# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
“THE SOUND OF PERSEVERANCE”IN ANATOMİSİ
| 13.12.2023

22. ölüm yıldönümünde, Chuck Schuldiner’ın anısına, DEATH’in veda albümünün müzikal bileşenleri ve şarkı sözleri üzerinden kapsamlı bir değerlendirme.

Her şey 1999 yılının mayıs ayı başlarında, Chuck’ın boynunun üst kısmında şiddetli bir ağrı hissetmesiyle başladı. Chuck önce bunu bir sinir sıkışması sandı ve bir masaj terapistiyle görüştü. Ancak ne yazık ki durum tahmin ettiğinden çok daha vahimdi.

Takvimler 19 Mayıs 1999’u gösterdiğinde, güneş Chuck’ın hayatının değişeceği o gün için doğmuştu.

Chuck o gün hem 32. doğum gününü hem de yeni grubu CONTROL DENIED’ın ilk albümü “The Fragile Art of Existence”ın çıkışını kutlayacak, ardından da çok ender görülen ve tedavi edilemez denilen bir beyin tümörü ile tüm geleceğinin kararacağını öğrenecekti…

Hayatımı değiştiren birtakım albümler var. Kimisi sadece enstrüman kullanımı ve müzisyenliği üzerinden, kimiyse barındırdığı atmosferden tutun da çıktığı dönem yaşadıklarımla örtüşen ve o anlarla bütünleşen birtakım özellikleri bakımından.

32 yılı aşan metal dinleyiciliği ve bu sürece dâhil olan müzisyenlik, müzik yazarlığı serüvenimi düşündüğümde diğer tüm albümlerden ayrı tuttuğum, manevi olarak müzikten öte gördüğüm albümlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmeyecektir.

Bunlar, bir yerden sonra adeta kutsal kitap bellediğim, alelade zamanlarda dinlemediğim, kimi zaman ruh hâlime bağlı olarak dinlemekten kaçındığım albümler olarak öne çıkıyorlar. Bugüne dek dinlediğim binlerce albüm arasından dört, bilemedim beş albümden bahsediyorum.

Bu dört, beş albüm içindeki bir albüm ise tartışma götürmez şekilde hayatımın en önemli albümü olarak müzik namına diğer her şeyden ayrı bir yerde duruyor.

Bundan yaklaşık 20 yıl kadar önce “The Sound of Perseverance” için bir yazı yazmıştım. O yazı zaman içerisinde kendi mikro evreninde epey bir kişiye ulaştı, pek çok insanla tanışmamı sağladı, şu an bu satırları okuduğunuz sitenin açılmasına, bu sitenin insanlar tarafından duyulmasına, hatta ilginçtir ki o yazıyı yazan kişi olarak birtakım insanlar tarafından tanınmama vesile oldu. “O DEATH yazısını yazan kişi sen misin?” sorusu eşliğinde tanıştığım insanlar, aldığım tebrikler oldu. O yazının kendi ifade edemedikleri duygularını yansıttığını, duygularına tercüman olduğunu ve o yazı sayesine bu müziğe bambaşka bir gözle bakmaya başladıklarını söyleyenler oldu.

Bu yüzden ben de Chuck Schuldiner’ın henüz 34 yaşındayken aramızdan ayrıldığı, ardından gözyaşı döktüğüm 13 Aralık 2001 tarihinin yıldönümü olan bugünde Chuck’ın DEATH’le olan bu son eseri için son bir saygı duruşunda bulunmak ve 20 yıl önceki yazıda içimden geçen her şeyi yazdığım için yıllardır bahsedemediğim “The Sound of Perseverance” hakkında biraz daha konuşma fırsatı bulmak istedim.

Bu yazıyı yazma motivasyonlarımdan biri de eski grubum THROWN TO THE SUN’ın 2011’de çıkan ilk albümünde yer alan “The Crumbling” adlı şarkı için yazdığım sözlerdi. Albümde müziğini yazmadığım iki şarkıdan biri olan “The Crumbling”in sözlerini “The Sound of Perseverance”a bir saygı duruşu olarak planlamış ve “The Sound of Perseverance” kapağındaki mağaramsı dağa tırmanan adamlardan birinin ağzından yazmıştım. Sözlerin bir bölümünde de “The Sound of Perseverance”taki şarkı isimlerinden ve sözlerden alıntılar yapmıştım.

“Scavengers feed off my sorrow held by the flesh
A clarified moment of suffering, formed by pains never forgiven
A power that bites the spirit, restrained by its crusher
Through a story that has been told by the voice of my soul”

Aşağıda okuyacaklarınız, “The Sound of Perseverance” albümünde yer alan ve büyük çoğunluğu son derece soyut ve farklı yönlere çekilebilir anlamlar barındıran şarkı sözleri üzerinden bazı tahliller, incelemeler ve yorumlardan oluşacak. Bunun yanı sıra albümdeki müzikal kimlikten de birtakım teknik detaylara da inerek bahsedeceğim. Bu vesileyle müzik dinleyen, müzik yorumlayan, müzik icra eden, enstrüman çalan, şarkı sözü yazan, beste yapan bir insan olarak Chuck’a olan hiç bitmeyecek vefa borcumun bir kısmını ucundan da olsa ödemiş olmayı umuyorum.

Yazıda şarkı sözlerinin belli kısımlarının tercümelerine rastlayacaksınız. Bu tercümelerde yer yer kendi yorumlarımı da katabilir, Chuck’ın son derece soyut metaforlar eşliğinde anlatmak istediğini düşündüğüm şeyler doğrultusunda orijinal anlamlardan sapabilirim. Bu yüzden tercümelerin orijinallerine kelimesi kelimesine sadık kalmadığı yerlerin bilinçli olduğunu belirtmek isterim. Bu noktada Can Yücel’in zamanında yaptığı Shakespeare aktarımları için kullandığı harika ifadeyi hatırlatabiliriz sanıyorum. Yücel, Shakespeare’in Hamlet çevirisi için “çeviri” yerine yerelleştirme kavramını ifade eden “Türkçe söyleme” ifadesini kullanmıştı. Ben de burada benzer bir yol izlemeye ve Chuck’ın yazdığı sözleri “Türkçe olarak söylemeye” çalışacağım.

Öyleyse lafı daha fazla uzatmadan “The Sound of Perseverance” albümünü açalım ve bir yandan o çalarken hayatımın en önemli albümü için yazacağım bu ikinci ve muhtemelen son büyük yazıya başlayalım.

IT FEEDS IN PLAIN SIGHT: “The Sound of Perseverance”ın Müzikal Yapısı ve Karakteristik Özellikleri

Chuck esasında önceki albümlerdeki şarkılardan daha uzun ya da en azından daha uzunmuş gibi hissettiren şarkılar yazmayı “Symbolic” öncesinde planlıyordu. Şarkıların birer yolculuk gibi hissettirmesini istiyordu. “Symbolic”e bakınca bu düşüncesini büyük ölçüde uygulayabildiğini görüyoruz. DEATH’in o zamana kadarki en melodik albümü olan “Symbolic”in ardından genel olarak daha melodik, death metal vokallerinin olmadığı bir müzik yapmaya karar veren Chuck, “Symbolic”i çıkardığı sene CONTROL DENIED’ı kurmuş ve melodik vokallerin olduğu, yine progresif karakterli bir müzik yapma niyetiyle yola çıkmıştı. Asıl amacı DEATH’i noktalamak ve yola sadece besteleri yapıp gitara odaklanacağı CONTROL DENIED’la devam etmekti.

