# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

AUSTERE – To Lay Like Old Ashes

Sunday, September 12th, 2010

İşbu ikilemin evden çıkmadan önceki 5 dakikamızı işgal ettiği şu günlerde, her nereye ya da kime gidiyorsanız yanınıza almanız gereken üç şeyden biri olmasını önereceğim bir grupla karşınızdayım. Austere, 2007 yılında kurulmuş ve yakın zamanda dağılmış Avustralyalı bir depresif black metal grubu. Kısa ömrü olumsuz önyargı oluşturmaya müsait pek tabii, lakin orta tempolu müzikal krizler sunan grubun ikinci stüdyo albümü “To Lay Like Old Ashes”, dallanıp budaklanmaktan bir hal olmuş black metalin en başarılı iç karartma ürünlerinden biri.

İsyanları basan uluma vokal, tekdüzeliğiyle vokalin ağlaklığını perçinleyen gitarlar mevsim değişikliğinin etkisiyle başı sonu ayrı oynayan ruh halleri için birebir. Etkileyiciliğine zeval getirmeyecek uzunlukta bir intro ile açılan albüm, bir hayli kudretli bir parça ile bam telimize basıyor. Biraz piyano, biraz reverb, belki önceden gördüğümüz bir perde, ama klişenin de bir adabı var ve grup da bunun sınırlarını aşmıyor. Uzun dakikalara yayılmış, bunaltıcı melodilerden oluşan albüm, tehlikeli anılara soundtrack olabilecek cinsten karakteristik bir hava taşıyor.

Meraklısının bir ihtimal dinlemiş olduğu Woods of Desolation, Pestilential Shadows gibi grupların elemanlarının “önceki gruplarımızdaki en güzel ayrıntıları alıp bu projede birleştirelim” demişçesine icra ettiği albüm, ana başlığı ne olursa olsun depresif müzik kavramının hakkını veriyor. Vokalistin derdini yer yer clean vokalle izah ettiği ve davulun aşka geldiği anlar gayet etkileyici. Böyle deyince tek numarası bunlar olan, bayıcı derecede karanlık, boğuk ve monoton bir müzik olduğu düşüncesine kapılmayın. Her parçada bir patlamanın ipuçlarını veren merak uyandırıcı bir gidişat, iç parçalayan bir çığlık ya da bir film karesinden alıntı olduğunu hissine kapılmanızı sağlayan acı-tatlı bir piyano solosuna bağlanan zirve noktaları mevcut.

Altı parçadan oluşan bir eser için bu büyük bir numara mı emin değilim, ama 20 dakikalık son parçada pek yoğun olmamak üzere kayda değer bir zevk deryasında buluyorum kendimi albüm boyunca. Direkt bir bağlantı olmasa da son yılların uysal Fransız black metali, örneğin Alcest ile benzerlik taşıdığını da not düşmek istiyorum. Ona “ağlayan” buna da ağlar.

İnsanı doktorluk etmeyecek kadar katatoniyi teğet geçen, bana bunu yapmayacaktın dedirtecek kadar içten ve dermansız küfürlere gark eden o dengeli bunalımı bu albümde bulabilirsiniz. Hani seni, beni, onu dinlemeden yürüyüp giden o kadınlar, adamlar var ya, hani oracıkta terk edenler. Avuç içimize sapladığımız tırnaklarımız kapamamıza müsaade edilmeyen parantezlerimizi, o hani bi dinleseydi gitmeyecek olduğu şeyleri çizmiyor mu bir zamanlar tuttukları elin orta yerine? Söylemeden edemedim bu albümün zihnimde doğurduğu o ürpertici sahneyi. Grotesk yavşaklığına düşmeden depresif black metal dinleyin, Austere denen gruba da bir şans verin.

ARCH ENEMY CNN’de

Sunday, September 12th, 2010

CNN’deki ülkeler kaynaşıyor temalı bir programda Malezya’nın dış dünyayla ilişkisinden söz ederken nasıl oluyorsa ARCH ENEMY’den de bahsedilmiş. 1.30′da Angela Gossow’un kısa mesajı görülebilir.

Bu çok önemli haberi de siteye kazandırdığımız için mutluyuz, gururl… Gururlu değiliz aslında sadece mutluyuz.

İsveç’in önemli isimlerinden çocuklar için şarkı

Sunday, September 12th, 2010

İsveç sahnesinin önemli isimleri, İsveç’teki okullarda yaşanan öğrenciler arası şiddete dikkat çekmek amacıyla bir şarkı yapmışlar. Büyük sınıfların küçük sınıflara uyguladığı şiddetin artmasına dikkat çekmek isteyen SWEDEN UNITED adlı proje, SCARPOINT davulcusu Erik Thyselius tarafından başlatılmış. “Gazetede üç yaşında bir anaokulu öğrencisinin, diğer bazı öğrenciler tarafından sürekli olarak kafasının tekmelendiğini okudum ve böyle bir bilinç oluşturmak istedim” diyen Thyselius’un kurduğu SWEDEN UNITED’ın kaydettiği “Open Your Eyes” adlı şarkıdaki katılımcı müzisyenler ise, şarkıdaki çıkış sıralarına göre şöyle:

