Eski HELLOWEEN gitaristi Roland Grapow’un melodik power metal grubu MASTERPLAN, 16 Nisan’da çıkacak yeni albümlerinin adını “Time to Be King” olarak açıkladı.
Hatırlanacağı üzere MASTERPLAN, 2006′da gruptan ayrılan ve pek çok yorumda dünyanın en iyi vokalistlerinden biri olarak gösterilen Jorn Lande’yi tekrar kadrosuna katmıştı.
AMORPHIS, son albümü “Skyforger“dan “From the Heaven of My Heart”a çektiği klibi yayınldı.
Temmuz ayında ülkemizde de göreceğimiz AMORPHIS, önceden duyurduğumuz üzere yakında bir de DVD çıkaracak.
“Skyforger”ın Finlandiya’nın Grammy ödülleri sayılan Emma Gaala’da yılın en iyi heavy metal albümü ödülünü aldığını da hatırlatarak vatandaşlık görevimizi yerine getirelim.
Not: Finlandiyalı değil Fin demeliydik… Bilemedik.
İtalya’nın en köklü gruplarından yirmi yıllık progresif death metal grubu SADIST, 19 Mart’ta çıkaracağı yeni albümü “Season of Silence”ın detaylarını açıkladı.
01. Aput
02. Broken and Reborn
03. Season in Silence
04. The Attic and the World of Emotions
05. Evil Birds
06. Ogron
07. Night Owl
08. Snowman
09. Bloody Cold Winter
10. The Abyss
11. Frozen Hands
12. Hiberna
1991′de kurulan ve üç adet progresif death metal albümü çıkardıktan sonra bir anda tarz değiştirip “Lego” adlı metalcore albümünü çıkaran SADIST, bu albümün ardından dağılmış, 2007′de kendi adlarını taşıyan albümle geri dönmüştü.
Grubun, albümle aynı adı taşıyan yeni parçasını da aşağıdan dinleyebilirsiniz.
Kapağı da verdik, yeni şarkı da verdik, bayağı verimli bir haber oldu bu. Ne güzel.
DARK TRANQUILLITY, çıkışına iki hafta kalan yeni albümü “We Are the Void“dan “Shadow in Our Blood”a çektiği klibi yayınladı.
“We Are the Void”un incelemesini, albümün İsveç’te piyasaya çıkacağı tarih olan 24 Şubat’ta sitede bulabilirsiniz (site olarak İsveç’te yaşadığımız için çıktığı gün alıp yazacağız).
OVERKILL, yeni albümü “Ironbound“dan “Bring Me the Night”a çektiği klibi az önce yayınladı.
Aynı gün hem albüm yazısı, hem de haberi çıkan OVERKILL’in, pasifagresif.com’u yüksek bir meblağdan satın aldığı haberi kulislerde konuşulanlar arasında.
Alışveriş yapmaktan (CD, kitap, dergi hariç) nefret eden bir insansanız, anneniz üstünüze başınıza bir şeyler almak için sizi sürükleyerek bir yerlere götürür. Aynı pantolonu, aynı bluzu aldığınızı gördüğünde de kriz geçirir. Bu durumda zevkler de renkler de tartışılır. Overkill sevgisi de aynı şekilde gayet tartışılır. Bunda en büyük ayırt edicilik sebebi Blitz’in karakteristik vokalleridir. Kült birkaç albümün (özellikle “Horrorscope”, belki “W.F.O.”, pek kimse bahsini açmasa da “The Years of Decay” ve kesinlikle hak ettiği değeri görememiş “Taking Over”) üzerine özellikle “W.F.O.” sonrasındaki modern bir değişimle birlikte kemik kitlesinin ilgisini büyük oranda kaybetmişti Overkill. Bunda zannımca en büyük etken efsane gitaristleri Bobby Gustafson’un gruptan ayrılmasıdır.
Thrash metalin en bilinen marşlarından “Necroshine” şarkısını da barındıran aynı isimli albüm pek çoğu için Overkill’ın zirvesidir. Ama bu durum Overkill’i anlayamamanın ya da yeterince dinleyememiş olmanın getirdiği bir sorundur diye düşünüyorum. Tavsiyem bir önceki paragrafta adı geçen albümlerin üç öğün dinlemesidir.
