# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

SYNTHPHONIA SUPREMA – Synthphony 001

Tuesday, January 26th, 2010

Birilerinin yaptığı bir şeyi çok utanç verici bulup onlar adına utandığınız olmuştur mutlaka. Bir yetenek yarışması, televizyondaki bir program, bir stand up gösterisi ya da o tarz bir şey olabilir. İzlediğiniz kişi yaptığı şeyin ne denli küçük düşürücü olduğunun o kadar farkında değildir ki, rahatsız olur kanalı değiştirirsiniz, sahnedeki insanın gözünün içine bakamazsınız. Dalga geçilemeyecek kadar kötü olmak budur herhalde. Şu an karşımızdaki durum neyse ki o derece ileri bir safha değilse de, ortada kendi adıma bir gerçek olduğu kesin: “SYNTHPHONIA SUPREMA – Synthphony 001″… Hayatımda dinlediğim en kötü albüm.

Büyük kısmınızın albümü dinlemediğini var sayarak, kanıt gösterebileceğim tek referansların sayfadaki videolar olduğunu söyleyebilirim. Eğer ayıracak birkaç dakikanız varsa, aşağıdaki iki şarkıyı dinleyebilir, neden bahsettiğimi daha iyi anlayabilirsiniz. Özellikle ilk videodaki Synth Metal, sıkkın anlarıma ilaç olmuş, 2.42′de giren giren akıllara zarar nakaratını bağıra bağıra söylemekten nefis bir zevk aldığım nadide bir sanat eseri.

SYNTHPHONIA SUPREMA İtalya’dan gelen ve Synth Metal adı altında bol klavyeli bir power metal yapan bir topluluk. İmajına ve görselliğine çok önem veren grup, iş müziğe geldiğindeyse akıl almaz düzeyde saçmalıyor. Grubun vokalisti Matkracker, RHAPSODY‘den bildiğimiz Fabio Lione’nin tam bir kopyası. Onu ilham almaktan öte, onun gibi olmaya çalışıyor. Üstelik Shield Saviour’da da görüleceği üzere evlere şenlik bir aksanı var. Şarkı sözlerine ise girmek istemiyorum, çünkü: “We fight for Synth Metal… Synth Metal! Tomorrow is today!”

Dany All adlı klavyeci ve efektçi arkadaş, sanırım grubun lideri konumunda ki tüm şarkılara aklına ne gelirse eklemiş, her parçayı bulduğu gerçekten kötü melodilerle doldurmuş. Bununla da kalmayan Dany All, kayıt sonrasına da el atarak zaten facia olan vokallerin üstüne de anlamsız efektler ekleyerek kabusumuzu daha derinlere taşımış. Hani şu Cher’in “Believe” şarkısında sürekli kullanılan ve vokali “eaouuu” diye yavşatan dangoz efektten söz ediyorum.

synth_1

Davulcuya bakalım desek, o da başka bir dünya. Korkunç trampet tonu yetmiyormuş gibi müziğin gaza geldiği yerlerde twin pedal’a geçmeyişi ve adı altında anıldıkları power metalin bu en klasik yanını yansıtmayışları bile onları daha yavan, daha tatsız yapmaya yetiyor.

Her neyse. Bunlar hep minimal sorunlar aslında. Asıl sorun grubun her anlamda berbat olan bu müziği hiçbir ironik yaklaşım gütmeden, kendilerinin ve türün ciks özelliklerine az da olsa dokundurma amacı dahi taşımadan gayet ciddi bir şekilde icra etmesi ve tüm bunların güzel olduğu düşünülerek yapılmış olması. Bir grup bu kadar mı kötü ve yanlış seçimler yapar, hoşunuza gider gibi olan takip eden üç notanın dördüncüsü bu kadar mı alakasız seçilip de her şeyi berbat eder. Of ki ne of.

synth_3

Şahsen power metale ya da metalde senfonik öğelere karşı önyargısı olmayan bir kişiyim. Köpeği olduğum, dinlemeye doyamadığım power metal grupları da var, ancak çoğumuzun bildiği gibi metalin en kendini tekrarlayan, en ortalama devam eden türlerinden biri de power metal. Gelişmek ve yenilik yapmak adına pek bir şey yapmayan grupların büyük çoğunluk olduğu bu türde, SYNTHPONIA SUPREMA’nın türe getirmeye çalıştığı klavye oyunları ve her yere sıkıştırılmaya çalışılan bin türlü efekt fikri, gerçekten de işe yaramıyor; en azından bu örnekte.

İnanması güç kötülükte şarkılar var albümde. Öne çıkarılan nakaratlar, melodiler, tüm düzenlemeler, nasıl bu kadar zevksiz olabilir anlamıyorum. Zayıf da değil bakın, sadece kötü ve rahatsız edici. İşte bu bana şaşırtıcı ve enteresan geliyor. Grupta dört kişi var, artı bunun stüdyosu, grup elemanlarının arkadaşları vesairesi var. Nasıl oluyor da bu kadar fazla kötü fikir bir araya getirilebiliyor, gelse bile neden birisi buna bir dur demiyor, hakikaten tuhaf. Buradaki iki şarkı fazla gelmeyebilir, ancak albümde bunlar gibi daha bir sürü şarkı var. Yukardaki Synth Metal adlı şarkıyı kötü mü buldunuz? Albümde klip çekilmeye değer bulunmayan dokuz şarkı daha var.

synth_synth

Uzatmayalım, grup bu “Synthphonia 001″dan beri albüm çıkarmadı, neyse ki insaflı insanlarmış, ancak halen İtalya içinde konserler vermeyi sürdürüyorlar. Bu da tehlikenin henüz geçmediğinin bir göstergesi. Öyle ya da böyle bu albüm bir bütün halinde hayatımda dinlediğim en kötü metal albümü. Arada buna yaklaşanlar çıksa da sağ olsun Synth Metal’in nakaratı her daim imdadıma yetişiyor.

Albüme sıfır ya da bir vermemin pek bir önemi yok ama vereyim yine de, bu kadar kötü seçimlerin bir şekilde kaydedilip piyasaya sürülebilmiş olmasından dolayı bile yüksek puan veresim geldi yeminlen.

THE DILLINGER ESCAPE PLAN’den yeni albüm tadımlıkları

Tuesday, January 26th, 2010

THE DILLINGER ESCAPE PLAN, son haberini şurada verdiğimiz yeni albümü “Option Paralysis“teki tüm şarkılardan otuzar saniyelik parçaları içeren bir klip yayınladı.

Şimdilik bu kadar.

LOCK UP geri dönüyor

Tuesday, January 26th, 2010

Yıldızlar karması grindcore grubu LOCK UP tekrardan faaliyette.

lockup_album_2

Kadrosu vokalde Tomas Lindberg (AT THE GATES), basta Shane Embury (NAPALM DEATH), gitarda Anton Reisenegger (CRIMINAL), davulda da Nick Barker (var olan tüm metal gruplarının büyük bir kısmı) şeklinde olan grup, 2010 içerisinde yeni bir albüm çıkaracağını açıkladı.

