# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

STONE SOUR – Come What(ever) May

Thursday, June 17th, 2010

Stone Sour’a nerden sardım hatırlamıyorum, Blue Jean/Headbang’de bir röportajları veya yazılarıyla tanımıştım sanırım. Slipknot dinleyicisi olmadım hiçbir zaman. Corey Taylor hastası da olmadım, ama “Come What(ever) May”i nasıl bir vesileyle dinlediysem, fena halde sardı.

Nu-Metal’le bağım sadece Linkin Park, Disturbed ve KoRn’un “Take a Look in the Mirror”, “See You on the Other Side” albümleriyle sınırlı olsa da albüm bir şekilde çekti beni. Bundaki en büyük etken bana fena halde Metallica’nın “Load”/”ReLoad” dönemini hatırlatmasıdır ki benim metal veya metale yakın şeylerle ilk tanışmamdır bu albümler. Ve aynı o albümlerde olduğu gibi 90′lar/grunge/hard rock öykünmelerine sahip olması. Grubun türü, adı geçen etkileşimlerden olsa gerek alternatif metal (?) olarak da anılıyor.

Grupta Corey’le beraber gitar ve geri vokalde Slipknot’tan Jim Root var. Yine bateride Soulfly’ın grupla aynı isimli ilk albümünden ve ”3” albümünden Roy Mayorga var. Diğer elemanlar sadece Stone Sour’la biliniyorlar. Albüm zamanları (2006) itibariyle yavaştan gına getirmeye başlayan nu-metale yeni bir soluk getirmişti. Corey’nin de bir yerlerde belirttiği gibi, “gelecek Slipknot’ın değil Stone Sour’undu”.

“Come What(ever) May” geneli itibariyle bayağı gaz bir albüm. 30/30 – 150 adlı parça, adını anmak istemediğim gruplardan birine (neyse kısaltılmışını yazalım: S.O.A.D.) selam çakarak açılıyor, yine de albümün en iyi şarkılarından biri. Albümde Silly World, Through Glass ve Zzxyz Rd. dışında ballad/heavy ballad anlamında bir şarkı yok. Through Glass gayet güzel bir şarkı. Ve albümden benim favorim Made of Scars, özellikle sözlerini seviyorum (“yeah cut right into me! yes i’m made of scars!”). Albümde az önceki şarkıda ve Reborn’da olduğu gibi Slipknot etkileri de var. Bu Slipknot’a bağlama olayları Slipknot sevmeyen beni rahatsız etmeyecek düzeyde. Disturbed’ün nu-metalde solo tabusunu kırmasıyla başlayan sololar bu albümde de kendini gösteriyor. Özellikle Hell & Consequences’ın ortasındaki oryantal sololar bayağı leziz.

Son olarak gereksiz bilgiler. Grup ismini viski, portakal suyu ve buz-şerbet karışımı bir içkiden alıyor. İlk albümden ‘Bother, Spider-Man filminde soundtrack’miş. Heaven & Hell ve Mastodon’un yalan olmasıyla Sonisphere’de Big Four dışında canlı görmek istediğim tek grup olduğundan gruba dikkat çekmek istedim. Sahnede oldukları sürece gruptan sıkılmak istemiyorsanız albüme veya en azından ismini andığım şarkılara kulak kabartmanızda yarar olduğunu düşünüyorum.

Not: Sırf şu performans için bile Stone Sour dinlenir yani :)

Sofistike sözleriyl insanın ufkunu genişletiyor ayrıca. :)

thefakefloydian

İlk Big Four konserinden görüntüler ve setlist’ler

Thursday, June 17th, 2010

Tarihteki ilk Big Four konserinin fotoğrafları yayınlandı. Galeriye aşağıdaki fotoğraftan ulaşabilirsiniz.

Konserdeki setlist’ler de şöyleymiş:

ANTHRAX:

01. Caught in a Mosh
02. Got the Time (JOE JACKSON cover)
03. Indians
04. Heaven and Hell (BLACK SABBATH cover)
05. Antisocial (TRUST cover)
06. Madhouse
07. Only
08. Efilnikufesin (N.F.L.)
09. I Am The Law

SLAYER:

01. World Painted Blood
02. Jihad
03. War Ensemble
04. Hate Worldwide
05. Angel of Death
06. Dead Skin Mask
07. Disciple
08. South of Heaven
09. Raining Blood

MEGADETH:

01. Holy Wars
02. Hangar 18
03. Take No Prisoners
04. Five Magics
05. Poison Was the Cure
06. Lucretia
07. Tornado of Souls
08. Dawn Patrol
09. Rust in Peace… Polaris
10. Head Crusher
11. Sweating Bullets
12. Symphony Of Destruction
13. Peace Sells

METALLICA:

01. Creeping Death
02. For Whom The Bell Tolls
03. Fuel
04. The Four Horsemen
05. Fade To Black
06. That Was Just Your Life
07. Cyanide
08. Sad But True
09. Welcome Home (Sanitarium)
10. All Nightmare Long
11. One
12. Master Of Puppets
13. Blackened
14. Nothing Else Matters
15. Enter Sandman
- – - – - – - -
16. Stone Cold Crazy
17. Hit The Lights
18. Seek and Destroy

CHILDREN OF BODOM demo kayıtlarına başladı

Thursday, June 17th, 2010

Mart ayında yeni albümünü yazmaya başlayan CHILDREN OF BODOM, albümün ilk demolarını kaydetmeye başlamış.

Yakında da kayda girecek olan grubun, yeni albümünü 2011 içinde çıkarması bekleniyor.


Bayağı dolu dolu bir haber oldu farkındayız.