Jens Kidman (MESHUGGAH)
Jimmie Strimmel (DEAD BY APRIL)
Anette Olzon (NIGHTWISH)
Björn “Speed” Strid (SOILWORK)
Henrik Englund (SCARPOINT)
Zak Tell (CLAWFINGER)
Martin Westerstrand (LYLLASYSTER)
Tom S. Englund (EVERGREY)
Peter Tägtgren (HYPOCRISY, PAIN)

İsveç Milli Eğitim Bakanlığı’nca tüm ilk ve orta dereceli okullarda her Pazartesi sabahı bir ağızdan söylenmesi kararlaştırılan “Open Your Eyes” da şöyle bir şey:

ACCEPT’ten İstanbul konseri yorumu

Saturday, September 11th, 2010

ACCEPT gitaristi Wolf Hoffmann geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen bir röportajda SONISPHERE performanslarına dair yorumda bulunmuş.

“Harika bir geceydi ve şehri de çok sevdim. Daha önce İstanbul’a hiç gitmemiştim ve ne beklemem gerektiğini bilmiyordum. Bizi bilen insan sayısını görünce çok şaşırdım ve mutlu oldum. Çok iyi bir gündü. Turnenin en güzel günlerinden biriydi. Sadece yarım gün kalıp ayrılmak zorundaydık, turne sırasında oraya tekrar uğramayı istedim ancak fırsat olmadı.”

NECRONAUT’tan yeni şarkı

Saturday, September 11th, 2010

Yıldızlar geçidi tadındaki yeni proje NECRONAUT, “Returning to Kill the Light” adlı şarkısını alttaki albüm kapağına koydu.

Parçadaki vokaller WATAIN vokalisti E.’ye, gitar solosu ise GRAND MAGUS’tan JB’ye ait.

SPIRITUAL BEGGARS – Return to Zero

Saturday, September 11th, 2010

Berca B.

Şu anda çok üzgünüm sevgili okurlar, ayrıca kendimle hiç de gurur duymuyorum. Yaklaşık olarak 3,5 yaşında başlayan metal yolculuğum boyunca pek çok grup keşfetmiş, pek çok tarza aşina olmuş, pek çok unutulmaz an yaşamış biri olarak şu anda kendimi çok çaresiz ve zavallı hissediyorum. Sen kalk onca gereksiz grubun peşinden koştur, taa Meksika’dan Venezüella’dan falan istihbarat al, kim stüdyoya girmiş kim stüdyodan çıkmış hepsinden haberin olsun, henüz demodan bile öteye gidememiş bazı grupların favori yiyeceklerine kadar her şeyin çetelesini tut, ama yıllarca ısrarla Spiritual Beggars dinleme. Ayıp lan bana.

Evet, her elemanı bir şekilde gönlümde ayrı ayrı yer etmiş olan müzisyenlerden kurulu bu gruptan elbette ki haberim vardı. Fakat nedense bir güç beni sürekli olarak bu gruptan uzak tutuyordu. Tam dinleyecek olurken, her seferinde elim başka bir şeye gidiyordu. Gruptan o kadar da övgüyle bahsediliyordu halbuki. Ve sonunda, tam 1 hafta önce, kendi içimde yaşadığım bir iç çatışmanın sonucunda, “suyunun çok soğuk olduğu düşünüldüğü için girmekten çekinilen deniz” muamelesi yaptığım Spiritual Beggars’a hazır yeni albümleri de çıkmışken dalmaya karar verdim. Ne de güzel yaptım. Yıllarca göz ardı ettiğim bu grup, uzun zamandır aradığım bir şeyi yapıyormuş halbuki.

“Return to Zero”, Spiritual Beggars diskografisinin yedinci ürünü ve Janne Christoffersson’ın yerine vokallere geçen Firewind vokalisti Apollo Papathanasio ile kaydettikleri ilk albüm. Önceki albümlere henüz sıra gelmediği için Janne ve kendisinden önceki vokalist Christian “Spice” Sjöstrand (ki yine hayranı olduğum Kayser’in vokalisti şu aralar) için yorum yapamayacağım ve karşılaştırma imkanım maalesef yok, fakat Apollo muhteşem bir vokalist ve Spiritual Beggars sound’una çok çok uygun bir sesi var. Hard rock/heavy metal gırtlağı, çeşitli vokal oyunları derken albüm boyunca -çok belli olmasa da- bayağı zengin bir performans sergiliyor. Yine de detaya girmeyelim ve önce başka bir konuya açıklık getirelim.

Spiritual Beggars sound’u nedir? Grubun yeni bir dinleyicisi olarak basitçe tarif etmeye çalışacak olursam, stoner rock ile heavy/klasik rock’ın bir karışımı olarak görebileceğimiz bu sound, her daim hastası olduğum retro bir prodüksiyonla, Michael Amott imzalı, kimi zaman ağır tempolu, kimi zaman da enerjik/melodik riflerle ve Per Wiberg’in adeta sihir yaparak kullandığı piyano ve organ’ıyla (özellikle Hammond konusunda tam bir canavar) gayet yoğun ve atmosferik bir müzik sunuyor.

