# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

OCEANO’dan yeni albüm detayları ve şarkı

Sunday, September 19th, 2010

Son dönemde adından söz ettiren deathcore gruplarından OCEANO, 9 Kasım’da çıkacak yeni albümünün detaylarını açıkladı.

Adı “Contagion” olan albümün olayı şöyle:

01. Precursor To Enslavement
02. Viral Re-Animation
03. Regulated Disposal Of Life
04. Quarantine
05. The Contaminated
06. Exist In Confinement
07. Persuasive Oppression
08. Weaponized
09. Sadistic Experiments
10. Remnants Aflame
11. Ending Intellect

Albümden “Precursor To Enslavement” da alttan dinlenebilir.

VIRGIN STEELE’den yeni albüm detayları

Sunday, September 19th, 2010

Amerikalı heavy/power metal grubu VIRGIN STEELE yeni albümü “The Black Light Bacchanalia“nın detaylarını açıkladı.

22 Ekim’de çıkacak albümün içeriği şöyle:

01. By The Hammer Of Zeus (And The Wrecking Ball Of Thor)
02. Pagan Heart
03. The Bread Of Wickedness
04. In A Dream Of Fire
05. Nepenthe (I Live Tomorrow)
06. The Orpheus Taboo
08. To Crown Them With Halos (Parts 1 & 2)
09. The Black Light Bacchanalia (The Age That Is To Come)
10. The Tortures Of The Damned
11. Necropolis (He Answers Them With Death)
12. Eternal Regret

GREEN CARNATION – Light of Day, Day of Darkness

Sunday, September 19th, 2010

Yeşil Araba Milleti espirisini ilk yapan kişi olmak bir işe yarar mı bilmem ama, grubun adının yeşil karanfil olduğunu ilk fark edişim, GREEN CARNATION’la tanışmamdan epey sonraya rastlar. Zira carnation’ın karanfil demek olduğu, sözlüğe bakana dek hiç aklıma gelmemişti. Ben “damnation”, “realization”, vaporization” gibi yüklemden isme dönüşen kavramlar beklerken, bir çiçekle karşılaşmak bünyemde “Nası ya?” tepkisi uyandırmıştı.

Ancak sonra bunun makûl olduğunu düşündüm zira bu gruptaki kahramanımız Tchort, EMPEROR, SATYRICON ve CARPATHIAN FOREST’la çalmış olmasına ve zamanında hırsızlık, bıçaklı saldırı ve mezar hırsızlığından iki yıl hapis yatmasına rağmen, konu GREEN CARNATION olduğu zaman duygunun, hissiyatın bayraktarı bir kimseye dönüşmekteydi.

Albümü bilenlerin bildiği üzere, “Light of Day, Day of Darkness” tek şarkılık bir konsept albüm. Tchort’un kızının ölümü ve ardından oğlunun doğumuna ithaf olunan albüm, bir saat beş saniyelik tek bir şarkıdan oluşmakta. Konsept oluşu ve uzun tek bir şarkıdan oluşması sayesinde zaten en baştan ilgi uyandıran albüm, içeriğinde de bahsedilecek bir çok şey barındıyor.

Her yazıda bir ilginçlik yapmazsam geceleri rahat uyuyamadığım için, albümün konseptine uyması için yazının bundan sonraki kısmını tıpkı albümün tek bir uzun şarkdan oluşması gibi, tek bir cümlede anlatacağım. Artık virgül, noktalı virgül, parantez, bir şekilde bağlayacağız bakalım.

Denesem bayağı acayip olurdu evet. Ama insan okuyacak bunu, o yüzden ilk andan satıyorum bu yenilikçi fikrimi.