Son albümü “Hate Breeds Suffering”i 2002′de çıkaran ve sonrasında gelen bir konser albümü dışında sessizliğini koruyan grup, geçtiğimiz ay verdikleri konserlerin ardından, yakın zamanda BRUTAL TRUTH’la da bir split çıkaracakmış.

LOCK UP daha önce de vokallerde Peter Tägtgren ve gitarda da 2006 yılında ölen NAPALM DEATH/TERRORIZER gitaristi Jesse Pintado’yu barındırmıştı.

IMMORTAL Norveç’in en önemli müzik ödüllerini reddetti

Tuesday, January 26th, 2010

IMMORTAL, Norveç’in en eski ve en geniş çaplı müzik ödülleri olan Spellemann Ödülleri tarafından aday gösterildiği “yılın en iyi metal albümü” adaylığını reddetti.

immortal_odul_1

Spellemann Ödülleri’nin grubun son albümü “All Shall Fall“u ödüle aday gösterdiğini öğrenen grup, yaptığı basın açıklamasıyla organizasyondan adaylıklarının silinmesi yönünde talepte bulunmuş, organizasyon da keyfiniz bilir deyip IMMORTAL’ı listeden çıkarmış.

immortal_odul_4

Grubun basın sözcüsü olayla ilgili, bu konuda bir açıklama yapamayacağını, bunun grubun kararı olduğunu söylemiş ve kişisel görüşünü de “IMMORTAL’ın dünyanın en büyük grubu olmak gibi bir derdi yok. Onlar sadece dünyanın en çiğ, en sulandırılmamış grubu olmak istiyorlar. Black metal dünyasında özüne sadık kalıp bu şekilde davranıp, bir yandan da 80.000 kişiye konser verebilen fazla grup kalmadı” şeklinde açıklamış.

Ödüllerin en iyi metal albümü alanındaki diğer bir adayı da son albümü “Resplendent Grotesque“i geçtiğimiz haftalarda incelediğimiz black metal grubu CODE.

immortal_odul_5

Daha önce de DARKTHRONE, yine Norveç’in önemli ödülleri arasında yer alan Alarm Ödülleri tarafından “Sardonic Wrath” ile aday gösterilmiş, ancak IMMORTAL’la aynı gerekçeler dahilinde adaylığının silinmesini istemişti.

immortal_odul_3

Benzer şekilde SATYRICON da “Volcano” albümü ve içindeki kimi şarkılarla Norveç’teki üç farklı ödül töreninden dört ödül kazanmış, ancak bunları reddetmemişti.

immortal_odul_2

Hatırlanacağı üzere black metal yakın zamanda yine bir başka popüler kültür mecrasına konu olmuştu.

immortal_oscar_ist_krieg

Kolajlarla renklenen yeni haberlerde görüşmek dileğiyle (bu arada şunu sahiplenen bunu da sahiplenmesin bir zahmet, emeğe saygı, metıl bıradırhuud sistırhuuda saygı).

KATATONIA – Last Fair Deal Gone Down

Monday, January 25th, 2010

Bir türden diğerine geçişi en pürüzsüz ve akıcı şekilde yapan gruplardan biri KATATONIA. 1991′de başladıkları noktadan çok farklı bir yerdeler şimdi. İki dönemi ayrı ayrı dinleseniz farklı bir grup sanacağınız kadar değişseler de, bakî kalan bazı şeyler de var elbet.

En iyi albümünün hangisi olduğu konusunda da kitlelerin uzalaşamadığı bir grup KATATONIA. Eminim grup adına önemli bir övgüdür bu durum. “Brave Murder Day”i en çok seven de, “Viva Emptiness”ı en çok seven de, “Tonight’s Decision gibisi yok abi, varsa söyle ama yok” diyen de kendine göre haklıdır.

Benim favori KATATONIA albümüm “Last Fair Deal Gone Down”dır. Bir tane bile nefis olmayan şarkı içermediğini düşünüyorum bu albümün. Çıktığı yıl karşılaşmış ve öncesinde farklı albümlerden üç, beş KATATONIA parçası bilen biri olarak adeta büyülenmiştim. Bunda KATATONIA’nın bence benzeri olmayan düzeydeki hüznünün yanı sıra, o sırada yaşamakta olduğum dönemin de etkisi vardır elbet. Ama eminim ki bir hafta öncesinde piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmış olsaydım dahi bu albümü dinleyince hayata küse… Yok lan neler diyorum ben? Piyango çıksa babamı tanımam ne “Last Fair”i ne KATATONIA’sı. Bildiğin yavşağın önde gideni olurum piyango çıksa.

“Last Fair Deal Gone Down”a çoğu yerde atfedilen “geçiş albümü” olayı, şahsen katıldığım bir nokta değil. “Brave Murder Day”den “Discouraged Ones”a pat diye atlayan grup, “Tonight’s Decision”dan “Viva Emptiness”a dönüşürken mi geçiş albümüne ihtiyaç duyacak? Bırakınız.

lastfair_1

Kritiğe geçmeden önce, “The Great Cold Distance”daki şu yorumumu hatırladım:

…Bu bağlamda albümün gözümdeki değerini şöyle özetleyebilirim: ne için olursa olsun “Last Fair Deal Gone Down” için bir kritik yazmak istemem. Yazsam da çok bencilce bir yazı olur ve albüm konusunda hiçbir fikir vermez. “The Great Cold Distance”ın yazısının da büyük kısmını istemeyerek ve bencilce yazmanın verdiği rahatlığı arayarak, yazıyı az da olsa kastırarak yazdım.

Şu an “Last Fair Deal Gone Down”ı yazdığıma göre, demek ki insan zamanla… Neyse hiç kasmayalım, zamanında mübalağa etmişim diyeyim yeter.

lastfair_lastfair

“Last Fair Deal Gone Down”, gördüğüm kadarıyla her şarkısı bir başkasınca albümün en iyisi olarak gösterilen bir ruhsal yıkım aracıdır. Blakkheim’ın bu albümün ardından bir daha pek tenezzül etmediği o ekolu damar sololarından, albümün favori KATATONIA albümüm olmasını sağlıyan başlıca sebep olan nefis mi nefis vokal melodilerine, “Tonight’s Decision”daki tavizsiz karamsarlığın ve intihara meğilliliğin aksine yüzde tebessüm dahi uyandıran Sweet Nurse gibi yenilikçi şarkılara, “Last Fair Deal Gone Down” yapılan her denemenin başarıyla sonuçlandığı bir çalışma.

Albümde ve dolayısıyla da grupta görülen en önemli değişimlerden biri, tarzını çok sevdiğim ve KATATONIA’nın başına gelen en güzel şeylerden biri olarak gördüğüm yeni davulcu Daniel Liljekvist’in gruba katılması. Önceden Jonas Renkse ve Dan Swanö tarafından kotarılan KATATONIA davullarının aksine gelir gelmez coşan, hiçbir çekimserlik taşımayan bir performans ortaya koyan Liljkevist, grubun da kendisine tanıdığı serbestiyle parçaları olabileceklerinden çok daha gümbür gümbür bir hale sokmuş.

lastfair_3

Yine bahsedilmesi gereken şeylerden biri, elbette ki Renkse’nin vokalleri. Tümüyle kişisel bir tercih olarak bu albümdeki vokalleri, Jonas Renkse’nin kariyerindeki en iyi yorumu olarak görüyorum. Şarkıları öylesine etkileyici, içinize işler şekilde söylüyor ki, bahsedilenler sanki gerçeklik kazanıyor, Renkse’nin ağzından çıkanlar daha bir inandırıcı, daha bir empati kurulası oluyor.

