# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

MEKONG DELTA yeni albümünü duyurdu

Friday, March 12th, 2010

Almanya’nın gizli kalmış cevherlerinden 25 yıllık progresif thrash metal grubu MEKONG DELTA, yeni albüm adını ve şarkı listesini açıkladı.

Wanderer On The Edge Of Time” adlı albümün içeriği şöyle:

01. Intro – Concert Guitar
02. Ouverture
03. “A Certain Fool” ( Le Fou ) / Movement 1
04. Interlude 1 – Group
05. “The 5th Element” (Le Bateleur) / Movement 2
06. Interlude 2 – Group
07. “The Apocalypt – World In Shards” ( La Maison Dieu ) / Movement 3
08. Interlude 3 – Concert Guitar
09. “King With Broken Crown” (Le Diable) / Movement 4
10. Intermezzo (Instrumental) / Movement 5
11. Interlude 4 – Group
12. “Affection” (L’ Amoureux) / Movement 6
13. Interlude 5 – Group
14. “Mistaken Truth” (Le Hérétique) / Movement 7
15. Finale

MEKONG DELTA, adını geniş kitlelere yayamamış olsa da, seksenlerin sonunda çıkardıkları albümler, “The Music of Erich Zann” başta olmak üzere sevenleri tarafından kült statüsünde görülmekte.

DISARMONIA MUNDI – The Isolation Game

Friday, March 12th, 2010

Bir grup kendini tekrar etme hakkına ne kadar sahip sorusu metal dünyasında hep yanıtsız kalmıştır. “Davayı sattılar!” ile “Hep aynı hep aynı sıkıldık!” arasında gidip gelen tepkilerin arasında dinleyicilerden derli toplu bir cevap alabilmek çok kolay değil. Disarmonia Mundi’nin bu iki ekstrem yorumu hakeden bir kariyer gelişimine sahip olması gayet ironik esasında. Bu nedenle türü seven sevmeyen herkesin beğendiği gayet yaratıcı progresif/melodik death metal klasiği “Nebularium”un ardından geçen zamanda Soilwork klonu, kopyala-yapıştır şarkılarla dolu biribirinin aynısı albümler çıkaran alelade bir gruba dönüşmeleri diğer gruplara ibret olmalı bana sorarsanız.

Tamam, “Nebularium” özel bir albüm. Mantıklı bir dinleyici, “Nebularium” döneminde klasik manada bir grup hüviyetinde olan Disarmonia Mundi’nin, sonrasında Ettore Rigotti’nin kendi çalıp kendi oynadığı bir projeye dönüştüğünü gördüğünde yaşanan sound ve tarz değişimini kabullenmekte zorlanmayacaktır, dolayısıyla evet bir “Nebularium” daha gelmeyecek. Metal dinleyicisinin ezeli ve ebedi rahatsızlığı, “O efsane albüm tekrar gelecek mi?” takıntısı bu sefer dinleyicinin de kolayca kabullenebileceği nedenlerle “Hayır!” cevabını baştan alıyor, o yüzden problem yok. Herkesin içi rahat. Bu sebeple “yeni bir Disarmonia Mundi albümü” çıktığında çıtayı, “Bir Soilwork’un nesi var, iki Soilwork’un sesi var. Dünya Soilwork olsun!” zihniyetiyle Soilwork vokalisti Björn’ün gruba dahil olduğunu “Fragments of D-Generation” günlerine çekip öyle yargılamak lazım, ki ben de ona niyetliyim.

Baştan söylüyorum, Soilwork sevmem. Beğendiğim albümleri, zevkle dinlediğim şarkıları var ancak genel olarak Soilwork hiçbir zaman ısınamadığım bir grup oldu. “Fragments of D-Generation” bu noktada bana aynı bir sound içerisinde Soilwork’de bulamadığım şeyleri verdi, çoğu kişide de benzer bir etki yarattı. Bir “Nebularium” değildi ancak gayet taş gibi bir modern melodik death metal albümüydü. “Soilwork’e inanmıyorum ama bir Disarmonia Mundi var” diyen insanlar grubun bu albümle takipçisi oldular. Pek güzel, sonra ne oldu? Şu oldu: grup baktı albüm tuttu, albümdeki rifleri torbaya atıp karıştırıp karıştırıp aynı şarkı yapılarıyla iki albüm daha yaptı, biz de afiyetle yedik, o oldu.

Yahu arkadaş, mevzubahis albümümüz “The Isolation Game”de on üç şarkı var, hadi iki tanesi enstrümantal onları sayma, kalan on bir şarkı da birbirinin aynısı olur mu? İnsan yazarken hiç sıkılmaz mı bu riflerden, bu melodilerden, her şarkıda aynı yerde aynı şekilde giren birbirinin aynısı nakaratlardan? Bir albümün tamamı ara-dolgu şarkılar ile doldurulur mu?

Evet şarkılar melodik, evet şarkılar dinlenebilir, evet “modern metal” tribiyle bir nebze gaza da getiriyorlar, ama eee? Ben hayatımda bu kadar sallamasyon hazırlanmış bir albüm az gördüm, açık söyleyeyim. Bir kere zaten albüm dediğinde belli bir kompozisyon dahilinde dizersin şarkıları, on üç tane birbirinin aynısı şarkıyı arka arkaya koymak albüm yapmak demek değildir ki. Bu nasıl mantık kafam almıyor.

Albümün hazırlanışı “düz”, şarkıların hazırlanışı da gayet “düz”. Dünyanın en “karton” rifleri, en klişe nakaratları ile birbirinin aynısı şarkılar hazırlamanın mantığı nedir hakikaten çözemiyorum. İşin kötüsü grubun geçen sene çıkardığı, yaklaşık 10 senelik periyotta kıyıda köşede kalmış besteleri kaydettikleri “The Restless Memoirs” EP’lerini dinlediğim zaman umutlanmıştım, zira o albüm grubun diğer işlerine göre biraz daha farklı, direkt Göteborg usulü bir melodik yapıdaydı ve iyi-kötü bir heyecan taşıyordu içinde. Bugün ise bakıyoruz fabrikasyon rifleri ve artık iyice bıktırmış Soilwork melodileri, temiz nakaratları bir torbaya atıp rastgele dizerek şarkı yapıyor adamlar. Björn Strid’in katılımının “konuk sanatçı” payesi ile sınırlandırılmış olması bile Soilwork etkisini azaltacağına da daha da beter etmiş işleri, öyle bir gariplik var ortada.

Gayet yıpranmış, sonu yakın bir türün çivisini çakan albüm olabilirdi “The Isolation Game”, müzik dünyasında ilgilenen olsaydı eğer. Ama bu müziğin geldiği nokta bu ise hakikaten yazıklar olsun. Hiç sevmediğim, sevemediğim Soilwork’un aklınıza gelecek en kötü albümü bile bu kötü pastiş çalışmasından çok daha fazla müzikal derinlik ve orijinallik içeriyor, bence arkanıza bile bakmadan kaçın gidin kendinizi kurtarın.

sambalici

EXODUS’tan yeni şarkı

Friday, March 12th, 2010

EXODUS, yeni albümü “Exhibit B: The Human Condition”dan “Hammer and Life” adlı parçanın demo halini yayınladı. Gary Holt’a göre parça, tanıdığı en “metal” insan olan Paul Baloff’a ithaf edilmiş. Şarkı ismindeki “Hammer” (Çekiç), Baloff’u simgeliyormuş.

EXODUS’un en önemli yapıtı olarak görülen “Bonded By Blood”daki vokallerin sahibi olan Baloff, 2002′de geçirdiği bir kalp krizi sonucunda komaya girmiş, ailesinin isteği üzerine yaşam destek ünitesinden çekilerek hayata gözlerini yummuştu.

FAQ

Friday, March 12th, 2010

“The Future” EP‘sine yönelik tepkiler genel olarak nasıl? Beklediğinizden iyi mi, kötü mü?

Başar: Açıkçası şu ana kadar aldığım tepkilerin çoğu olumluydu. Kayıt bittikten ve EP’yi yayınladıktan sonra kişisel olarak beklentilerimi minimumda tutmaya çalıştım. Bu yüzden duyduğum her eleştiri bana pozitif enerji verdi.

Canberk: Kendi adıma konuşmak gerekirse ben bu kadar pozitif tepki beklemiyordum, grupça maddi-manevi verdiğimiz emeklerin karşılığını alabildiğimizi görmek bizi oldukça mutlu etti.

Aykan: Tepkiler her geçen gün bizi daha da şaşırtıyor aslında. Çünkü bu yola çıkarken cidden öncelikle bir tepkiyi değil bir hazzı oluşturmaya çalışıyorduk. Çok sade http://cialisvsviagra-toprx.com/ düşündük her zaman bu konuda ve inanın hiçbir tepki alamayacağımızı bile hesaba kattık. Yaptığımız işe ve birbirimize güveniyorduk en başta. “Az laf, çok iş” en zor zamanlarda bile parolamız oldu. Pozitif veya negatif tepkilerden öte, sanırım bizleri en çok sevindiren yorumlar; sahte bir samimiyetimiz olmadığını anlayan, bizleri tanımasa da ne yapmaya çalıştığımızı görebilen insanların yaklaşımlarıydı. Her şeyden önce bunları tecrübe etmek sanırım bizi en çok şaşırtan durum oldu. Çünkü beklentiler arasında belki de en üst nokta buydu ve biz gerçekten bunu beklemiyorduk. :)

FAQ’ı kurarkenki amacınız neydi?