DEATH gibi metalin bir türüne yön veren, o türü geliştiren ve genişleten bir grupla “Symbolic” gibi başyapıt bir albüm çıkardıktan, DEATH’e yıllarca maddi manevi yatırım yaptıktan sonra bir anda her şeyi noktalayıp yeni bir grupla devam etme fikri kimilerine tuhaf gelebilir elbet. Sonuçta DEATH her ne kadar her albümde kadro değişiklikleri yaşasa da düzenli olarak albüm çıkaran, turlayan ve Chuck’ın death metal yaparak yaşamasını sağlayan bir gruptu. Ne var ki Chuck gerçekten de kelimenin tam anlamıyla bir metalciydi ve metalin türlere indirgenmesinden hoşlanmıyordu. Kendisine “death metalin babası” denmesinden dahi memnun olmayan ve bunun DEATH’ten önce kurulan POSSESSED, SLAYER, VENOM gibi gruplara saygısızlık olduğunu düşünen Chuck, sahneye MANOWAR tişörtüyle çıkacak, KISS cover’layacak kadar da büyük bir 80’ler metali aşığıydı.

Uzun yıllar önce Richard Christy’yle yapılan bir röportajda, “The Sound of Perseverance”ın çıkışından bir yıl önce gruba katılan Christy’ye o dönem, yani 1997 yılında Chuck’ın en çok neler dinlediği sorulmuştu. Christy’nin şöyle bir cevabı vardı:

“Chuck o yıl çıkan ilk CHILDREN OF BODOM albümüne bayılmıştı. Albümü ilk kez dinlediği ve çok heyecanlandığı anı hatırlıyorum. O dönem en çok ilk CHILDREN OF BODOM albümünü, HELLOWEEN’in “Keeper of the Seven Keys Part II”sunu, WATCHTOWER’ın “Control and Resistance”ını dinlerdik. O yıl HAMMERFALL da ilk albümünü çıkarmıştı ve Chuck o albümü de çok seviyordu. Onun dışında GAMMA RAY’i ve o yıl çıkan RIOT albümü “Inishmore”u da çok dinliyorduk.”

Görüldüğü üzere Chuck’ın melodik şeylere olan ilgisi özellikle o dönem tavan yapmıştı. Christy’nin saydığı grupların neredeyse tamamı melodiyi ön plana alan ya da RIOT gibi yırtıcı speed metal rifleri kullanan gruplar. Arada bir tek WATCHTOWER’ın “Control and Resistance” başyapıtı diğerlerinden farklı duruyor, ancak o albüm de progresif/teknik thrash metalin yapı taşlarından biri olarak zaten seksenlerin sonundan itibaren DEATH de dâhil sayısız grubu etkilemiş bir çalışma. WATCHTOWER konusuna yazının ilerleyen kısımlarında tekrar değineceğiz.

“The Sound of Perseverance”ın varlık sebebi pek çok şeyin ayrıntılarını içinde gizleyen “Symbolic”e dönecek olursak, esasında Chuck “Individual Thought Patterns”ın ardından “Symbolic”i bambaşka bir yapıda olacak şeklinde tasarlamıştı. Öncelikle Chuck “Symbolic”in bir death metal albümü olarak nitelendirilmesini istemiyordu. “Death by Metal” belgeselinde Gene Hoglan konuyla ilgili olarak şu yorumu yapmıştı:

“Bir konserin ardından sahneden inmiştik, kuliste takılırken orada bir yerde Avrupa’nın büyük metal dergilerinden birini görmüştük. Arka kapağında, dört death metal grubunun yeni albümünün reklamının yanında “Symbolic”in de reklamı vardı. “Symbolic”in ve DEATH’in yine death metal gruplarıyla birlikte anılmış olması, şirketin reklamı bu şekilde vermiş olması Chuck’ı çileden çıkarmıştı. Gerçekten de artık bu şekilde anılmak istemiyordu. DEATH’e death metal denmesini istemiyordu. Plak şirketini aradı ve avazı çıktığı kadar bağırarak onları haşladı. ‘Bunu yapmamanızı size söylemiştim, siktirin gidin, sizinle çalışacağıma grubu dağıtırım daha iyi’ demişti.”

Buna çok da şaşırmamak gerek, zira Chuck daha en baştan “Symbolic”te clean vokaller olmasını hayal ediyor, şarkıları buna göre yazıyor, clean vokal denemeleri yapıyordu. 1995’teki bir röportajında “’Symbolic’ için yazdığım bazı şarkılarda rahatlıkla melodik vokaller kullanabilirdik. Şarkılarımın melodik vokal yapan bir vokalistle nasıl duyulacağını çok merak ediyorum ve bu şekilde yapamamış olmak canımı sıkıyor” demiş, 1997’deki bir röportajında ise “’Symbolic’teki kimi gitar melodileri, aslında grupta melodik vokal yapan bir vokalist olsaydı onun söyleyeceği vokal melodileriydi” demişti. Yani Chuck’ın albümde çaldığı melodilerin bir kısmı, esasında gitar için değil vokal için yazılmıştı.

“Symbolic”in yapımcısı Jim Morris de o dönemde Chuck’ın melodik vokal denemelerini duyduğunda çok etkilendiğini, “sen her tür metal vokalini yapabiliyorsun!” diye heyecanlandığını ifade etmiş, Chuck ise gitar çalarken clean vokal yapmak istemediği için bu fikir rafa kalkmıştı. Morris, albümün Chuck’ın clean vokallerini içeren bir versiyonunun daha olmasını dahi konuştuklarını söylemişti. Chuck’ın bu hevesinin ne kadar başarılı sonuçlar verebileceğini örneklerini, JUDAS PRIEST – “Painkiller” cover’ından sanırım hepimiz biliyoruz.

DEATH ile CONTROL DENIED arasında gidip gelinen döneme dönecek olursak, Chuck’ın “Symbolic”ten sadece bir yıl sonra, 1996’da kaydettiği “Chuck Schuldiner Guitar Demo” adlı kayıtta sadece Chuck’ın bir drum machine üzerine çalınan gitarları duyuluyordu. Vokal ve basın olmadığı bu üç şarkılık enstrümantal kayıtta, daha sonra “The Sound of Perseverance”ta da yer alacak olan “A Moment of Clarity” de albümdeki final hâlinden 3 dakika kısa bir versiyonuyla yer alıyordu.

Yine aynı yıl kaydettiği ve CONTROL DENIED’ın dört kişilik orijinal kadrosunun yer aldığı “Demo” adlı kayıtta da “Bite the Pain”in daha farklı aranjmanlı enstrümantal bir ilk hâli mevcuttu. Ne acıdır ki o demoda çalan dört müzisyenden üçü yani Chuck Schuldiner, basçı Scott Clandenin ve davulcu Chris Williams yıllar içinde aramızdan ayrıldılar. Grubun o ilk hâlinde vokalleri Chuck yapıyordu. Bir yıl sonra ise grup vokalist Tim Aymar’ı ve davulcu Richard Christy’yi kadrosuna katarak Steve DiGiorgio hariç “The Fragile Art of Existence” kadrosunu toparlamış oldu.