Bahsi geçen değişim sürecindeki en olağan gidişat grubun giderek daha da modernleşmesi, içimizden geleni yapıyoruz diyerekten yavaşça yok olması, besin zincirinin en altına yerleşmesidir. Ama Overkill, aynı şekilde bir değişimin ardından, aynen Onslaught ve Sadus gibi öyle bir toparlanma süreciyle karşımıza çıktı ki, uzun süredir grubun adını anmayanların da, normal koşullarda grubu sevmeyenlerin de, resmen umudunu kesenlerin de, “die-hard fan’ların” da dudağını uçuklattı.
2009 sonlarında malûm yerlere düşen albüm geçen yıl dinlediğimiz tüm efsane albümlerin yanında zerre sırıtmıyor, hatta bir kısmının pabucunu da dama atıyordu. Eski bir Overkill hayranı, genel olarak da bir thrash metal severi olarak hayran kaldım bu duruma. Özellikle albümün isim şarkısı başta olmak üzere on şarkının onu da mükemmel.
Gelelim bu albümü bu kadar efsane yapan, bu notu hak etmesine sebep olan durumlara. Öncelikle “altında müzisyen ya da prodüktör olarak adının yazdığı hiçbir albümü kötü olmayan” Peter Tagtgren burada da mix işlemine el atmış ve kendisi de ortaya çıkan şeyin tam olarak az evvel bahsettiğim kült albümlerin çıktığı dönem hissettirdiği şeyle eş değer bir hissiyata sahip olduğunu söylemiş. (Peter Tagtgren’le aynı fikirde olmak!)
Bir diğer durum Blitz’in tüm yeni dönem modern vokallere inat eski usûl thrash vokallerinde ısrar etmesi. Ki bu bence inanılmaz güzel bir sonuç ortaya çıkarmış. Çünkü “Horrorscope” albümünde olduğu gibi her şarkıya kendi kişiliğini kazandıran en önemli etken bizzat kendisi.
Aynı şekilde Overkill şarkılarıyla özdeşleşmiş olan D. D. Verni’nin fevkalede bas gitar kullanımı da bir diğer büyük etken. “Ironboud” albümünde artık orgazm seviyesine çıkan bu durum albümün genelinde de bu orgazmı zerre düşürmüyor.
Şarkıların bazı mühim noktalarında saygı duruşunun da es geçilmediği büyük gruplar bir yana albümü dinlerken hissedebileceğiniz en büyük yan etki ağzınızdan burnunuzdan alev çıkması, kapalı mekânlarda ya da toplu taşıma araçlarındayken tüm camları indirme ve duvarlara yumruk atma isteği ve de sürekli koşma arzusu uyandırması. Test edildi, onaylandı.
Tüm bunlar bir yana solo barındıran metal albümlerine özellikle ilgiliyseniz bu albümle birlikte mest olmanız da garanti. Sadece sololarla da değil thrash metalin en nefis kaidelerinden breakdown kullanımı için de aynını söyleyebilirim. Diğer yandan, normal Overkill albümlerinin de, aslında genel anlamda thrash metal gruplarının da, muhtemelen vokal ve bas gitarın ön planda olmasından kelli oluşan, davul atraksiyonlarına dinleyiciyi yeterince adapte edememe (Lombardo’yu tenzih ederim) sorunu da bu albümle birlikte yıkılıyor.
“Horrorscope” albümünde enfes bir davul performansı gösteren Sid Falck’ı aratmayan, hatta kendisini beşe bölüp on beşe katlayan Rob Libnick’i de saygıyla bir kez daha selamlıyorum.
Ortalama şarkı süresinin de normal thrash metal gruplarına nazaran uzun olduğu “Ironbound” kesinlikle yılın en önemli olaylarından biri. Beğenmeyenin bırakın metali, müzik dinlemeyi kesinlikle bırakmasını, sanatla olan ilgisine ebru falan yaparak devam etmesini öneriyorum.
Vur dedik ama resmen öldürdü Overkill. Muhteşem bir sunumla (özellikle kapağa dikkat ediniz) da resmen ziyafeti efsane hâle getiren Overkill için hep bir ağızdan söylüyoruz:
5 Nisan 2002 birçokları için acı bir gün. Müzik dünyasından bir yıldız daha kayıyor, veda ediyor dünyaya, çok erken bir veda.