Prodüksiyonu grubun kendisi tarafından yapılan “Last Deal Fair Deal Gone” belki metal adına veya genel anlamda bu müziğe kattıkları adına büyük bir önem taşımıyor, adı listelerde geçmiyor, ancak kendi başına, içerdiği harika besteler ve barındırdığı çok gerçekçi hüzünle yıllar sonra bile dinlemeye korkulan, “şimdi tadımı kaçırmaya ne gerek var” hissi uyandıran bir albüm olmaya da devam ediyor.

lastfair_2

Albümü her gün hiç durmadan dinlediğim, hatta başka hiçbir şey dinlemediğim bir dönem vardı (üniversitenin ilk yılları) ve şimdi pek de hatırlamak istemediğim bir dönemdi. O nedenle “Last Fair Deal Gone Down”ın benim için taşıdığı önem ve bana hissettirdikleri, albümle bu tarz bir bağ kuranlar hariç başkaları için bu denli yoğun değildir. Ve bu nedenle ki albümün duygusal yönüne fazla girmeden, kısmen yüzeysel şekilde bahsettim albümden.

Bence 9′dan düşük albümü olmayan KATATONIA’nın en iyi albümü olduğunu düşündüğüm için, aslında not vermek istemesem de bu notu veriyorum, daha objektif bir gözle bakabilenler kendi notlarını vereceklerdir zaten.

Epilog not: Albümün jelatininde Peaceville Records imzasıyla “Peaceville’in bugüne dek çıkarttığı en iyi albüm” yazmaktadır. Peaceville’in bu albüme dek on dört yıldır albüm çıkardığını hatırlatalım.

Ara sıcak: Albümün ismini aldığı 1936 yapımı şarkı için: Robert Johnson – Last Fair Deal Gone Down

Prelüd: Sulfur’ın albümde olmayıp sadece bir single bonus’u olarak seçilmesi konusunda KATATONIA’ya laflar hazırladım.

CATAMENIA’dan yeni albüm detayları ve dört yeni şarkı

Monday, January 25th, 2010

Kafayı kurtlarla bozmuş Finlandiyalı melodik grup CATAMENIA, 26 Şubat’ta çıkacak yeni albümü “Cavalcade“in ayrıntılarını açıkladı.

catamenia_album_1

01. Blood Trails
02. Cavalcade
03. The Path That Lies Behind Me
04. Silence
05. Quantity Of Sadness
06. Post Mortem
07. The Vulture’s Feast
08. A Callous Mind
09. Reincarnation
10. Angry Again [Megadeth cover'ı]
11. Farewell [Sentenced cover'ı]

Bununla da kalmayan grup dört yeni şarkısını da myspace‘ine koydu.

Hatırlanacağı gibi CATAMENIA bugüne dek birkaç kez ülkemize gelmeye çalışıp gelememişti.

Önce

catamenia_album_2

Sonra

catamenia_album_3

THEORY IN PRACTICE – Colonizing the Sun

Sunday, January 24th, 2010

İnsanın müzik dinleme sürecinde, böyle mihenk taşı demiyim de, devrim niteliğinde albümler vardır. Bu albümler “tamam abi çözdüm ben bu müziği”, “metal olayını yedim bitirdim hafız” türü saçma hezeyanlara kapılınabilen ya da artık sizi şaşırtacak bir şey kalmadığını sandığınız acemilik zamanlarında karşınıza çıkıp konuşma yetinizi kaybetmenize neden olan, sizi bir süreliğine bir sebzeye dönüştüren albümlerdir. Misal “Still Life” benim için bunlardan biridir; yumuşak ve sert kısımların bu denli mükemmel birleştirilebileceğini göstermiştir bana. Aklımı yerinden oynatmıştır resmen. “Whoracle” bunlardan biridir; daha önce duymadığım kadar güzel, eşi benzeri olmayan, hayal edemeyeceğim melodiler olduğunu fark etmemi sağlamışlığı vardır. “The Sound of Perseverance” bunlardan biridir, hatta birincisidir; müziğin hayatımdaki konumunu değiştirmiştir, falan filan. Benim için çok da fazla değil bu albümlerin sayısı.

Müziğin, yarattığı hayal dünyası anlamında, size adeta sinematografik, bilinç dışı bir dünya yaratabildiğini fark ettiğim, rifler arası bir geçişin, bir bağlantı melodisinin dahi sizi görkemiyle, özgünlüğüyle adeta ezebileceğini hissettiğim en önemli albüm de, işte bu albümdür: THEORY IN PRACTICE – “Colonizing the Sun”.

Kült bir grup olduğunu düşünüyorum THEORY IN PRACTICE’in. Üç adet albüm çıkaran ve 2002′de çıkan “Colonizing the Sun”dan beri sessizlikte olan grup (bir daha da bir şey yapacaklarını sanmıyorum), türün yakın takipçileri tarafından el üstünde tutulan ve çok kısıtlı bir kesime ulaşsa da bu insanlar tarafından göklere çıkarılan işlere imza attı.

Bahsetmeye çalıştığım bu albüm, bir bütün halinde, dinlediğim en görkemli, yanına yaklaşmaya çekinilecek düzeyde üstün bir icra barındıran albümlerden biri. Kaosu ve ihtişamı aynı anda benzersiz şekilde yansıtan bir içeriğe sahip olan “Colonizing the Sun”, hissettirdikleri açısından şahsen başka muadil bulamadığım bir albüm.

colonizing_1

Hepimizin çok değer verdiği, diğer her şeyden ayrı tuttuğu albümler vardır. Benim için, “Colonizing the Sun”ı eşsiz yapan en önemli şey, dinlemiş olduğum belki de en sürreel müzik olmasıdır. Melodiler, rifler, kısacası her şey, size etkisine kapılmadan duramayacağınız bir atmosfer yaratırlar. Albüm, sanki piksellerden değil de notalardan oluşan bir görüntüler bütününe sokar sizi.

Bu albümdeki müzik size öylesine güçlü bir görsel portre çizer ki, dinlerken aklınıza gitar, davul çalan adamlardan ziyade, kendi benliği olan, sesle tasvir edilmiş bir evren gelir adeta. Bu tarz gruplar vardır, bilirsiniz; dinlerken aklınıza çeşitli aletlerle yaratılan bir sesler bütünü değil, daha makro, daha büyük, içinde görselliği de barındıran bir şeyler gelir. THEORY IN PRACTICE’in müziği işte böyledir. Örneğin “The Armageddon Theories” albümünü dinlerken gerçekten de kıyametin, var olan her şeyin yok oluşunun soundtrack’ini dinler gibi olursunuz. Bunu sağlamak için çok sert veya çok hızlı çalmasına bile gerek yoktur grubun. Öyle bir rif, üstüne öyle bir melodi atarlar ki, siz şarkıda bahsedilen o kaosu, yıkımı gözünüzde canlandırırsınız.