Bu üç ana elemente bir de Apollo’nun power metalden ziyade klasik rock ve heavy metale daha uygun olduğunu düşündüğüm vokali, Sharlee D’Angelo’nun türlü bas numaraları ve Ludwig Witt’in olgun davulculuğu eklenince ortaya gayet güzel bir şölen çıkıyor. Apollo’nun Firewind’de söylediğini bilenler ilk olarak “Lan power metal grubunun vokalistinin bu grupta işi ne?” gibi düşüncelerle boğuşmuş olabilirler fakat Apollo aynı zamanda öyle “geleneksel” bir sese de sahip ki, hiç sırıtmadan pek çok ünlü heavy metal grubunun şarkılarını da söyleyebilir. Sesinin power ve heavy metal’e uygunluğu bakımından ben kendisini biraz Jorn Lande ekolünden gördüm. Zaten ikisinin ses renkleri, seslerini çatallaştırdıkları zaman baya benzerlik gösteriyor.

Şarkı yazımına baktığımız zaman basit, kalıpların dışına çok da çıkmayan fakat bir hayli olgun bir çalışma görüyoruz. Şurası açıkça belli ki, gruptaki tüm elemanlar gençlik heyecanlarından çoktan sıyrılmışlar ve kasmadan, yapmaları gerekenin ne eksiğini ne de fazlasını yapıyorlar. Hiçbir enstrumanda abartılı bir kullanım yok, şov kesinlikle yok, aksine herkes şarkıların atmosferine seviye atlatmak için çalışıyor. Tabii şov yok dedim ancak, Michael Amott’un kimi soloları yine bazılarımızın aklını alabilir. Aynı şekilde yeni imajıyla adeta entel bir ressama dönüşen Per Wiberg de organ ve piyano kullanımında şahane bir iş çıkarıyor. Hatta dinlediğim kadarını biraz düşündüğüm zaman, kariyerinin en iyi performanslarından birini bu albümde sergilediğini söyleyebilirim. Bu kalibrede 6-7 albüm daha çıkardığı zaman yavaş yavaş efsane olarak anılabileceğini düşünüyorum Wiberg’in.

Albüm hakkında çok da fazla bir şey söylemek istemiyorum açıkçası. Bu müzikle tanışalı henüz 1 hafta gibi kısa bir süre olduğu için halen daha yeni bir şey keşfetmenin keyfini çıkarıyorum, bunu sizin de az çok yaşamanızı isterim. Yine de harika ana rifiyle albümün vurucu hitlerinden olan Star Born’a, space rock’a göz kırpan Spirit of the Wind’e, nefis melodileriyle Coming Home’a, sonlarına doğru her elemanın yavaş yavaş cozuttuğu Believe in Me’ye ve SON YILLARDA DUYDUĞUM EN GÜZEL şarkılardan olan The Road Less Travelled’a dikkat edin diyor, huzurlarınızdan çekiliyorum.

İyi dinlemeler.

EPICA ve AFTER FOREVER elemanlarından ekstrem metal grubu

Saturday, September 11th, 2010

EPICA gitaristi Mark Jansen ve eski AFTER FOREVER klavyecisi Jack Driessen, yanlarına Frank Schiphorst adlı gitaristi de alarak MAYAN adlı yeni bir grup kurmuşlar.

Kendi gruplarının aksine, MAYAN senfonik black/death metal karışımı, progresif bir müzik yapacakmış. Şimdiden Nuclear Blast’la anlaşan grubun basçısı ise OBSCURA ve PESTILENCE’tan tanıdığımız perdesiz bas üstadı Jeroen Paul Thesseling.

HELLOWEEN yeni albüm detaylarını açıkladı

Saturday, September 11th, 2010

HELLOWEEN, karpuz tekmeleten süper bıçak GINSU temalı yeni albümü “7 Sinners“ın detaylarını açıkladı.

01. Where The Sinners Go
02. Are You Metal?
03. Who is Mr. Madman?
04. Raise The Noise
05. World Of Fantasy
06. Long Live The King
07. The Smile Of The Sun
08. You Stupid Mankind
09. If A Mountain Could Talk
10. The Sage, The Fool, The Sinner
11. My Sacrifice
12. Not Yet Today
13. Far In The Future

Albüm HELLOWEEN’in kariyerindeki en sert ve hızlı albümlerden biri olacakmış.

DREAM THEATER üyelerinden MIKE PORTNOY’un ayrılığına dair yorumlar

Friday, September 10th, 2010

MIKE PORTNOY’un DREAM THEATER’dan ayrılmasının yankıları sürerken, grup üyeleri de bugün itibariyle kısa birer demeç (ve daha fazlasını) yayınladılar.

James LaBrie: “Mike’ın kararına saygı gösteriyorum ve bundan sonrası için şans diliyorum. Biz DREAM THEATER olarak hız kesmeden devam edeceğiz ve inanın bana, her şey çok iyi olacak.”