Efendim “Light of Day, Day of Darkness” bir progresif metal albümü. İçinde yer yer -çok az olmak kaydıyla- death metal öykünmeli kısımlar olsa da (birkaç brutal vokal ve blast beat tadımlığı, ama lafını edecek kadar bile değil), genel olarak erkek ve yer yer kadın vokal egemenliğinde, gotik tınıların da kendilerine yer bulduğu, klavye ve gitarın etkin rol aldığı bir progresif metal albümü olarak değerlendirebiliriz. Lakin progresif metal kısmını enstrüman icrasından ziyade beste yapısındaki değişimler bazında görüyoruz. Zira albümde belki birkaç solo dışında -ve çok kazma olmadığı sürece- gitar çalmanın temel özelliklerini bilen birinin çalamayacağı neredeyse hiçbir rif yok. Bu sebeple, dinleme açısından gayet kolay, verilen her duygunun alındığı ve icra bazında şaşırtıcılıkların hiç mi hiç olmadığı bir çalışma.

Sanırım çoğumuzun tek şarkılık albüm dinlemişliği vardır. Fikir olarak çekici bir şey elbet. Bir yerde bir gövde gösterisi belki de. Daha ilk andan bir merak uyandırıyor ve bir sıfır üstün başlıyor. “Kim bilir nasıl bestelediler”, “nasıl planladılar” gibi şeyler geçiyor dinleyicinin kafasından.

Uzatmadan söylersem, “Light of Day, Day of Darkness” bence yirmi dakika daha kısa olması gereken bir şarkı. Bunun sebeplerinden biri, müziğin çoğunlukla aynı tempodan devam etmesi. Bu da orta tempo ve altı demek oluyor. Tüm enstrümanların minimalist tavrı ve icra bazından her şeyin fazlasıyla kolay olduğu düşünüldüğünde, kimi riflerin uzun süreler tekrar etmesi bir yerden sonra dinleyiciyi müzikten koparabiliyor. Albümde yüz bin farklı rif ve melodi olmaması da buna olumlu etki yapmıyor elbet.

Müzikal anlamdaki konseptliğini birkaç kez tekrarlanan birkaç farklı melodi ve rifle sağlayan albüm, bunun dışında birbirine arka arkaya bağlanan farklı kısımlardan oluşuyor. Duygusunu almaya çalışarak dinlerseniz mutlaka bir ölçüde etkileneceğiniz müzik, bunu başaramaz da hep dışardan bakarsanız, “Bakalım beni ne kadar şaşırtabilecek” şeklinde yaklaşırsanız, size pek bir şey vermeyecektir. Hatta albümü tek kelimeyle “bayık” olarak özetleyen birine bile fazla kızılabileceğini sanmıyorum. Diğer bir eleştirim ise albümdeki kaydın fazlasıyla suni oluşu. Her enstrümanın bilgisayar ekranındaki kanal kayıtlarını gözünüzde canlandırabileceğiniz düzeyde organiklikten uzak bir distortion’lı gitar ve davul sound’u var. Tüm bu sebeplerle, örneğin bir EDGE OF SANITY – “Crimson“ı arka arkaya on kez bile dinleyebilirken, “Light of Day, Day of Darkness”ı ikinci kez döndürmüşlüğüm yok. Bunu iki albümü müzikalite anlamında kıyaslamak için değil, beste ve aranjman başarısı olarak söylüyorum. Yine de “Crimson”ın her halükârda bir başyapıt olduğunu da söylemeden geçmeyeyim.

Sonuç olarak, “Light of Day, Day of Darkness”ın iyi bir şarkı olmasına rağmen temel sorunu bence yola “bir saatlik bir şarkı yapalım” düsturuyla çıkılmış oluşu. Ortada kasvetli ve yoğun bir müzik olduğundan, keşke şarkı bir araya getirilirken bu kasvet ve yoğunluğun “yettiği” yere daha iyi karar verilmiş olsaydı. Şarkıyı seviyorum, ancak şahsen “Light of Day, Day of Darkness”ı ilk dinlemem haricindeki her dinleyişimde -ki bu dinlemelerin arası bayağı açıktır- ne kadar kaldığına bakma ihtiyacı hissetmişliğim vardır. Bu sebeple “Light of Day, Day of Darkness”, çoğu yorumda dendiği türde bir başyapıt değildir. Güzeldir, özellikle ilk yarım saati bence çok çok başarılıdır, bir bütün olarak içten bir çabadır, ancak söylendiği gibi GREEN CARNATION’ın zirvesi olmaktan da uzaktır.