Aslında grup diyorum, “atarlar” diyorum da, hepsi tek bir kişiden çıkıyor bu acayip şeyin. “THEORY IN PRACTICE eşittir” dediğimizde, Peter Lake diye bir adamla karşılaşıyoruz. THEORY IN PRACTICE’in tüm müziğini besteleyen, belli ki manyak bir müzik zekası olan ve kendi başına öğrenmiş olmasına rağmen muazzam düzeyde gitar çalabilen bu insan, benim için özel anlamlar taşıyan bir müzisyendir.

Öncelikle Lake, korkutucu boyutlarda eşsiz bir besteleme becerisine sahip. Kafasında yaratmak istediği atmosferi bir ressamın fırçasıyla tuvale resim yapması gibi sesler yoluyla yansıtır size. Bunun içinse ne elektronik efektler, ne de acayip klavye sound’ları kullanır. Sadece bir gitar rifi veya melodi yeterlidir buna. Klasik müzikten ve Al DiMeola, John McLaughlin gibi ustalardan etkilendiği çok sesli tarzı, tek kelimeyle büyüleyicidir. Bir Jeff Loomis’in, bir Chuck Schuldiner’ın, bir Dimebag’in tarzını ne denli seviyor ve diğerlerinden ayrı tutuyorsam, Peter Lake de bu üçlünün arasında saydığım dördüncü isimdir. Böyle “en güzel”, “en mükemmel”, “en en en” diye kelâmlarda bulunmayı sevmem, ama düşünüyorum da, içindeki tüm soloların bu denli olağanüstü ve yaratıcı olduğu başka bir albüm aklıma getiremiyorum. Öylesine özgün ve yaratıcılar ki, hem de büyük çoğunluğu doğaçlama olmasına rağmen.

colonizing_armageddon

Son albümlerinde birlikte çaldığı yine kült olarak anılan progresif thrash metal grubu MEKONG DELTA‘dan ve yine pek çok kişiyi etkilemiş caz/füzyon grubu MAHAVISHNU ORCHESTRA ile death metale boyut atlatan gruplardan olan ATHEIST’tan yoğun şekilde etkilenen Lake, normal riflere olduğu kadar solo arkası riflere de çok önem veriyor. Şahsen özel ilgi alanıma giren solo arkası rifleri, THEORY IN PRACTICE’te gerçekten de gizli cevher hüviyetindeler. Üstelik sürekli tempo değiştiren bu rifler sayesinde, önlerinde coşmakta olan sololar da çoğu zaman poliritmik oluyor ve daha bir ilgi çekici hale geliyorlar. İlgilenenler için bir de kendisinin MUTANT adlı, THEORY IN PRACTICE’e çok benzeyen teknik black metal projesi vardı.

Gerçekten içine girmeye çalışarak dinlemedikçe verilenin alınamayacağı albümlerden olan “Colonizing the Sun”, teknikalite ve akıl almazlık anlamında bir öncesindeki “The Armageddon Theories” kadar şok edici ve “her şey daha teknik, daha karmaşık şarkılar için” felsefesini gütmese de, Lake’in de yorumlarında belirttiği gibi “Colonizing the Sun”, bahsi geçen albümdeki türde bir şeyden ziyade, daha çok “şarkı gibi şarkı” düsturunun güdüldüğü bir albüm.

Lake deyip durdun, kalan elemanlar fasülye mi diyecek olursanız, “evet fasülye, hem de Ayşekadın fasülye” demem tabii, hemen kısaca özetlerim. Albümde çalan manyak davulcu, grubu psikopat kardeş müzisyenler akımının bir üyesi yaparcasına Peter Lake’in kardeşi Patrick Sjoberg. Vokallerdeki isimse daha bir tanıdık, zira kendisi SCAR SYMMETRY davulcusu Henrik Ohlsson’dan başkası değil.

colonizing_third

Tüm bu sebeplerden dolayı, benim için THEORY IN PRACTICE dinlemek, diğer pek çok şeyi dinlemekle bir değildir. Dakika saniyeyi bırakın, şarkı adı dahi veremeyeceğim bir bütünlüğe sahip olan “Colonizing the Sun”, şurada bahsettiğim albümden sonra hayatımda en çok değer verdiğim ikinci albümdür. Bunlar fazlasıyla öznel yorumlar, farkındayım. Albümü dinleyen herkes bu şekilde düşünmüyor olabilir, hatta albümü sevmeyebilir. Veyahut THEORY IN PRACTICE’e benim başka herhangi bir teknik death metal grubuna baktığım gibi sıradan bir bakış açısıyla bakıyor olabilir. Ama madem ki bu albümden bahsetme fırsatım var, içimden geleni de söylüyorum.

Bu albümü benden başka bilen, seven tek bir kişi dahi gördüğümde bile sevineceğim düzeyde gizli bir cevher olan “Colonizing the Sun”ı, sadece sunulan bu eşsizliğin hakkını verecek şekilde dinleyebilecek olanlara öneriyorum.

colonizing_colonizing

Peter Lake’in bir röportajından:

“Eğer para kazanmak istiyorsanız, teknik death metal yapmayın. Teknik death metal TÜM zamanınızı, enerjinizi, akıl sağlığınızı emer, etrafınızda arkadaşınız kalmaz, kız arkadaşınız sizi terk eder ve karşılığında da bir kuruş dahi kazanamazsınız. Ama eğer kendinize zarar vermekten hoşlanıyorsanız, konuğum olun, deliliğin müziğinde bana katılın.”

SCORPIONS dağılıyor

Sunday, January 24th, 2010

Yeni albümü “Sting in the Tail“in detayları şuradan görülebilecek olan yılların grubu SCORPIONS, albümün ardından çıkacağı birkaç yıllık dünya turnesi bitince dağılacağını açıkladı.

scorpions_dagil_1

SCORPIONS, bahsetmeye gerek olmayacak düzeyde önemli albüm ve şarkılarla hard rock tarihinde kendine yer edinmiş, kırk yıldan uzun bir süredir müzik piyasasının içinde aktif olarak rol almaktaydı.

ENSLAVED yeni albüm kaydına başladı

Saturday, January 23rd, 2010

Başlıkta yazan şey oldu.

(Grup resmi)

Bişeyler.

(Video)

ROTTING CHRIST’tan yeni şarkı

Saturday, January 23rd, 2010

ROTTING CHRIST, gerekli detaylarını şuradan verdiğimiz yeni albümü “Aelo“dan “Noctis Era” adlı şarkıyı firması Season of Mist’in myspace’ine koydu. Saçma oldu, bir daha deneyelim.

Season of Mist, kadrosundaki gruplardan ROTTING CHRIST’ın yeni albümü “Aelo“dan “Noctis Era” adlı şarkıyı myspace’ine koydu (şimdi tamam).

Başka da bir şey yok.

