Bu albüm için 2005 yılında bir yazı yazmıştım. Yazı boyunca ne GOJIRA kelimesi geçiyor, ne de albümden ve şarkılardan bahsediliyordu. Aşırı derece kişisel bir yazıydı. Yazarken güzel gelmişse de sonradan hoşlanmadığım için pasifagresif’e koymadım. Ancak bu albüm için bir şeyler zırvalamak bir süredir aklımdaydı.

“From Mars to Sirius” çoğu insan gibi benim de dinlediğim ilk GOJIRA albümü. Çıktığı hafta albüme dair o kadar çok övgü dolu yazı okudum ki, hiç bilmediğim bu grubun, hiçbir şarkısını duymadığım bu albümünü satın aldım ve dinlemeye başladım. İlk duyduğum anı düşününce, evet beğenmiştim. Garip bir havası vardı, kesinlikle farklıydı, ancak ilk andan nasıl önemli bir yapıt olduğunu göstermiyordu. İçinde çözülmeyi bekleyen bir cevher olduğunu belli edercesine özgün bir müzik yapıyordu GOJIRA. Okuduğum yazılardaki MORBID ANGEL, MESHUGGAH gibi referansların ışığında, ilk başlarda hep bu etkilenimlere yorarak dinledim müziği. İlk başlardan kastım, albümdeki ilk dört şarkıydı. İlk dört şarkının ardından, şu an GOJIRA’yı hayatımın en önemli gruplarından biri yapan o şarkı başladı.
Bayağı bildiğin oturduğum koltuğun içine çekildiğimi hissettim. Where Dragons Dwell’in girişiyle birlikte kafamda beliren ilk düşünce, “sanırım artık ölebilirim” idi.

2000′ler sonrası metal dünyasının gördüğü en orijinal gruplardan biri olduğunu düşündüğüm GOJIRA, birtakım farklı etkilenimleri öylesine muhteşem şekilde birleştirip kendi sound’unu oluşturdu ki, bugünden itibaren yapacakları her şarkının ilk birkaç notası size GOJIRA dinlediğinizi fark ettirecektir. Joe Duplantier’in her dediği anlaşılan iç parçalayıcı vokali, gitarların kalın tellerden suratınıza çarptığı hem hayvan sert, hem de acı verici düzeyde hisli rifler, melodiler, GOJIRA’nın anormal düzeyde yoğun bir ses duvarı yaratmasını ve metali derinlemesine takip edenler arasında adeta kült bir gruba dönüşmesini sağlamıştı. Yıllardır görmezden gelinen Fransa içinde, ilk albümünden bu yana zaten bir efsane olan grup dünyadaki patlamasını ise bu üçüncü albümüyle yapmıştı.
“From Mars to Sirius” bildiğiniz gibi bir konsept albüm. Joe Duplantier taradından yapılan ve 2000′ler sonrası metalinin en ikonik kapaklarından biri olan albüm kapağında da betimlendiği gibi, Dünya’nın yok oluşuna, doğanın çöküşüne tanık olan bir adam, kendisine uçmayı öğreteceklerine inandığı Uçan Balinalar’ı arıyor. Bunu yapan karakterimiz ardından Sirius C’ye uçuyor ve buradaki üstün ırk da kendisine Dünya’ya (Mars’tan kasıt Dünya) tekrar hayat vermeyi öğretiyor. Böyle üç satırda yazınca pek bir anlam ifade etmese de, GOJIRA müziğe size bir şeyler anlatmaya çalıştığını, birbirinden bağımsız, öylesine şarkılardan oluşmadığını her notasında hissettiriyor.
Olayın teknik boyutuna çok girmek istemesem de, GOJIRA müziğinde başka pek az grupta duyduğumuz türde denemelerin de yer aldığı bir yapıda. Sıradışı tapping kullanımı, müziği bir şekilde çeşitlendiren harmonikler, örneklerine çok az rastladığımız kimi teknikler (en alt telden en üst tele doğru penanın yanını sürtmek; hani şu “çiiiiiyuv” sesi var ya), hep GOJIRA’nın yarattığı bu kendine özgülüğün araçları arasında.

Fazla şarkı ismi verme niyetinde değilim, “From Mars to Sirius”u benim gibi bir bütün halinde, kendi mevcudiyeti olan, adeta yaşayan bir şey gibi gören insanlar albümün şarkılarına ayrılıp dinlenmeyeceğini biliyorlardır. Albüm baştan sona bir yaratıcılık, sertlik, hüzün ve gaz bombardımanı şeklinde başlar ve sizi yaklaşık yetmiş dakika boyunca silkeler ve bırakır. Bu sebeptendir ki albüme dair okuduğum sayısız dinleyici yorumunda “Aynı anda hem kafam koparcasına kafa sallamak, hem de hiçbir şeyi umursamadan ağlamak istiyorum” türünde aşırı ifadelere rastlayabiliyorsunuz.
Pek çok meşhur kritik sitesinde epey düşük puanlar (4/10 gibi) alan bu albüme böyle bir puan vermeyi, ukalalık yapmak istemem ama ya dinlediğini anlamamak, ya da albümü bir pop müzik albümü dinliyormuşçasına yüzeysel dinlemek olarak görüyorum. Müzikalite elbet göreceli bir şeydir, ancak bir yerden sonra ortada gerçekten iyi bir şey olduğunu görmemek de ne dinlediğini anlamamaktan başka kapıya çıkmıyor bence.

Son kelâmlara gelince, GOJIRA’nın en büyük başarısı, hem müzik, hem tavır, hem de konseptleriyle yarattıkları kendilerine özgü hava diye düşünüyorum. Başka bir grup yapsa “Eee?” diyeceğimiz basitlikte bir rif bile, GOJIRA yaptığında içinde yoğun bir duygu barındırıyormuş gibi geliyor. Bu sayede grup son yıllarda giderek artan bir kitleyi peşinden sürüklüyor. “From Mars to Sirius” önemli bir gruptan önemli bir albüm. Ama onun da ötesinde, albümün içine tam anlamıyla girebilenler için içinde çok güçlü, çok güzel hazineler saklı bir albüm.