John Petrucci: “Mike’ı çok seviyorum ve ne yaparsa yapsın mutluluk ve başarı diliyorum. Bilindiği gibi DREAM THEATER’la hayranlar arasındaki köprü Mike’tı ve o gidince bu köprü de gitmiş oldu. O yüzden bundan sonra onun bıraktığı görevi ben üstleneceğim ve grubun sözcüsü olmaya çalışacağım, internette ve basında daha aktif olacağım. Mike’ın gidişi çok üzücü olsa da, gezegendeki en yetenekli müzisyenlerden ve bestecilerden bazılarını barındıran DREAM THEATER’ı müthiş bir yolculuğun beklediğini de garanti ederim.”

Jordan Rudess: “Herkes benden Mike’ın gidişiyle ilgili yorum yapmamı bekliyor. Ben genelde düşüncelerimi konuşmaktan ziyade müziğimle aktarmayı tercih ederim. Aşağıdaki videoyu da bu yüzden yaptım. Mike’ın gidişine dair düşüncelerimi bu doğaçlama müzikle ifade etmeye çalıştım. Umarım nasıl hissettiğimi anlarsınız.”

John Myung ise konuyla ilgili… Tabii ki sessizliğini korumuş.

MISERY INDEX – Heirs to Thievery

Friday, September 10th, 2010

Albümün play tuşuna bastım, yazmaya başlıyorum.

Bu albüme uzun bir yazı yazmayacağım. Müziğin gücünden dolayı sayfalarca da yazabilirim, ancak böylesi bir albüme ancak onun gibi kısa bir yazı gider diye düşünüyorum. Zira anlatacak değil, duyulacak çok şey var.

“Heirs to Thievery” MISERY INDEX’in dördüncü albümü.

Bilmeyen varsa, MISERY INDEX, DYING FETUS‘un “Destroy the Opposition” başyapıtının ardından kurulan, bu yüzden de DYING FETUS geleneğini devam ettiren bir grindcore/death metal grubu.

Albüm gibi açık sözlü ve bodos devam edersek, “Heirs to Thievery” 2010 yılının tartışmasız en iyi albümlerinden biri. Başyapıt demek için şu an elbette erken ancak benim için baştan sonra bir kusursuzluk abidesi. Sözlerinden, kapağından, her notasına kadar. [Sonradan yapılan ekleme: Bu yazıyı yazdığım sırada albüme 9 vermiştim ancak sonradan yanlışımdan döndüm]

Neden 10 vermediğim sorusunun cevabını kendime “Daha iyisini yapma ihtimalleri de var, buna 10 verirsem ona kaç vereceğim?” şeklinde açıklasam da, aslında böyle bir şeyin olabileceğinden de emin değilim. Zira bundan daha iyisini yaparlarsa, işte o albüm türün başyapıtları arasına girecek, 2000′ler sonrasının en önemli albümlerinden biri olarak anılacak bir albüm olur.

Bu ise sadece olağanüstü bir grindcore/death metal albümü olmakla kalıyor. MISERY INDEX’in en iyi albümü olmakla, on bir adet hit şarkı barındırmakla, bu sene içinde dinlediğim en iyi üç, dört albümden biri olmakla yetiniyor. Yıl sonu listemde en tepede görürseniz de şaşırmayın, o derece iyi.

“Heirs to Thievery” içindeki on bir şarkının tümü dahil olmak üzere kusursuz bir dinleti sunuyor. Isırıyor, parçalıyor, adeta 35 dakika içerisinde pestilinizi çıkarıyor. Dediğim gibi fazla uızatmayacağım (ki bilirsiniz, uzun yazmak istersem can yakarım, göz yorarım), birkaç detaydan bahsedip kapatacağım.

Albümdeki davul işçiliği, size Adam Jarvis’in death metal dünyasının adı az anılan davulcularının en iyisi olduğunu bir kez daha kanıtlıyor. Tek kelimeyle muhteşem bir davul çalımı söz konusu. Hız, yaratıcılık, hışım, kan, ter, her şey var bu albümdeki davullarda. Netherton’un vokalleri ve gitarların vahşeti de duyulmadan anlaşılmayacak cinsten. pasifagresif yaklaşık 15 aydır açık ve belki de ilk kez yeni çıkan bir albümdeki tüm şarkıları yazıya koymamak için kendimi zor tuttum diyebilirim.

Grup bodos riflerle daha DYING FETUS öykünmeli teknik rifleri nasıl kaynaştıracağına çok iyi karar vermiş ve ortaya türe meraklıysanız kayıtsız kalamayacağınız bir şölen çıkmış. “Heirs to Thievery”, bence “Destroy the Opposition”dan beri çıkan, DYING FETUS’la o ya da bu şekilde ilişkisi olmuş insanlarca yapılmış en iyi albüm.

Albüme dair üzücü tek detaysa, gitarist Sparky Voyles’un albümün hemen ardından gruptan ayrılmış olması. Sebebini bilmiyorum ancak Jason Netherton’un DYING FETUS’tan beri süregelen on iki yıllık grup arkadaşını kaybetmekten dolayı çok da mutlu olduğunu sanmıyorum.