METSATÖLL’den yeni albüm detayları

Saturday, January 23rd, 2010

Estonya’nın önemli gruplarından METSATÖLL, yeni albüm detaylarını açıkladı.

metsatoll_album_1

1. Ema hääl kutsub
2. Kui rebeneb taevas
3. Tuletalgud
4. Vaid vaprust
5. Äio
6. Vihatõbine
7. Kuni pole kodus, olen kaugel teel
8. Vägi ja võim
9. Minu kodu
10. Nüüd tulge, mu kaimud
11. Roju
12. Kabelimatsid
13. Verijää
14. Jõud

metsatoll_album_2

Yoğun folk etkilenimli bir heavy metal yapan METSATÖLL, pagan unsurları da müziğine ve imajına yediren bir yapıya sahip. Eski Estonca’da “kurt” anlamına gelen METSATÖLL kelimesini isim olarak seçen grubun, şarkılarında da bu kurt temasını sık sık işleyen bir profili var.

metsatoll_album_3

Sitesini de yenileyen grup, bununla kalmamış “Vaid Vaprust” adlı yeni şarkısını da myspace‘ine koymuş.

Pagan candır diyor, bir sonraki haberde görüşene kadar kardan adam yapmaya devam ediyoruz.

SOILWORK yeni albüm ismini açıkladı

Friday, January 22nd, 2010

Bir süredir sesi soluğu çıkmayan ve ayrılan gitaristi Peter Wichers’ın gruba geri dönmesiyle hummalı bir şekilde yeni albümünü hazırlamakla meşgul olan SOILWORK, 2010 ortalarında çıkması beklenen yedinci albümünün adını “The Panic Broadcast” olarak açıkladı.

soilwork_albumadi_1

Vokalist Speed yaptığı açıklamada “Albümün kaydı başladığında grup olarak hepimize büyük iş ve sorumluluk düşecek çünkü bu albüm şimdiye kadar yazdığımız icra bazında en zor şarkıları içeriyor. Gitar rifleri hem çok akılda kalıcı hem de bilinen SOILWORK’e göre çok daha teknik. Vokaller, davullar, daha çok gitar solosu, çılgın klavye bölümleri, hepsi de SOILWORK’ten duymaya alışık olmadığınız şeylerle dolu. Eski SOILWORK’le yeni nesil SOILWORK’ün bir buluşması gibi sanki” türevi şeyler demiş.

Mâdem öyle biz de bir eski bir de yeni SOILWORK’ten örneklerle bu haberi de noktalıyoruz.

Önce

Sonra

OBIYMY DOSCHU – Elehia

Friday, January 22nd, 2010

Ömer Kuş

Bugün, büyük ihtimalle birçok kişinin adını sanını duymadığı, yeni ama pek yetenekli ve duygusal insanlardan oluşan bir grubu tanıtmaya çalışacağım elimden geldiği kadar. ANATHEMA fanları, “OPETH keşke sadece akustik müzik yapsa” diyenler ve genel olarak duygusal, melodik, dingin ve hüzünlü, “kış albümü” arıyorum diyenler, hepiniz gelin yamacıma. Şu anda yeni favori grubunuzu keşfediyor olabilirsiniz.

Bizleri Ukrayna’dan selamlayan grup hakkında İngilizce bilgilere ulaşmak gerçekten zor. Ama zaten “2003 yılında gruba Igor girdi, Ivan çıktı (akla gelen ilk Slav isimleri sallamak), sonra Igor’un yeğen var bi tane bildin mi? Alexander, heh, o girdi işte.” gibi olaylara girmek istemiyorum. Grup 2006 yılında Kiev’de kurulmuş, tek bildiğim bu açıkçası. Yaptıkları müziği “lyrical, autumn rock” diye tanımlamayı uygun görmüşler. Söz bazlı, sonbahar tadında bir müzik diye çevirirsek çok da abes olmaz herhalde. “Elehia” Ağustos 2009’da bedava indirilebilir olarak piyasaya çıkmış ilk ve tek albümleri. Etkilendikleri isimler arasında ise ANATHEMA, OPETH, THE GATHERING, EMPYRIUM ve MY DYING BRIDE’ı göstermişler.

Albüm ilk olarak bizi nefis bir kapakla karşılıyor. Tamam belki çok orijinal falan değil ama kimin umurunda? Tam da albümü dinlerken aldığınız hissin resmini çizer nitelikte adeta. Pek naif, pek doğal.

elehia_elehia

Müziğe geldiğimizde ise gerçekten ortada harika bir iş var bence. Metal demiyorum zaten, akustik, progresif rock, neofolk ve doom etkilerinin olduğu bir rock albümü demek doğru olur sanırım. Grup akustik gitar ve elektrogitarı bu tür bir müzikte olabilecek en iyi şekilde kullanmış. Özellikle elektronun tonuna hasta oldum, nasıl tatlı bir şeydir o öyle? Diğer enstrümanları ezmeden güzel güzel takılıyor. Dinledikçe dinleyesiniz geliyor, 55 dakikalık gayet uzun sayılabilecek bir albüm akıp gidiyor resmen. Elemanlar “duygusal solo” olayını bitirmişler zaten, her şarkıda çok tatlı elektro soloları var. Benim gibi hisli soloların ve minimal melodilerin köpeği olanlar için bir hayli doyurucu bir materyal var diyebilirim.

elehia_4

Akustik ve elektrogitarın yanında yaylıların kullanımı da dikkat çekici. Keman ve viyola öyle bir yerlerde girip öyle güzel destek veriyor ki, etkilenmemek zor. Bunun dışında klavyenin abartısız kullanımı atmosferi pekiştirmekte iyi rol oynuyor. Evet, yine atmosfer dedim, artık bu kelimeden tiksindik hepimiz ama bu albümün de kendine özgü bir havası var, sözlerinden hiçbir şey anlamasak bile o sonbahar havasını koklayabiliyoruz adeta. Enstrümanlar da hiçbir ekstra mastürbasyon olayına girmeden yalnızca kullanılması gerektiği kadar kullanılmışlar.

Yani gerçekten albümün bir eksisini söyleyeyim diyorum ama bir şey gelmiyor aklıma (Sayfadaki klibi görmezden gelin, dinleyin sadece. Arabesk Türk klibi lan bildiğin!). Belki tüm albümün Ukraynaca olması? Bilmiyorum, ben ki EMPYRIUM, MY DYING BRIDE gibi grupları birkaç şarkıdan sonra dinleyemeyen insanım, bu albümü defalarca sıkılmadan dinledim.

Sanırım bunun nedeni albümün melankolisinin yeterli dozda tutulmuş olup, sizi boğmaması. Yani sadece kafa dinlemek istediğim zaman da bu albümü açıyorum, şöyle tatlı bir iki solo dinleyeyim dediğim zaman da bunu açıyorum. Öyle dinleyip de bunalımlardan bunalımlara koşturacak bir müzik yok yani bence. Gece dinlendiği zaman ise tadı bir başka tabi.

Bu grup ve albüm beni gerçekten düşüncelere itti. Böyle bir albüm, grubun websitesinden bedava olarak indirilebiliyor. Adamlar yalnızca müziklerini daha fazla kişiye duyurma niyetindeler ve ortada gerçekten üzerinde emek verildiği belli olan samimi bir çalışma var. Ama çok az kişi bunun farkında. Eminim rock/metal dünyası böyle iki arada bir derede kalmış minimal şaheserlerle dolu, ama onları keşfetmek her zaman mümkün olmuyor. Ben bu grubu dinlediğim ilk andan itibaren “Bu müziği daha çok kişi duymalı” diye düşünüp kritiğini yazmayı aklıma koydum. Umarım bu yazı sayesinde birkaç kişi de olsa, seveecekleri yeni bir grubu keşfetmenin tadını yaşar. Kısaca isyanım, kitleler onlarca boktan albümü dinlerken, böylesi müzik yapan samimi müzisyenlerin arka planda kalmasınadır. Zalım dünya.