BLACK LABEL SOCIETY yeni şarkısını yayınladı

Thursday, June 17th, 2010

BLACK LABEL SOCIETY yeni albümü “Order Of The Black“in ilk single’ı “Parade of the Dead”i az önce hizmete sundu.

Başka da bir şey yok.

CREMATORY’den DVD

Wednesday, June 16th, 2010

Almanyalı gotik metal grubu CREMATORY, 20. kuruluş yılı şerefine bir toplama albüm ve bir DVD çıkarıyormuş.

26 Kasım’da çıkacak olan DVD’nin adı “Black Pearls“müş ve içinde bir saatlik konser görüntüsü ve gruba dair bin türlü materyal barındırıyormuş.

Grup son albümü “Infinity”yi Ocak ayında çıkarmıştı.

AVENGED SEVENFOLD yeni albüm detaylarını açıkladı

Wednesday, June 16th, 2010

AVENGED SEVENFOLD, büyük bir kesim tarafından merakla beklenen yeni albümü “Nightmare“in detaylarını açıkladı.

01. Nightmare
02. Welcome To The Family
03. Danger Line
04. Buried Alive
05. Natural Born Killer
06. So Far Away
07. God Hates Us
08. Victim
09. Tonight The World Dies
10. Fiction
11. Save Me

Albümden çıkan ilk single “Nightmare”in YouTube’a konduktan beri 4 haftada 2.000.000′dan fazla kez dinlendiğini de hatırlatalım.

Albümde davulları çalan arkadaşın son açıklamaları içinse sizleri şuraya alalım.

NECRONOMICON – The Return of the Witch

Wednesday, June 16th, 2010

Abdul Alhazred adlı çılgın ve kurmaca Arap tarafından yazılan, dolayısıyla da yine kurmaca olan Necronomicon adlı kitabı duymuşsunuzdur.

H.P. Lovecraft elinden çıkma, Cthulhu Mitosu ile de ilişkili bu kitap ve yaratıcısı Abdul, Lovecraft tarafından zamanında öylesine güzel karakterize edilmiş ve detaylandırılmış ki, günümüzde gerçekten de Necronomicon diye bir kitap olduğuna, bu kitaptaki büyülerle ölülerin dünyasıyla iletişim kurulabileceğine inanan sayısız insan var.

Lovecraft über yaratıcı bir abidir. 14 yaşında yazdığı hikayelerde dahi çok tuhaf, tanımlanması güç bir gerginlik vardır. Sanatın her alanına ilhâm verdiği, yazın olarak belki çok güçlü olmasa da, tasvirleri ve yarattığı ortam ve karakterlerle pek çok yazarı etkilediği de bilinir.

Bugün, Lovecraft gibi başkalarını etkilemeyen, aksine başkalarından epey fazla etkilenen bir gruptan söz edeceğiz.

NECRONOMICON’u 2005 yılında Kanada’da canlı olarak izledim. BEHEMOTH’un ön grubuydular ve şu an fotoğraflarda gördüğünüz gibi makyajlı değillerdi. Gayet kütür kütür bir death metal yapıyorlar ve tam karşılarından kendilerini izleyen bendenizi de ziyadesiyle etkiliyorlardı.

Şimdi ise bakıyorum ve pek haz etmediğim Star Wars’un daha da haz etmediğim filmi “Episode II: Attack of the Clones”u hatırlıyorum. Evet arkadaşlar. Star Wars’u sevmememden dolayı bana ettiğiniz küfürleriniz bittiyse başlayabiliriz. Karşınızda, -artık- BEHEMOTH/DIMMU BORGIR klonu bir grup olamya karar veren NECRONOMICON.

Feyz alınan gruplar böylesine etkin isimler olunca, olayı iki ana başlıkta incelemekte fayda var.

İlk olarak müzikten söz edelim.

Kurulalı 20 yıl olan NECRONOMICON, death metalin sözlükteki karşılığını yapıyor diyerek başlayalım. Vokallerde, her ne kadar bilinçli olmasa da, söyleyiş tarzından kaynaklanan bir Randy Blythe benzerliği var. Bu vokaller bence albümün en güzel kısmını oluşturuyor. Davul ve gitar namına NECRONOMICON türün gerektirdiklerinden öteye gitmiyor. Dinlerken “Oharg o neydi lan?” falan diyeceğiniz bir bölüm olacağını sanmıyorum. Kahretsin, hepimiz o kadar tecrübeliyiz ki artık hiçbir şey bizi şaşırtamıyor. :((((((((((((((((((((((((((((((((((((

Çift kros giden davullar ve BEHEMOTH’sal gitar oyunları albümün her yerini sarmış. Aynı notanın iki farklı oktavını aynı anda çalınca ortaya çıkan ve “MORBID ANGEL tadı” olarak bildiğimiz, OPETH’ten BEHEMOTH’a sayısız grup tarafından kullanılan o rif kalıbı, “The Return of the Witch”i de istila etmiş durumda. Gitarsal anlamda söylemem gereken en büyük olumsuzluk albümdeki sololar. İlk olarak sololar iyi değil. İyi yazılmamışlar yani. Açık açık söyleyebilirim. İkinci ve bence affedilmez olansa, soloların bildiğin tam çalınamamış olmaları. Sweep’ler, birtakım hızlı bölümler, prodüksiyon zaaflarından da kaynaklı şekilde o kadar kirliler ki, “vriliyüuv” şeklinde bir nota çorbası duyduğunuzda anlıyorsunuz ki o bir sweep’miş meğersem. Elemanlar enstrümanlarında kazma demiyorum elbet, gayet güzel çalıyorlar genel olarak, ancak temiz sweep atamayan birinin sırf grubu daha güçlü göstermek adına sweep atması, bu gibi nahoş durumlara vesile olabiliyor. Solo gitar tonu da buna tuz biber, hatta kekik, dereotu gibi çeşitli ot ve baharatlar ekiyor.