Evet. Yazı bitti, bakıyorum beşinci şarkının ortalarına gelmişiz. Huh… Klavyemin parmaksal blast beat’e doyduğu an diyelim.

İlk CONTROL DENIED albümüne yeni sürümler ve yeni DEATH ürünleri

Friday, September 10th, 2010

CONTROL DENIED’ın ilk albümü “The Fragile Art of Existence” iki ve üç CD’lik iki farklı versiyonla tekrar piyasaya çıkıyor.

Çift CD’lik versiyon, içerisinde albümün remastered halini, daha önce hiç yayınlanmamış fotoğrafları, davulcu RICHARD CHRISTY‘nin yorumlarını ve bir saatlik yayınlanmamış demo ve prova kayırlarını içerecekmiş. 26 Ekim’de çıkacak bu versiyonun yanı sıra, bir de sadece Relapse Records’un sitesinden satılacak ve yalnızca 1.000 adetle sınırlı olacak 3 CD’lik özel versiyon olacakmış. Bu versiyonu önemli kılansa, çoğu şarkıdaki vokallerin CHUCK SCHULDINER tarafından yapılıyor oluşu. Bunu kaçıramam diyorsanız, şuradan pre-order yapmak mümkün.

Ayrıca DEATH ve CONTROL DENIED’ın lisans haklarını alan Relapse Records’un yeni çıkardığı DEATH, CONTROL DENIED ve MANTAS ürünlerinden almak için de şuraya bakabiliyoruz.

Tüm bunların, yakın gelecekte çıkacağı söylenen ikinci CONTROL DENIED albümünün yolunu yapma çalışmaları olduğunu umuyoruz.

QUO VADIS’ten yeni şarkı

Friday, September 10th, 2010

QUO VADIS myspace’ine “Obitus” adlı yeni bir şarkı koydu. Fotoğraftan ulaşmak mümkün.

Not: Haber için Exorsexist’e teşekkür ederiz.

Makale/Haber: Bir vokal eğitmeninden, metal dünyasının önemli vokalistlerine dair yorumlar

Thursday, September 9th, 2010

Klasik müzik eğitimli ses öğretmeni Claudia Friedlander‘a, metal dünyasının en ünlü vokalistleri dinletilmiş ve yorumları sorulmuş.

Metalle hiçbir ilgisi olmayan ve aşağıdaki vokalistleri daha önce hiç duymayan Friedlander’ın yorumları şöyle olmuş:

BRUCE DICKINSON – Dinletilen şarkı: IRON MAIDEN – Number of the Beast

“Bu vokalisti hayranlıkla dinledim. Şarkıya daha düşük oktavla başlayıp yavaştan yüksek oktavlara nasıl başarılı geçtiğine bakın. Şarkıdaki ilk çığlığını nasıl da zorlanmadan atıyor. Hangi oktavdan söylerse söylesin ne yaptığını bildiği anlaşılıyor. Şarkı sözlerini hiç yutmadan ve üstüne bastırarak, tane tane söylemeyi başarıyor. Üstelik çoğu klasik müzik vokalistinin bile zorlandığı legato ve staccato’larda da son derece başarılı.”

RONNIE JAMES DIO – Dinletilen şarkı: BLACK SABBATH – Falling Off the Edge of the World

“Bu da çok iyi bir şarkıcı. Sesinde çok doğal bir titreşim ve yankı var. Bana Freddie Mercury’nin tarzını hatırlattı. İlk şarkıcı gibi bu şarkıcıda da kusursuz bir legato, temiz bir diksiyon ve tutarlı, organik bir vibrato duyuyoruz. Sesini titreştirmek için nefesini zorlamadan kendine boşluklar yaratmayı beceriyor. Armonik varyasyonlarından, çok sağlıklı şekilde şarkı söylediği ve kendini zorlamadığı anlaşılıyor.”

KING DIAMOND – Dinletilen şarkı: MERCYFUL FATE – Gypsy

“Dikkat çekici düzeyde sanatsal bir şarkı söyleme var burada. Tüm sesini kullandığı bir tenör girişin ardından ağlamaklı bir yorum getiriyor ve akabinde de çok yüksek oktavlardan, ne yaptığını bilen bir kontra-tenör yoruma geçiyor. Bu tenör ve kontra-tenör yorumları, bazen aynı anda olacak şekilde tüm şarkı boyunca sürdürüyor. Yani tasvip etmediğim türde stüdyo hilelerine de başvurulmuş. Ayrıca, dediği hiçbir şeyi anlamıyor oluşumun yanında, şarkının ne anlattığını, bana ne hissettirmeye çalıştığını da anlayamıyorum. Bu tüm şarkıcıların dikkat etmesi gereken bir şeydir. İnanılmaz yetenekleriniz olabilir, ancak amaçlanan duyguyu karşı tarafa veremedikten sonra yaptığınız şeyin değeri azalıyor. O yüzden bu şarkıcıda sadece virtüözite dinliyorum. Baştan etkileyici, ancak sonradan sıkıcılaşmaya başlıyor. Metali hiç bilmiyorum, ancak sanırım metal dinlerken sıkılmayı kimse istemez.”