TIM YEUNG’dan yeni MORBID ANGEL albümüne dair yorum

Sunday, September 19th, 2010

PETE SANDOVAL’ın rahatsızlığı nedeniyle yeni MORBID ANGEL albümünde çalacak olan davulcu TIM YEUNG, albüme dair kısa bir açıklama yapmış. YEUNG şöyle buyurmuş:

“Yeni albüm MORBID ANGEL’ın bugüne dek yaptığı en oturaklı albümlerden biri. Mükemmel elektronik bölümler ve çok hoş groove bölümleri var. Merak etmeyin, yeteri kadar blast beat ve çift kros manyaklığı da var.”

ATHEIST’ten yeni albüm tadımlığı

Sunday, September 19th, 2010

Yeni ATHEIST albümü “Jupiter“in açılış parçası “Second to Sun”dan bir tadımlık, Search & Destroy adlı sitede yayınlanmış. Albüm kapağından ulaşmak mümkün.

DIO’nun kuzeninden DIO’lu yeni albüm

Sunday, September 19th, 2010

DIO’nun RONNIE DIO & THE PROPHETS, THE ELECTRIC ELVES, ELF gruplarında çalmışlığı olan kuzeni DAVID ‘ROCK’ FEINSTEIN, “Bitten By The Beast” adlı solo albümünü DIO ve eşi tarafından kurulan Niji Entertainment Group bünyesinde çıkarıyormuş.

23 Kasım’da çıkacak albümü önemli kılansa, “Metal Will Never Die” adlı şarkıda RONNIE JAMES DIO’nun ölmeden önce yaptığı son kayıtlardan birinin yer alıyor oluşuymuş.

“BIG FOUR Super Deluxe DVD Box Set” detayları açıklandı

Saturday, September 18th, 2010

Standart versiyonu şuradan görülebilen kısıtlı içerikli Big Four DVD’sinin en geniş içerikli hali olan “The Big Four: Live From Sofia, Bulgaria Super Deluxe Box Set”in içeriği açıklandı. Sette DVD’nin haricinde grupların çaldığı tüm şarkılar 5 ayrı CD’de olmak üzere yer alacakmış. Bunun dışında poster, tüm grupların ayrı fotoğrafları, 24 sayfalık kitapçık ve Big Four’a özel penalar da setle birlikte gelecekmiş. Hastası oldum da fiyatı nedir diyorsanız, şu anda metallica.com‘dan 99 Dolar’a almak mümkün.

METALLICA

01. Creeping Death
02. For Whom The Bell Tolls
03. Fuel
04. Harvester Of Sorrow
05. Fade To Black
06. That Was Just Your Life
07. Cyanide
08. Sad But True
09. Welcome Home (Sanitarium)
10. All Nightmare Long
11. One
12. Master Of Puppets
13. Blackened
14. Nothing Else Matters
15. Enter Sandman
16. Am I Evil? (Big Four)
17. Hit The Lights
18. Seek and Destroy

SLAYER

01. World Painted Blood
02. Jihad
03. War Ensemble
04. Hate Worldwide
05. Seasons In The Abyss
06. Angel of Death
07. Beauty Through Order
08. Disciple
09. Mandatory Suicide
10. Chemical Warfare
11. South of Heaven
12. Raining Blood

MEGADETH

01. Holy Wars… The Punishment Due
02. Hangar 18
03. Wake Up Dead
04. Head Crusher
05. In My Darkest Hour
06. Skin O’ My Teeth
07. A Tout Le Monde
08. Hook In Mouth
09. Trust
10. Sweating Bullets
11. Symphony Of Destruction
12. Peace Sells/Holy Wars Reprise

ANTHRAX

01. Caught In A Mosh
02. Got the Time
03. Madhouse
04. Be All, End All
05. Antisocial
06. Indians/Heaven And Hell
07. Medusa
08. Only
09. Metal Thrashing Mad
10. I Am The Law

DARK MOOR’dan yeni albüm detayları

Saturday, September 18th, 2010

İspanyol grup DARK MOOR yeni albüm detaylarını açıkladı.