Şarkılar arasından favorim dördüncü sıradaki Necropolis. Başlarındaki radyo efektli DIMMU BORGIR öykünmeli vokal bölümünü görmezden gelirsek, parça genel olarak başarılı bir fikir üzerine kurulmuş. Ne o fikir? Piyano üstüne brutal vokal. Höst dediğinizi duymaz gibiyim, zira dolabımda saklananınız yoksa, evde yalnız olduğumu sanıyorum (fakat o tıkırtı?). Her neyse, grup bu şarkıda hoş bir hava yakalamayı başarmış. Böyle kontrastlar metalde her zaman işe yarıyor sanki. Brutal vokal/kadın vokal düeti (Insanity’s Crescendo), akustik gitar üstüne brutal vokal (Unto Others) ve bu şarkıdaki gibi narin piyano dokunuşları üstüne ayısal brutaller. Klip şarkısı Time is Now akılda kalıcılığıyla, 7 dakikalık The Order of the Moon da yine içindeki bayağı güzel piyano bölümleriyle coşan, cidden enfes anlar barındıran bir eser.

Nihayetinde “BEHEMOTH sevmeyen adam bunu asla sevmez” gibi bir gerçekle kaşılaşıyoruz. Lakin bunu hiç sevmeyip BEHEMOTH sevmeniz mümkün. Neden, çünkü NECRONOMICON boyundan büyük bir işe kalkışıyor. Olayın özeti de bu aslında. Misal sondaki şarkı Seven’a bakın. Şarkı resmen “BEHEMOOOOTH!!” diye bağıran bir rifle giriyor. Olabilir, tamam. Ancak ardından gelen kısımda hanyayı konyayı görüyoruz. BEHEMOTH olsa Inferno’nun hayvanlar gibi bir blast’le girip ortalığı yakıp yıkacağı türde bir bölümle devam eden şarkı, NECRONOMICON’un blast olmayan, sadece hızlı davullarıyla bir anda sönüveriyor. Hayır, davulcu eleman gayet blast de atabilen bir kişi, ancak etkilenimlerinizi bu kadar bariz sound’lu gruplardan seçerseniz, böylesi bir beklenti oluşuyor insanda ve aynı gücü bulamadığınız anda da “I-ıh, olmamış” deyiveriyorsunuz.

Azıcık da ikinci husustan söz edip bitirelim.

İmaj.

Eğer benzemeye çalıştığınız grubun imajı şöyleyse;

Ve sizin yapabildiğiniz de şuysa;

Canım, yapmayın. Hakkaten. Olmuyo yani. Görkemli ve ihtişamlı görünebilen bir grubu örnek alıyorsanız, fakat sadece korkunç görünmeye çalışan normal adamlarsanız, yemiyo yani. Baksana şuna yahu resmen normal adam bu.

Daha fazla uzatmayalım, grup normal bir imajla çıkmış olsaydı şu puandan 1 puan fazlasını verirdim, ancak bir grubu, bir albümü dinlerken hep bir “-mış gibi”lik, hep bir “-mışçasına”lık hissediyorsanız, ortada bir sorun var demektir. NECRONOMICON kötü bir grup değil, ancak bu albümde olmadıkları, olamayacakları bir şeye benzemeye çalıştıkları da ortada.

Umarım bir sonrakinde hatalarından dönerler, çünkü şu halleriyle pazarda satılan ADISAS ayakkabı gibiler.

CORONER geri dönüyor

Wednesday, June 16th, 2010

İsviçreli kült thrash metal grubu CORONER’in, Fransa’da yapılacak olan Hellfest 2011′de sahne alacağı söyleniyor.

Grup son albümü “Grin”i çıkaralı on yedi yıl oldu.

Thrash metalin dört büyüğünden metal tarihine geçecek fotoğraflar (Güncellendi-1)

Wednesday, June 16th, 2010

On gün sonra ülkemizde ağırlayacağımız METALLICA, SLAYER, MEGADETH ve ANTHRAX’tan oluşan Big Four’un ilk toplu fotoğrafları yayınlandı.

Fotoğraflar, dörtlünün tarihte ilk kez birlikte çalacağı bugünkü Varşova konseri için bir araya gelmesi sırasında çekilmiş.

Fotoğraftaki isimlerden dördü, Big Four turnesi için şu yorumlarda bulunmuş:

LARS ULRICH:

Bundan 25 yıl önce meydana gelen Big Four’un, bu kadar zamanın ardından hâlâ ortalarda olacağını, üstelik de her zamankinden daha popüler olacağını kim düşünebilirdi ki?

KERRY KING:

Artık zamanı gelmişti. Hayranlar sonunda istediklerine kavuşuyorlar. Bu harika bir şey!

DAVE MUSTAINE:

Bu turne Amerikan metal tarihinin gelmiş geçmiş en büyük dört grubunu aynı sahnede görmek için hayatta bir kez yakalanacak bir fırsat. Bu festivalde kafa sallamayan bizden değildir.”

SCOTT IAN:

İnsanlar bu dört grubun birlikte çalması için 1984′den beri konuşuyorlar. Bu 26 yıllık beklenti demek! İnanıyorum ki sadece beklentileri karşılamakla kalmayacağız, onları yerle bir edeceğiz! Bu dört grup kadar çığır açıcı olup da bu denli büyük bir oluşuma imza atabilen kimse olmadı. THE BEATLES, ROLLING STONES, THE WHO ve LED ZEPPELIN’in birlikte turladığını düşünün. Veya BLACK SABBATH, JUDAS PRIEST, IRON MAIDEN ve MOTÖRHEAD’in. Belki biraz abartılı gelecek ama bir müzik sever olarak bu turneyi de aynı büyüklükte bir olay olarak görüyorum.