OZZY OSBOURNE – Dinletilen şarkı: BLACK SABBATH – War Pigs

“Bu vokalistin orta karar bir diksiyonu ve iyi müzikal içgüdüleri var, ancak nasıl vokal yapacağı konusunda pek bir fikri yok. Tekniği iyi olmadığı için kendini aşırı zorluyor ve içine çok fazla nefes çekiyor olmasına rağmen yine teknik bilmemekten bu nefesi gereksiz yere harcayarak boğazını olması gerekenden çok fazla geriyor. İlk şarkıcının (BRUCE DICKINSON) aksine sözlere yaptığı vurgular son derece dikkat dağıtıcı ve ilk şarkıcının şiirsel yorumuyla uzaktan yakından ilgisi yok. Onu dinlerken kendi boğazımın kaşındığını hissediyorum. Hatta şarkıyı dinlerken durup bana bu şarkıları dinleten kişiye bu vokalistin kariyerinin kaç yıl sürdüğünü ve gırtlağından bir ameliyat geçirip geçirmediğini bile sorma ihtiyacı hissettim! Tüm şarkıyı aynı oktavdan söylüyor ve sadece “Oh Lord!” dediği kısımda az biraz yükseliyor. Bana dinletilen vokalistler içerisinde en sınırlısı bu.”

ROB HALFORD – Dinletilen şarkı: JUDAS PRIEST – Dreamer Deceiver

“Bu son şarkıcı aşırı derecede yetenekli ve dinletilenler arasında birlikte çalışmak isteyebileceğim tek vokalist. Pek çok akıl almaz beceri sergilese de, bunları birbirileriyle nasıl kaynaştıracağını tam bilmiyor. Ancak çok tutkulu ve içten söylediği için bu sıkıntılar fazla önem taşımıyor. Yine de ona yardım etseydim tüm bunların daha iyisi, çok daha kolay şekilde yapardı. Ses rengi gerçekten muazzam. Dedikleri anlaşılıyor, yorumu tüm şarkı boyunca çok güzel. Düşük oktavlarını duyunca çok şaşırmama yol açacak düzeyde yüksek, muhteşem, titreşimli bir messa di voce yapıyor (tek bir notada, sesi hiç kesmeden kademeli olarak oktav yükseltmek ve düşürmek). Dediğim gibi, eğitilse şu andakinden çok çok daha fazlasını yapabilecek, olağanüstü bir sese sahip. Bu beş şarkıcı arasından stüdyomu ziyaret etmesini isteyeceğim tek kişi bu.”

Kaynak: invisibleoranges

METALLICA’dan EP

Thursday, September 9th, 2010

METALLICA bugüne dek Avustralya’da verdiği kimi konserlerde alınan kayıtlardan oluşan bir EP çıkarıyor.

Six Feet Down Under” adlı EP grubun 1989-2004 yılları arasında dört farklı şehirde verdiği konserlerden alınma sekiz adet parça barındıracak ve sadece Avustralya, Yeni Zelanda ve metallica.com‘dan satılacakmış. 20 Eylül’de çıkacak EP’nin içeriği şöyle:

01. Eye of the Beholder – 4 Mayıs 1989 – Festival Hall – Melbourne
02. …And Justice For All – 4 May 1989 – Festival Hall – Melbourne
03. Through the Never – 8 Nisan 1993 – Entertainment Centre – Perth
04. The Unforgiven – 4 Nisan 1993 – National Tennis Centre – Melbourne
05. Low Man’s Lyric (Akustik) – 11 Nisan 1998 – Entertainment Centre – Perth
06. Devil’s Dance – 12 Nisan 1998 – Entertainment Centre – Perth
07. Frantic – 21 Ocak 2004 – Entertainment Centre – Sydney
08. Fight Fire With Fire – 19 Ocak 2004 – Entertainment Centre – Brisbane

Bu arada METALLICA’nın Eylül ortasında çıkacağı 13 konserlik Avustralya/Yeni Zelanda turnesindeki 13 konserin tüm biletlerinin, satışa çıktıktan sonra 1 saat içinde tükendiği açıklandı.

MIKE PORTNOY DREAM THEATER’dan ayrıldı (Güncellendi)

Thursday, September 9th, 2010

MIKE PORTNOY, kurucularından olduğu ve çeyrek asırdır birlikte müzik yaptığı DREAM THEATER’dan bugün itibariyle ayrıldığını açıkladı.

PORTNOY açıklamasında DREAM THEATER’ın albüm yazımı/kayıt/turne şeklinde devam eden ve hiç durmayan döngüsünün artık kendisini çok yorduğunu, grup elemanlarına biraz ara vermeleri konusunda teklif yaptığını ancak diğer elemanların bunu kabul etmediğini söylemiş. “Onların önünü tıkamak istemediğim için ben de kendimi feda ediyorum” diyen PORTNOY, bunun yanında son zamanlarda birlikte turladığı HAIL!, TRANSATLANTIC ve AVENGED SEVENFOLD gruplarında, DREAM THEATER’a oranla daha çok eğlendiğini ve grup içi ilişkiler bakımından da kendini DREAM THEATER’a oranla daha rahat hissettiğini söylemiş.