1997’de çıkardıkları “A Moment of Clarity” adlı demoda, bu kez de “The Sound of Perseverance”ın en çok öne çıkan şarkılarından “Spirit Crusher”, enstrümantal olarak, albümdeki hâlinden kısmen farklı bir aranjmanla karşımızdaydı. Daha da acıdır ki, bu demoyla gruba katılan vokalist Tim Aymar da 13 Şubat 2023 itibarıyla hayata gözlerini yumdu. İsmiyle müsemma demek insanı üzüyor, ancak DEATH’in yasal haklarını elinde bulunduran avukat Eric Greif’le birlikte DEATH’le ve CONTROL DENIED’la bağlantılı yedisi müzisyen sekiz kişinin aramızdan ayrılmış olması gerçekten çok üzücü ve bir o kadar da şaşırtıcı. Buna “Human” albümünde çalan efsane davulcu Sean Reinert, 1989’da grupla birlikte çalan davulcu Mark Carter ve “Individual Thought Patterns” turnesinde bir süre gruba eşlik eden Ralph Santolla da dâhil.

Görüldüğü gibi “The Sound of Perseverance”taki şarkıların üç tanesi esasında CONTROL DENIED şarkısı olmaları için, Chuck’ın aklında clean vokal yapan bir vokalist yer alacak şekilde yazılmıştı. Chuck’ın bu iş için aklından geçen isimlerden ilki Ronnie James Dio’dan başkası değildi. Onun dışında JUDAS PRIEST vokalisti Rob Halford ve NEVERMORE vokalisti Warrel Dane de Chuck’ın listesindeki isimler arasındaydı. Bildiğimiz gibi Warrel’ı da 13 Aralık 2017’de kalp krizinden kaybettik. Ne tesadüftür ki şartlar oluşsaydı belki de aynı grupta yer alacak bu iki önemli müzisyen 13 Aralık tarihinde hayata gözlerini yumdular. Bu vesileyle şahsen tanışıp sohbet etme, röportaj yapma şansına da eriştiğim Warrel Dane’i de 6. ölüm yıldönümünde saygıyla anıyorum.

Bu açıdan bakınca gerçekten de enteresan bir durum ortaya çıkıyor. Chuck’ın “Symbolic” sonrasında anlaştığı Nuclear Blast Chuck’ı son bir DEATH albümü daha yapması konusunda ikna etmeseydi ortada “The Sound of Perseverance” diye bir albüm olmayacaktı ve muhtemelen “Bite the Pain”, “Spirit Crusher” ve “A Moment of Clarity”yi “The Fragile Art of Existence”ta Tim Aymar vokalleriyle dinleyecektik. Aymar 2021’deki bir röportajında “Chuck bana çok korkunç baş ağrıları çektiğini, bu sebepten uyuyamadığını söylemişti. Ayrıca sol elinde kısmi uyuşmalar oluyordu ve bu onu çok korkutuyordu” diyerek o yıllardaki yaşananlara ilişkin ayrıntılar vermişti. Biz de Aymar’la 10 yıl önce bir röportaj gerçekleştirmiştik, henüz okumadıysanız buradan okuyabilirsiniz.

Bu dönem gerçekten çok enteresan bir dönem. Chuck’ın “Symbolic” sonrası DEATH’i bitirmesi, CONTROL DENIED’la devam etmeye hazırlanırken şirketten gelen öneriyle DEATH’i tekrar canlandırıp CONTROL DENIED’ı beklemeye alması ve bu süreçte yazılan şarkıların iki grup arasında gidip gelmesi, Chuck’ın tedavi süreçleri dolayısıyla stüdyoda olamaması, aldığı ilaçlardan dolayı gitar çalma becerilerini yitirmeye başlaması ve daha birçok olay, “The Sound of Perseverance”ın öncesi ve sonrasını pek çok sıkıntıyla ve türlü mücadelelerle çevreliyor. Öyle ki, bu sürecin tamamında yer alan Steve DiGiorgio’nun “The Sound of Perseverance” için “the album that should not be” (“var olmaması gereken albüm”) demişliği bile var.

31 Ağustos 1998 tarihinde raflardaki yerini alan albümdeki müzikal yapıyı anlatmadan önce özellikle CONTROL DENIED’dan bahsetme sebebim, “The Sound of Perseverance”ta ve “The Fragile Art of Existence”ta görülen ortak yapılar olduğunu vurgulamak. Bu yapıların bazıları bestelerin genelinde, bazıları ise rif kalıplarında ortaya çıkıyor. Bestelere baktığımızda iki albümde de uzun enstrümantal pasajlar olduğunu görüyoruz. Sadece uzun sololardan bahsetmiyorum. Chuck belli ki “Symbolic” sonrasında oturduğu yazım sürecinde şarkıların içinde vokalin olmadığı, derdini enstrümanlarla anlattığı bölümler olmasını istemiş. Her iki albümdeki pek çok şarkıda bir ila iki dakika arası, hatta iki dakikayı dahi aşabilen enstrümantal bölümler var.

Besteler özelindeki bu durumun yanı sıra, albümü sound olarak önceki DEATH albümlerinden farklı kılan bazı unsurlar da var. Bunlardan biri Richard Christy’nin davul tekniği. Çocukluğunda bando takımında trampet çalan Christy, bu sayede baget tekniğini çok geliştirdiğini ve davul üzerindeki süratini genç yaşlardan artırdığını söylemişti. Diğer bir konu, Christy’nin DEATH’e girdiği andan albümün kaydedilmesine kadar geçen yaklaşık 9 aylık sürede şarkılara sürekli olarak çalışması, sürekli prova yapması ve bu sayede “The Sound of Perseverance”ın tüm davullarını birkaç günde kaydedebilecek duruma gelmiş olması. Albümdeki davullarda sıklıkla duyduğumuz zamansız splash’ler, beklenmedik zil oyunları, trampet ve altolar arasındaki geleneksellikten uzak geçişler Christy’nin şarkılar üzerinde çok fazla kafa yorma şansı bulmuş olmasının sonucu. Tüm bunların haricinde albümün genel olarak çok canlı ve sanki yanınızda çalınıyormuş gibi hissettirmesi gibi bir durum da var. Bunun sebeplerinden biri de Chuck’ın albümünün kulağa olabildiğince doğal gelmesini istemesi nedeniyle kayıtlar sırasında click track kullanmaktan olabildiğince kaçınmış olmaları. Christy bu sayede albümde insan faktörünü ve doğallığı artıran anlar olduğunu, enstrümanların matematiksel bir kusursuzlukta çalınmaması sayesinde oluşan bir canlılık olduğunu söylüyor. Gerçekten de albümü dinlediğinizde şarkıların sanki nefes aldığını hissetmemizin, bu organik havanın sorumlusu bu gibi kararlar olarak karşımıza çıkıyor.