Bugünkü Varşova konserinin açılış grubu ise Polonya’nın death metal devi BEHEMOTH.

NIGHTRAGE

Wednesday, June 16th, 2010

Wearing a Martyr’s Crown“a gelen tepkiler nasıldı?

Son albüme gelen tepkiler gayet iyiydi. Hem hayranlar, hem de basın albümü sevdi. Elbette ki herkesi memnun edemiyorsunuz ve yaptığınız şeyden hoşlanmayanlar da çıkabiliyor, ama bu da normal bir şey tabii.

NIGHTRAGE’de neden bu kadar çok kadro değişikliği yaşanıyor? Mesela kadronuzda Fotis gibi harika bir davulcu vardı ve sadece bir albüm NIGHTRAGE’de kalabildi. İsveç menşeili bir gruba dönüşmek için mi bu yola gidiyorsunuz? Sabit kadrolu bir NIGHTRAGE’i ne zaman görebileceğiz?

Evet, bu grupla ilgili büyük planlarım vardı, hâlâ da var, ancak hayat her zaman istediğiniz şekilde gelişmiyor. Grupta bu kadar çok değişiklik yapmak zorunda kalmamın tek sebebi, NIGHTRAGE’i ayakta tutabilmekti. Bu yolda NIGHTRAGE’i bir basamak olarak kullanan ve alabildikleri kadar çok şöhreti ve parayı yanlarına alarak işleri biter bitmez gruptan ayrılan insanlarla da karşılaştık. Geriye bakınca, gruba eleman alırken kimi hatalar yaptığımı da görüyorum ve bu hataların cezasını da ödüyorum. Grubun şu anki halinden gayet memnunum. Sabit bir kadroya kavuştuğumuzu sanıyorum. Gruba saygı duyuyorlar ve bu müziği çalmayı çok seviyorlar.

Müziğinizde her zaman bir hard rock havası hissediliyor. Hatta özellikle THIN LIZZY etkilenimleri seziyorum. Aynı zamanda türün devlerinden IN FLAMES ve ARCH ENEMY’den de etkilendiğiniz ortada. Grubu kurarken en büyük ilham kaynaklarınız kimlerdi?

Evet THIN LIZZY bizim için önemli bir ilham kaynağı. Tıpkı IRON MAIDEN ve METALLICA gibi. Aynı zamanda ortaya yepyeni şeyler koyan AT THE GATES’i de çok seviyorum. Müziğimizi olabildiğince metal tutmaya çalışıyoruz. Farklı trend’leri takip etme, yumuşama gibi bir niyetimiz yok. NIGHTRAGE bir metal grubu ve biz trend’lerden ve sürekli duyduğumuz “kullanıp atmalık” müziklerden nefret ediyoruz. Aslında içinde samimiyet ve saflık görebildiğim her türlü müziği severim.

EXHUMATION dağıldıktan sonra NIGHTRAGE’i kurarken kafanızdaki düşünce neydi? EXHUMATION da melodik death metal yapıyordu ve NIGHTRAGE’de ne gibi yenilikler yapmayı istediniz?

EXHUMATION, bugün NIGHTRAGE’de olan her şeyin köküdür. Orada yaptığım müziği çok seviyorum. Dağıldıktan sonra yine aynı tür müziği, daha güçlü ve daha profesyonel şekilde yapmak istedim. Kısacası NIGHTRAGE’i EXHUMATION’ın daha büyük, daha hızlı ve daha gürültülü bir versiyonu olarak görebilirsiniz, çünkü o grubun müziğinden sorumlu kişi de bendim.

Yunanistan’da ne kadar büyüksünüz? Ya da şöyle sorayım, İsveç’te mi daha büyüksünüz Yunanistan’da mı? Yunan metal dinleyicileri sizi bir Yunan grubu olarak benimsiyorlar mı?

Bu soruyu hayranlar cevaplasa daha iyi olur, ama iki ülkede de güçlü bir adımız olduğunu söyleyebilirim, iki ülkedeki metal kitlesi de grubu biliyor. Ama her ne kadar grupta farklı milletlerden insanlar olsa da, Yunan dinleyiciler grubu daha çok bir Yunan grubu olarak görüyorlar evet, buna ben de dahilim haha. Aslında en güzeli şöyle özetleyelim, biz direksiyon başında bir Yunan’ın olduğu Avrupalı bir grubuz.

En sevdiğim NIGHTRAGE albümü “A New Disease is Born“. Ama o albümü ilk dinlediğimde vokalist Jimmy Strimell’in NIGHTRAGE için biraz fazla olduğunu düşünmüştüm. Albümdeki vokal performansı çok iyi, ama Strimell’in NIGHTRAGE gibi bir grupla yetinmeyeceği de belliydi. Zaten şimdi çok daha ticari bir grup olan DEAD BY APRIL‘da söylüyor. Senin bu konuyla ilgili görüşlerin nasıl?

Az önce hatalar yaptığımı söylemiştim ya, bu adam tüm kariyerim boyunca yaptığım en büyük hataydı aslında. Sesi NIGHTRAGE için uygun değildi ve tüm o nakaratlarla şarkılara daha pop bir hava katmaya çalıştı. Bu durum hoşuma gitmedi, ancak bir diktatör gibi bunu reddetmektense gruptaki elemanlara bir şans vermek istedim. Ancak bu karar uzun vadede sound’umuzun değişmesine vesile oldu ve ben de bu kararımla gruba zarar vermiş oldum. Bu yüzden ben de onları gruptan çıkarmak zorunda kaldım. Zaten adamlar NIGHTRAGE’de oldukları sırada başka projeler kurmuş, arkamdan dolaplar çevirmeye başlamışlar bile. Bunu da bana NIGHTRAGE’in yeterince güçlü olmadığını ve asıl gücün kendilerinde olduğunu göstermek için yapmışlar. Kısacası onlar gruba tamamen yanlış amaçlarla giren mutsuz insanlardı ve ben de onların bu tuzağına düştüm.