Kasım ayında çıkacak albümün adı “Ancestral Romance” ve içeriği de şöylecene:

01. Gadir
02. Love From The Stone
03. Alaric De Marnac
04. Mio Cid
05. Just Rock
06. Tilt At Windmills
07. Canción Del Pirata
08. Ritual Fire Dance
09. Ah! Wretched Me
10. A Music In My Soul

Grubun son albümü “Autumnal” 2009′da çıkmıştı.

LICH KING – World Gone Dead

Saturday, September 18th, 2010

Çok daha iyisi çeyrek asır önce yapılan bir şeyin günümüzde taklit ediliyor oluşunun övülecek bir durum olmasını anlama konusunda sıkıntıları olan bir insanım. Bu cümleyi bir kez daha okuma gereği duyduysanız şöyle diyelim.

80′lerin başlarından günümüze thrash metal şöyle bir yol izliyor bildiğimiz gibi: Önce thrash metal adına başyapıtlar ardı ardına patlamaya başladı. Sonra thrash metalin büyük isimleri duraklama dönemine girdiler. Uzun bir aradan sonra thrash metalde güzel bir hareketlenme yaşandı, son on yılda da 80′lerin başlarında yapılanları kopyalayan yeni nesil grup patlaması söz konusu.

Yeni öğrendiğim bi şeyi paylaşayım. Sanatta “küçümseme doktrini” diye bir kavram varmış. Her nesil, kendinden önceki neslin yaptığını küçümser, sonradan gelen nesil ise bu ilk neslin yaptığını yüceltirmiş. Açıkçası böyle bir eğilimden haberdar değildiysem de, pek çok konunun şu anki haline bakınca bu doktrinde haklılık payı olduğunu görebiliyoruz. Doksanlar boyunca süren “Seksenler ne fenaydı lan” şeklindeki rüzgâr, bildiğimiz gibi şu an tam tersi şekilde esiyor. Seksenlerde yapılanın aynısını yapmak, bugün bir “cool’luk” olarak görülüyor. Metal de bundan payını alıyor elbet. Her yeri yamalı açık mavi kot ceket bile tekrardan revaçta. Sadece thrash metalle kalsa yine iyi. STEEL PANTHER gerçeği gözümüzün önünde duruyor.

Kısacası, ben bu retro thrash olayına çoğunluğun baktığı kadar “Aa negzel lan, doğrusu özlemiştik” diye bakamıyorum. Özlediysen git Live Undead dinle, Trapped Under Ice dinle, Hook in Mouth dinle, Piranha dinle, Flag of Hate dinle. (Teyze cık cık’ı)

LICH KING de bu gruplardan biri. Saf, dibine kadar çiğ, her yönden seksenlere tapan bir müzik yapıyorlar. Kötü mü, değil. İyi mi, bilmem? Hakkaten bilmiyorum. Bu müziği öğrenirken dinlediğimiz şeylerden yola çıkılmış tamam, retro olsun diye her şekilde kasılmış ona da tamam; ama ortaya çıkan şey neden böyle pamuk dede edasıyla “Aaa canım ya ne güzel eskileri anmışlar” oluyor? Neden BLOODBATH olmadığınız sürece doksanlar başını anan death metal grupları “yıllardır duyduğumuz şeyler” iken, retro thrash metal gruplar çok acayip bir fikir bulmuşlar gibi yüceltiliyorlar? Cidden anlamlandıramıyorum.