Mazisine baktığımızda fahişe imajlı, 80’ler kırması bir müzikle başlamış Alice In Chains. Çok geçmeden anlaşılmış bu gürültünün yavanlığı, aynı yıllarda Pantera’nın da girdiği kabuk değiştirme evresine girmiş grup. Bu durum kızlar ve homolar Alice N’ Chainz, harbi olanlar Soundgarden takılır yaftasını oluştursa da ikisinin de sound bakımından nerelere vardıkları ortada. Bir şey demiyorum!
Sene 1990 ve grup Columbia Records çatısı altında emin ellerde, ortada hâlâ bir kayıt yok ancak gruba olan güven tam. Metallica’nın aynı dönem ergenliğin son dönemlerinde oluşu ve büyümek işinin suyunu çıkarması, Clash of Titans’a sırtını çevirmesine sebep oluyor. İşte tam bu noktada olması engellenemez olayların vuku tarihi geriye çekiliyordu. Evet elinde bir demodan başka şeyi olmayan grup, Slayer, Anthrax, Megadeth ile turnedeydi. Üstelik onların müziğine hiç uymayan “sound”larıyla.
Ardından olanları zaten herkes biliyor. Man in the Box patladı, Alice in Chains kendisini beğenmeyenlere orta parmağını kaldırdı. Feleğin bir ikinci oyunu, memleketlisi Nirvana/grunge devrimi ve grubun bu şansı da çok iyi değerlendirip en fazla satan 3. grunge albümü Dirt’ü yazmasıydı. Sonrasında gelense tarihte ilk defa bir numaraya oturan EP’leri, ardından gelen albüm ve akustik kayıtlarla grubun zirvesiydi.
O malûm olaydan önce verilen “ara”, üyeleri farklı projelere yönlendirmişti elbette. Son stüdyo kaydı 1995′te yayınlanmıştı. Asıl adamın yokluğu, diğer üyelerin de sapıtması son kayıt tarihinden beri geçen zamanı uzattı elbet. Ancak bu olaylar zinciri şimdi ters tepkimesini ortaya koymuş durumda. Yıl 2009 ve grup yeni bir solist ve sound’la ortada.
Albüm tamamıyla Layne Staley’e adanmış durumda. Her şarkının araya sıkışmış dizelerinde ona rastlamak şaşırtıcı değil. Albümü açan dizeler örneğin;
Hope, a new beginning
Time, time to start living
like just before we dead
Grup, albümde bildiği en iyi işi yapmış, sert ve soft şarkıları çok iyi harmanlamış. Mesela A Looking In View gibi distortion abidesi bir şarkının ardından gelen, elemanların acı dolu günlerinden sıyrıldıklarını anlatan When the Sun Rose Again hiç sırıtmıyor. Ya da bir doom/groovy harikası Check My Brain’in “tek düzeliği” hiç göze batmıyor. Yine eski leş günlerden, acıyla kapışıp yaşamı seçmekten bahseden Your Decision albümün ağırlığını zerre hafifletmiyor. Nakarata yüklenen kişiye özel gazap Private Hell hiç sıkmazken, saykodelik dokunuşlarıyla Acid Bubble ancak yirminci dinleyişinizin ardından akla, “nasıl bir kafayla yazıldı acaba” sorusunu getiriyor. Ve, hüznün yerini depresyona bıraktığı o eşsiz şarkı içinse bir şey söyleyemiyorum. Gerçek bir başyapıt, muazzam bir saygı duruşu. Albüme adını veren bu şarkı için daha ne denebilir ki, lafı uzatmak ona halel getirmektir.
“Black Gives Way to Blue”da olan şey kesinlikle grunge değil, bunun adı heavy metal. Grup hiç olmadığı kadar groovy. Kafadan giriyorum, grubun eski işlerinin birçoğundan da önde. Albüme getirebileceğim tek olumsuz eleştiri ise grubun solisti William Duvall’ın özgün bir ses rengine sahip olmayışı, orta karar Amerikan hard rock gruplarında söyleyen solistler gibi. Asıl işi gitar olan Jerry Cantrell’in vokallerine ise yorum getirmek harcım değil, saygıyla eğiliyorum.