Serkan: Başar ve Canberk’le çok sıkıntılı bir grup süreci yaşamıştık. Sıkılmış ve uzaklaşmıştık müzikten ama daha rahat bir bakış açısıyla, sakin sakin ilerleyip, toplayabildiğimiz kadar şarkıyla ortaya somut bir iş çıkarmak ve keyif almak, stüdyoda çalarken eğlenebilmek için kurduk grubu. Kısacası EP fikri zaten grup kurulduğu anda vardı

Başar: FAQ’ın ilk kuruluşunda ben Serkan ve Canberk vardık. üçümüz uzun süredir müzik yapmaktaydık zaten. Elimizdeki materyalleri değerlendirmek ve sevdiğimiz müziği rahat rahat yapabilmek için kurduk FAQ’ı. Önce Fatih ve sonrasında Aykan’ın katılımıyla daha da güçlendi grup. Kişisel anlamda hep hayal ettiğim rahatlığı özgürlüğü ve sağlam arkadaşlığı yaşamanın mutluluğunu yaşıyorum

Canberk: Grubun kuruluşunda birbirimizi önceden tanımanın verdiği avantaj ile gideceğimiz yönü çoktan biliyorduk.

EP’yi çıkardığınıza göre, ne zaman dağıldığınızı açıklayacaksınız? Şaka tabii, ama yerli grupların “hemen dağılmazsa ölecek” hastalığıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? FAQ böyle olmamak için ne yapmayı planlıyor? Yıllar sonra insanlara “FAQ diye bir grup vardı, çok iyilerdi” dedirtmek adına nasıl bir yol izlemeniz gerektiğini düşünüyorsunuz?

Başar: Aykan’la ilk tanıştığımız zamanlarda bahsettiğimiz konulardan biriydi dağılma veya grubun sürerliliği muhabbeti. İlk EP kaydetme ve yayınlama fikri ortaya atıldığında söylediğim cümleyi hatırlıyorum: “Öyle bir iş yapmalıyız ki uzun yıllar sonra arabamda giderken çocuğumla beraber zevkle dinleyebileyim.” Dağılma fikri uzun bir süre planlar arasında olmayacak ama gelecek ne getirir bilinmez. Fakat ben daha ileriye giderek, daha iyi müzik icra ederek FAQ’ın uzun yıllar varlığını sürdüreceğine inanıyorum.

Serkan: Kalıcı olabilmek öncelikle arkadaş olmaktan geçiyor. Karşılıklı tolerans, anlayış, destek ve de müzik yapmak için istek. Bizde bunların hepsi var. Ortada grup olsun ya da olmasın biz çok iyi arkadaşlarız aynı zamanda. “The Future” EP ile “FAQ çok iyi müzik yapıyor” dedirttiğimizi düşünüyorum, “çok iyilerdi” denmesi için de daha fazlasını yapmak zorunda olduğumuzun farkındayız.

Aykan: Bunu düşünmek için henüz çok erken aslında, çünkü asıl şimdi bazı şeyler yerli yerine oturmaya başlıyor. Bu sonuçta ortaya koyduğumuz ilk iş ve grubun müzikal uyumu, arkadaşlığı, asıl kapasitesini görebilmemiz için belki de en güzel sınav bundan sonra başlıyor. Bunu sürdürebilmek için elimizden geleni yaptığımız sürece hayatımızın bizlere neler getireceğini tahmin etmek şu an için zor gibi.

EP’nin neredeyse her yorumda övülen kaydından bahseder misiniz? Nasıl bir süreç izlediniz?

Başar: EP’nin kaydı 2009 Haziran’da başladı ve Kasım sonuna kadar sürdü. Elimizden geldiğince titiz çalıştığımızı söyleyebilirim. Uzun bir kayıt süreci geçirdik. Kaydın bu kadar övülmesinde bence Levent Savran’ın rolü çok büyük. Onun da en az bizim kadar yaptığımız işe saygı duyuyor olması iyi bir süreç geçirmemizde önemli bir etken oldu.

Serkan: Uğraştık, terledik. Her kayıda gidişimizde ufak çaplı bir tırmanış yapıyorduk Göztepe’de :D Klasik kayıt şekliyle oldu. Önce davullar ve baslar. Ardından gitarlar vokaller ve ufak rötuşlar. Kayıt her şeyiyle ev stüdyosunda oldu. Özellikle davul tonlamasından çok memnun olduğumu söylemeliyim

Canberk: EP “ev kaydı” dezavantajına sahip olmasına rağmen biz elimizden geldiğince ve Levent Savran’ın katkılarıyla bunu the difference between viagra and cialis tersine çevirmeye çalıştık, drum machine davullar olmasına rağmen genel sound itibariyle ortaya çıkan sonuç bana göre tatmin edici oldu.

Aykan: Kayıt konusu sadece ülkemizde değil, bildiğiniz üzere yabancı bir çok grubun da baş belası. Her geçen gün kayıt teknolojisi de gelişiyor. Ekonomik durumlar, ekipman sorunları, zaman sorunu gibi faktörler yanında aslında bence bir çok grubun unuttuğu başka bir sorunda ne istediğini bilmemek. Çünkü benim görüşüm bir grup sadece beste yapmaktan ibaret olmamalıdır. Başarılı bir çok gruba baktığımızda ekipmanlarını free samples of viagra ne kadar cialis viagra and alcohol iyi tanıdıklarını, gelişmekte olan müzik piyasasını ne denli takip ettiklerini ve istedikleri sound’a ulaşmak için gerekli olan disiplini de gösterdiklerini fark ediyoruz. Planladık, zorladık, araştırdık, tüm yönleriyle değerlendirip şartlarımıza en uygun olanı seçtik ve açıkçası aslında yine istediğimiz sound’u elde edebildiğimizi söyleyemem :) . Sonuçta bu ne yazık ki elden gelenin ötesine geçemiyor. Bu konuda kendimizi daha da geliştirmeyi düşünüyoruz ve planlarımız var. Levent de elindeki imkanlar çerçevesinde elinden gelenin en iyisini yaptı ve bize bu konuda çok yardımcı oldu, bizi yönlendirdi. Az baş ağrısı çekmedi bizden. :)

Besteler topluca mı yapıldı, yoksa FAQ’nun beste anlamında yükünü çeken biri var mı? Beste yaparken bir şarkıyı sıfırdan başlayıp yazıp bitirme yoluna mı gittiniz, yoksa önceden yazılan bir sürü rif ve melodiyi birleştirerek mi yazdınız?

Serkan: Bestelerde Başar’ın büyük payı var. Day Dreamer, Human Nature ve Blind Witness Başar’ın aslan payına sahip olduğu şarkılar. The does viagra boost testosterone Future ise tam bir grup çalışması oldu. Herkesin katılımı ve fikirleriyle şekillendi. Aykan’ın soloları, yaratıcı fikirleri ve benim yazdığım bas melodileri ile de son şeklini aldı çoğu şarkı. Canberk’in davul yazım şekli ve tekniği de şarkıların oluşumunda gerçekten büyük öneme sahip.

Başar: EP’deki bestelerin tamamında bütün elemanların emeği var. Materyallerin çoğu FAQ kurulmadan önce yazılmıştı. Bunları hep beraber oturup düzenledik. 36 hour cialis online Bunun yanında Revenge We Deserve ve The Future, EP için sıfırdan yazılmış şarkılar. Beste yazım aşamaları gerçekten çok eğlenceli ve keyifli olmuştur hep. Bunun sebebini herhangi bir kısıtlamaya izin vermememiz olarak görüyorum.

Aykan: Ben gruba girmeden önce yazılmış olan şarkılarla birlikte taslak halde olan, EP’ye konulmasına karar verilememiş durumda olanlar da vardı. Öncelikle elimizdekilere yöneldik ve gerekli düzenlemeleri yaptık. Kesinlikle çok keyifliydi. Serkan kendini atlamış gördüğüm kadarıyla. Şarkıların baslarına dinleyicilerin biraz daha fazla dikkat etmesini temenni ediyorum. Ne demek istediğim daha iyi anlaşılacaktır sanırım ikincil bir göz gezdirmeden sonra. Fatih’ten Canberk’e grubun tüm elemanlarının tüm enstrümanlar hakkında fikir sahibi olabilmeleri bizim için çok büyük bir artı oluyor her zaman.

Albüm için ne düşünüyorsunuz? Hazır şarkılarınız var mı? Bir şirketle anlaşır anlaşmaz albüme girişecek misiniz ve lafı açılmışken, şirket bulma çalışmalarınız nasıl gidiyor?

Başar: Albüm fikri beni çok heyecanlandırıyor. Hazır şarkılarımız var fakat kullanır mıyız kullanmaz mıyız bilmiyorum. Kısa bir süre önce yeni materyal yazım sürecine geçtik. Neler yapacağımızı ben de merakla bekliyorum açıkçası ama EP kalitesinin çok üstüne çıkmamız gerektiğinin farkındayız. Albüm çok daha özenli ve ince elenip sık dokunulmuş bir çalışma olacak

Serkan: Çok sayıda hazır şarkı var ama üzerlerinden çok zaman geçtiği için akıbetleri ne olacak çok merak ediyorum. Şu anda şirket bulma çalışmamız yok.