Diğer bir unsur, albümdeki bas çalımıyla ilgili. Başta albümdeki basları çalması ve gruba geri dönmesi planlanan, ancak yeni çocuğu olması ve tam zamanlı bir işe girmesi nedeniyle “The Sound of Perseverance” turnesine dâhil olamayacağı için kayıtlarda yer almayan Steve DiGiorgio’nun bu konuyla ilgili bir anısı var. “The Sound of Perseverance”ın demo kayıtlarında bas çalan DiGiorgio, Chuck’ın albümdeki baslarla ilgili olarak kendisinden “daha örümceksi” bölümler yazmasını istediğini söylüyor (DiGiorgio’nun ifadesiyle, “make it more spidery”). Bu örneğe şaşırmamak lazım, zira kendi ifadesiyle Chuck’ın hayatta en çok korktuğu şey örümceklerdi ve bas gitardan bu gerginliği vermesini istiyordu. Bu örümceksi, yani tekinsiz bir hava oluşturan bölümleri de kimi şarkılarda görebiliyoruz. Dahası, basçı Scott Clandenin’in penayla çalması da albümün genel sound’una farklı bir hava katmış ve “The Sound of Perseverance”ın DiGiorgio’lu DEATH albümlerinden ayrışmasını sağlamıştı.

Bir diğer, hatta en önemli farklılık ise elbette ki Chuck’ın bu albümde kullandığı vokal tekniğinin önceki DEATH albümlerinin tamamından farklı olması. Daha dolgun, yer yer kükremeli death metal vokallerindense bu albümde çok daha shriek odaklı, yırtıcı, zehirli bir vokal tekniği tercih eden Chuck, bu sayede “The Sound of Perseverance”ın barındırdığı o tekinsiz ve göğüs kafesine saplanan havayı daha da pekiştirmişti. Esasında bu vokallerin benzerlerini daha önce Chuck’tan az da olsa duymuştuk. Gelin bunu küçük bir anıyla anlatalım. CANNIBAL CORPSE vokalisti George “Corpsegrinder” Fisher, bir röportajında death metal vokalisti olmasını sağlayan bir numaralı kişinin Chuck Schuldiner olduğunu ve 1987 civarlarında onu sahnede gördüğü gün hayatının değiştiğini söylemişti. Chuck’a olan saygısını göstermek adına, sahne ismi olan Corpsegrinder’ı da DEATH’in 1984’te çıkan “Reign of Terror” demosunun ilk şarkısı olan “Corpse Grinder”dan alan Fisher, o zamana dek POSSESSED’den Jeff Becerra ve SLAYER’dan Tom Araya gibi söylemeye çalışırken, 25 kişinin anca bulunduğu o konserde Chuck’ı en önden izlediği anda yapmak istediği vokallerin bu olduğuna karar verdiğini söylüyor. Özellikle de “Infernal Death” şarkısının başındaki üç “Die!” bağırışından ikinci ve çığlık gibi olanını duyduğu anda aklını kaçırdığını söyleyen Corpsegrinder, sonradan kendisinin de bu şekilde vokal yapmak için çalıştığını belirtmişti. İşte şimdi siz de gidip “Scream Bloody Gore”u açar ve “Infernal Death”in 27. saniyesindeki tiz “Die!” çığlığına bakarsanız, Chuck’ın “The Sound of Perseverance”taki vokallerinin ilk örneğinin ta 1987’de duyulduğuna tanık olabilirsiniz. Şarkının orijinali 1985 demosunda yayınlanmıştı, ancak o ilk versiyonda Chuck “Die!”ların üçünü de aynı şekilde böğürerek söylüyor.

Kimi sololar hariç “The Sound of Perseverance”ın tamamını gitarda baştan sona çalan bir insan olarak bu durumun DEATH müziğini ve tabii CONTROL DENIED’ın yaptığı müziği daha progresif hâle getirdiğini, müzisyenlik tarafının daha çok öne çıktığını düşünüyorum. Uzun zamandır çalmadığımdan bir kısmını çalmayı unutmuş olsam da son 22-23 yıl içerisinde DEATH’in diskografisindeki şarkıların tamamına yakınını öğrenip çalmışlığım var ve “Individual Thought Patterns” gibi teknik death metal klasmanındaki bir albümdeki şarkılar da dâhil olmak üzere DEATH tarihinin kompozisyon anlamında üzerinde en çok düşünülmüş, uğraşılmış, kafa patlatılmış albümünün “The Sound of Perseverance” olduğunu düşünüyorum.

Bu çıkarımı hem şarkıların önceki albümlerdeki gibi giriş, dörtlük, köprü, nakarat, solo, dörtlük, köprü, nakarat, kapanış şablonunun dışında oluşundan hem de 1997 ve 1998 demolarının ardından final hâllerine gelene kadar uğradıkları değişimlere dayanarak söylüyorum. Bu değişimler arasında “The Sound of Perseverance”taki bir şarkıda duyduğumuz bir bölümün “The Fragile Art of Existence”ın 1999’daki demosunda kullanılmış olması gibi durumlar dahi var. Mesela Chuck, Ağustos 1998’de dinlediğimiz “The Sound of Perseverance”taki “Voice of the Soul”un 1.10’da giren tapping kısmını, ne hikmetse Mayıs 1999’da çıkan “The Fragile Art of Existence”ın açılış şarkısı olan “Consumed”un demosunun girişinde de kullanmayı denemiş ve muhtemelen sonradan iki grup arasında bu kadar aynı şeyler olmaması düşüncesiyle albüme koymamış. Yine de Chuck bu iki albümü bazı organik bağlarla birbirine bağlamadan da duramamış ve “The Fragile Art of Existence”taki kimi sözlerde “The Sound of Perseverance”a göndermeler yapmış.

“Immune you become
A war to be won
The soul of a voice…
Let the voice of the soul be free”

Şarkı yapılarındaki bu ortak durumların dışında, rif yazımı açısından da Chuck’ın o dönem kullanmayı çok sevdiği bazı kalıplar olduğunu görüyoruz. Bu kalıplardan bahsetmeden önce, bu çalışmayı hazırlamaya başlamadan önce hafızamı tazelemek ve birazdan anlatacaklarımı toparlayabilmek adına “Symbolic”, “The Sound of Perseverance” ve “The Fragile Art of Existence”ın tamamını baştan sona gitarla çaldığımı ve bir şeyleri atlamamak adına bu esnada notlar aldığımı da belirtmek isterim.

Şimdi bu kalıplara geçelim. Bu yazıda teknik terimlere girmemize çok gerek olmasa da, bunların biri “sus2” dediğimiz akor kalıbı. Anlaşılması için sadece “Spirit Crusher”ın giriş rifi demem yetecektir. Sus2 akorlar ne majör ne de minör olduğundan hissiyat olarak bir belirsizlik, bir çözümlenememişlik yaratır, ancak bu metal dünyasındaki pek çok grubun kullandığı tarzda “dissonant” bir çözümlenememişlik değildir. Tekinsiz, endişe verici, uyumsuz, olumsuz, gergin değildir. Sadece belli bir kalıba sokulamamışlık vardır; ucu açıktır, ferahtır. Bu kullanımın en güzel örneklerinden birini THE POLICE’in “Message in a Bottle” şarkısının ana rifinde duyabilirsiniz. Aynı şekilde RUSH, FOO FIGHTERS gibi gruplar da bu akoru sıklıkla kullanırlar. LAMB OF GOD’ın “11th Hour”ının nakaratında ve daha pek çok grubun pek çok şarkısında da bunu duymak mümkündür.

