi..

  8. Jester says:

    Sitedeki en iyi röportajlardan biri olmuş ki çok sınırlı Ulver dinleyicisiyim. Süpersiniz.

  9. Baybora says:

    Abi. Müthiş olay.

  10. Durakonis says:

    Kutluyorum Batu. Muazzam.

  11. Mert says:

    Yok yok, en iyi röportaj olmuş direk, her açıdan. Tebrikler gerçekten.

  12. Nightwing says:

    Röportaj harika, Ulver’i severim, Messe albümü de güzel olmuş bunlar bir kenara da.

    Şu aynı şeyi Dimmu Borgir yapınca maytap geçen, Satyricon yumuşadı diye ”götü başı oynadı” diyip, Ulver yapınca sırf entel olmak adına ”aman yarrabbi” diyen elemanlar bana acayip samimiyetsiz geliyor. Lafım kimseye değil öyle ortaya attım.

    Ulver Black Metal çizgisinden devam etseydi daha fazla severdim mesela ben. Tamam aralarında kötü bi albüm belki biri dışında yok ama ben Ulver’in Nattens Madrigalden sonraki hiç bi albümünü tam olarak sevemiyorum.

  13. serdar91 says:

    emeklerinize sağlık dostlar. güzel röportaj.

  14. Bende Saklı Kalsın says:

    Pasifagresif ücretli filan olsun ya. Beleş bulunca şu röportajın bile tamamını okumaya üşendim.

  15. Ulver’i kuran adamın grubun adını telaffuz edişine yorum yapan olmadığına göre, kimse ses kaydını sonuna kadar dinlememiş haha.

    Mert

    @Batuhan Bekmen, ahah sürekli onu anlamaya çalışmıştım ben de, ne diyo ülvır mı diyo orda?

    Ahmet Saraçoğlu

    @Batuhan Bekmen, senin “ALVIR” deyişine “Üllvr” diye cevap vermesi bende ufak bir hezeyan yaratmadı değil.

    northern

    @Ahmet Saraçoğlu, tam anlamıyla bir AL gülüm VIR gülüm olmuş işte ehehe.. he… (olmadı di mi?) :(

    varg’ın da “until the light takes us” belgeselinde burzum’u “büuğzum” diye telaffuzu vardır ki nice kvlt burzumcuyu göz yaşlarına boğmuş, dağ gibi seytın imajı bir anda kuşum aydın’a dönmüştür. olsun.

  16. OnurOnur says:

    Sormaktan vazgeçilen soru neydi merak ettim? :)

  17. saw you drown says:

    Ulver gibi bir yüce grupla röportaj! Teşekkürler.

  18. alondate says:

    Emeğinize sağlık çok güzel olmuş. Bir de bir kaç sualim olacaktı. Hypocrisy – End Of Disclosure kritiği gelir mi? ya da hypocrisy ile bir roportaj ihtimali var mıdır?

    Ahmet Saraçoğlu

    @alondate, röportaj zor; hatta pek sanmıyorum. Gruba direkt ulaşmak zor ve şirket aracılığıyla röportaj yapmak da epey kastığından, şimdilik gündemimizde yok. Kritiği de grubu seven okurlardan bekliyoruz. :)

  19. crowkiller says:

    Soruları soran Batuhan Bekmen’de biraz heyecan varmış gibi geldi bana ama iyi kotarmış, İngiliz dili mezunuyum ama şahsen ben bir yabancıyla bu şekilde derin konularda konuşamazdım(soruları kağıttan okuyor sanırım ama olsun), özellikle de konuştuğum kişi Garm’sa ve konuştuklarımız yayınlanmak üzere kaydediliyorsa…Gerçekten zor iş, helal olsun diyorum.Batuhan Bekmen’e ve soruları hazırlayan diğer Pasif agresifçilere tavsiyem sorularda daha yaygın kullanımda olan kelimeler kullanmaları, telaffuzu zor kelimelerden ve uzun cümlelerden kaçınmaları.Ben bir çok yerde soruları anlamadım ve 2-3 kez geriye sardım, Garm da bazı yerlerde soruyu anlamakta güçlük çekip cevaplarda sorulan sorudan farklı cevaplar verdi.Sonuçta yazı değil konuşma dili kullanmak gerekiyor sözlü iletişimde :)Biraz basit cümleler kursanız daha iyi olurdu.
    Yukarda yazdıklarım çok bilmişlik gibi gelmiyordur kulağa umarım.Yaptıklarınızı ve sizi desteklermek amacım, iyiki varsınız.

  20. 1001101001 says:

    Bu röportajda da aralara abukluklar -spam deniyor galiba- girmiş.

    Ahmet Saraçoğlu

    @1001101001, düzeldi sağ ol.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.