Aykan: Türkiye içinde yeterli bir kitleye ulaşıp tanıtımımızı yaptıktan sonra yabancı firmalarla görüşmeye başlama planlarımız var. Bu konuda aceleci davranmıyoruz. Albüm çok farklı bir olgu. Ancak EP ile ilgili bu sene içinde planlarımız düzgün giderse önceden beridir düşündüğümüz bir sürprizimiz daha olabilir. Hatta Ahmet Saraçoğlu bahsetmişti bundan kritikte, oradan bir tüyo vereyim. :)

Etkilendiğiniz başlıca gruplar hangileri?

Başar: Dark Tranquillity, All That Remains, In Flames , Parkway Drive , August Burns Red , Despised Icon.

Serkan: Iron Maiden, Savatage , All That Remains

Canberk: Dark Tranquillity, In Flames, Threat Signal

Aykan: In Flames (eski hali), Nevermore, At The Gates, Death, Suffocation, Scar Symmetry, Opeth, Porcupine Tree, Between The Buried and Me.

Metal haricinde neler sevdiğinizi merak etmiyoruz ama yaptığınız tür haricinde neler seviyorsunuz? Mesela en sevdiğiniz power metal grupları, black metal grupları neler, ve bu grupları neleri farklı olduğu için seviyorsunuz?

Başar: Yaptığımız tür haricinde brutal death metal dinlemeyi çok seviyorum. Decrepit Birth, Suffocation, Nile, Devourment, Ion Dissonance, Despised Icon fanıyım. Son zamanlarda zamanımın çoğunu deathcore dinleyerek geçiriyorum. Power metal ve black metal saygı duyduğum fakat dinlemeyi tercih etmediğim türler arasında.

Serkan: Heavy metal dinleyerek başladım ben. Black Sabbath, Maiden, Priest bunlar çok önemli gruplar benim için. Fakat son zamanlarda Dredg tarzı şeyler, Coheed and Cambria gibi daha prog-rock gruplar ilgimi çekiyor. Benim için vokal melodileri önemli dinlediğim şeylerde.

Canberk: Bugünlerde Dave Matthews Band, Pineapple Thief, Breaking Benjamin, UNKLE ve viagra4women-femaletabs Burst dinliyorum.

Aykan: Genel olarak metal ve türevleri dışında, psych/prog rock ve progresivitenin içinde bulunduğu çok fazla oluşum her zaman bir yan dal gibi oldu müzik hayatımda çok uzun bir süredir. Tür harici ve metal harici de dahil inanılmaz fazla tür ve grupla ilgileniyorum aslında yaz yaz bitmeyecek şöyle azar azar ve mainstream’den başlıcaları alayım; Suffocation, Death, Obituary, Morbid Angel, Atheist, Nevermore, Control Denied, Nile, Bolt Thrower, Bloodbath, Arsis, Between The Buried and Me, Cynic, Martyr, Spawn Of Possesion, Obscura, Novembre, Daylight Dies, Gojira, Necrophagist, Sodom, Exodus, Testament, Megadeth, Sadus, Artillery, Dark Angel, Ektomorf, Mercenary // Diğer; Pink Floyd, Opeth, Camel, ELP, Riverside, Pain Of Salvation, Tool, Yes, Porcupine Tree, Queensryche, Savatage, Fates Warning, Shadow Gallery, Ark, Pineapple Thief, Isis, Katatonia, Third and The Mortal, Zero 7.

Modern bir melodik death metal yapıyorsunuz. Biliyoruz ki melodik death metal giderek kendi yarattığı formülün içine sıkışan bir tür ve yalnızca IN FLAMES, DARK TRANQUILLITY gibi farklı şeyler deneyen gruplar

The viagra online in us Meanwhile canadian pharmacy lorazepam Drops can cialis stop working I’m buy viagra cialis online Constantly generic cialis.

ayakta kalıyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Melodik death metalin kabuğunu kırması için ne gibi şeyler yapılabilir? Sadece clean vokalli nakaratlar bu müziğin bundan 10 yıl sonra da dinleniyor olması için yeterli bir açılım mı?

Başar: Belli kalıpların içinde kalmamak çok önemli elbette. Elimizden geldiğince yaratıcılık sınırlarımızı zorlamaya çalışıyoruz. Belli formüller dışında yapılmış yeni olan her şeyi dinleyip hazmetmeye çalışıyorum. Yeni şeyler denemek konusunda birbirimize hep cesaret vermeye çalıştık bu zamana kadar. Sanırım üretkenlik ve katılım anlamında sınır koymayınca ister istemez farklı şeyler yapmaya başlıyorsunuz. Bu kabuğu kırmak için farklı bakış açıları denemeye çalışıyoruz ortaya çıkardığımız müzikte. Yeniliklere açık olmak bence bu kısır döngüden kurtulmanın kilit noktasıdır.

Serkan: Bazen bu kısır döngüden kurtulma çabaları başarısız sonuçlanabiliyor. All That Remains – Overcome albümünde olduğu gibi. Belirli bir tarz kaygısı duymadan, tüm enerjimizi ve şarkı yazma kapasitemizi (ki bunu EP’de yeteri kadar gösterdiğimizi düşünüyorum) ortaya koyduğumuz sürece dinlenebilir işler yapacağımıza eminim. Başarın da dediği gibi hepimizin sahip olduğu farklı müzikal bakış açıları ve zevkler işimizi kolaylaştırıyor. Revenge We Deserve şarkısının ilk halini duysanız şaşırırsınız çünkü sürekli gelişti şarkı ve sürekli bir şeyler eklendi daha iyi olması için. Synth kullanımları vokal varyasyonları, bas gitarın sürüklediği kısımlarla bir nebze farklılık yaratabilmişizdir umarım.

Canberk: Artık müzik öyle bir noktaya geldi ki melodik death metal, metalcore ve modern metal tamamen iç içe geçmiş durumda. Clean vokalli nakarat formülü ve klavye-elektronik altyapı günümüzde hala popüler fakat grubun bir şekilde sivrilebilmesi için bunların haricinde daha fazla yaratıcılığın müziğin içinde ya da dışında birleşmesi gerekiyor. Örnek olarak sahne şovu ya da ürün pazarlamasını söyleyebiliriz.

Aykan: Çok ağır bir konuya girmişsin. :) Konuyla bağlantılı olduğu için In Flames’ten yola çıkacağım. Bunlar sadece benim görüşlerim bu arada. In Flames yeni bir şey denemekten öte, tamamen yeni bir şey oldu! Ben çoğu konuda gayet de açık görüşlü olduğuma inanıyorum ve melodik death metalin temellerini bir çok grup inşa etmiştir hepimizin bildiği gibi. Bunlardan biri de In Flames’tir ve bu icrası eskide kalmıştır diye düşünüyorum. Bir In Flames fanı olmama rağmen yeni albumlerini dinleyeceksem eğer melodik death metal dinlemek üzere açmıyorum. Ha açıyorum sonra sarmıyor kapatıyorum o ayrı, saygı duyuyorum, herkesin duymak istediği farklı. :) Dark Tranquillity gerçekten hala bir şeyleri deniyor cidden. Ama In Flames artık modern rock olarak lanse ediyor kendini. Aslında death metal ve thrash metal ve hatta bir çok tür bir kısır döngüde, sadece metal de değil. Ki zaten daha derine inecek olursak tonal müziğin sınırlarının çizilmiş olduğu da genel geçer bir kavram oldu müzik teorisinde. Yeni bir şey yapmak artık cidden etkileşimlerle sınırlı kalıyor. Grupla rda daha kompleks ya da basit olmak koşuluyla daha farklı olmak adına bu etkileşimleri dilediğince kullanıyorlar. Ancak

Clear a one cheapo at gently EXCELLENT phone tracker the get not was goes use www sms tracker well but under do feet. Long and http://cellphonetracker24.com/ day. This just – a are DRY I http://androidphonetracker24.com/ then: sulfate cover Depot past. I I wait android spy apps product almost about tiny any suffer. Healthier buy essay online Get months do share had. In too book report on the help think bed buying vitamin a dull finish -…

bir çok ortamda tartışıldığı gibi In Flames bozuldu muhabbetinin de anlamı yok diye düşünüyorum. In Flames artık melodik death metal icra etmiyor zaten. Ve ben melodik death metal adına herşeyin bittiğine inanmıyorum. Yeni birşeyler yaratmak melodik death metale yeni açılımlar getirmenin ne ifade ettiğine, yani niteliğine bağlı tam da dediğin gibi; Yeni olan birşeyin yumuşaması ya da sertleşmesi veya clean vokallerle synthlerle mi desteklenmesi gerekir? Böyle bir kanun yok aslında. Sırf bu yüzden kendini tekrar eden bir ton metalcore grubuna da bazırları hariç bir türlü ısınamıyorum. Kalıplar belli, prodüktörler belli, fabrikasyon şarkılar, hatta imajlar ve kliplerin mantıkları bile aynı çoğunda. Müzik her zaman birşeylerden etkilenir ve gelişir. Her metal türünün ona bağlı sıkı bir dinleyici kitlesi hep olacak. Tüketim toplumunu yönlendirenler ise yeni birşeyi popüler yapacak sadece. Burada önemli olan bence müzisyenlerin gerçekten sevdikleri işi mutlu oldukları şekilde icra edebilirliği. Umut fakirin ekmeği gibi oldu biraz ama, konu derin. :)

Özellikle Amerika’daki pek çok grup, sadece azgın konser performansları sayesinde adlarını duyuruyor. FAQ öyle çok sapıtılacak bir müzik yapmasa da, konserinize gelecek seyircinin performansınızı merak etmesi adına neler söyleyebilirsiniz? Bir de konserlerde cover çalıyor musunuz?