Son söz olarak, bu yazı biraz olsun ilginizi çektiyse aşağıda grubun websitesinden gayet legal bir şekilde albümü indirip dinleyebilirsiniz. Sonra isterseniz arkadaşlarınızla paylaşın, kopyalayın, dağıtın, daha çok kişiye ulaştırın, size kalmış.

Beleş albüm için tıkla!

ARSIS’ten yeni klip

Friday, January 22nd, 2010

Hem melodik hem teknik bir death metal icra eden Amerikalı grup ARSIS, 9 Şubat’ta çıkaracağı yeni albümü “Starve For the Devil“dan, ayrıntısını şurada görebileceğiniz “Forced to Rock” adlı şarkıya çektiği klibi yayınladı.

“Starve For the Devil”ın diğer ayrıntıları nasıldı diyecek olursanız, aha da şöyleydi:

arsis_starve_1

01. Forced To Rock
02. A March For The Sick
03. From Soulless To Shattered (Art In Dying)
04. Beyond Forlorn
05. The Ten Of Swords
06. Closer To Cold
07. Sick Perfection
08. Half Past Corpse O’Clock
09. Escape Artist
10. Sable Rising
11. A Pound Of Flesh (For The Hell Of It) – Bonus
12. The Lake (KING DIAMOND cover’ı) – Bonus

LAMB OF GOD’dan belgesel ve yeni DVD

Thursday, January 21st, 2010

LAMB OF GOD, Aralık ayında başladığı ve Ekim’e kadar sürecek olan üçüncü “Wrath” turnesinde yanına profesyonel bir film ekibi alacağını ve daha önce hiç gitmediği yerlere gidecekleri bu turneyi bir tur belgeseline dönüştüreceklerini açıkladı.

lambofgod_belgesel_1

Grup, belgeselin Singapur gibi albümlerinin dahi satılmadığı yerlerde nasıl karşılanacaklarını, bu müziğe karşı hoşnutsuz olunan yerlerde ne gibi şeylerle karşılaşacaklarını belgeleyeceği için önem taşıdığını da sözlerine eklemiş.

Grubun davulcusu Chris Adler da “mesela ücra bir yerlere gitsek, birimiz olay çıkarsa ve kısa bir süreliğine hapse girse, belgesel açısından hiç de fena olmazdı. Böyle bir şey olursa, zaten muhtemelen Randy’ye olur. Ama tabii az bir kefâletle serbest bırakılacağı bir yer olması da önemli” şeklinde latife yapmış. Belgeselin çıkış tarihi henüz belli olmayan yeni DVD’de yer alması muhtemel gözüküyor.

lambofgod_belgesel_2

Bu taraflarda albümleriniz satılıyor, önce bir buralara gelseniz diyoruz (kime diyoruz?)

F.K.Ü. – Where Moshers Dwell

Thursday, January 21st, 2010

Sinema tarihinin belki de görüp görebileceği en efsanevi seri katili Freddy Krueger’dır. Ve de iki binli yılların en iyi thrash metal/crossover grupları İskandinav ülkelerinden çıkmaktadır. (Aslında en iyi grupları da oralardan çıkmakta ya neyse.) By Area tahtını sollayacak derecede oldschool ve de olması gerektiği kadar hızlı olan bu gruplar türlü komiklikler ya da ilginçliklerle bir şekilde öne de çıkıyorlar. Nefis görsel tasarımlar, ilginç konseptler bir yana müziklerinin daimi canlılığı bambaşka güzel.

F.K.Ü. (Freddy Kreuger’s Ünderwear) de konsept konusunda işini hakkıyla yapan, en az Freddy Kreuger karakterinin olduğu kadar komik (aslında buna eğlenceli demeyi yeğlerim) ve de karizmatik bir grup. D.R.I. gibi bir crossover efsanesinin ve de Testament, hatta Vio-lence’ın verdiği etkilenimle birlikte Nuclear Assault, Anthrax ve Exodus karması bir thrash metal icrasıyla karşı karşıyayız. (Yani mükemmel!)

Haberleri dinlediniz şimdi hava durumunu öğrenmek için “Yine o adam”a bağlanıyoruz.

Korku teması rock ve metalin vazgeçemediği unsurlardan bildiğimiz üzere. Black Sabbath ya da Iron Maiden usûlü sözler bir yana, kimi zaman gore şekilde sunulan temalar, kimi zaman da seri katiller (Macabre is god!) söz konusudur. “A Nightmare On Elm Street” serisi korku sinemasının muhtemelen en etkileyici serilerinden biri ve bir crossover/thrash metal grubu için de biçilmiş kaftan. Ama konsepti iyi işleyebilmek, intro’ları ayarında kullanabilmek, seri katilin hakkını da yememek zor zanaat. Bunu başarabilmek için de grubun elinden geleni yaptığı aşikâr.

Yeni dönem grupların klişeleşen özelliği gibi düşünülen ama bence tam tersine oldschool gruplardan yadigâr olan adrenalin etkisini en bariz görebileceğimiz gruplardan biri Municipal Waste. Onun da modern olduğunu düşünen varsa gidip bir fırın ekmek yesin öyle gelsin. F.K.Ü’e gelince, onlar da seksenlerden fırlamış gibiler.

fku1

Yola oldukça erken çıkmış olan (1987) grup on yıldan fazla bir süre sonra (1999) ilk albümünü yayınlamıştı ki mevzu bahis albüm üçüncü stüdyo çalışmaları. Aralıklar o kadar uzun olsa da ortaya çıkan her albümde daha da oturmuş bir grupla karşılaşmamız gayet takdir edilesi.

Gitariste “axeoholic”, bas gitariste “bassoholic”, davulcuya “drumoholic”, vokaliste “voxoholic”, kendilerine de “moshoholics” diyorlar. Grubu orijinal sahalara taşıyacak kadar olmasa da özellikle öne çıkan birkaç şarkıyla (Twitch Of The Thrash Nerve, The Pit And The Poser ve Bedlia-Back For Cake) birlikte oldukça iyi bir albüm bu. Gitarlar genel olarak, olması gerektiği gibi, insanı rif delisi edebilecek düzeyde muhteşem. Thrash metalin yıkılmaz kalesi bas gitarlar fena sayılmaz, davul onlara ayak uydurmakta zorlanmamakla birlikte epeyce güçlü. Ama benim asıl bahsetmek istediğim şey vokaller.

fku2

F.K.Ü. elemanları geri vokalleri yapma vazifesini albüm kaydında eşit derecede paylaşmışlar. Asıl vokalimiz Larry Lethal düz vokallerde ağır bassa da scream ya da brütal vokaller en stratejik noktalara cuk diye oturmuşlar.

fku4

Hayatın gayet boktan, erkeklerin birbirinden denyo, kızların neredeyse tamamının salak, insanların düzenbaz olduğu bir dünyada kendinize bir iyilik yapın, F.K.Ü. dinleyin. Dinlemeyenin kâbusuna Freddy girsin.