Performanslar için söylenebilecek ise bas ve davulun eski dönem işlere göre daha geride kaldığı. Bilen bilir, grunge alemi içerisinde en özgün davulcunun Sean Kinny olduğunu yahut Mike Inez’in alemlerde tekniğine nasıl saygı duyulduğunu. Ama bu albümde öyle olmamış işte, göreve kilitlenmişler sanki, bas ve davul orgazmı yok kısacası. Gitar içinse Jerry’nin bir rif tanrısı olması, Alice’in her şarkısında katkısının oluşu, her şeyi açıklıyor. İşin yanisi, bu adama laf eden Seattle eyalet sınırlarından öteye geçemez.
Son demde, 14 senelik suskunluğu bozan bir grubun, bir adımı hüznün ırmaklarında diğeriyse umutta olan kusursuz bir albümü bu. Söylenecek daha fazla bir şey yok!
3 Nisan’da piyasaya çıkacak “The Wicked Symphony” ve “Angel Of Babylon”un detayları şöyle:
The Wicked Symphony:
01. The Wicked Symphony
02. Wastelands
03. Scales Of Justice
04. Dying For An Angel
05. Blizzard On a Broken Mirror
06. Runaway Train
07. Crestfallen
08. Forever Is A Long Time
09. Black Wings
10. States Of Matter
11. The Edge
Angel Of Babylon:
01. Angel Of Babylon
02. Stargazers
03. Your Love Is Evil
04. Death Is Just A Feeling
05. Rat Race
06. Down In The Dark
07. Blowing Out The Flame
08. Symphony Of Life
09. Alone I Remember
10. Promised Land (Part 2)
11. Journey To Arcadia
Konuk sanatçı arsızı grup, bu albümünde de şöyle bir terbiyesizliğe imza atıyor:
# Klaus Meine (Scorpions)
# Tim “Ripper” Owens (Judas Priest, Yngwie Malmsteen, Iced Earth)
# Eric Singer (Kiss, Alice Cooper)
# Michael Kiske (Helloween)
# Jorn Lande (Masterplan, Ark, Millenium)
# Bob Catley (Magnum)
# Sascha Paeth
# Felix Bohnke (Edguy)
# Alex Holzwarth (Rhapsody Of Fire, Sieges Even)
# Russell Allen (Symphony X)
# Jens Johansson (Stratovarius, Dio, Yngwie Malmsteen)
# André Matos (Angra, Shaaman, Viper)
# Bruce Kulick (Kiss, Grand Funk Railroad)
# Cloudy Yang
# Oliver Hartmann (At Vance, Hartmann)
Dave Mustaine, yakında açıklayacağını duyurduğu büyük sürprizini az önce açıkladı ve 1983′ten 2002′ye kadar grupta olan ve olaylı bir şekilde MEGADETH’ten ayrılan David Ellefson’u tekrar gruba aldığını duyurdu.
Bu katılımın kasıtlı olarak grubun “Rust in Peace”in 20. yılı turnesine denk getirildiği ve bu sayede turneye olan ilginin arttırılacağı konuşuluyor.
Bilindiği gibi ikili ayrılmalarının ardından birbirlerine etmedik laf bırakmamış, hatta Ellefson kendisine manevi sıkıntı verdiği ve gruptaki haklarını çiğnediği iddiasıyla Mustaine’e 18.5 milyon dolarlık bir dava bile açmıştı.
Güncelleme: David Ellefson bugün yaptığı açıklamada “James Lomenzo gruptan ayrılacaktı. Shawn Drover beni aradı ve ‘Mustaine’le konuşmak istiyorsan, şu an tam sırası’ dedi. Biz de irtibata geçtik ve konuştuk. Her şey iki gün içinde olup bitiverdi” demiş.
Bu yılki Eurovision’a Norveç adına katılmak amacıyla yarışan KEEP OF KALESSIN’in “Dragontower” adlı şarkısı, yarışmada üçüncü olarak Norveç’i temsil etme şansını kaybetmiş.
KEEP OF KALESSIN’e göre şarkı Norveç genelinde 250.000 oy olarak ve televizyondan da milyonlarca kişiye ulaşarak grubun amaçladığının da ötesinde bir reklam sağlamış. Şimdi gözler “Road Salt”la İsveç için şansını deneyecek olan PAIN OF SALVATION’da.