Başar: Sahnedeyken enerjimizi ve yaptığımız işten zevk aldığımızı seyirciye yansıtmak için elimizden geleni yapıyoruz. Performans anlamında yerinde duramayan bir grubuz.

Serkan: Sahneler ufak geliyor en büyük konser endişemiz o.

Ankara, İstanbul ve Eskişehir’le kıyasladığımızda İzmir, bilindik grup sayısı ve dinleyici kitlesi bakımından daha zayıf gibi görünüyor. Hatta kimi yorumlarda son zamanlarda İzmir’in metalde “konser ruhu” konusunda iyice bitik hale geldiğinden, kimileri de sancılı bir dönem geçirdiğinden yakınıyor. Sizce de böyle bir eksiklik var mı? Varsa sebebi nedir?

Başar: İzmir’de metal müziğin kısır bir döngü içine girdiğini düşünüyorum. Bunu aşmak için çabalayan arkadaşların olduğunu biliyorum ve takdir ediyorum. Umarım bu kısır döngü kısa zamanda aşılabilir.

Serkan: Aslında konser viagra cost out of pocket ruhu bitmiş değil. Konserler Alsancak’a taşındığı için öyle gibi görünüyor. 18 yaş altını konsere almazsanız konser ruhu bitmiş gibi görünür bu çok doğal çünkü konsere gelenler genelde diğer grupların elemanı oluyorlar ve çalan grubu dikkatlice izlemeyi tercih ediyorlar bu da tabii ki olması gereken konser anlayışını baltalıyor. Kısacası kendi kendimize çalmış oluyoruz. Bilindik grup sayısı az ve bu da bir yerde herkesin oturup sorgulaması gereken durum acaba neden bilinmiyoruz diye. Senelerden beri İzmir kısır döngü içinde, aynı gruplar aynı şarkılar aynı insanlar. Belki de bu sebepten konserlere gelme arzusunu kaybetti çoğu insan.

Aykan: İzmir’de üretim de cidden durdu. Ve gruplar kendi parçalarını coverlamaya başladılar artık diye nitelendiriyorum ben bu olayı. :) Dinleyiciler de yeni ve kaliteli bir şeyler duymak istiyor. Bizde elimizden geldiğince destek vermeye çalışıyoruz ve aslında bence en iyi desteğimiz yeni bir üretim ile oldu. Bu ortam yeniden oluştuğunda seyirci ve ruh sıkıntısı kalmayacaktır bence. Arz sürünüyor, talep edenler de vazgeçti. Ankara, İstanbul hala üretiyor ve sıkı çalışıyor.

İzmir piyasasında ve Türkiye’de takip ettiğiniz ve beraber konser vermek isteyeceğiniz gruplar hangileri?

Serkan: Chöpstick Suicide ve Since Yesterday. Tarz farklılığı çok net ama ben Kesmeşeker ile konser vermek isterdim.

Başar: Türkiye’den takip ettiğim birçok grup var. Bunların en başında Let It Flow, Gates of Eternity, Chopstick Suicide , Carnophage ve Decaying Purity gelmekte. Saydığım grupların hepsiyle konser vermek isterim.

Canberk: Samimi olmak gerekirse Let It Flow ve Since Yesterday haricindeki gruplar beni pek çekmiyor.

Aykan: Ominous Grief, Carnophage, Freedom Gray, Ketum, Self Torture, Decaying Purity, Since Yesterday, Disenchant (devam etselerdi).

Müzik haricindeki hayatınız size müziğe ne kadar vakit harcama imkanı tanıyor? Yaşlarınız bir hayli genç, yakın zamanda “gitaristimiz X’in sınavları dolayısıyla çalışmalarımıza bir süre ara veriyoruz” gibisinden açıklamalar görecek miyiz?

Serkan: Zaten böyle bir şey olacak olsaydı çoktan olurdu. Ben şu anda uzmanlık sınavı hazırlıkları için Ankara‘dayım ve uzun zamandır İzmir’e gidemedim. Ama benim yerime geçici olarak çalacak bir arkadaşımız var ve süreç devam ediyor. Canberk ve Aykan sürekli sınavlardan müzdarip zaten. Ara vermek, duraksamak gibi bir niyetimiz yok kesinlikle. Fatih askerdeyken ne yapsak ne yapsak diye düşünürken The Future’ı yazdık ve kaydettik mesala. Neden ara verelim ki?

Başar: Çalışmalara ara verme gibi bir durum yaşayacağımızı sanmıyorum. Serkan şu an Ankara’da yaşıyor olmasına rağmen Doğuş Ünver sağ olsun bas gitarda onun açığını kapatıyor. Ben ise özel bir dil kursunda İngilizce öğretmenliği yapıyorum. Hafta sonları da çalıştığım için konserlerde izin almak problem yaratabiliyor fakat üstesinden gelmeye çalışıyorum. Serkan da TUS’u kazanıp tez zamanda İzmir’e gelir inşallah.

FAQ adını seçerken, internette kolay bulunma adına yaratacağı zorlukları düşündünüz mü? “Sıkça Sorulan Sorular” konsepti mi se gaseste viagra in farmacii size iyi geldi, yoksa “Ef Ey Küu”nun kulağa hoş geldiğini mi düşündünüz?

Başar: FAQ ismi grubun ilk kurulduğu dönemleri ve o zamanlarda yaşadıklarımızı simgeliyor bir anlamda. Fatih ve Aykan’ın katılımından sonra değiştirmeyi düşündük bir ara fakat hepimiz bu ismi benimsediğimiz için vazgeçemedik.

Türkiye’den dünyaca ünlü bir grup çıkmamasının paragraflarla ifade edilebilecek cevapları olsa da, temel sebebi sizce nedir, bunu kırmak için ne yapılması gerekir?

Serkan: Bunun en önemli sebebi bahaneler ve amatör yaklaşımlar. Bahanelerin arkasına saklanmamak gerekli. Yapan yapıyor çünkü. Sadece myspace bile bir çok kişi tarafından tanınmak için yeterli. O yüzden “para yok, para olsa biz de yapardık” gibi bahaneleri kalın kalemle çizmek lazım. Ortada iyi bir iş varsa zaten destekleyen de çıkıyor her şekilde.

Başar: Temel sebep Türkiye’de yaşıyor olmak diyebilirim. Fakat son zamanlarda dışarıya açılan gruplarımızın olduğunu gördükçe umutlanmıyor değilim.

Aykan: Çoğu grup hala kendi emekleriyle dışarıya açılıyor ve saygıyı hakediyor. Vize problemleri yüzünden de inanılmaz zorluklar çekiyorlar. Ancak Serkan’ın da dediği gibi bahanelerin arkasında nereye kadar. Bu iş oralarda da zor. Koskoca bir okyanusa dalmak gibi. Rockstar hayallerini bir kenara bırakıp gerçekçi olmak, 1′e 10 çabalamak, boş zamanları içerek değil o parayı albüm için ayırmak, özveri, özveri ve bir ton özveri.. Ve en önemlisi belki de öyle bir müzik yapmak ki tüm bu sorunları geride bıraktıracak kadar istenmek dışarıdaki şirketler tarafından.

Yabancı pek çok yeni grup, kendi imkanlarıyla kaydettikleri ilk albümlerini internetten bedava dağıtmaya başladı. Bunun amacı tanınıp konserler verebilmek ve dolayısıyla da şirketlerin ilgisini çekmek. Ülkemizde bu işten para kazanmak, hatta para kaybetmeden albüm çıkarabilmek bile zorken, Türkiye’de metal albümü yapmanın ve bunca para ve emek harcamanın mental tatmin ve eğlence haricindeki getirisi sizce nedir?

Serkan: Çok sevdiğim 4 tane adamla stüdyoya girip bu şarkıları çalmak, konserlere çıkmak, konser sonrası birer birayla bunun keyfini çıkarmak ve 60 yaşında “The Future” EP’yi elime alıp işte bunu biz yaptık diyebilmek. Benim için en büyük getiriler bunlar. Bizi yüksek bir noktaya taşır ve daha iyi yerlerde konser verip, daha çok keyif almamızı sağlarsa ne mutlu bize.

Başar: Benim müzik icra etmekten, saydıklarınız dışında herhangi bir getiri beklentim olmadığı için huzurluyum mutluyum.

Aykan: Mental tatmin ve eğlence dışında birşey beklemek hayal gibi. Ama bekleyip vakit kaybetmektense oturup beste yapmayı tercih ediyoruz viagra free trial participating pharmacies sanırım :)

Bu kadardı, müzik hayatınızın uzun olmasını ve iyi vakit geçirmenizi dileriz.

Serkan: Bu güzel röportaj ve emek verilmiş sorular için çok ama çok teşekkür ederiz.

Sorular:
Ahmet Saraçoğlu
duraganyolcu
hysteresis
sambalici

CYNIC EP detaylarını açıkladı

Thursday, March 11th, 2010

CYNIC, ilk olarak şuradan duyurduğumuz yeni EP’si “Re-Traced“in detaylarını açıkladı.

01. Space
02. Evolutionary
03. King
04. Integral
05. Wheels Within Wheels

EP kapağının, “Traced in Air”deki sanat tasarımının Travis Smith tarafından yapılmış bir yorumu olduğunu hatırlatalım.