Chuck da o dönem bu kalıbı çok sevmiş olacak ki “Spirit Crusher”ın girişinde ve nakarat sonrasındaki bas bölümünün üstünde, akor basarak değil, rif kalıbı olarak kullanmış. Aynı şekilde “Bite the Pain”in köprü ve nakarat kısmında da iki farklı şekilde, “Scavenger of Human Sorrow”un ortasındaki bas partisyonunda ve solo öncesinde, hatta “Symbolic”teki “Perennial Quest”in giriş rifinin bir yerinde de sus2’den yararlanmış.

Sus2 şahsen benim de aşırı sevdiğim, beste yaparken kullandığım, eski grubum THROWN TO THE SUN’ın “Seized by Obscurity” adlı şarkısının 43. saniyesinden itibaren, nakaratında ve son bir dakikası boyunca hoş örneklerini duyabileceğiniz bir akordur.

Chuck’un özellikle “Symbolic” sonrası dönemde sıklıkla kullandığı ve “The Sound of Perseverance” ile “The Fragile Art of Existence”ta zirve yaptırdığı olaylardan biri de modülasyondur. Chuck bu albümlerdeki, özellikle de “The Sound of Perseverance”taki pek çok şarkı içerisinde anlık ton değişimleri yapar. “Symbolic”teki en net örneğini “Crystal Mountain”ın 22. saniyesinde D’den (6. tel, re) G’ye (5. tel, sol) geçişte gördüğümüz bu olay, “The Sound of Perseverance”ta da sık sık karşımıza çıkar. “Scavenger of Human Sorrow”un 1.23’ünde kök notanın değişip G’ye geçmesi, 2.02’de tekrardan D’ye çıkması buna bir örnektir. “Spirit Crusher”ın 2.22’sinde kök notanın G’ye geçmesi ve şarkının bir süre buradan devam edip 3.33’te tekrar D’ye dönmesi de aynı şekilde ifade edilebilir. “Flesh and the Power It Holds”un 1.04’sindeki G kök notasının 1.17’de D’den devam etmesi ve diğer şarkılardaki başka örneklerle birlikte Chuck bu D-G (Re-Sol) geçişlerini albümde sıklıkla kullanır.

Chuck’ın bu albümde, daha doğrusu o dönem yazdığı şarkılarda kullandığı esas öne çıkan detaysa sık sık kullandığı bir rif motifidir. En net örneğini “To Forgive is to Suffer”ın giriş rifinde duyduğumuz bu 5 notalık motif, Chuck’ın o dönem yazdığı pek çok şarkıda karşımıza çıkar. “To Forgive is to Suffer”ın giriş rifini dinleyin:

Bir power chord, ardından 5 notalık bir motif
Başka bir power chord, ardından farklı notalardan yine 5 notalık bir motif
Diğer bir power chord ve ardından yine farklı notalardan 5 notalık bir diğer motif…

Neden bahsettiğimi anladıysanız şimdi o duyduğunuz şeyi aklınızda tutun ve vereceğim diğer örneklere de göz atın.

To Forgive is to Suffer – Giriş rifi
Scavenger of Human Sorrow – 2.02’de giren rif
Consumed – 2.53’te giren rif
Expect the Unexpected – 1.32’de giren rif
The Fragile Art of Existence – 1.05’te giren rif

Chuck belli ki o dönem bu rif motifini de çok sevdi ve toplam 16 şarkı içeren bu iki albümdeki tam beş şarkıda aynı rif motifini kullandı. İyi ki de kullanmış, çok da güzel yapmış.

Gitar çalmaktan bahsetmişken, “The Sound of Perseverance”ın bu açıdan gerçekten de muazzam bir kaynak olduğunu da söylemeden geçmeyeyim. “The Sound of Perseverance” gerçekten de size gitar çalmayı öğreten bir albümdür. Nasıl rif yazılır, nasıl solo yazılır, melodiler riflerle nasıl iç içe kullanılır, riften rife nasıl geçiş yapılır, rif yazarken akılda kalıcı nota seçimleri nasıl yapılır bunları gösterir, şarkı sözleri ile müziğin nasıl iç içe geçirileceğini öğretir. “The Sound of Perseverance”taki şarkıları çalarken, çalmayı öğrenirken bir gitarist olarak gelişirsiniz. 42 yaşındayım ve 25 yıldır gitar çalıyorum. Bugün bile kendi başıma bu albümden şarkılar çalarken heyecanlanıyorum. Sanki bir yolculuğa çıktığımı hissediyorum. Çünkü şarkılar size çok iyi yapılandırılmış, icra etmesi çok zevkli, konsantre olmanızı gerektiren ve çaldıkça sizi geliştiren rifler sunuyor. Dahası, eğer yeni yeni gitar çalıyor ve kendinizi geliştirmeye çalışıyorsanız bu albümdeki şarkıları çaldığınızda enstrümanınızı daha yakından tanıma fırsatı da bulursunuz. Özellikle kulaktan çıkarmaya çalıştığınızda, bu konuda gerçekten de geliştiğinizi hissedersiniz. Mesela “To Forgive is to Suffer”ın solosunu veya “Voice of the Soul”un belli yerlerini kulaktan çıkarmaya çalıştığınızda bir türlü aynısını çalamadığınızı görür ve sebebini merak edersiniz. Ardından da o solo da dâhil birtakım bölümleri 22 perdeli standart bir gitarla çalamayacağınızı, Chuck gibi 24 perdeli bir gitara sahip olmanız gerektiğini anlarsınız. Sonra da benim gibi bu işe bu kadar adanmışsanız gider sadece o soloları da aslı gibi çalabilmek için 24 perdeli bir gitar satın alırsınız.

“The Sound of Perseverance” işte böyle bir albümdür. Sizi dinleyici olarak da icracı olarak da geliştirir. Nasıl ders kitapları varsa, “The Sound of Perseverance” da bir “ders albümü”dür ve sonsuz bir ilham kaynağı olarak uzun yıllar odamın duvarını süslemiştir.

Tabii bu durumu sadece “The Sound of Perseverance”a indirgemeye gerek yok. DEATH, metal dinleyiciliği, besteciliği ve icracılığı adına bütünüyle bir ders, bir okuldur. Bunun sebebi de Chuck’ın her şeyini bu işe adamış ve yaptığı işi aşırı ciddiye alıyor oluşudur. Kelimenin tam anlamıyla mükemmeliyetçidir. Duygularını çok yoğun yaşar. Chuck gerçekten de yazdığı şarkılara kendisini koyar. Sadece şarkılarda kendisini veya hislerini anlatmasından bahsetmiyorum, ruhunu adamasından bahsediyorum. “Symbolic”te çalan gitarist Bobby Koelble’ın ve daha sonra Steve DiGiorgio’nun bir röportajında anlattığı şöyle bir olaydan örnek vereyim. 1993 yılındaki “Individual Thought Patterns” ve 1995’teki “Symbolic” turneleri sırasında, grup elemanları o gece çalacakları mekânda takılıp prova, soundcheck yaparken, arada sadece eğlenmek için biraz rahatlamak adına şarkılara komik eklentiler yapıyorlar. Misal gitarist şarkıdaki gergin melodi yerine eğlenceli bir melodi çalıyor, davulcu davulun coştuğu yerde alakasız oynak bir ritim çalıyor, kendi kendilerine zevzeklik yapıyorlar. DiGiorgio, Chuck’ın bir anlık eğlence için yaptıkları bu şeye tepkisini şöyle anlatıyor:

“Chuck bundan hiç hoşlanmadı. Bu şarkılar benim zihnimden çıkıyor, bu şarkılar benim geçim kaynağım, benim hayatım. Bunu yaptığınız zaman bana saygısızlık etmiş oluyorsunuz dedi. Böyle bir amacımız tabii ki de yoktu, sadece azıcık gülüp eğlenelim istemiştik, ancak Chuck’ı da anlamış ve düşüncesine saygı duymuştum.”