Tompa (AT THE GATES) ayrıldıktan sonra NIGHTRAGE’e olan ilginin azaldığını düşünüyor musun? Century Media’nın sizden vazgeçme sebebi de bu muydu? Tompa’yla ayrılığınız nasıl oldu?

Evet, bir yıldızlar karması gibi başlayıp uzun vadede beklentilerimizi tatmin etmeyen bir gruba dönüştüğümüz doğru. Tompa’nın ve Gus G‘nin ayrılmalarına gerçekten çok üzülmüştüm. Şimdi düşününce belki de onları grupta tutabilirdim. Ama onların diğer projeleri çok yoğun olduğundan ayrılmaları çok da acayip bir durum değil tabii. Sonra grubu ayakta tutmak için pek çok insan değiştirmemiz gerekti. Başka yolu yoktu. Hoş bir şey değil elbet, ama yapacak başka bir şey de yoktu.

Yunanistan’dan İsveç’e yolculuğunun hikâyesi ne?

İsveç’e çok sevdiğim müziğimi çalmak için gittim. Tek amacım buydu. EXHUMATION dağıldıktan sonra taze bir başlangıç yapıp yeni elemanlar bulmak ve çok iyi bir grup kurmaktı. Şarkılarım güzeldi ki, dinlettiğim herkes onları beğendi ve NIGHTRAGE’de çalmak istediler. Ben de bu uğurda ne gerekiyorsa yaptım, her türlü fedakârlıkta bulundum. Tek amacım çok sevdiğim bu müziği yapmaktı.

Descent into Chaos” çıktıktan sonra Tompa’yla röportaj yapmıştım. Bana seninle Göteborg’daki bir müzik markette karşılaştığını, ona bazı demo kasetler verdiğini söyledi. Tompa ilk tercihin miydi, yoksa aynı kasetleri farklı vokalistlere de veriyor muydun?

Tomas benim ilk ve tek tercihimdi. En iyi albümü yapacaksam, içine de en iyi vokalisti koymalıydım. Ben de ondan Studio Fredman’a gelmesini ve kayıtları dinlemesini istedim. O da geldi ve şarkıları beğendi, gruba katılmayı kabul etti.

Tüm grupların birbirine benzemeye başladığı ve sadece IN FLAMES ve SOILWORK gibi yeni fikirleri olan grupların ayakta kaldığı bu türün geleceğine dair ne düşünüyorsun? Melodik death metalin geniş kitlelere ulaşmak için death metal kısmından sıyrılıp basının şu “modern metal” dediği şeye dönüşmesi bir zorunluluk mu sence?

Ben olayı sadece metal olarak görüyorum. Yaptığımız türlere isim koymayı gereksiz buluyorum. İçinde sert vokaller olan sert bir metal yapıyoruz. Müzik iyi olduğu sürece insanların onu ne şekilde isimlendirdiği mühim değil. Bence kalpten geldiği ve kendinizi ifade edebildiğiniz sürece müzik mutlaka ayakta kalacaktır. Dinleyiciler aptal değiller. Sadece müzik yapmak için mi, yoks başka amaçlar için mi burada olduğunuzu hemen anlarlar. Sevdiğiniz müziği yapmaya devam edin; emin olun ki onun verdiği mutluluğu pek az şeyden alabilirsiniz.

Sevdiğin Yunan gruplar hangileri? Sakis (ROTTING CHRIST) ile veya SEPTICFLESH’teki elemanlarla tanışıyor musunuz?

FIREWIND’e bayılıyorum. Bence en iyi Yunan grup onlar. Çok iyi şarkıları var ve çok iyi konserler veriyorlar. ROTTING CHRIST ve SEPTICFLESH’deki elemanları bayağı iyi tanırım. SEPTICFLESH’in son albümü “Communion“da bir tane konuk solom var.

Türkiye’de çalmak için teklif almışlığınız var mı? Gus FIREWIND’le burada çaldı ve Eylül’de de OZZY OSBOURNE’la tekrar burada olacak. Bir gün sizi de görebilecek miyiz?

Birkaç kez teklif aldık ancak ne yazık ki çok istememize rağmen bir türlü olmadı. Gus, Türkiye’de çalmanın ne kadar harika olduğundan bahsetti, umarım kısa zamanda sizlerin karşısına çıkabiliriz. Şu anda tek gereken bir teklif. Türk hayranlarımıza selam ediyoruz, umarım yakın zamanda onlarla görüşürüz.

Hepsi bu kadardı, yaptığınız her şeyde iyi şanslar diliyoruz.

Bu röportaj ve desteğiniz için çok teşekkürler, metal dinlemeye devam edin. Umarım en kısa zamanda görüşürüz.

Not: Röportajı ayarladığı için Adnan TEFİKOĞLU’na teşekkür ederiz.

Sorular
Ahmet Saraçoğlu
sambalici

NEVERMORE yeni klibini yayınladı

Wednesday, June 16th, 2010

Evet buyrun.

CROWBAR’dan yeni albüm

Tuesday, June 15th, 2010

Sludge metalin canazor ismi CROWBAR, yeni albümünü sonbaharda çıkaracağını açıkladı.