RUSH davulcusu Neil Peart, yeni materyal üzerinde çalışmaya başladıklarını açıkladı.
Peart açıklamasında “RUSH olarak bu seneye “Ar-Ge” (Araştırma Geliştirme) adını verdik. Bu sene içerisinde yeni bir şeyler yazacağız ve canımız istediğinde de yayınlayacağız. Bu birkaç şarkılık bir ürün de olabilir, yeni, büyük ölçekli bir albüm de. Sonra da ne zaman istersek turlayacağız. Eskiden böyle değildi. Bir sene albüm yazar ve kaydeder, sonraki sene de turlardınız. Artık daha özgür hissediyoruz. Ne istersek onu yapacağız, ama illâ ki bir şeyler yapacağız” şeklinde konuşmuş.
Müzik endüstrisinin şu anki halinden de yakınan Peart şöyle devam etmiş: “‘Snakes and Arrows’ çıkışının ardından iTunes’da giderek daha az ilgi gören bir albüm oldu. Geçen gün PORCUPINE TREE diye bir grubun konserine gittim. Grubun beyni Steven Wilson’la da bu konuyu konuştum. Geçtiğimiz sene içerisinde “The Incident” diye bir albüm çıkardılar. Albüm 55 dakikalık tek bir şarkıdan oluşuyor ve bu bile müzik endüstrisinin şu anki iTunes ve benzeri türde medyalar eksenindeki haline karşı bir isyan anlamına geliyor. O da bu amaç için bu denli uzun ve iTunes’da veya insanların karışık şarkı listelerinde yer almayacak uzunlukta bir şey yapmış. Bu önemli bir şey. Tüm bu gidişata hayır diyebilmek. Bir albümün onurundan vazgeçmeyi göze aldığınızda hem bir müzisyen, hem de bir birey olarak kaybedeceğiniz çok şey vardır. Bu sebeple Wilson’ın yaptığı bu reddedişi seviyorum. Biz de bu tarz bir sınırsızlık içerisinde hareket edebilecek bir grubuz. Kısacası, ufacık bir şey de yayınlayabiliriz, bir albümden daha fazlasını içerecek bir şey de”.
THERION, bitmesine az kalan yeni albümünün adını “Sitra Ahra” olarak açıkladı.
Grubun lideri Christofer Johnsson “THERION standartlarına göre bile muazzam bir şeyler bekleyin” diyerek beklentileri yükseltmiş (ateşle oynuyorsun Christofer).
Uzak diyarlarda, metalin çok güzel icra edildiği ülkelerden biri olan Kanada’nın bu sıralar öne çıkan gruplarından biri de The Agonist. Grubun en çok dikkat çeken özelliği, seksapeliyle doğru orantılı bir sese sahip hatun vokal Alissa White-Gluz. Metalcore yapan grubun iki albümü var. İlk albümü “Only Once Imagined” genel olarak otoriteler tarafından pek beğenilmese de içindeki akılda kalıcı ve genelde gaz verme işlevi gören parçalardan dolayı benim tarafımdan o kadar da kötü bulunmamıştı.
2009’da çıkan ikinci albümü “Lullabies For The Dormant Mind”, bir önceki albümü kaldığı yerden devam ettirmeyen, daha deneysel ve gruba dair çok daha olumlu izlenim bıraktıran bir albüm. Gruptan bir öncekine benzer bir albüm ve gittikçe artan bir ticari kaygı beklenirken böyle bir iş çıkması ben dahil birçok kişide bir göt olma etkisi yarattı.
Öyle devrimsel bir şey beklemeyin ama grup gerçekten de şaşırtıcı gelişmelere imza atmış. Eski albümle kıyaslanmayı hak etmeyecek derecede olumlu şeyler var. Üstelik belirli enstrümanlarda da değil. Grup hem teknik anlamda, hem yaratım anlamında topyekün kendini aşmış. Belki de bu potansiyel önceden de vardı ama ilk albümde bunu hemen dökmek istememiş olabilirler. Demek istediğim, grup uçmamış ama bu albüm öncekiyle kı-yas-la-na-maz.
Gelişme konusunda ilk dikkat çeken enstrüman davul. Bir önceki albümde genelde düz giden davullar bu albümde hem hız hem varyasyon konusunda çok ilerleme kaydetmiş. Hatun vokalimiz güçlenmiş, riflerin kalitesi artmış.