Kısacası Chuck yaptığı işi çok ciddiye alıyordu ve gruptaki herkesin de bu ciddiyeti göstermesini istiyordu. Bu durum belki Chuck’ın her albümde farklı kadrolarla çalışmasına neden oldu, ancak ortaya DEATH diye bir şey çıkmasını da muhtemelen bu disiplin ve ciddiyet sağladı.

SORROW MADE FLESH: “The Sound of Perseverance”ın Teması ve Şarkı Sözleri Üzerine Açılımlar

Müzikal yapıların ardından şimdi de albümün sözel tarafından bahsedelim. İlk albümden son albüme dek sürekli olarak gelişen ve daha fazlasını amaçlayan DEATH diskografisi içerisinde en önemli ve bence yeterli övgüyü almayan konulardan biri de şarkı sözleridir. Başlarda türün yaratımında oynadığı rolden ötürü doğal olarak kullandığı gore temaların zamanla çok daha sofistike bir tarafa kayması, bu sofistike temaların albümden albüme ilerleyerek “The Sound of Perseverance”ta felsefi noktalara ulaşması, dolayısıyla da Chuck’ın şarkı sözü yazarlığındaki gelişim bana kalırsa hiçbir zaman yeterli övgüyü almamıştır.

“Üst üste yığılan cesetleri gece vakti ateşe verin
Ciltleri kararıp solarken, çürümelerinin kokusu her yeri sarıyor”
“Infernal Death”, Scream Bloody Gore

“Dökülen ilk kan asla gerçekmiş gibi gelmez, ama bu yaşananlar gerçeğin ta kendisi
Dizlerinin üstüne çöküp dualar etsen de tanrın seni kurtaramaz”
“Left to Die”, Leprosy

“Nüfusu kontrol edip kimin üreyeceğini seçiyorsunuz
Henüz doğmamışların neye benzeyeceğini siz belirliyorsunuz”
“Genetic Reconstruction”, Spiritual Healing

“Rüyalarımda düşünceler şekil değiştiriyor, anılara kimlik kazandırıyor
Ve ben rüyalarda gördüklerimi ses yoluyla aktarma yetisi kazanıyorum”
“See Through Dreams”, Human

“Sadece eleştirmek için yaşayan ve kitleleri uyuşturan liderlerinin peşinden gidenler
Bireysel düşünce diye bir şey oluşturabilmek için nerede durmamız gerekiyor?
“Individual Thought Patterns”, Individual Thought Patterns

“Gözlerimi kapıyor ve kendi içime dalıyorum
Masumiyet arayışıyla, en güzel anıları tekrardan yaşayabilmek ümidiyle”
“Symbolic”, Symbolic

“Tüm hayallerin sahibinin bile bilmediği bir yerin derinliklerinden geliyor
Eğer fırsatı olsaydı güneşi ve ayı bile gökyüzünden çalardı; işte bu yüzden kork ondan”
“Spirit Crusher”, The Sound of Perseverance

“Peki ya gördükleri o parlak yıldızların uzaklardan gelen armağanlar olduğunu düşünselerdi
Gerçek sandıklarının ötesindeki satır aralarını iyi oku, belki de zamana ilişkin bakış açılarından ibarettirler”
“What If…?”, The Fragile Art of Existence

Albümden albüme gelişmeden bahsettiğimiz noktada, “Symbolic”ten “The Sound of Perseverance”a yapılan geçişteki en dikkat çekici konulardan biri de şarkı sözleridir aslında. “The Sound of Perseverance”taki kimi müzikal fikirlerin ışıkları ta “Symbolic” zamanından yakılmışken, şarkı sözü namına “Symbolic”te görmediğimiz tarzda bir sıçrama görürüz. Bu büyük oranda soyut bir anlatım üzerinden ilerler. Esasında “Symbolic”teki daha anlaşılır, net ve tane tane anlatım pek çokları açısından daha etkili olsa da “The Sound of Perseverance” içerisinde de Hegel’den Bataille’a uzanan farklı düşünürlerin fikirlerinden vücut bulan, onların düşüncelerinden yola çıkarak çıkarımlar yapılabilecek, yorumlanabilecek unsurlar mevcut.

Chuck’ın bu albümün şarkı sözlerinde işlediği çeşitli temalar olsa da esas odak noktasının belirli insani duygular olduğunu görüyoruz. Chuck esasında “Human”dan itibaren şarkı temalarını insani duygular etrafına kuran bir söz yazarıydı. DEATH kimliği “Spiritual Healing” ile ilk iki albümden farklılaşmaya başlasa da gerçek anlamda ilk kez diğer herkesten farklılaştığı, devrimsel bir müzikal atılım yaptığı ilk albümüne “İnsan” adını vermesi, ardından gelen ve insan zihninin derinliklerindeki karanlıklara girdiği albümüne “Bireysel Düşünce Yapıları” adını vermesi tesadüf değildi.

Ne var ki Chuck “Individual Thought Patterns”ın ardından farklı bir kafa yapısına büründü. “Individual Thought Patterns”taki sözlerin neredeyse tamamı, ismi açıklanmayan bir hedefe ya da bazı hedeflere yönelik yergi, eleştiri ve laf sokmalardan oluşuyordu. Albüm boyunca adı açıklanmayan bir düşman vardı ve Chuck istisnasız her şarkıda bu isimsiz düşmana saydırıp duruyordu. Bu düşman ya da düşmanlar eski grup üyeleri de olabilir, Chuck’ın kariyeri boyunca şikâyet ettiği müzik basını da. Sonuçta ortada koca bir albüm boyunca sinirini atamayan, laf soktukça sokan, ayar verdikçe veren bir Chuck vardı.

“Symbolic”te ise bu tavırdan eser yoktu. Başlangıçta adının “Symbolic Acts” olması düşünülen “Symbolic” albümünü yazdığı sırada, önceki albümlerdeki Chuck’tan farklı bir Chuck vardı. Evcil hayvanlar, insanların kendilerini yönetenler tarafından sürekli izlenmesi, dinin kötü amaçlar için kullanılması gibi çeşitli konulara değinse de “Symbolic” aslında tümüyle Chuck’ın kendisiyle ilgiliydi. Chuck, o dönemki bir röportajında “Symbolic”teki şarkı sözlerinin temelini şöyle özetliyor:

“Bu albüm masum bir çocuğun dünyayı izlemesiyle, ardından yetişkin bir adamın dünyayı izlemesiyle, fikirlerimin zamanla değişmesiyle, müziğe nasıl başladığımla, müziğimin nasıl evrildiğiyle ilgili. “Symbolic”teki tüm sözler gerçeklikle, gerçekte olanlarla ilgili ve bu yüzden de öncesindeki iki albümdeki kadar öfke ve kötülük barındırmıyorlar. O albümlerde içimdeki karışık duyguları ve öfkeyi atmaya çalışıyordum, şimdiyse daha aklı başında, sağduyulu ve açık ifadeler kullanıyorum.”