Son albümü “Lifesblood For The Downtrodden”ı 2005′te çıkaran 20 yıllık grup, yeni albümde arkasına gerçek bir şirket desteği alacağını ve böylelikle de ortamları dağıtacağını söylemiş.

CROWBAR’ın baş kahramanı Kirk Windstein’i DOWN’dan, KINGDOM OF SORROW’dan ve tabii ki sakallarından tanıyoruz.

AS I LAY DYING yeni klibini yayınladı

Tuesday, June 15th, 2010

AS I LAY DYING, ilk haftasında A.B.D.’de bayağı çok satarak Billboard listesine 10 numaradan giren yeni albümü “The Powerless Rise“dan “Parallels” adlı parçaya çektiği klibi yayınladı.

Grubun önceki işlerine oranla daha sert bir müzik barındıran “The Powerless Rise“, çıkışının dördüncü haftasında Billboard listesinde 67. sırada bulunuyor. Bu bir metal grubu için hatırı sayılır bir başarı olarak gösterilmiş.

+rep diyoruz.

OZZY OSBOURNE yeni albümünü halka açtı

Tuesday, June 15th, 2010

OZZY OSBOURNE, bir hafta sonra çıkacak yeni albümü “Scream“i, alttaki albüm kapağına koydu.

Hatırlanacağı gibi OZZY geçtiğimiz haftalarda “Scream” için farklı bir promosyon yöntemi denemişti.

KATAKLYSM yeni kapağını ve şarkı listesini açıkladı (Güncellendi)

Tuesday, June 15th, 2010

KATAKLYSM yeni albümü “Heaven’s Venom“ın kapağını ve şarkı listesini açıkladı.

01. A Soulless God
02. Determined (Vows Of Vengeance)
03. Faith Made Of Shrapnel
04. Push The Venom
05. Hail The Renegade
06. As The Walls Collapse
07. Numb & Intoxicated
08. At The Edge Of The World
09. Suicide River
10. Blind Savior

“Heaven’s Venom” 20 Ağustos’ta piyasada olacak onu da hatırlatmakta fayda var.

FINNTROLL – Nifelvind

Monday, June 14th, 2010

Metalci Finler’in çizgi film karakterleri kadar renkli, Sünger Bob’a taş çıkarırcasına ağır içkici ve bunun sonucunda süper işler çıkaran yaratıcı cancişler olduğunu düşünüyorum. Finntroll bugün bana “Thrash metalin Big Four’u varsa, Folk metalin de Funny/Boozy Four’u olabilir” diye düşündürttü.

Şahsen böylesi bir dörtlüye Finntroll’le birlikte Korpiklaani, Ensiferum ve nispeten az tanınan Trollfest’i dahil edecek olsam da, sanırım bu anket ya da tartışma konusu olacak kadar ses getirecek bir şey olmazdı, ya da olur muydu yea… Folk metal gönül işidir, dileyen bu yazının altında tartışsın diyerek albüme geçiyorum.

Finntroll çoğu kişinin ismini duyup yeterince vakit ayırmadığı ya da bir şekilde sıkıldığı bir grup gibime geliyor. Oysa her albümünde halay için yeterli materyal barındıran, epiklikten geri kalmayan, Avrupalı folk grupları içerisinde parlayan bir kılıç gibi adeta (folk grubu anlatırken betimlemelerin o biçim olması). Finlandiyalı olmasına rağmen İsveççe şarkı sözleri yazmayı tercih eden grubun son albümü Nifelvind (yeraltı/öte dünya rüzgarı), kuduruk içkici müziklerin yanı sıra heybetli vokalle ve ağır tempolu fakat dolgun riflerle ön plana çıkan destansı parçalar da içeriyor. Senfonik öğelere de yer verilen, eğlenceli fakat insanın yüreğine dokunan korolar içeren bir eser. Klavye desteğinin önemli rol sahibi olduğunu söyleyebiliriz, ancak sıkmayacak derecede kullanılan yerel enstrümanların yerini alacak ya da esas melodiyi bastıracak kadar abartılmadığının altını çizmek isterim.

Akustik parçalarda doğal bir his yaratmak için bilinçli şekilde hafif detone bir clean vokal tercih edilmiş. Daha baskın kompozisyonlarda ise kısa “hoy hoy”lar (hey hey demek istiyor) ile desteklenen zafer kutlamaları tadını alıyoruz. Önceki albümlerin aksine tamamen humppa‘ya adanmış bölümler bulmak ise zor (Under Bergets Rot ve onun varyasyonu olan bonus parça Under Dvärgens Fot). Parçaların genelde giriş kısımlarında ilgi çekme amaçlı kısa bölümler olarak yer buluyor bu folk melodileri. Lâkin bu durum, şarkıları hem pür dikkat, hem de çakırkeyif bir kafayla dinleme etkisi yaratıyor. Humppa’nın azalması şahsen pek işime gelmiyor, ama çoğu kişi için bunun daha çekici olacağını tahmin ediyorum. Bu açıdan grubun gidişatında şakacı gülmeceli tavırdan ağır abiliğe doğru hafif bir kayma sezmiyor değilim. Örneğin Mot Skuggornas Värld parçasındaki sert senfonik yapının yanı sıra, cazgır kesik rifler ve Amon Amarth’ı anımsatan türden bir öfke dikkat çekiyor.

Bu albümde bir Trollhammaren yok, ancak önceki tüm albümlerde yer alan o bir oynak/bir öfkeli/bir senfonik parça paternini bulmak mümkün. Bunları bir arada barındıran Ett Norrskensdåd ise Trollhammaren kadar hit olabilecek nitelikte olmasa da, albümün en akılda kalıcı parçası (Başındaki melodiyi sevenlere Fejd grubunu ve Vintersorg’un uzun zaman önce askıya aldığı Otyg isimli projesini tavsiye ederim).