Burada death metal/thrash metal kıyaslaması yaptığım sanılmasın; HELLOWEEN’in yüz yıl önce yaptığını bugün yapan tüm power metal gruplarına çöp gözüyle bakılırken, black metalde çamur kayıt yapanlar “Hâlâ bunu dinleyen var mı lan?” diye küçümsenirken, thrash metal grupları neden kayırılıyor bilemiyorum. Bunu da thrash metale tapan biri olarak söylüyorum.

Şimdi “Örneğin MUNICIPAL WASTE…” desem yer yerinden oynayacak, biliyorum; tamam onları bir nebze ayırabiliriz, D.R.I. deriz, crossover deriz yan cebimize koyarız. Ancak sayısız grubun, sırf bu trend içerisinde olmaları sayesinde her albümde yüksek puan aldığını gördükçe, olayda bulduğum mantık kırıntıları da kaybolmaya başlıyor. Bu furya içerisinde de WARBRINGER gibi, VIOLATOR gibi bir şekilde “Eskilerin köpeğiyiz ama bizim de fikirlerimiz var” diyen gruplar çıkıyor elbette, ancak adı ortalarda olan ve eskiye öykünmekten ileri gidemeyen grupların onlarca yıldır var olan ve sonsuza dek devam edecek heavy metal türüne ne kattığını, neden pohpohlandığını göremiyorum.

Amaç eğlenmekse tamam, kimsenin müzikal anlamda devasa bir yapı taşı yaratması gerekmiyor elbet. Ancak bu grupların albümden albüme “Kendilerini çok geliştirdiler, karakteristik sound’larını oturttular” gibi yorumlanmasını da son derece saçma buluyorum. “HEAVENLY bu albümde gerçek kimliğini buldu”, “CHAOSBREED artık sound’unu oturttu”, “BLACK WITCHERY özgünlükte sınır tanımıyor” gibi şeyler duyuyor muyuz? Hayır. Zira HEAVENLY HELLOWEEN’in, CHAOSBREED ENTOMBED’un, BLACK WITCHERY de DARKTHRONE’un birer klonudur. Albümleri bu şekilde yorumlanır, beğenilen anları bile “Yine de yeni bir şey yok” diye geçiştirilir. Peki ya thrash metalde neden “EXODUS klonu” değil de, “Derslerini iyi çalışmışlar” deniyor?

Evet, ne LICH KING’den, ne de “World Gone Dead”den bahsettim. Neden, çünkü gerek yok. Çünkü bu müziğe başladığımızdan beri dinlediğimiz şeyin, yanına yaklaşamayacak kadar fikir barındırmayan bir kopyasını yapıyorlar. Kötü mü, değil. Ama o kadar.

İşbu yazı LICH KING adı altında günümüzde “Helal lan” olarak görülen ve modernleşen müziğe siktir çekip eskiyi anıyor oluşları nedense önemli bir şeymiş gibi yansıtılan diğer yeni nesil grupları da kapsamaktadır, yoksa eminim ki LICH KING de gayet kral, eğlenceli adamlardan oluşmaktadır.

Eski STRATOVARIUS gitaristi TIMO TOLKKI’den kitap

Saturday, September 18th, 2010

Eski STRATOVARIUS gitaristi TIMO TOLKKI 1 Ekim’de bir kitap çıkarıyormuş.

“Loneliness Of A Thousand Years” adlı kitap, müzisyenin psikolojik sorunlarla geçen çocukluğunu, hayatı boyunca devam eden psikolojik bunalımlarını ve intiharın eşiğine gelmesini konu ediyormuş.

DAN SWANÖ’nün ODYSSEY’inden cover albümü

Saturday, September 18th, 2010

DAN SWANÖ’nün eski projelerinden ODYSSEY’in 1999′daki üç şarkılık EP’si, yanına eklenen bir sürü cover şarkıyla birlikte “Reinventing The Past” adı altında albümleştiriliyor.