DEATH ANGEL stüdyodan bildiriyor

Thursday, March 11th, 2010

Yeni albüm haberini şuradan verdiğimiz DEATH ANGEL, albümün kayıt aşamalarını gösterecek video serilerinin ilkini yayınladı.

Başka da bir yenilik yok.

NEVERMORE – Enemies of Reality

Thursday, March 11th, 2010

Şahsen dünyanın en iyi gruplarından biri olarak gördüğüm ve bu yaz canlı izleyeceğimiz için çılgıncasına mutlu olduğum NEVERMORE’un, olumsuz anlamda en çok konuşulan albümündan bahsedelim istiyorum bugün de. TRT 2′de program mı sunuyorum metal yazısı mı yazıyorum belli değil. “Dead Heart in a Dead World“ün ticari anlamda olmasa da övgü ve tapınma anlamında manyakça patlamasının ardından, NEVERMORE’un ne yapacağı merakla bekleniyordu. En azından ben bekliyordum. Albümle aynı adı taşıyan şarkı grubun sitesinden indirilmeye açıldığında bayağı bildiğin hevesli gibi olduğum yerde zıplıyordum. Peki bekledim de ne oldu? Bir amatörün elinden çıkmış gibi, çamur gibi kaydı olan bir albüm çıktı karşıma.

“Enemy of Reality”nin müzikal anlamda ne kadar iyi ya da kötü olduğundan bahsetmek niyetinde değilim, çünkü dünyada istese de kötü albüm yapamayacak gruplardan biri, kesinlikle NEVERMORE. Jeff Loomis gibi, bence yeryüzünün en iyi metal gitaristinin ellerinde, NEVERMORE’un iyi olmayan bir albüm yapmasını soyut ve somut anlamda imkânsız olarak görüyorum.

Sound konusuna az sonra geliriz. Önce müzikten bahsedelim. “Enemies of Reality”, grubun kimi yorumlarda “clean vokalli death metal” olarak adlandırılmasını sağlayacak düzeyde sert bir gitar kullanımı barındırıyor. Jeff Loomis’in yedi tellisinden çıkan devasa rifler, eşsiz sololar, gerçekten de grubun belli bir tür altına sokulmasını güçleştiren unsurlar olarak ortaya çıkıyor. Wikipedia’nın progresif metal altında sınıflandırdığı grup, bence de en iyi bu şekilde tanımlanabilir. Kullanabileceğiniz diğer tür isimleri, NEVERMORE’u özetlemek adına asla yeterli olamıyor diye düşünüyorum.

Albüm Enemies of Reality adlı canavarla açılıyor. Death metal olmayıp da bu denli brutal olabilmek, thrash metal diye özetlenememenize rağmen bu kadar yırtıcı olabilmek, peşi sıra gelen her rifte, her soloda dinleyiciyi yere sermek, bence çok az grubun yapabileceği bir şey. Her rifi, gitar çalan insanlar için ayrı bir macera olan bu şarkı ve sonrasında gelen her parçada, NEVERMORE farklılığını, üstünlüğünü tekrar tekrar görüyoruz. Grubun önemi ve sevenleri tarafından gerçekten çok abartı sevilmesinin sebeplerinden biri de bu. Eşsizlik, özgünlük. En basit örneğini last.fm’den vereyim; NEVERMORE’un sayfasındaki benzer sanatçılara bakalım. COMMUNIC, CONTROL DENIED, EVERGREY, SYMPHONY X, ICED EARTH, TESTAMENT, SAVATAGE. Bunlardan, NEVERMORE’u en büyük ilhamları olarak açıklayan COMMUNIC haricindeki hiçbiri, NEVERMORE dinlediğinizde aklınıza gelecek gruplar değil. Benzer yanları olabilir, ama hiçbiri last.fm’in dediği gibi “çok” ya da “oldukça” benzemiyor.

Albümün içeriğine girdiğimizde, Jeff Loomis’in o dönemki röportajlarında belirttiği üzere bir MESHUGGAH etkisiyle karşılaşıyoruz (mesela I, Voyager’ın verse rifi). Bunun dışında o dönem Jeff Loomis’in büyük övgülerine vakıf olan LAMB OF GOD ve SOILWORK de, yine Loomis’in söylediğine göre albümde etkisi bulunan gruplarmış. Şahsen dinlerken bu iki grubu aklıma getirecek yerler bulamıyorum, ama madem Loomis etkilendim diyor, öyledir.

“Enemies of Reality”nin önemli yerlerinden biri de, içerdiği sololardan birçoğunun doğaçlama olması. Öküz şarkı Ambivalent ve sondan bir önceki Noumenon’daki sololar, inanması güç de olsa kayıt düğmesine basıldıktan birkaç saniye sonra orta çıkmış mesela. “Sololar için genelde bir giriş, bir de çıkış yazarım; solonun kendisi, kayıtta nasıl çıktıysa öyle kalır” diyor Loomis. Büyüksün diyorum sadece. I, Voyager, Create the Infinite ve Seed Awakening, albümde altı telli gitarla çalınan şarkılarken, diğer tüm parçalarda o kalın si notasının eşsiz böğürtüsünü duyma şerefine nail oluyoruz.

Loomis haricinde, enfes şarkı sözleri ve benzersiz yorumuyla Warrel Dane de her zaman olduğu gibi döktürüyor. Tomorrow Turns into Yesterday gibi nispeten naif tatlarda da, Seed Awakening gibi thrash saldırılarında da olanca heybetiyle ortalığı kasıp kavurmasını biliyor Dane.

Biraz da alengirli kısımlara, yazının başında tadımızı kaçıran olaylara girelim. Bir yıl boyunca kayıt ve miksaj masasında kalan albüm, uzun bekleyiş sonucunda piyasaya çıkmış ve bırakın NEVERMORE’u, profesyonel anlamda müzikle uğraşan herhangi bir grup için bile gayet amatör bir kayıtla dinleyiciyle buluşmuştu. Davul kirliydi, vokaller sanki mikrofona iki metre mesafeden söylenerek yapılmıştı, gitarlar; barındırdıkları yırtıcılıkları sergilemekte zorlanıyor, tüm albümde genel bir boğukluk kulağa çarpıyordu. Kelly Gray adlı prodüktörün katlettiği albüm, bu haliyle dinleyiciler ve basından yoğun eleştiri almış, kimi dinleyiciler Century Madia’ya mail’ler atarak paralarını geri istemişlerdi. Uzunca bir süre devam eden bu yorumlar, albümün müzikal anlamdaki iyiliğini de örtmeye ve NEVERMORE’un zaferlerle dolu kariyerinde bir lekeye dönüşmeye başlayınca, grup daha fazla dayanamadı ve eski dostları, üstün insan Andy Sneap’ten yardım istedi. İki versiyona da sahip bir insan olarak, aradaki fark neredeyse şu aşağıdaki remastered haliyle şu bağlantıdaki kadar bariz.

Dokunduğu her şeyi cilloba dönüştürmekte üstüne olmayan Sneap, albümün ham kaydını alıp tertemiz bir hale sokarak, tarihi boyunca hatasız ilerleyen bu nefis grubun itibarını da kurtarmış oldu. Bu remastered versiyona dair yorumlar, bire bir aynısı olduğu orijinal “Enemies of Reality”den çok daha iyi gelmeye başladı. Şu an nasıl bilmiyorum, ama albüm çıktığı sırada orijinal versiyonu herhangi bir müzik markete iade edip üstüne de 5 dolar verdiğinizde, bu yeni versiyonu alabiliyordunuz. Bu versiyon bilindiği gibi farklı bir kapakla çıktı.

Biliyorum ki “Enemies of Reality” NEVERMORE hayranlarınca grubun “kısmen” zayıf halkası olarak görülüyor, her ne kadar hayranlar da böyle bir albümün başka bir grup tarafından öyle kolay kolay yapılamayacağının farkında olsalar da. Hit şarkı anlamında bakılırsa evet, “Enemies of Reality” öncesindeki albümler kadar NEVERMORE hit’i barındırmıyor. Yine de, sayısız devasa rif ve soloyla dolu, her elemanın üstün müzisyenlik sergilediği, bence NEVERMORE kalitesini düşürmeyen bir albüm olarak grubun diskografisindeki yerini alıyor.

Çok şık kitapçığında görüleceği üzere Chuck Schuldiner’a ithaf edilen “Enemies of Reality”, insana yedi telli gitar aldıracak düzeyde (reklamımı da yaparım) güçlü ve ezici yapısıyla, kötü albüm yapamayan bu grubun belki en güçlü değil ama kesinlikle sırıtmayan işlerinden biri olarak yerini alıyor.

THE DILLINGER ESCAPE PLAN’den bir yeni şarkı daha

Thursday, March 11th, 2010

Yeni klibi “Farewell, Mona Lisa“yı geçtiğimiz günlerde yayınlayan THE DILLINGER ESCAPE plan, “Option Paralysis” adlı yeni albümünden “Chinese Whispers” adlı şarkıyı yayınladı.

Şarkıya albüm kapağına tıklayarak ulaşabiliyoruz.

EXTREME’den DVD

Thursday, March 11th, 2010

Verdiği 13 yıllık aranın ardından 2008 yılında tekrardan faaliyete geçen Amerikalı hard rock grubu EXTREME, 23 Nisan’da “Take Us Alive” adlı yeni DVD’sini çıkartıyor.