DREAM THEATER ise yaptığı açıklamada PORTNOY’a teşekkür ettiklerini, grup olarak hiç hız kesmeden yola devam edeceklerini ve Ocak 2011′de yeni albüm kaydına başlayacaklarını açıklamış. Yeni DREAM THEATER davulcusunun kim olacağı konusunda ise doğal olarak henüz bir bilgi yok.

Ekleme: PORTNOY, 1 saat önce resmi facebook sayfasına şunu yazdı:

“BENİM KARARIM yüzünden AVENGED SEVENFOLD’u suçlamamaları için hayranlara YALVARIYORUM. Onlar da sizin kadar şaşkınlar. DREAM THEATER’a bu tarz bir “ara vermeyi” (“ayrılığı” değil) bir yıldır düşünmekteydim.

Not: Hatırlatma için Mustafa Sakallı, Cumhur, caksu, heat ve Exorsexist’e teşekkür ederiz.

Eski EMPEROR gitaristinden yeni proje

Wednesday, September 8th, 2010

Eski EMPEROR ve ZYKLON gitaristi SAMOTH önderliğindeki THE WRETCHED END ilk albümü “Ominous“ın detaylarını açıkladı.

SAMOTH’un dışında basta Cosmo (MINDGRINDER) ile davulda Nils Fjellström’ü (eski-DARK FUNERAL, IN BATTLE, eski-AEON) barındıran grubun 25 Ekim’de çıkacak albümünün olayı şöyle:


* Zoo Human Syndrome
* Red Forest Alienation
* Residing in Limbo
* Human Corporation
* Numbered Days
* Of Men and Wolves
* The Juggernaut Theory
* Fleshbomb
* The Armageddonist
* With Ravenous Hunger
* Last Judgement

Albümden “The Armageddonist” adlı şarkıyı albüm kapağına basıp, oradan da listen’a tıklayarak dinleyebiliyoruz.

Not: Davulcu konusunda bir dolaplar dönüyor ama dur bakalım.

DARK FUNERAL’dan ayrılan ayrılana

Wednesday, September 8th, 2010

İsveçli black metal grubu DARK FUNERAL’da sular durulmuyor.

Ülkemizde verdikleri konserden kısa bir süre sonra vokalist Magus Caligula’nın gruptan ayrıldığını açıklamasının ardından, iki hafta önce de basçı B-Force grubu terk etmişti. Bugün gelen haberler, davulcu Dominator’ın da DARK FUNERAL’dan ayrıldığı yönünde.

Yeni bir basçı bulduğunu açıklayan grup, halen bir vokalist ve davulcu arayışındaymış. Grubun lideri Lord Ahriman, DARK FUNERAL’ın dağılmak gibi bir niyetinin asla olmadığını ve eleman bulur bulmaz aynı hızda devam edeceklerini söylemiş.

COHEED AND CAMBRIA – No World for Tomorrow

Wednesday, September 8th, 2010

Müziği illâ ki bir tür altında anmanın bir zorunlulukmuş gibi yansıtılıyor olması her ne kadar canımızı sıksa da, açıkçası bundan kaçış olduğunu da sanmıyorum. Herkes farklı ilham ve etkilenimler eşliğinde müzik yarattığından, aynı başlık altında anılan gruplar bile bir şekilde farklı sıfatlarla anılma ihtiyacı yaratabiliyorlar.

“Power metal ama içinde melodi yok.” “Black metal tabanı üzerinden caza göz kırpan bir post-hardcore.” “Goregrind ama sanki böyle HELLOWEEN gibi bi yandan; sanki HELLOWEEN elemanları IMPALED çalıyo… Ama aralarda da ENSLAVED’e göndermeler var… Daha çok “Eld” dönemi ENSLAVED’ine ama.”

Bugün, mutlaka bilenlerinizin olduğu, ancak ülkemizde o kadar da çok tanınmayan bir gruptan bahsetmek istiyorum. Amerika taraflarında çılgın atan, “kendine has sound yaratma” konusunda derslik ögeler içeren COHEED AND CAMBRIA bugünkü konuğumuz.

COHEED AND CAMBRIA bir new prog grubu. Diğer bir deyişle nu prog. Başka bir deyişle alternative prog. Veya zevkinize göre post-prog. Cart-prog, curt-prog. Kısacası COHEED AND CAMBRIA yazının ilk paragrafında bahsettiğim olayın müsebbiblerinden. Emo diyen şaşkınlar da oldu, progresif pop-rock da. Nedir onları böyle zor sınıflanır yapan?

Şudur!