Albüme bir “hikaye” anlatısı havası katan efektler ve hareketli parçalar içerisindeki birkaç akustik pasaj, “Nifelvind”i eksiksiz ve dengeli bir folk metal albümü bütünlüğüne kavuşturuyor. Nihayetinde aklımı başımdan aldı diyemesem de, bekleneni veriyor, ne azını ne fazlasını.

DREAM THEATER’dan başarı yorumu

Monday, June 14th, 2010

DREAM THEATER davulcusu MIKE PORTNOY, grubun 25 yıla yaklaşan kariyerinde başarıyı nasıl yakaladığına dair açıklamalar yapmış.

PORTNOY, bir röportajda kendisine yöneltilen “Nasıl oluyor da oluyor?” sorusuna şöyle yanıt vermiş:

“Hayranlarımız sayesinde. Bizim çok sadık bir hayran kitlemiz var. Bir DREAM THEATER hayranı, herhangi bir grubun hayranından farklıdır. Kendilerini gruba adarlar. Hep yapılan şeylerin tersine gittiğimiz için bizi desteklemeye devam ederler. Biz hiçbir zaman radyo dostu bir grup olmadık. DREAM THEATER muhtemelen etraftaki en büyük kült gruplardan biri ve bu sayede hayranlarımız da kendilerini mahalledeki diğer çocukların alınmadığı özel bir klübe üyeymiş gibi görüyorlar.”

PORTNOY, “Sizin için davulculuğun en zor kısmı nedir” sorusuna da şöyle cevap vermiş:

“Açık konuşmak gerekirse, en zor kısmı namıma yaraşır işler yapmak. Kariyerim boyunca bir çok ödül kazandım, övgüler aldım. Bence bu büyük bir onur, ancak aynı zamanda her performansınızın bir öncekinden iyi olmasını gerektiren de bir durum. Bunların hiçbirini istediğim falan yoktu aslında, tek amacım davul çalmaktı. Şimdi biliyorum ki benden beklentisi olan birçok insan var. Bu durum bazen insanın gözünü korkutabiliyor.”

IRON MAIDEN’dan “El Dorado”nun ilk canlı icrası ve turne setlist’i

Monday, June 14th, 2010

IRON MAIDEN, “The Final Frontier Tour”un ilk durağı olan Dallas’ta, yeni single’ı “El Dorado”yu ilk kez canlı olarak çalmış.

Konserin setlist’i de şöyleymiş:

01. The Wicker Man
02. The Ghost Of The Navigator
03. Brighter Than A Thousand Suns
04. El Dorado
05. Paschendale
06. The Reincarnation Of Benjamin Breeg
07. These Colours Don’t Run
08. Blood Brothers
09. Wildest Dreams
10. No More Lies
11. Brave New World
12. Fear Of The Dark
13. Iron Maiden

Bis:

14. The Number Of the Beast
15. Hallowed Be Thy Name
16. Running Free

“The Final Frontier”in detayları da şurada saklanmakta.

ALLIGATOR STEW – A First Taste Of…

Monday, June 14th, 2010

Berca B.

Şu dünyada en çok keyif aldığım şeylerden biri sevgili okurlar, “kimselerin bilmediği harika müzik yapan” grup keşfetmektir. Yapı olarak bencil biri olduğum için çoğu zaman bu tip grupları pek fazla kimseyle paylaşmam, sinsi gibi tek başıma dinler ve bu keyfi yaşayamayanlara yukarıdan bakar, bir ortamda kendileri bir gruptan bahsettiği zaman “Seninkiler de bir şey mi, ben neler dinliyorum bilsen, bahsettiğin grupların adını yarın unutursun” temalı düşünceler geçiririm içimden.

Eğer benim bildiğim grubu bilen bir başkası ortaya çıkarsa, sonunda ilgili grup hakkında muhabbet edebileceğim birini bulmak sevinciyle “Hayır onları sen bilemezsin, onlar benim” siniri arasında ikilemler yaşarım. Bu zamanında Opeth için de böyle olmuştur (gerçi Opeth’le ilgili benzer duyguları yaşayan milyonlarca insan varmış), Scar Symmetry için de, hatta Vintersorg için de. Anlayacağınız bir zamanlar çok kısıtlı bir metal çevrem vardı, meğer bu grupları bilmeyenleri dövüyorlarmış da haberim yokmuş.

Alligator Stew da bana bu mutluluğu tattırmış gruplardan biri. Tesadüf, kendisiyle tanışmadan önce de içimde deli bir güneyli rock açlığı, çılgın bir Louisiana-Mississippi-Alabama üçlüsü özlemi vardı. Tam bu zamanda tamamen bilinç dışı yollarla grubun myspace’ine ulaşmam ve hayatımda dinlediğim en güzel güneyli rock albümlerinden birini keşfetmem benim açımdan büyük şanstır. Bencilliğime son verip bu nefis grubu sizinle de paylaşma günü de bugündür.

“A First Taste Of…” -maalesef- grubun ilk ve tek stüdyo albümü. Aslında yıllardır müzikle bir şekilde uğraşan amcaların sonunda kendilerine ait bir grup oluşturma isteğiyle hayat bulmuş bir proje olarak da göze çarpıyor. Bu bakımdan herhangi bir “ilk albüm tecrübesizliği” yaşamıyorlar, aksine müziklerindeki olgunluk dinleyiciyi hemen kendine çekiyor. Her şarkı bir kovboy filminin soundtrack’ine girecek kalitede, buram buram güney kokuyor. Mızıka kullanımı, piyano ve diğer tüm enstrümanlar vermesi gereken o kovboy salonları müziği hissini olabildiğince hissettirirken, sizi de zaman zaman triplere sokmuyor değil. Zaten güneyli rock’ın en belirgin özelliklerinden biridir bu. Adamlar o kadar samimi, o kadar içten ki, o an hissettiklerini ister istemez aşılıyorlar dinleyiciye.