“The Sound of Perseverance”ta ise büyük oranda acı, keder, pişmanlık, yanılgı gibi olumsuz kavramlar etrafında dönen bir yapı görüyoruz. Chuck bu albümdeki şarkıların ilk taslaklarını “Symbolic”in hemen ardından yazmış olsa da sözlere bakıldığında sanki birkaç yıl sonra öğreneceği hastalığının ona yaşatacaklarını tahmin ediyormuş, hastalığına ve başına gelecek korkunç talihsizliğe isyan ediyormuş gibi bir hava oluşuyor. Öyle ki, Chuck’ın insanın zihinsel yapısına yönelik kullandığı bazı ifadeleri, sanki sonunun yaklaştığının farkında olan bir insanın ağzından dinliyormuş gibi algılamak dahi mümkün. Yine de “Symbolic”te başlayan olumlu havanın bir getirisi olarak pek çok şarkıda ayakta kalmaya, vazgeçmemeye, doğru olanı yapmaya ve bu uğurda kendinle ve dış etkenlerle yılmadan mücadele etmeye (“perseverance”) odaklanan sözler de var.

Bu durumun göstergesi olan albüm kapağına baktığımızda, içinde ne olduğu belli olmayan, mağara benzeri bir ağza doğru büyük bir mücadeleyle tırmanan insanlar görüyoruz. Kapak, albüm adındaki azmetme, vazgeçmeme, sebat etme, dirayetli olma gibi kavramları yansıtması bakımından sözlerle ve müzikle son derece uyumlu aslında. Yukarıdaki CONTROL DENIED referanslarından hareket edersek, iki albümü birbirine bağlayan şarkı sözleri ve temalar çerçevesinde “The Sound of Perseverance” kapağında gördüğümüz şeye atfedilen bir şarkıdan dahi söz edebiliriz. Albüm kapağındaki dağa tırmanan insanları kastettiğini düşünerek okursak, CONTROL DENIED’ın “What If…?”inde şöyle bir kıta görüyoruz:

“İşte orada, tüm bilgelikleriyle bir dağın tepesinde duruyorlar
Dünyanın onlara sunduğu her şeyi
Ve zamanın gizlediği tüm o sırları olduğu gibi kabul ediyorlar”

Chuck “What If…?”in sözlerini yazarken bunu düşünmemiş ve alelade bir dağdaki alelade figürlerden söz etmiş de olabilir, ancak iki albüm arasındaki müzikal ve sözel göndermelerin çokluğundan, bu örneğin de olası olduğu sonucunu çıkarıyorum.

Yine CONTROL DENIED üzerinden bir referans verecek olursak, “The Fragile Art of Existence”a adını veren, albümün kapanışını yapan şarkıda yer alan ve “The Sound of Perseverance”a bir gönderme olarak düşünülebilecek dizeden örnek vereyim.

“The fragile art of existence is kept alive by sheer persistence“

“Pamuk ipliğine bağlı olan varoluşumuzu ancak ve ancak kararlı olarak ve inat ederek sürdürebiliriz”

Dümdüz tercüme yapmak yerine bu şekilde yerelleştirdiğim bu ifadeyi kısaca irdeleyelim. “Persistence” kelime anlamı olarak bir şeyin peşinden aynı istek ve tutarlılıkla koşmak anlamına geliyor ve içinde “inat, ısrar, devamlılık, kararlılık” gibi kavramları barındırıyor. Bu inadın, ısrarın, kararlılığın sürdürülmesi sayesinde zor durumları aşma becerisi de “Perseverance” (azim, sebat, dirayet, direnme gücü) kavramını ifade ediyor. Chuck bu sözlerle de “perseverance” demeden “The Sound of Perseverance”a göndermede bulunuyor olabilir. Göndermede bulunmadıysa bile yine aynı düşünceyi destekleyen, aynı kapıya çıkan bir ifade kullanmış oluyor.

“The Sound of Perseverance” ve “The Fragile Art of Existence” arasındaki bu atışma ve referanslara yazının ilerleyen kısımlarında detaylı şekilde eğileceğiz.

Şimdi gelin albümdeki şarkılardan ve Chuck’ın bize anlatmak istediklerinden bahsedelim.

Scavenger of Human Sorrow

Chuck özellikle “Leprosy” sonrasında yazdığı şarkı sözlerinde, şarkılarında bahsettiği temalarda, sıklıkla hayattaki minik ayrıntılardan veya ona ilham vererek fitili ateşleyen bir detaydan yola çıkan, sonra da bunu metaforlara ve soyut betimlerle genişleterek olayı felsefi boyutlara taşıyan bir sanatçıydı. “Sacred Serenity”de kedi ve köpeklerden, “Crystal Mountain”da dinin insanları manipüle etmek ve korkutmak için kullanılmasından bahsediyor, ancak bunları direkt olarak söylemek yerine metaforlar kullanıyordu. Örneğin “1.000 Eyes”ın sözlerinde, televizyondaki bir haberde gördüğü güvenlik kameralarından ve insanların sürekli izleniyor olmasından yola çıkmıştı ve yıllar sonra şarkının sözlerine bakan pek çok kişi, Chuck’ın ta 1995’te günümüzde yaşayacaklarımızı öngördüğünü söylemişti.

Albümün açılışını yapan ve şu hayatta en sevdiğim şarkılardan biri olan “Scavenger of Human Sorrow”, DEATH tarihinin en teknik şarkılarından biri olarak başlıyor ve Chuck’ın “Symbolic”e göre farklılaşan ve daha yırtıcı, daha shriek’vari bir karaktere bürünen vokaliyle ve elbette ki Richard Christy’nin davullarıyla ilk kez tanışmamızı sağlıyordu.

“Scavenger of Human Sorrow” sözleri açısından özellikle muğlak noktada kalan bir şarkı gibi gözükse de söylendiğine göre esas yola çıkış noktası aslında öyle çok da soyut, derin, hatta “havalı” değil. Richard Christy’nin bir röportajında söyledikleri doğruysa, Chuck’ın bu sözleri yazarken ilham aldığı şey ABD’li ünlü televizyoncu Jerry Springer’mış. Programına davet ettiği insanların yaşadığı kötü olayları rating malzemesi yapan Springer, ABD televizyonlarının en leş, en bayağı figürlerinden biri olarak uzun yıllar yayın hayatını sürdürdü. Sevgilisinin babasıyla evlenen insanlar, aynı dönemde birlikte olduğu dört farklı adamdan hangisinin çocuğunun gerçek babası olduğunu öğrenen kadınlar, stüdyo kavgaları ve daha pek çok rezillik ile bu program belli ki o dönem Chuck’ın asabını fazlasıyla bozmuş ve o da bu programdan yola çıkarak “insanların kederinden beslenen leşçi”yi yazmış.