Evet. Claudio Sanchez adlı bu kıl yumağı, COHEED AND CAMBRIA evreninden sorumlu kişi. Çizgi roman yazıp çizerek başlattığı yolculuğunu, The Amory Wars adlı çizgi roman hikayesini müziğe dökmeye karar vererek farklı bir boyuta taşıyan Sanchez, tümü aynı hikaye içinde geçen albümler yapma fikriyle COHEED AND CAMBRIA’yı kurmuş. Öyle ki, grubun adındaki Coheed ve Cambria bile bu hikayedeki iki karakterin isimleri.

Bugün bahsettiğim “No World For Tomorrow”, ya da tam adıyla “Good Apollo, I’m Burning Star IV, Volume Two: No World for Tomorrow”, grubun dördüncü albümü. Olayın konsept bazındaki çetrefilliliğini şöyle anlatayım; bu albüm ve bir önceki “Good Apollo, I’m Burning Star IV, Volume One: From Fear Through the Eyes of Madness”, The Amory Wars hikayesinin dördüncü kısmını oluşturuyorlar. Yani derinlere inen bir çalışma söz konusu.

“No World For Tomorrow”a dönelim. Gördüğüm kadarıyla gruba yönelik tepkiler genellikle aşık olma ya da nefret etme düzeyinde. Bunun kaynağı ilk başta Claudio’nun sesi. Zira kendisi (sadece tarz olarak) tek rakibim Geddy Lee dercesine ince ve zaman zaman “kızsal” bir sese sahip.

“No World For Tomorrow” en basit anlamda bir progresif rock albümü. İçi gitarla dolu, başka çok az grupta duyacağınız, belki de hiç duyamayacağınız türde bir vokal yorumu, gayet duyulur davullar, baslar, kısacası içi sonuna kadar müzisyenlik dolu bir albüm. Ancak durumu bazıları için bu kadar aydınlık yapmayan kimi detaylar var. Bunlardan ilki, grubun aşırı derecede akılda kalıcı ve radyo dostu şarkılar, bölümler yazabiliyor oluşu. Adeta bir pop şarkısı nakaratına varan düzeyde “ciks” vokal melodileri var albümde. Ancak benim gibi enteresan vokal yorumu konusunda meraklı biriyseniz ve Claudio’nun sesini sevme konusunda o herkese göre olmayan eşiği aşarsanız, ortada enfes şarkılar olduğunu görebilirsiniz.

Daha en baştaki The Reaping’le farklı bir şeyler sunacağını belli eden albümde, No World For Tomorrow, The Hound (Of Blood and Rank), Feathers, The Running Free, Mother Superior ve The End Complete IV: The Road and the Damned gibi bence mükemmel şarkılar var. Sayfadaki videoları dinleyip -özellikle de grubu ilk kez şu anda dinliyorsanız- COHEED AND CAMBRIA’dan ilk andan nefret etmeniz, grubu duyduğunuz en kötü şeylerden biri olarak nitelemeniz dahi olası. Zira dediğim gibi “farklı” bir sound’ları var.

Progresif rock adı altında anılıyor olmalarına rağmen bahsettiğim albümün Amerikan listelerine 6 numaradan girmiş olması da, grubun özellikle metal dinleyen, hatta progresif rock dinleyen herkesçe bile benimsenemeyeceğinin kanıtlarından biri.

Evet zor bir tanımlama oldu, ama o engelleri aştığınız takdirde (benim gibi engel olarak görmeyip ilk andan aşık da olabilirsiniz tabii), COHEED AND CAMBRIA’nın çok özgün ve farklı bir resim çizdiğini de görebileceğinize inanıyorum.

OPETH yeni DVD’sinden “Dirge For November”ı yayınladı

Wednesday, September 8th, 2010

OPETH yeni DVD’si “In Live Concert at the Royal Albert Hall”da yer alan “Dirge For November” performansını sevenleriyle paylaştı.

ÅKERFELDT / WILSON / PORTNOY projesinde ayrılık

Wednesday, September 8th, 2010

Uzun zamandır konuşulan ve metal dünyasının üç önemli ismini buluşturacak yeni projeyle ilgili bir gelişme yaşanmış.

OPETH lideri MIKAEL ÅKERFELDT, konuyla ilgili şöyle konuşmuş:

“Geçenlerde STEVEN WILSON’ın evindeydim ve birlikte bir şarkı yazdık. İkimiz birlikte yazınca elbette ki 10 dakikayı aşan bir şarkı çıktı ortaya. Hiç vakit kaybetmeden ikincisine de başladık. Ancak besteler kendilerini belli etmeye başladıkça, müziğimizde davula yer olmadığının farkına vardık. Biz de MIKE PORTNOY’u arayıp bu konuyu onunla paylaştık. O da bunu normal karşıladı ve sorunsuz şekilde projeden çekildi. Zaten aşırı derecede yoğun olduğu için bunun onu çok da üzeceğini sanmıyoruz. Eminim bir gün mutlaka Mike’la ortak bir projede yer alacağız. Artık projeye Steven’la ikimiz devam ediyoruz.”

Bu arada ÅKERFELDT/WILSON işbirliğiyle çıkacak ve metalle pek bir alâkasının bulunmayacağı açıklanan albümün adının “Storm Corrosion” olması bekleniyormuş.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.