Ayşe Nur

FAQ’dan yeni EP

Thursday, January 21st, 2010

2009 kurulumlu İzmirli death metal grubu FAQ, ilk ürünü “The Future” EP’sini geçtiğimiz Aralık ayında yayınlamış. Gruba dair tüm bilgileri içeren basın bülteni şöyle:

FAQ – THE FUTURE ( 2009 )

faq_1

Haziran 2009′da çalışmalarına başlamış olduğumuz self-release formatlı EP’miz, başta bize
bugüne kadar destek olan arkadaşlarımıza ve müzikseverlere FAQ ‘tan bir “Merhaba” niteliği
Toplam 6 bestemizin kaydını içeren “The Future” ; Günlük yaşantımızda bizleri etkileyen,
yaşadığımız ve tecrübe edindiğimiz bazı olaylardan yola çıkarak elimizden geldiğince bunları
müziğe yansıtmaya çalıştığımız, insani değerlerin kaybolduğu, güce olan zaafın giderek arttığı
ve gitgide daha da karanlığa sürüklendiğini düşündüğümüz bu dünyaya anlatmak
istediklerimizden oluşuyor.

faq_2

Sonunda CD olarak elimize geçen ve birkaç parçamızın Myspace sayfamızdan dinlenebilir
durumda olduğu “The Future” adlı EP mizin mutluluğunu sizlerle paylaşmaktan gurur
duyuyoruz. Yapacağınız tüm eleştiriler bizler için çok büyük önem taşımaktadır arkadaşlar.
Umarız sizler de bu çalışmamızdan keyif alırsınız.

faq_3

Grupla ilgili güncel detaylar aşağıda. Görüşmek üzere !
——————
İletişim Siteleri :
MYSPACE : http://www.myspace.com/faqnroll
FACEBOOK FAN PAGE : http://www.facebook.com/faqnroll
——————
FAQ Grup Üyeleri :
Fatih YAMAN (vokal)
Başar ERİŞTİRENOĞLU (gitar)
Aykan ÖZMEN (gitar)
Serkan ÜNAL (bas gitar)
Canberk UZUN (davul)
——————-
Kayıt, Miks, Master ve Prodüksiyon
Levent SAVRAN
Kapak, Logo, Genel Tasarım
Bora Mesut PALAS
(http://borastronaut.blogspot.com/)
Fotoğraflar
Özcan ÇALIŞKAN
———————-
Şarkı Listesi :
1.The Future (Instrumental)
2. Human Nature
3. Blind Witness
4. Revenge We Deserve
5. Day Dreamer
6. End of Beauty (Outro)
———————-

EP ’yi CD olarak edinmek isteyenler :

faqnroll@gmail.com adresinden irtibata geçerek CD‘yi temin edebilirler. İzmir içinde belirli ve malum noktalarda bulabileceğiniz EP kısa bir süre sonra Ankara ve İstanbul’da da yerini alacaktır. Diğer şehirler için tek çözüm şu an için kargo gibi durmakta. Edinmek isteyenlerin bizimle irtibata geçmesi yeterli. Kesinleşen EP Satış noktaları yakında duyurulacaktır.

PAIN OF SALVATION’dan “değişik” klip ve “daha değişik” Eurovision sunumu

Thursday, January 21st, 2010

PAIN OF SALVATION, birkaç gün önce duyurduğumuz “Linoleum” klibini dün yayınladı.

Klipteki kaslı beden ve göz altına sürme durumları, şimdiden hayranlar arasında çelişkili yorumlara ve ikilemlere yol açmış durumda.

Az önce elimize ulaşan bilgilere göre…

THE OCEAN’dan çifte albüm

Wednesday, January 20th, 2010

Almanya menşeili çok uluslu grup THE OCEAN, 2010 içerisinde iki adet albüm çıkaracağını açıkladı.

theocean_heliocentric_1

Konsept olarak birbirleriyle bağlantılı olan bu iki albümden ilki “Heliocentric” (Güneş-merkezli) adını taşıyor ve Mart ayında bizlerle buluşacak. Bu albümün konusu, Dünya’nın Güneş etrafından döndüğünün keşfi ve bu zamana kadar bunun tersine inanan Hristiyan dünyasının bu keşifle sarsılması imiş.

theocean_heliocentric

Ekim 2010′da çıkacak ikinci albüm ise “Anthropocentric” (İnsan-merkezli) adını taşıyor ve yaratım kuramı ile insanı yaşamın merkezi olarak kabul eden ve hâlâ Dünya’yı 5000 yaşında sanan günümüz kökten dinci Hristiyan dünyasının eleştirisini yapıyormuş.

theocean_heliocentric_2

Genel olarak Hristiyanlık çerçevesinden baksalar da, iki albüm de tek tanrılı din kavramının bir eleştirisi niteliğindeymiş.

IHSAHN – The Adversary

Wednesday, January 20th, 2010

Metal dünyası içerisinde gerçek anlamda bir sanatçı olarak gördüğüm ender isimlerden biridir Ihsahn, ya da gerçek ismiyle Vegard Sverre Tveitan.

adversary_5

Gelmiş geçmiş en önemli ve ilham verici black metal gruplarından biri olan EMPEROR’un arkasındaki en büyük güç olmasının yanında, bugün her biri birer klasik olarak görülen üç önemli EMPEROR albümünü de neredeyse çocuk yaşta yapmış olması insanı hayretlere sürükleyen bir durumdur (“In the Nightside Eclipse“-19 yaşında, “Anthems to the Welkin at Dusk“-22 yaşında, “IX Equilibrium“-24 yaşında). Bakın dikkatinizi çekerim, black metalin en büyük klasiklerinden biri olan “I Am the Black Wizards”ı 17 yaşında yazmış bu insan evladı. Çoğumuz 17 yaşında daha okuma yazma bilmirdig. Düşnün daa tam anlemiyle yazamrduk bille.

adversary_7

EMPEROR imzası taşıyan her şeyi seven ve genel duruşu ve tavrı itibariyle Ihsahn’a saygı besleyen biri olarak, EMPEROR’un dağılması beni ziyadesiyle hisli bir çocuk yapmış, bir daha Thus Spake the Nightspirit gibi, An Elegy of Icaros gibi şarkılar dinleyemeyecek olmanın üzüntüsü beni hayata daha isyankâr bakmaya itmişti (yok lan üzüldüm sadece).

adversary_6

Ihsahn’ın solo kariyere başlayacağı haberiyle ürperen bedenim, “The Adversary”nin ilk notalarını duymamla birlikte adeta uçuşa geçmişti. Sürekli gelişen ve değişen EMPEROR’un “IX Equilibrium”da müziğine iyice katmaya başladığı avangard işlerin, tümü Ihsahn tarafından bestelenen “Prometheus – The Discipline of Fire & Demise”da iyice artması ve black metal elementlerinin azalması, yine aynı dönemde Ihsahn’ın eşiyle birlikte yine avangard işlere giren PECCATUM‘u kurması, ta 1991′den beri albüm çıkarmadan sürdürdüğü THOU SHALT SUFFER‘ın neo-klasik/senfonik öğelerle dolu ilk albümü “Somnium“u da hemen akabinde çıkarması, Ihsahn’ın bir devinim içerisinde olduğunun en açık kanıtıydı.