Bunların dışında tarzda da değişikliklere gidilmiş. Bu albümde grubun hafiften saykodelik tarafı ortaya çıkmış. Klavyenin etkin olduğu kimi yerlerde ve beklenmedik geçişlerde bunu anlamak mümkün. Klavye ve vokal oyunları albümün içine çok profesyonelce yoğurulmuş. Bu zaman zaman grubun ucundan tattırdığı saykodelik havayla birleşince çok canlı bir ruh yaratmış. Vokalden söz açılmışken hanım kızımız bir metalcore albümünde bulunması gereken tüm vokalleri, hatta fazlasını yapıyor.
“Lullabies For The Dormant Mind” türü içinde gerçekten de enteresan bir albüm sayılabilir. İlk dinlediğim zamana döndüğümde bayağı ilgiyle dinlediğimi hatırlıyorum. Birçok kez “hmm acaba şu olaydan sonra ne yapacaklar?” diye kendi kendime sormuştum. Neredeyse tümünden de memnun kalmıştım (Albümün klip çekilen ikinci parçası Thank You, Pain bence albümdeki en zayıf parça olmaya aday. Parçayı dinleyip de “nerde lan bunun enteresanlığı?” demeyin).
Türümüz metalcore ise breakdown’lardan bahsetmemek olmaz. Her breakdown’ın dinleyeni doyuracağı konusunda garanti verebilirim.
Yalnız şöyle bir durum var: Hatun vokal milletin gözüne biraz fazla sokuluyor. Tamam gerçekten hoş, seksi vs. ancak kliplerde kameranın hatunun fiziğine, dudaklara doğru sık sık yakınlaşması da ufaktan ‘ticari kaygı’ gibi bir durumu sorgulatıyor.
Daha önce de söylediğim gibi, her grubun ticari kaygısı vardır. Seçecekleri yol kendilerinindir. Ancak vokal hatunu milletin gözüne sokmaları da benim gözüme batmıyor değil. Pek samimi bir portre çiziyor diyemeyeceğim. Ancak çok da önemli bir faktör değil bence. Angela Gossow için de durum aynı zaten. Bu da böyle ufak bir şikayet olarak kalsın.
En nihayetinde, albüm türe yeni bir bakış açısını tam getirecekken ucundan sıyıyor ve bence “geçiş albümü” görevini üstleniyor. Aslında bir geçiş albümü olmasını umduğum için böyle diyorum. Eğer bir sonraki albümleri, bu albümün grubu farklı kılan etkenlerini geliştirmeye yönelik olursa manyak bir şeyler ortaya çıkabilir. Haydi gençler, asılın.
Finlandiya’nın köklü heavy metal gruplarından TAROT, 23 Nisan’da yayınlayacağı dokuzuncu albümü “Gravity of Light“ın kapağını açıkladı.
Çeyrek asırlık ömrü olan TAROT, NIGHTWISH ve eski SINERGY basçısı Marco Hietala önderliğinde ilerleyen ve albümleri Finlandiya’da büyük ilgi gören bir grup.
Grubun son albümü “Crows Fly Black”ten çıkan ilk single “You” Finlandiya single listelerine bir numaradan girmiş, aynı şekilde geçtiğimiz sene çıkan konser DVD’si “Undead Indeed” de çıktığı hafta Finlandiya’nın en çok satan DVD’si olmuştu.
Bayağı iyi olabilir. Hatta türünün en iyilerinden bile olabilir. Elinizde kokteylinizle “hah hah ha, hadi oradan” deyip hunharca güldüğünüzü duyar gibiyim. O zaman gelin ve elimizdeki albümü incelemeye başlayalım.
Evet şu ana kadar muhtemelen anladığınız gibi, MYRKGRAV, Lars Jensen isimli Norveçli bir delikanlının tek kişilik projesi. “Norveç, tek kişi, metal” kelimelerinden dolayı aklınıza hemen çok karanlık ve mistik “Lord Xethul” takma adlı ve corpsepaint’li bir tip geldi biliyorum, çıkarın onu aklınızdan. Lars gayet efendi bir çocuk.