DVD’nin detayları da şöyle:



01. Decadence Dance
02. Comfortably Dumb
03. Rest in Peace
04. It’s a Monster
05. Star
06. Tell me Something I Don’t Know
07. Medley – Kid Ego / Little Girls / Teacher’s Pet
08. Play With Me
09. Midnight Express
10. More Than Words
11. Ghost
12. Cupid’s Dead
13. Take us Alive
14. Flight of the Wounded Bumblebee
15. Get the Funk Out
16. Am I Ever Gonna Change
17. Hole Hearted

Bonus klipler:

18. King of the Ladies
19. Interface
20. Run
21. Ghost

DVD trailer’ı da aşağıdan görülebilir.

EXTREME, elbette ki “More Than Words” ile adını geniş kitlelere yaymış ve seksenlerin sonu ile doksanların başında bayağı bir ekmek yemişti.

BEHEMOTH’a kötü haber

Wednesday, March 10th, 2010

BEHEMOTH vokalist/gitaristi Nergal’e, tüm ayrıntıları şurada görülebilecek olay sebebiyle dava açıldı.

Suçlu bulunması halinde Nergal’in iki yıl hapis yatma ihtimali olduğunu belirten Polonya basını, Nergal’in artık Polonya’nın medyatik isimlerinden biri olarak anılmasından dolayı da olayı sürekli gündemde tutuyor.

Polonya, Katolik Kilisesi’nin Avrupa’daki en güçlü olduğu birkaç ülkeden biri, hatta birincisi olarak görülüyor.

MALEVOLENT CREATION’dan iki yeni şarkı ve stüdyo videoları

Wednesday, March 10th, 2010

MALEVOLENT CREATION, Nisan’da kayıtlarına başlanacak ve yıl sonunda piyasaya çıkacak yeni albümünün hazırlık aşamalarını gösteren iki adet video yayınladı.

Grubun sözcüsü konumundaki Brett Hoffmann, bir önceki albüm “Doomsday X” çıkmadan önce, “Eğer bu albüm başarılı olmaz ve iyi yorumlar almazsa grubu dağıtıyorum” türünde şeyler söylemiş, albüme dair ilgi ve beklentiyi arttırmıştı.

Albümün genelde orta karar yorumlar aldığını hatırlatalım. Aşağıda, albümde yer alan ve ikinci solosunu SLIPKNOT’tan Mick Thompson’ın attığı “Deliver My Enemy”yi dinleyebilirsiniz.

JAYA THE CAT – More Late Night Transmissions With…

Wednesday, March 10th, 2010

Berca B.

Tam şu anda yanınıza biri gelse, “Al sana sonsuz yaşama izni, bunlar da gerekli evraklar, gel Hollanda’ya yerleş” dese, kaçınız “Hayır almayayım” derdi? Olaya multi-milliyetçi bir bakış açısıyla yaklaşılmadığı sürece böylesine cennet bir ülkeye kim kayıtsız kalabilir ki? Dünya’nın geleceği üzerine döndürülen teorilerin çoğunun gidişata göre Hollanda’nın sular altında kalacağına değinilmesinden midir nedir, son yıllarını yaşadıklarını düşünen bu güzel kardeşlerimiz her günlerini adeta bir parti havasında, bir “carpe diem beybi” modunda, çılgınca yaşıyorlar ve eminim ki bu pek çoğumuz için pek bir cezbedici oluyor. Tıpkı bir diğer hayaller ülkesi olan Amerika’dan bu güzel ülkeye yerleşmiş olan Jaya the Cat elemanları gibi.

Hollanda diyince akla gelen pek çok öğeyi müziklerinde hissettiğiniz, şarkı sözlerinde karşılaştığınız bir grup Jaya the Cat. Rock, punk ve reggae’nin hastası olan, ska’ya da “eh o da olur” diyen bünyeler için adeta orgazm gibi bir müzik vaat ediyorlar ve türler her ne kadar birbirine yakın olsalar da, hem hepsini bir anda harmanlaması mantıken zor olmasına, hem de bu tarzda pek fazla grup olmadığı için örnek alacağı bir grup olmamasına rağmen mükemmel bir iş çıkarttıklarını rahatlıkla söyleyebilirim. Daha önceki iki albümleri işin daha çok punk yanına yoğunlaşıyor olsa da bu albümde ibreyi biraz daha reggae’ye kaydırmışlar ve açıkça söyleyebilirim ki önceki iki albümden birkaç gömlek daha kaliteli bir eser ortaya koymuşlar. Punk’ın serseriliği ve liriklerindeki politik eleştirilerini alın, reggae’nin serinliği ve güzel kafasıyla karıştırın, rock’ın karşı koyulamaz birleştirici gücü ve kudretini de sos olarak kullanın, sonuç olarak kendinizi sahilde uzanmış, en sevdiğiniz kırmızı etin üzerine içimi tatlı mı tatlı bir içki içtiğiniz tadı veren Jaya the Cat’i elde edersiniz. Şu son cümlemin uzunluğu bile Jaya the Cat’in rahatlığı ve serinliğine gölge düşürebilir ancak grubun adını ilk defa duyuyorsanız, grubu en iyi bu şekilde tanıtabilirim diye düşünüyorum.

Hava yeni yeni kararmış, yavaş yavaş insanların mekanı doldurduğu ve birazdan partinin (parti dediğim de her yerin bikinili sarışın kızlarla dolu olduğu, koca göğüslerden ve lüksten geçilmeyen cinsten değil de, daha çok salaş takılanlara hitap eden türden) başlayacağını haber verir gibi bir enstrumantalle başlayan albüm, kimi zaman politik olarak tehditkar ve iğneleyici bir havaya bürünse de çoğunlukla “Hepimiz sorunların farkındayız ancak sürekli bunları düşünerek nereye varabiliriz, arada kafayı dağıtmak da gerek” atmosferinden de pek uzağa gitmiyor. Hangi müzik türü olursa olsun, kafalarındaki mesajı daha sözleri duymadan dinleyicinin kafasında müzikleriyle canlandırabilen herhangi bir grup, benim gözümde maça ilk 5 dakikada en az 2 gol atarak başlamıştır. Jaya the Cat de bu gruplardan ve skorerleri de bol maşallah.

Skorerler demişken elemanlara da yavaş yavaş geçebiliriz. Açıkçası albümün iki adet yıldızı var. Birincisi yaptıkları müziğe harika bir şekilde uyan vokaliyle ve albümün başından sonuna dek neredeyse hiç susturmadığı reggae gitarıyla vokal/gitar Geoff Lagadec. Artık yıllardır tüttürdüklerinden midir, içtiği tonla içkiden midir bilmiyorum ama öyle enfes çatallı bir sesi var ki Geoff dayının, hani başka bir müzik türünde dinlense sesi öyle ahım şahım gelmeyebilir ancak reggae, punk ve rock’ı birleştiren, bir de Hollanda’da yaşayan bir grup için başka bir ses düşünülemez.

Albümün bana göre ikinci yıldızıysa diğer gitarist Jordi Nieuwenburg. Pek sık ortaya çıkmasa da şarkılara yedirmesi gerektiği zamanı harika bir şekilde tutturduğu distortion’lı gitarı ve her biri ayrı ayrı tatlı olan melodileriyle albümün böylesine serin ve rahat olmasını sağlayan ikinci kişi olduğunu söyleyebilirim. Tabii bunlar aslında Geoff’ın fikirleri olabilir ancak kendisinin de adı geçsin, çalan o sonuçta. Kralsın Jordi.

Tabii şimdiye kadar bu iki kişiye yoğunlaşmam, grup elemanlarının geri kalanının çöp olduğu anlamına gelmiyor. Böyle bir müzik tarzında kişisel becerilerden öte, grubun amaçladığı sound’a ne kadar uygun çalındığı ve aralarındaki uyum önemli olduğu için kendileri için pek söylenecek bir şey yok ancak aralarındaki uyumun gayet iyi düzeyde ve amaçlanan sound’a uygun hareket ettiklerini söyleyebilirim. Jan Jaap, değişik tonlarda çaldığı klavyesiyle dikkat çekerken, Jeroen Kok basıyla, eski bir Shadows Fall davulcusu olan ve gruba katıldığı andan itibaren talihlerinin olumlu yönde değişmesine neden olan David Germain ise davuluyla sağlam bir ritim ikilisi oluşturuyorlar.

Sonuç olarak Jaya the Cat baştan sona kolay dinlenen, yormayan, sıkmayan, basit ama eğlenceli bir müzik sunuyor. Bu albümleri de, hayatını metalden başkalarına kapatmayanların mutlaka beğeneceği, süper bir albüm olmuş.

Özellikle Blur, Hello Hangover, Pass the Ammunation, Night Bus, Goverment Center ve artık iyice pop’a yaklaşsa da yine de gayet kaliteli bir kapanış şarkısı olan ve partinin bitişini haber veren Closing Time’a dikkat diyor, bu albümü de biraz kafa dağıtmak isteyen herkese tavsiye ediyorum.

Iraklı grup ACRASSICAUDA, Amerika macerasına devam ediyor

Wednesday, March 10th, 2010

A.B.D.’nin Irak’a girmesinin ve kontrolü ele geçirmesinin ardından bir şekilde adını duyuran ve “Heavy Metal in Baghdad” belgeseliyle hatırı sayılır düzeyde ilgi çeken Iraklı grup ACRASSICAUDA, A.B.D.’ye davet edilmelerinin ardından buradaki maceralarına devam ediyor.