Beş yıllık bir ara ve araya sıkıştırılan -muhtemelen bol kazançlı- bir EMPEROR reunion’ının ardından, 2005 Nisan’ında Ihsahn tıpkı N’SYNC’den ayrılıp ortamlara akan Justin Tİmberlake gibi (yuh) piyasaya daldı. Aslında daldı demek yanlış olur, zira Ihsahn, yani IHSAHN, konser vermeyeceğini, sadece içinde tutamadığı yaratıcılığını dışarıya dökmek, bunu insanlarla paylaşmak istediğini söyledi (“After”la birlikte konserlere başlıyor neyse ki).

Artık yavaştan albüme doğru yollanalım. A harfiyle başlayan üç IHSAHN albümünün ilki olan “The Adversary” (“The” fasülye), IHSAHN’dan EMPEROR gibi bir black metal yapmasını bekleyenlerin hiç hoşlanmadığı, ancak basının ve IHSAHN’ın takipçisi olan geniş kitlenin çoğunlukla çok beğendiği bir albüm olarak karşımıza çıktı. Davul hariç ne duyuyorsak (tüm vokaller, tüm gitarlar, baslar, klavyeler) tümünün IHSAHN tarafından çalındığı albüm, içerisinde black metal, death metal, heavy metal, progresif metal, avangard metal gibi pek çok farklı türün bir bileşimini sunan ve çoğunlukla OPETH’i nitelemek için kullanılan “ekstrem progresif metal” sıfatıyla anılan bir çalışmaydı.

adversary_2

IHSAHN’ın klasik müziğe olan merakı sayesinde çok sesli besteler yapabiliyor olmasının yarattığı iç içe geçmişlik ile oluşan katmanlı bestelerin yanı sıra, EMPEROR günlerini hatırlatan vahşilikte şarkıların ve MERCYFUL FATE’i anımsatan daha primitif ancak bir o kadar da karanlık anların da barındığı “The Adversary”, genel itibariyle bir “elitlik”, bir “sterillik” taşıyor olmasıyla dikkat çekiyor. Bu, onun eski günlerini özleyenleri en çok rahatsız eden konu elbette ki. Zira artık olanca yırtıcılığıyla “Sana sonsuza dek itaat edeceğim” diyen o dikenli genç gitmiş, yerine güneş gözlüğü ve ipek gömlek üstüne Versace takım giyen biri gelmişti. Gelmişti gelmesine de adam hâlâ hayvan gibi müzik yapıyordu. Derdiniz nedir arkadaşım?

“The Adversary”nin içeriğine değinelim biraz. Albüm, bence IHSAHN’ın bugüne dek yaptığı en iyi parça olan Invocation’la açılıyor. Hem clean vokal ve gitarların güzelliği, hem black metal emareleri taşıyan ve IHSAHN’ın kulu köpeği olduğum o hafiften çatlayan yırtıcı vokalleriyle süslü kısımların görkemiyle, Invocation benim şu ahir ömrümde en çok sevdiğim, son dört yıldır da hiç bıkmadan dinleyebildiğim ender şarkılardan biri.

Called by Fire gibi daha MERCYFUL FATE hisli heavy metalimsi şarkılar, ULVER’den bildiğimiz Garm’ın konuk vokalleriyle süslü Homecoming gibi daha progresif tatlar, Panem et Circences gibi black metal dozunun arttığı parçalar ve Astera ton Proinon gibi özellikle nakaratıyla akıl alan senfonik eserler, hep böğrümüze gelişigüzel hançerler saplayan enfes yapıtlar.

Garm dedik, ULVER dedik, IHSAHN haricinde albümde adı geçen diğer kişi de, sayısız önemli projeden tanıdığımız harika davulcu Asgeir Mikelson. Özellikle zil ve alto kullanımına kurban olduğum Asgeir bey, “The Adversary”yi baştan sona usta işi davullarla donatan deli bir performans sunuyor, kimi anlarda müziğin genelini mi yoksa sadece davulları mı dinlememiz gerektiği konusunda bizi ikileme düşürüyor.

adversary_1

Albüm genel olarak böyle özetlenebilecek olsa da, alt metinde daha alengirli durumlar da var. Takım elbise dedik, ciks dedik, ortam çocuğu dedik, Versace dedik; “Şeytan ayrınıtıda gizlidir” sözünün gönülden bir temsilcisi olan IHSAHN’ın albümün alt metinlerine gizlediği ve kendi inanç yapısını yansıtan kimi öğelerden bahsedelim biraz da. Takip edenlerin bildiği üzere, IHSAHN açık bir Satanist’tir. Her ne kadar onun Satanizm anlayışı çoğunluğun bildiği tarzda sembolik öğeler taşımasa da, IHSAHN din karşıtı hayat görüşünü Satanizm’e dayandıran bir insan. “Ben Satanistim” diye bağırmamasına ve bu tabiri de fazla sevmemesine rağmen, “elit” dediğimiz şu anki halinde bile bu konsepte dair göndermelere rastlıyoruz.

Daha en başta “Adversary”, şeytan için kullanılan isimlerden biri. Aslen baş düşman, karşıt güç anlamına gelse de, şeytanı simgelemek için de kullanılıyor. Yine şarkılara baktığımızda gördüğümüz Astera ton Proinon, yani “Sabahın Yıldızı” da şeytanı simgeleyen terimlerden biri. Yeni Ahit’in son kitabında, Tanrı dünyayı yarattığı sırada İsa’nın ve Lucifer’ın, bu yaratımın görkemiyle sabah vakti birlikte şarkı söyledikleri yazar. Lucifer, bildiğimiz gibi Şeytan’ın cennetten dünyaya atılmadan önceki adı; ki o da Luci-fer (Işık-taşıyan) anlamına geliyor ve “Morning Star” olarak anılıyor. IHSAHN abimiz de şarkıda ne diyor: “Ascend O’ Morning Star, Ascend” (Yüksel Sabah Yıldızı, Yüksel).

Evet bu gerçeği de ustalıkla ortaya çıkardıktan ve rahat ettikten sonra, son ıvır zıvırlarımızı da ekleyip bitirelim. “The Adversary”, bence bundan yıllar sonra bile hangisinin en iyi olduğuna karar verilemeyecek olan IHSAHN diskografisinin harika bir açılış yapmasını sağlayan, heyecan dolu, merak uyandırıcı, son derece zengin ve etkileyici bir çalışma. Şahsen bir IHSAHN hayranı olarak tek dileğim, IHSAHN’ın tıpkı MORBID ANGEL gibi alfabetik sırayla albümler çıkarmaya karar vermiş olması, her harften üç tane albüm çıkarmayı planlaması ve Z’ye kadar gitmeye de kararlı olması (oha ne etti, 26 çarpı 3, 78 albüm eder).

İnanırsak olur bence.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.