Enstrüman kullanımında en ufak bir şov yok, herkes görev adamı. Gitar ne gerekiyorsa onu yapıyor, bas ne gerekiyorsa onu yapıyor, davul ne gerekiyorsa onu yapıyor. Zaten bu tarz bir müzikte herhangi bir masturbasyona yer olmadığı için bu iyi bir şey, fakat Lynyrd Skynyrd gibi dakikalarca süren sololara da yer yok. Yani Lynyrd Skynyrd işin daha çok çiftlik/hayvancılık yanıyla ilgiliyken Alligator Stew daha çok bar/salon tarafına bakıyor. Şarkılar çok uzun değil, anlatmak istediğini anlatıp diğer hikayeye geçiyor.

Yine de albümü dinlerken en çok dikkat çeken unsurdan bahsetmemek de olmaz. Normalde hiç huyum değildir ancak şu anda tutamıyorum kendimi ve iddia ediyorum, Gary Jeffries dinleyebileceğiniz en iyi güneyli rock vokalistlerinden biri. O kadar güzel ve müziğe uygun bir ses rengi var ki şarkılar adeta onun için inşa edilmiş bir oyun bahçesi gibi duruyor. Tabii oyun bahçesinden kastım çılgın çığlıklar, vahşi vokal oyunları değil. Güneyli rock’ın kalıpları içerisinde yapması gereken her şeyi yapıyor ve o ince “C’mon”lar olsun, “Yeah alright”lar olsun, güneylilere özgü o mısralar arası konuşmaları cuk oturtuyor, tüm o serserilikle babacanlık arasında gidip gelen sesiyle. Kısacası vokalist Gary Jeffries sadece şarkı söylemiyor, adeta bir oyuncu gibi doğaçlamasını da yapıyor.

Güneyli rock bildiğiniz gibi akla kovboylar, Jack Daniels, Western filmler, salon dansları getirebildiği gibi samanlıkları, traktörleri, redneck’leri, sıcağı, tezeği de getirebilen bir tür olduğu için düzgün yapılmazsa zamanla sıkıcılaşabiliyor. Neyse ki Alligator Stew bu sendromu albümdeki hit bolluğuyla atlatmış. Albümde o kadar çok hit var ki şarkıları birbirinden ayıramaz oluyorsunuz. Albümü ilk dinleyişimi hatırlıyorum da her bir şarkıda “Oha lan bu da çok güzelmiş”, “E bu da müthişmiş” gibi kendime gazlardan gaz beğeniyordum. Tabi bunu o anki güneyli rock açlığıma da bağlayabiliriz, ancak üzerinden bunca zaman geçmesine rağmen hiçbir şarkının etkisinin gitmemiş olması, aksine benim için tam bir içki veya yol albümüne dönüşmesi albümün gücünü gösterir nitelikte. Özellikle blues etkili Shiner, mükemmel ballad Blood Money, tatlı mı tatlı Rose Thorn Bed, albümün en eğlencelisi diyebileceğim Voodoo Spell ve hüzünbaz kapanış şarkısı Mad Dog Saloon hayatınız boyunca bir şekilde açıp dinlemek isteyeceğiniz şarkılar listesine girmeye aday.

Prodüksiyon için denebilecek pek bir şey yok. “Kristal sound olacağına vermesi gereken hissi versin” adamı olarak prodüksiyona tam puan veriyorum. Albümü dinlerken gözünüzün önüne sepya tonlarda görüntüler geliyor, ki bir de Western filmler seviyorsanız bu müthiş bir şey. Çünkü bu görüntüler muhtemelen izlediğiniz Western filmlerden beslenecektir.

Ne yazık ki Alligator Stew bu albümün ardından çıkardığı bir de konser albümünden sonra bir daha aktif olmadı, olamadı. O konser albümünde 3-4 adet daha yeni şarkı olduğundan bahsediliyor ki benim için onu bulabilene kucak dolusu sevgilerimi yollamaya hazırım. O konser albümünde sadece 30 saniyesini dinleyebildiğim bir Turn the Page yorumu da var ki, o 30 saniye bile şarkının geri kalanının ne kadar nefis olduğunu hissettiriyor. Gruptan ilk defa haberi olanlar da şu anda çok şanslılar ki ilk defa tadacakları muazzam bir 50 dakika onları bekliyor. Son yılların en güzel güneyli rock albümlerinden biriyle tanışmaya hazır olun ve hoşça kalın.

SLASH’e sahnede saldırı

Sunday, June 13th, 2010

SLASH birkaç gün önceki Milan konseri sırasında az kalsın ciddi bir saldırıya konu olacakmış.

“Sweet Child O’ Mine”ın solosunu attığı sırada arka taraftan sahneye fırlayan bir adam, ünlü gitaristi arkadan kucaklayıp birlikte sahneden aşağı atlamaya çalışırken, SLASH’in ekibindeki bir görevli tarafından son anda engellenmiş.

SLASH’i kurtaran eleman yüksekten düşerken kafasını yere vurup yaralanmış. Adamın arkadan çarptığı SLASH’e ise bir şey olmamış, yalnızca yere çarpan gitarı kırılmış.

SLASH’in eşi ise olaydan sonra yaptığı açıklamada “SLASH’i sahneden aşağı itmek isteyen bir adamın tutuklanmayıp sadece salondan dışarı çıkarılmış olmasına inanamıyorum” demiş.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.