Annesinin sevgiyle yoğurup ördüğü hırkayı giyip poz veren, fotoğraflarda “en sert ben olmalıyım ulan!” kafasından çok uzak, müziğini yapıp işine bakan, bu açıdan da benim saygı duyduğum bir şahsiyet. Tabii ki saygı duymamın asıl sebebi, girişte de belirttiğim gibi bu albümün şahaneliği ve bunun arkasındaki tek ismin Lars Jensen olması.
MYRKGRAV’ın müziği en geniş tabirle folk metal içinde değerlendirilse de, burada herhangi bir yerel enstrüman kullanımı yok. “Folk hissi” yalnızca şarkılarda işlenen temalarda (bunların da hiçbirini anlamıyoruz zaten, hepsi Norveççe) ve gitarla çalınan melodilerde veriliyor. Bu yüzden folk metal denince “Almayayım hacı” diyenlerdenseniz bile bu albümü sevme olasılığınız yüksek. Melodik black metal ile folk metal kırması bir albüm diyebilirim herhalde kısaca. Hatta dedim bile.
Bizi gayet hoş bir kapakla karşılayan “Trollskau, Skrømt og Kølabrenning” (Troll Ormanları, Hayaletler ve Kömür Yakımı), MYRKGRAV’ın ilk ve şimdiye kadarki tek albümü. Vokali, gitarı, synth ve davulları Lars Jensen üstlenirken, bas gitarı Espen Hammer çalmış. Bunun dışında iki konuk vokalist var.
Albümde ilk şarkıdan sonuncuya kadar hiç sıkılmamanızı sağlayan zengin bir içerik var. Öyle ki, ilk dinlemede bile bu işe emek verildiği ve aceleye getirilmediği, üzerinde uğraşıldığı belli oluyor. Zaten daha sonra Lars’ın myspace adresinde yaptığı, ikinci albümün neden geciktiğine dair bir açıklamayı okuduğumda da gördüm ki, bu albümü yaparken tamamen müzik aşkıyla, sevdiği bir şeyi yapmış olmak için yapan Lars, ikinci albüm için oturup şarkı yazmaya çalıştığında bunun artık bir “işe” dönüştüğünü fark etmiş. Bunun da şarkı yazma sürecindeki bütün eğlenceyi alıp götürdüğünü düşünmüş, ikinci albüm için yeterince rifi sonunda bir araya getirebilse de, kesinlikle ilk albümü yaparkenki hazzı almadığını da maalesef belirtmiş. Bu uzun ve dürüst açıklama bile Lars’ın ne kadar samimi bir müzisyen olduğunu gösteriyor bence.
İşte bu albümde de, hiç kasmadan sevdiği işi yapan gencin ne kadar başarılı bir çalışma ortaya koyduğu görülüyor. Akustik kısımlar, temiz erkek ve bayan vokal, Lars Jensen’in hem temiz hem black metal çığlıkları şeklinde vuku bulan vokali ve albümün asıl kozu, şahane gitar rifleri. Tremolo rifi dediğimiz, black metalde yaygın kullanılan riflere albümde bolca yer vermiş Lars, bunların büyük kısmı da gerçekten çok başarılı. Ama yalnızca tremolo rifler değil, buram buram İskandinavya kokan melodik rifler de gayet iyi icra edilmiş. Gerçekten takdir etmemek elde değil.
Bunun en iyi örneklerinden biri son şarkı olan “Endetoner” adlı enstrümental parçada görülebiliyor. İlk dinlediğimden beri hastası olduğum bu 2 küsür dakikalık şarkı yüzünden bir süre albümü bırakıp yalnızca bu şarkıyı dinlemiştim. Tabii büyük bir hata etmişim zira albümde boş şarkı yok.
Davulları da epey başarılı bulduğumu söyleyeyim. Özellikle zillerle değişik oyunlar oynamış Lars, bu müzikte pek de alışık olmadığımız bir şeyler yapmaya çalışmış en azından. Zil kullanımı dışında da şarkıları çok iyi destekleyen, gerektiği yerde blast beat’lere geçerek şarkılarıı bir kat daha yukarıya taşıyan başarılı bir davul var.
Bas da çoğu zaman duyulabilse de, kendi halinde takılıyor çok etliye sütlüye karışmadan. Zaten kimsenin de Steve DiGiorgio tarzı bir hayvanlık beklediğini sanmıyorum bu albümde.