01. Eyes of The World (RAINBOW) (feat. Tino Kallioniemi)
02. In The Heat Of The Night (SANDRA) (feat. Marcus Vanhala)
03. Shake The Disease (DEPECHE MODE)
04. At The Gallows End (CANDLEMASS)
05. Gypsy (URIAH HEEP) (feat. Dag Swanö)
06. Lost Horizons (MICHAEL SCHENKER GROUP) (feat. Vanhala ve Morgan Pettersson)
07. Cherry (UFO) (feat. Marcus Vanhala)
08. I Am Two *
09. I Carry A Secret *
10. Amon-Ra *

(* Olan şarkılar orijinal EP’deki şarkılar)

DAN SWANÖ’nün, raflardaki yerini alış tarihi 22 Kasım olan bu olay hakkındaki yorumları da aşağıdan görülebilir.

PASİFAGRESİF pop saati sunar-2: SHAKIRA’dan METALLICA cover’ı

Friday, September 17th, 2010

SHAKIRA iki gün önceki Montreal konserinde METALLICA’nın “Nothing Else Matters”ını cover’lamış.

Aslında sadece videoyu da koyabilirdik ancak resim de koyabilmek için buraya bu anlamsız satırı yazıyoruz.

Hatta site zaten hayvan gibi adam fotoğraflarıyla dolu diyor, fırsattan istifade ediyoruz.

Tutan mı var.

PASİFAGRESİF pop saati sunar-1: LADY GAGA’dan METALLICA dansı

Friday, September 17th, 2010

LADY GAGA bir süre önceki bir konserinde METALLICA’nın “Metal Militia”sı üzerine dans etmiş.

Şimdiki gibi dünya çapında patlamadan önceki ekürisi LADY STARLIGHT’ın da sahneye IRON MAIDEN tişörtüyle çıktığı performans aşağıdaki videonun ilk 3 dakikasından görülebilir.

SAWTHIS’ten tur videosu

Friday, September 17th, 2010

İtalyan melodik death metal/metalcore grubu SAWTHIS, yorumlamamızı istedikleri son albümleri “Egod“la birlikte bu haberi de yayınlamamızı istemiş.

Biz de onları kırmıyoruz ve diyoruz ki, SAWTHIS VADER’la çıktığı Avrupa turnesine dair bir video yayınladı.

“Egod”ı grubun myspace‘inden dinlemek mümkün.

SOUNDGARDEN yeni klibini yayınladı

Friday, September 17th, 2010

SOUNDGARDEN 13 yıl sonra çektiği ilk klip olan “Black Rain“i yayınladı.

DIMMU BORGIR’den yeni şarkı

Friday, September 17th, 2010

Bir önceki DIMMU BORGIR haberi yetmiyormuş gibi, ikinci bir haberle karşınızdayız. DIMMU BORGIR yeni albümü “Abrahadabra“dan “Born Treacherous” adlı şarkıyı albüm kapağına koydu.

IMMOLATION – Majesty and Decay

Friday, September 17th, 2010

Kritiğin taslağını hazırlayalı aylar oldu (albüm çıkalı bikaç hafta olmuştu) fakat aklıma bir türlü yatmadığından bitiremedim. Bitirdiysem de yayınlamak için vermeye elim gitmedi. Uzun zaman sonra tekrar düzeltmek için baktığımda “Oha! napmışım lan ben?!” gibi tekpiler verdim. Nedeni ise yeterince dinlemediğimden -ki aslında bayağı fazla dinlemiştim- olsa gerek albümü epeyce yermişim. 6 notu fazla görmüşüm, Ross’a küfürler sallamış, Bob’a düz gitmişim. Immolation’ın büyük bir hayranı olarak yaptığım hataların farkına varıp tek tek grup üyelerini arayıp “Abiler sizin hakkınızda böyle böyle dedim kusura bakmayın” demedim, diyemedim. Onun yerine sil baştan yapıp telafi niteğinde bir kritik yazmak istedim.

Immolation bilenlerin bildiği, bilmeyenlerin öğreneceği gibi binlerce grubu etkilemiş, farklı ve yıllardır değişmeyen karakteristik yapısıyla ölüm metalin en efsanevi gruplarından biridir. Şu anda slam death metal gibi bol breakdown’lı türevler varsa bundaki en büyük pay Immolation’a aittir.