Geçtiğimiz günlerde ilk konserlerini veren grubun, TESTAMENT gitaristi Alex Skolnick tarafından hazırlanan EP’si “Only The Dead See The End Of The War”, aşağıdaki zımbırtıdan dinlemeye açıldı.

Bununla da kalmayan grup, “Garden of Stones” parçasına da klip çekti.

ACRASSICAUDA, bahsi geçen belgeseli çeken ve grubu Amerika’ya davet eden Vice Records tarafından bir METALLICA konserine de götürülmüş ve konser sonrasında James Hetfield grubun gitaristine kendi gitarını hediye etmişti.

CHILDREN OF BODOM yeni albümü yazmaya başladı

Wednesday, March 10th, 2010

CHILDREN OF BODOM 2011′de çıkacak yeni albümünü yazmaya başlamış.

Kendilerine ait yeni bir stüdyoya kavuşan ve bu sayede istedikleri kadar çalışabildiklerini söyleyen grup, yaz civarı stüdyoya girecek ve muhtemelen 2011 başlarında da yeni albümlerini piyasaya sürecekmiş.

DREAMTONE & Iris Mavraki’s NEVERLAND’den yeni albüm detayları ve klip

Wednesday, March 10th, 2010

Ankaralı DREAMTONE ile ünlü Yunan sanatçı Iris Mavraki’nin ortak projesi NEVERLAND, ikinci albümü “Ophidia“yı 26 Mart’ta çıkarıyor.

Jon Oliva, Edu Falaschi (ANGRA) ve Urban Breed (PYRAMAZE) gibi konuk isimlerin de yer aldığı albümün detayları ise şöyle:

1. This Voice Inside
2. Silence the Wolves
3. Ophidia
4. Will of God
5. Invisible War
6. Places Unknown
7. No One Leaves the Hive
8. Speak to Me
9. Ashes to Fall
10. Final Odyssey
11. The Forests of Hope (Bonus)
12. Dying Threads (Bonus)
13. Into the Horizon

Albümde yer alan “This Voice Inside” adlı parçanın Sıla Ünlü tarafından çekilen yepyeni klibini de aşağıdan izleyebiliyoruz.

Ege artık bir barış denizi adeta.

HECATE ENTHRONED yeni albüm haberini verdi

Tuesday, March 9th, 2010

İngiliz black metal grubu HECATE ENTHRONED, bu yıl içinde çıkarmayı planladıkları yeni albümlerinin adını “Virulent Rapture” olarak açıkladı.

Albümü çıkarmak için halen şirket aramakta olan grup, son albümü “Redimus”u altı yıl önce çıkarmıştı.

HECATE ENTHRONED, “An Ode From a Haunted Wood” adlı parçaya çektiği kliple adından bir hayli söz ettirmişti.

MEGADETH – Rust in Peace

Tuesday, March 9th, 2010

Hakkında yazması hem en zor, hem de en kolay albümler bu tarz albümler aslında. Zor, çünkü hakkında söyleyebileceğiniz yeni bir şey yok. Söylenebilecek her şey yirmi yıldır söylenmiş. Kolay, çünkü müziğe dair bir analiz yapma, yeni bir bakış açısı getirme durumunuz yok. Fazladan ne diyebilirsiniz ki? Başyapıt, nokta.

Bu devirde “Rust in Peace”i yazıp içini süperolağanüstümuhteşemharikaşahane şeklinde övgü sıfatlarıyla doldurmanın da ne kadar saçma bir hareket olacağını hepimiz biliyoruz herhalde. Karşınızdaki şey bu kadar önemliyken nelerden bahsedebilirsiniz, metal dinleyen neredeyse herkesin bildiği bir şeyi nasıl yazarsınız, deneyelim görelim.

İyisi mi biz kısa kısa şarkıların ve albümün ilginç taraflarından bahsedelim. 1990′da çıkmış bu albüm. MEGADETH’in en sabit kadrosunun ilk ürünü olarak göze çarpıyor ve çoğu insana göre gelmiş geçmiş en iyi MEGADETH albümü olarak görülüyor. Nasıl görülmesin? Şöyle bir düşünüyorum da, içinde bu kadar yaratıcı, bu kadar çığır açıcı rif ve solo barındıran bir başka thrash metal albümü daha var mı, cidden emin değilim.

Gitar icrası anlamında, aklınıza getirebileceğiniz neredeyse BÜTÜN thrash metal albümlerini dövebilecek olan “Rust in Peace”, kanımca metal dinleyen bir insanın “ben gitar çalıyorum” diyebilmesi için geçmesi gereken en büyük testlerden biridir. Elbet “albümü baştan sona çalamayan gitar çalıyorum demesin” diye bir ahkâm kesmiyorum şu an. Ama Master of Pupptets’ları, Reign in Blood’ları falan gözü kapalı çalan bir çok insanın, “Rust in Peace”teki çoğu şarkıda “eee…. bi saniye… çalabilirim aslında da bugün günümde değilim nedense” türevi bir tavukluğa bürünmesi olasıdır. Bu açıdan albüm, Dave Mustaine’in rif yazma konusunda metal tarihinin en yaratıcı birkaç kişisinden biri olduğunun kanıtlarından biri.

“Rust in Peace”, sanılanın aksine politik duruşlardan ve düzene tepkilerden daha fazlasını barındırıyor diyerek albümün derinliklerine inelim ufaktan. Çoğunluğun Ortadoğu’yla ilgili sandığı ancak aslında Kuzey İrlanda sorununu konu eden Holy Wars’la açılan albüm, insanı gitar manyağı yapan bir rif saldırısıyla başlıyor. Yine pek çok kişinin savaşla veyahut şarkının ilk yarısıyla bağlantılı sandığı, ancak aslında çizgi roman kahramanı The Punisher’ı konu eden Punishment Due ile devam eden “Rust in Peace”, oradan da herkesin bildiği üzere UFO’lar ve uzaylılarla ilgili Hangar 18′e bağlıyor. Orijinalinde, şimdiki halinden çok daha uzun olan ancak kırpıla kırpıla bu hale gelen Hangar 18, elbette ki metal tarihinin en önemli şarkılarından biri olarak göze çarpıyor.

Hangar 18′in ardından Take No Prisoners geliyor. Marty Friedman şarkıyla ilgili: “O zamanlar ne ProTools vardı ne başka bir şey. Çaldığınız her şeyi tam anlamıyla kusursuz çalmak zorundaydınız ve bu şarkı, iki gitarın üst üste epeyzor şeyler yaptığı kimi bölümleriyle o zamanlar epey canımızı yakmıştı” gibisinden şeyler söylüyor. Bakınca gerçekten de albümdeki en saldırgan, en dişini geçiren parçalardan biri olarak göze çarpıyor Take No Prisoners.

Ardından Five Magics geliyor olanca deneyselliğiyle. Goreblade adlı filmden esinlenerek yazılan şarkı, filmdeki kahramanın amacına ulaşması için beş farklı büyüyü gerçekleştirmesini konu ediyormuş. Akabinde, Mustaine’in eroinle olan ilişkisini anlatan ve ilk kez bu yıl canlı çalınmaya başlanan Poison Was the Cure geliyor. Süreti ve teknikliği ile MEGADETH hayranları için kısmen de olsa özel bir yeri olan şarkı, Marty Friedman’ın kaydettiği ilk MEGADETH solosunu da barındırıyor. İşte “aynı anda çalınıp söylenemez” denilen Poison Was the Cure ve tarihteki ilk canlı performanslarından biri:

Sonraki şarkılardan Lucretia, Mustaine çocukken yaşadığı evin çatı katında saklanan ve sadece ona görünen hayalet arkadaşıyla ilgiliyken, grubun en büyük hitlerinden olan Tornado of Souls ise yine Mustaine’in eski nişanlısıyla ilgiliymiş. Friedman, solosuyla meşhur Tornado of Souls’a dair de şöyle konuşuyor: “Soloyu kaydettim. Mustaine geldi, soloyu bir kez dinledi, yerinden kalktı ve hiçbir şey demeden elimi sıktı. İşte o anda gerçekten de MEGADETH’in gitaristi olduğumu hissettiğim andı.” Aşağıda, şarkının albümdeki kadroyla kaydedilmiş en iyi versiyonlardan birini izleyebilirsiniz.

Kalan son iki parçadan Dawn Patrol nükleer kıyımla ilgiliyken, Rust in Peace… Polaris ise yine nükleer savaşa karşı bir protesto niteliğinde. İlginç şekilde bu yılki Rust in Peace 20th Anniversary Tour’a kadar hiç canlı çalınmayan parça, albümün en eski yazılmış bölümlerinden bazılarını barındırıyor. Mustaine, şarkının başındaki davul kısmını ve giriş rifini, daha METALLICA’ya girmeden önce çaldığı PANIC adlı gruptayken yazdığını açıklamıştı. Bugüne dek çalınan ilk canlı versiyonlarından biri de burada:

Biraz da albümün önemine değinip kendi gazımızı törpüledikten sonra yazıyı kapatalım. Tam yılını hatırlamamakla beraber, hayatımın METALLICA’dan ibaret olduğu dönemlerde duymuştum “Rust in Peace”i. O zamanlar öyle teknik death metaldir, progresif, deneysel şeyler bilmediğimden, o ana kadar duyduğum muhtemelen en akıl alan şey gibi gelmişti bana. Ortaokuldaki arkadaşlarımla yaptığım akıllara zarar muhabbetleri hatırlıyorum: “Hahaha Tarkan mı dinliyosun? Bak bu Metallica… Savaşla ilgili bile şarkıları var. Tarkan’la kıyaslanamaz bile. Metal poptan çok daha iyi bence (ben diyorum bunu)” türevi mal ötesi demeçlerimin ardından, bir arkadaşımdan bu albümü almış ve ertesi gün itibariyle dünyanın en eşsiz ve erişilmez müziğini sadece METALLICA’nın yapabileceğine dair alık düşüncelerime bir nokta koymuştum (Ergenlik yasaklansın. 13-17 yaş arası yaşanmadan atlansın bence).