Vokallere de şöyle bir değinip yavaştan toparlayayım. Dediğim gibi ağırlıklı olarak Lars Jensen’in black metal vokali mevcut, çok karakteristik olmasa da gayet başarılı olduğunu söyleyebilirim. Onun dışında gerektiği yerlerde giren erkek ve bayan konuk vokalistler var, şarkılarda anlatılan hikayeleri tamamlıyorlar kendileri.
Bu arada MYRKGRAV’ın şarkı sözlerinden hiçbir şey anlamasak da, Lars, o uzun yazısında belirttiği gibi şarkı sözlerine çok önem veriyor. Şarkı sözü yazımında, uzun uzun araştırmalar yapıp, konsepte uyacak hikayeler bulup, bunları şarkıda söylenebilecek dizeler haline getirmek gibi bir yol izliyor.
Son söz diyorduk değil mi? Evet, bu tek kişilik projenin ilk albümü “Trollskau, Skrømt og Kølabrenning”, birçok folk metal grubunun 5-10 kişiyle yaptığı albümleri kıskandıracak derecede iyi.
Değişken, sıkmayan şarkı yapıları, insanın ruhunu okşayan, bazen de gaza getiren gitar melodileri, yerel enstrümanlara bel bağlamayan, üzerinde düşünülmüş besteler bu albümü tanımlıyor. Yalnızca folk metal sevenler değil, melodik black/viking metal sevenlerin de şans vermesi gereken güzide bir eser.
Metalcore’un adı sıkça anılan gruplarından BLEEDING THROUGH, 13 Nisan’da piyasaya süreceği ve grupla aynı adı taşıyan albümünün detaylarını açıkladı.
01. A Resurrection
02. Anti-Hero
03. Your Abandonment
04. Fifteen Minutes
05. Salvation Never Found
06. Breathing In The Wrath
07. This Time Nothing Is Sacred
08. Divide The Armies
09. Drag Me To The Ocean
10. Light My Eyes
11. Slow Your Roll
12. Distortion, Devotion
Yeni albümden “Anti-Hero” adlı parçayı şuradan dinleyebilirsiniz.
On yıldır müzik yapmakta olan grubun imajı konusunda biraz kararsız olduğu dikkatlerden kaçmıyor.
BLEEDING THROUGH aynı zamanda klavyecileri Marta Peterson’ı da en büyük promosyon malzemesi olarak kullanmaktan geri kalmıyor (ayıp resmen).
KING CRIMSON’ın efsane gitaristi Robert Fripp ile TOOL gitaristi Adam Jones, ortak bir albüm üzerinde çalıştıklarını açıkladılar.
TOOL’un verdiği uzun aralar yüzünden kendi projesi PUSCIFIER ile ilgilenen Maynard James Keenan’ın kendini bağcılığa ve şarap yapımına vermesinden fırsat bulan Jones, konuyla ilgili olarak “Aslında beş, altı yıldır böyle bir çalışma içerisindeyiz, ancak henüz finalize edemedik, biz de bu konuda ne yapabiliriz diye oturup konuştuk. Bu konuda bir şeyler yapacağız gibi gözüküyor” demiş.
Maynard James Keenan’ın TOOL’un verdiği uzun aralardan çok sıkıldığı ve bu yüzden kendi başına yaptığı işleri arttırdığı biliniyor.
Özellikle 2008′de çıkardığı “Diminishing Between Worlds” ile bir anda death metal dünyasının adı sıkça anılan grupları arasına giren Amerikalı DECREPIT BIRTH, üçüncü albümü “Polarity“nin kayıt aşamalarını gösteren stüdyo videolarından ilkini yayınladı.
Albümde yer alacak şarkılardan bazılarının isimleri de şöyleymiş:
“Life Cycles”
“Sea of Memories”
“Symbiosis”
“Beyond Eternity”
“Mirroring Dimensions”
DECREPIT BIRTH özellikle DEATH izleri taşıması ve death metalin hem brutal, hem de teknik yanlarını içinde barındırmasından dolayı türün meraklılarınca el üstünde tutuluyor.
Grubun bugüne dek Erlend Caspersen, Derek Boyer, Tim Yeung ve Kevin Talley gibi hayvanlarla çalışmışlığı da var.