Yıllar geçiyor fakat Immolation eskimiyor ve çaktırmadan büyüyor. “Close To A World Below” gibi limitleri en üst düzeye çeken bir çalışmadan sonra daha üst bir seviyeye çıkamayınca daha büyük etkiler yaratamadılar. Gerçi “çok sevilen yada hiç sevilmeyen” gruplar kategorisine girdiklerinden pek bir şey fark etmedi.

Günümüzde Behemoth gibi (kötülemek amacıyla değil örnek olarak verdim zaten severim kendilerini) son yıllarda çıkış yakalayan grupların en kıytırıktan albümleri bile 50 bin ve üstü satarken Immolation’un sadece 8 bin satmış olması grubun kendi kitlesine hitap ediyor oluşunun en büyük kanıtı.

Immolation’ın kendine has bir tarzı olmasına onu devam ettirmesine rağmen, yine de kendilerine sürekli yeni bir şeyler katmayı da beceriyorlar. “Majesty and Decay”in, “Close To A World Below”dan sonraki en iddialı Immolation albümü olduğu açık Her ne kadar önceki “Harnessing Ruin”, ve “Shadows in the Light” daha sakin parçalar ve fazla hit barındırsalar da, “Majesty and Decay” ile karşılaştırınca yeterince iyi olmadıkları ortada. “Unholy Cult”ı bu kıyaslamaya dahil etmek istemem, o istisnai bir durum. En iyisi uzatmadan albüme geçeyim.

“Majesty and Decay” neye benziyor? Adından da anlaşılabildiği gibi çok uğursuz bir yapıt. Sevenlerin beğeniyle dinleyebileceği, sevmeyenlerin ise başlama noktası olarak uygun bir albüm olarak görüyorum. Çıkmadan evvel Bob Vigna’nın “Şu ana kadar yaptığımız en iyi albüm” yorumuna, “Ulan sizden de şu cümleyi duyacağıma sağır olaydım” demiştim. İyi ki olmamışım.

Immolation albümde derdini anlatabilmiş mi? Evet tabii ki anlatmış. Hatta fazlasıyla anlatmış. Belki şarkı sözleri klişeleşmiş gelse de Immolation’ın zaten amacı bu. İnsanların gün geçtikçe yozlaştıklarını, zarardan başka bir şey vermedikleri, sıkı sıkıya bağlandıkları dinlerin insanları zehirleyip körleştirdiğini, İncil’in Yuhanna bölümünden 8. kısmının 6. ayetine gönderme yaparak falan değil, direkt ve sade bir yolla söylemeyi tercih ediyorlar.

Immolation’un yazdığı en iyi ve en kötü şarkılar bu albümde mi? Evet ve hayır. Bu albümde kötü şarkıya kesinlikle yer yok. Vasat parçalar barındırsa da herhangi kötü bir şarkı bulamadım. Bana göre grup tarihinin en iyi parçalarından bazıları da bu albümde yapılmış. Daha kabacası slamler, breakdown’lar gırla gitmiş. Özellikle The Purge, In Human Form ve The Rapture of Ghosts kendini belli eden ve ön plana çıkan parçalar. Vasatın belki üstü belki altı kalan parçalar da yok değil. A Token of Malice, Power and Shame, A Thunderous Consequence gibi şarkılar albümün büyüklüğü yanında zayıf kalanlar.

Peki bu albümde eksikler yok mu? Tabii ki var. Bence bunların ilki fazla blast beat olması. Immolation’ın önemli özelliklerinden birisi olan karmaşık rif yapısının içindeki daha karmaşık davul ritimleri olduğundan bazı yerlerde Steve Shalaty sanki kolaya kaçmış. İkincisi ise Bob Vigna’nın bir anda giren ve beyine şok etkisi yapan sololarının fazla olmaması. Bir de “Harnessing Ruin” albümünde sıkça kullanılan fısıltı vokaller ve ardından giren brutal vokalleri duyamamak da, bir eksiklik olmasa da üzdü.