Sona geldiğimizde “Rust in Peace”, başkalarını bilmem ama benim zevkime göre gelmiş geçmiş en önemli üç dört thrash metal albümünden biridir. MEGADETH, çoğunlukla fark ettirmeden de olsa o kadar çok grubu, o kadar çok gitaristi etkilemiş bir grup ki, günümüzde dinlediğimiz pek çok thrash etkili müzikte, melodik death metalde, pek çok şeyde hâlâ etkileri görülüyor. METALLICA öyle değildir mesela. Çok bariz karakteristik bir rif tarzları yoktur. Şarkıları mükemmel de olsalar aynı kişi elinden çıkmış havası vermezler. Bu bir eleştiri değil tabii ki, teknik bir olaydan bahsetmeye çalışıyorum. Ancak Dave Mustaine, tümüyle kendisine ait, eşi olmayan ve benzetildiğinde de anında kendini belli eden rif yazım tarzıyla, bu müziğe -bence- sanılandan çok (ÇOK) daha fazlasını katmış bir müzisyendir. Ve yine -bence- “Rust in Peace”, ne MEGADETH, ne de bir başkasınca yanına yaklaşılabilecek, her anlamda sarsıcı ve çığır açıcı bir başyapıttır. Çok iyi, mükemmel, efsane bir albüm değildir. Bundan daha fazlasıdır.

Bir kritikten ziyade, “Rust in Peace”in çıkışının 20. yılı olması itibariyle bir hatırlama ve saygı yazısı olarak görülebilecek bu ufak yazıyı burada kapatıyor, böyle bir hayvanlığı, dehşet uyandıracak düzeyde yanına yaklaşılmaz bu muazzamlığı yarattığı için de MEGADETH’e selam ediyorum.

SICK OF IT ALL’dan albüm detayları ve yeni şarkısını yayınladı

Tuesday, March 9th, 2010

New Yorklu hardcore efsanesi SICK OF IT ALL, yakında çıkacak yeni albümünden bir şarkı yayınladı. Resme tıklamak suretiyle şarkıya ulaşabiliyoruz.

“Death or Jail” adlı şarkı, grubun 20 Nisan’da çıkacak yeni albümü “Based on a True Story“nin de çıkış şarkısı olacak ve kliple de desteklenecekmiş. Albümün ayrıntıları da şöylecene sıralanıyor:

01. Death or Jail
02. The Divide
03. Dominated
04. A Month of Sundays
05. Braveheart
06. Bent Outta Shape
07. Lowest Common Denominator
08. Good Cop
09. Lifeline
10. Watch It Burn
11. Waiting for the Day
12. Long as She’s Standing
13. Nobody Rules
14. Gone to Ground

SICK OF IT ALL son albümü “Death to Tyrants”ı 2006 yılında piyasaya sürmüştü. Bu açıdan, “Based on a True Story” grubun iki albüm arasında verdiği en uzun araya sahip albümü olarak dikkat çekiyor.

TESTAMENT’tan yeni albüm haberi

Monday, March 8th, 2010

Ülkemizde çok sevilen thrash metal efsanesi TESTAMENT, yeni albümünü 2010 içerisinde çıkaracağını açıkladı.

Albümü yıl sonuna doğru çıkarmayı planlayan grup, nasıl bir şey beklememiz gerektiğine dair henüz bir bilgi vermezken, albümün Ekim ayından bu yana yazıldığı da notlarına eklenmiş. Sırf albümü çıkarabilmek adına bu sene turlamak istemediğini söyleyen TESTAMENT, SLAYER ve MEGADETH’ten gelen American Carnage tur teklifini ise kabul etmiş.

Grup, azılı hayranlarını gaza getiren bir ayrıntı olarak, bu turnede ilk albümü “The Legacy”yi baştan sona çalacağını da açıkladı.

VELVET CACOON – P aa Opal Poere Pr. 33

Monday, March 8th, 2010

Bu bir ibret hikayesi. İlginç ismi olan bir grup ve ambient black metal akıl almaz bir kombinasyon değil elbet. Ama size diğerlerine benzemeyecek kadar absürd işler yapmış, kafadan sakat bir kadın ve adamın (ya da dissosiyatif kimlik bozukluğu olan bir adamın, meçhul) müziğinden bahsedeceğim.

Can Yücel’in şu adresten malumat edinebileceğiniz manalı bir sözü vardır. Bu grubun ucube bir geçmişi var fakat kafaları bulanıkken not ettikleri bir kaç şeyi ayıkken müziğe dönüştürmeyi başarabilmişler. Metal dinleyicisi kolay beğenmez, cinstir, çeşitli ortamlarda yadırganır hatta dışlanır ama en büyük vasfı her şeyi yememesidir. Her kompozisyonun aşk ve ayrılık acısına yaslanmış notalar bütünü olmadığını bilir bu müziği seven. Ve hastalıklı fikirlerden hastalıklı seslere dönüşeni de sanat olarak adlandırabilen, tercihen seçici geçirgen bir zihni vardır. Şimdi Yücel’in sözünü anarak ve daha fazlasını demeyerek gruptan bahsetmek istiyorum.

Vukuat listesi: ilk dönem demolarında çalıntı beste, çalıntı görsel kullanmak, FBI’ın terörist olarak sınıflandırdığı çevre dostu bir örgütle bağlantılı olmak, uyuşturucu kullanmak.

Ortancası bu olmak üzere son üç albüm sonuncu eylemden ve pasif şekilde dahil oldukları ekosofiden beslenmiş, hatta bunlara ithaf edilmiş. Minimal iniş çıkışları olan ve bir hayli eski gitarlarla kaydedilmiş titreşimler, türün en karakteristik davul icrası ve zaman zaman uzaktan gelen köpek havlamasını andıran hüzünbaz bir vokal. Ve bas, her yerde, drone drone. Hepsi de beynimize işlemesi için teknolojinin de yardımıyla, olabilecek en boğuk şekilde kaydedilmişler. (Bu noktada sandalyenize iyice yerleşmenizi öneriyorum) Bu albümde iyice ön plana çıkan bu sound’u daha önceki dönemlerde açıklarken, bölgedeki marangoz ve demircilere yaptırdıkları ve elektrik yerine dizelle çalışan bir çeşit gitarları olduğunu iddia edip bir hayli ilgi toplamışlar. Amaç; black metal seven kitlenin bir bölümünün kasıntılığına, elitist tavrına, aynı albümün on çeşit versiyonuna para verme zihniyetine turp sıkmak. Uyuşturucu mu, yoksa ufuk açan masum uyarıcılar mı kullanıyorlar belli değil.

Ormanları ve ilham verici iklimiyle meşhur memleketleri Portland’ın (bakınız Agalloch) izbe yerlerinde konserler veren grup, yazılanlara göre bu meymenetsiz, gudubet ve nursuz sanatlarını genç dimağlara başarılı performanslarla aşılıyormuş. İşin kötüsü/iyisi hayran sayısı da hiç de azımsanacak gibi değilmiş.

Katatoniye sürükleyici ve bağımlılık yapan (hmm..) gürültü fikri sıcak geliyorsa, gecenin bir vakti eşyaların kendi kendine gıcırdamasını, yağmurdan sonra ortaya çıkan solucanları ya da topkeki seviyorsanız bu albümü de sevebilirsiniz. Çünkü her şey görelidir, kötü çekilmiş bir fotoğraf, kadrajında sevdiklerimiz var diye çerçeveletilebilir. Demem o ki, bunlar bildiğimiz ev tipi PC başı black metalcisi değil, başka bir cins. Bu adamlar kayboldukları yolu seviyorlar. Black metalle bayağı paralel, ambiyans odaklı, hem karışık hem basit bir müzik ortaya koyuyorlar. Modern yaşam, yeni dünya düzeninden tiksiniyor (bunu iddia ediyor) ve bunu farklı boyutta bir olumsuzluklar silsilesi ile sıvayıp örtmeye çalışıyorlar. Bunu da hem gizem yaratıp veletçe, hem de olgunca yapıyorlar. Son derece zengin bir armatör (!) ya da orta yaş bunalımında tipler olabilirler. Olayı izah edebildiğimi umuyorum, istediklerini başarıyorlar, istediğimi ise kısmen.

Neden bu grubu “yorumlamaya” değer buldum? Çünkü çoğumuz bir grup ya da albümü değerlendirirken “kim”, “nereli”, “hangi dönem”, “neye benziyor” kriterlerine fazlaca takılıyoruz. Ben artık “neden” ve “nasıl”ı yazmak ve öğrenmek istiyorum. Neden? Çünkü insanlar sanatı, nesneyi, birbirlerini, doğayı hiçliğe sürüklenecek kadar sevebiliyor, saplantılara boğulabiliyorlar; yaratıcı olabilmek için kaybetmeyi, kendini mahvetmeyi arzulayabiliyorlar. Ben de insani olan her şeyi seviyorum.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.