Yeniliklerden dikkat çeken kısımlara gelirsek, death metalin en iyi vokallerinden biri olan Ross Dolan’ın şimdiye kadar yaptığı en sert ve öfkeli vokallerinden söz edebiliriz. Bu sefer insanlara olan nefretini her zamankinden daha fazla kusmuş, sitem etmiş. Grubun beyni gitarist Bob Vigna yine yaratıcılık sınırlarını zorlayan rifler bulmuş. Baterileri Alex Hernandez üstaddan devralan Steve Shalaty’ın performası ise tek kelimeyle mükemmel.

Albüm çok iyinin ötesinde bir prodüksiyona sahip, bu nedenle Paul Orofino’ya değinmeden geçersem büyük ayıp olur. Kendisi grubun 10 yılı aşkın süredir prodüktörlüğünü yapıyor. Grubu iyi tanıdığı ve grubun ne istediğini bildiğinden, inanılmaz bir iş çıkarmış. Bateri, gitar, vokal, hepsini birbirinden iyi kaydetmiş, eksiksiz iş yapmış. Tahminimce bunda Nuclear Blast kadrosuna katılmalarının da büyük bir etkisi var.

Belirtmek gerekirse içine kolay girilebilen bir albüm değil. Çok karmaşık, çok kompleks. İnsanın canı çıkabiliyor derinlemesine dalabilmek için. Özellikle Immolation olduğu için daha fazla kulak vermek ve dikkatli dinlemek gerekiyor. Gerisini zaten onlar hallediyor.

Exorsexist

DIMMU BORGIR kendilerine dair en büyük yanılgıyı açıkladı

Friday, September 17th, 2010

DIMMU BORGIR gitaristi SILENOZ, gruba dair en büyük yanılgılar olarak gördüğü iki konuya açıklık getirmiş. SILENOZ şöyle konuşmuş:

“Dışarıdan bakan ve bizi tanımayan pek çok kişi bizim küstah, haddini bilmez rock star’lar olduğumuzu düşünüyor. DIMMU BORGIR imajı çerçevesinde farklı görünüyor olsak da, aslında biz gayet utangaç insanlarız. İskandinavyalı olduğumuz için yalnızlığımızı ve sessizliği severiz. Rahat ve sakin insanlarız. Bizi Amerikalı kimi gruplarla kıyaslarsanız çılgın hayatlar süren ipe sapa gelmez adamlar olduğumuz sanılabilir; ancak gerçekten de böyle insanlar değiliz.

Diğer yanılgıysa DIMMU BORGIR’de çalan kişiler olarak milyon dolarlarımızın olduğu yönünde. Emin olun böyle bir şey yok.”

PSYCHOTIC WALTZ geri döndü

Friday, September 17th, 2010

Doksanların başında çıkan ve progresif metal kitlesince bir nevi kült statüsünde görülen PSYCHOTIC WALTZ tekrardan faaliyete geçti.

Grup gitaristlerinden Dan Rock haricinde orijinal kadrosuyla toplanmış. Rock’ın yerine gruba 1996 turnesinde eşlik eden Steve Cox gruba girmiş.

Devon Graves (a.k.a. Buddy Lackey): Vokal
Brian McAlpin: Gitar
Steve Cox: Gitar
Ward Evans: Bas
Norman Leggio: Davul

Özellikle ilk albümü “A Social Grace”le progresif metal adına başyapıt sayılan bir ürün ortaya koyan PSYCHOTIC WALTZ’un ardından, vokalist DEVON GRAVES yine progresif müzik yapan DEADSOUL TRIBE’ı kurmuştu.

NEURAXIS yeni albüm adını açıkladı

Friday, September 17th, 2010

Kanadalı teknik death metal grubu NEURAXIS, 15 Şubat’ta çıkaracağı altıncı stüdyo albümünün adını “Asylon” olarak açıkladı. Şimdilik elimizdeki tek bilgi bu.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.