Tabii bunu bu kadar motamot almaya ve şarkıyı bu konuyla özdeşleştirmeye gerek yok. Chuck yukarıda bahsettiğim konudan ilham almış olabilir, ancak şarkının sözleri bir kişiye veya olaya değil, bir yaklaşımdan yola çıkarak genele hitap eden bir yapıda. Bu yüzden de “insanların kederinden beslenen leşçi” ifadesiyle genel olarak başkalarının acılarından kendine çıkar sağlayan, başkalarının mutsuzluğuyla tatmin olan kişilerin ve bu düşünce yapılarının kastedildiğini söyleyebiliriz. Chuck burada basitçe başkalarının mutsuzluğundan zevk almayı ifade eden “schadenfreude” kavramını da işlemek istemiş olabilir, ancak şarkı sözlerinden bir kesite baktığımızda tekil bir kişiden veya kavramdan değil, bir yaklaşımdan söz ettiğini görüyoruz.

“Bitmek bilmez açlığının dinmesi için daha ne kadar acı çekilmesi gerek?
Kendilerine ait olmayan ve başkalarına zarar vermek üzerine kurulu bir hayalin peşinden gidenlerin ağızlarından dökülenler ne kadar da sığ…
Küçücük zihinlerden çıkan şu koca koca laflara bakın
O acının arkasında bulacağınız tek şey, insanların kederinden beslenen bir leşçi olacaktır”

Nihai sözlerin ilk ilham kaynağını aşıp çok daha geniş bir düzleme yöneldiğini de yine sözlerden görmek mümkün. Sözlerde yer alan elle tutulur, somut bir düzleme oturan tek ifade olan “yazıya döktüğün sefilliklerini başkalarına yaymak için uzak denizleri aştın” cümlesine bakalım. Chuck “So you have traveled far across the sea to spread your written brand of misery”deki “traveled far across the sea” ifadesiyle tam olarak neyi kastediyor bilmesem de “shallow are words from those who starve”daki “those”dan ve “’the’ scavenger of human sorrow” demeyip “’a’ scavenger of human sorrow” demesinden, bu sözlerin bu yaklaşıma sahip herkesi kastettiği sonucunu çıkarabiliriz kanısındayım.

Bite the Pain

Yukarıda bahsettiğim üzere “Bite the Pain”i esasında bir CONTROL DENIED şarkısı olması amacıyla yazan Chuck, bu şarkının final hâline ulaşma konusunda uzun zaman harcamış ve çeşitli şeyler denemişti. Şarkının genel iskeleti ve trafiği çok büyük oranda belli olsa da ayrıntılar konusunda bazı denemeler yaptığını ve “Bite the Pain”in bir DEATH şarkısı olmasına karar verdikten sonra da farklı versiyonlar hazırladığını görüyoruz. “Bite the Pain”in 1997’deki demosu şarkının bildiğimiz hâline çok yakınken, Chuck bu hâlinden de tam emin olmamış olacak ki 1998 yılındaki demoda şarkının tamamen farklı bir girişinin olduğunu gözlemliyoruz. 1997 demosunda girişteki vokallerinde kullandığı flanger efektini 1998 demosunda kaldıran Chuck, “but in the eye of the beholder” kısmında farklı vokal fikirleri deneme yoluna gitmiş.

Şarkı sözlerine baktığımızda, “Bite the Pain”in çok net biçimde acı çeken bir insanın ağzından yazıldığını görmek mümkün. “Look down at the body” şeklindeki ilk mısrada “body” kelimesini yüreği parçalanırcasına söylemesinden tutun da “One cannot assume” ifadesinde “assume” kelimesini o kafa kopartan rifin başına yerleştirmesine kadar şarkının sözel anlamda müziğe kusursuz yedirildiğini düşünüyorum.

“İlk bakışta herhangi bir yara görmeyebilirsin
Ancak her şeyi kendi bakış açınla görürsen, yaptığın çıkarımlar doğru olmayabilir
Tek bir damla kan bile alınmamış olabilir, ama aslında nasıl kanadığını sen de biliyorsun
İnsanoğlu denen iki ucu keskin bıçağın ne kadar tehlikeli olabileceğini sakın unutma”

“Acıya, zorluklara karşı direndiğin bu savaştan galip çık” şeklinde özetlenebilecek bir anlamı olan “Bite the Pain”deki sözlere baktığımızda Chuck’ın yanılgıdan, pişmanlıktan ve insanın bu yaşadıklarından deneyim kazanarak gelişmesinden bahsettiğini görmek mümkün. Şarkının ana fikrini yukarıda yazdığım “Tek bir damla kan bile…” ile başlayan kısım oluşturuyor. Buradan başlayarak, insanın başkalarına duygusal anlamda hasar veren metaforik bir silah olduğundan bahsediliyor ve her bir insanın içinde başkalarına zarar verme potansiyeli olduğundan, insanoğlunun davranışlarının karmaşıklığından söz ediliyor.

Diğer yandan, Chuck ortaya sadece olumsuz bir durum koymakla yetinmiyor ve insanın kendine ve iradesine güvenmesi gerektiğini de söyleyerek şarkıya pozitif bir mesaj da katıyor.

“Tutkumun ve irademin gücüyle kazanan ben olacağım
Açlığını benimle bastıramayacaksın
Bununla baş edip galip geleceğim
Geriye değil, ileriye bakacağım”

Chuck’ın özel hayatında da sevgi ve maneviyatla dolu bir insan olduğunu bildiğimizden, bu tarz olumsuzluk temelli sözler içerisinde saplanıp kalmaması veya tamamen umutsuz ve kötücül bir portre çizip bırakmaması gayet anlaşılır bir durum. Şarkıyı sözlerle birlikte takip ettiğimizde de bunun tesadüf olmadığını anlıyoruz.

Yukarıda Türkçeleştirdiğim sözlerin “Look down at the body, you may see no trace of wounds” ile başlayan kısmında Chuck’ın durumu özetlediğini, sonra insanın içindeki kötülüğü vurgularken şarkının son derece agresif bir rife geçtiğini görüyoruz. “It is a shield of passion and strong will …” kısmında ise bas gitarla birlikte gitarın insan zihninin derinliklerine inercesine gizemli ve çok daha alengirli bir müzikal portre çizdiğine tanık oluyoruz. Dolayısıyla Chuck şarkı sözleri ve şarkının işitsel bileşenlerinin yarattığı tansiyonları, iniş çıkışları rastgele kurgulamıyor, birbirine paralel şekilde yapılandırıyor. Bu sayede de hem albümün hem de DEATH tarihinin en nadide şarkılarından biri ortaya çıkıyor.

Spirit Crusher

“Tüm hayallerin sahibinin bile bilmediği bir yerin derinliklerinden geliyor
Eğer fırsatı olsaydı güneşi ve ayı bile gökyüzünden çalardı
İşte bu yüzden kork ondan

Görünüşte insan, ama içten içe bir canavar
İçine sızmasına asla müsaade etme, yoksa seni hiç acımadan yok eder

Hiç utanmadan, sıkılmadan, kimseye aldırış etmeden, herkesin gözü önünde besleniyor
İnsanın ruhunu parçalıyor
Ama sen yine de güçlü ol ve emniyeti elden bırakma
Unutma ki o insanın ruhunu parçalıyor, paramparça ediyor”

Chuck’ın hastalık teşhisinin ne zaman konduğunu bilmeyen biri, bu sözlerin hastalığa yönelik olarak yazıldığını düşünebilir. Ne var ki “The Sound of Perseverance” çıktığında Chuck’ın hastalığından haberi yoktu ve zaten yukarıda da sözünü ettiğim gibi “Spirit Crusher”, “The Sound of Perseverance”ın çıkışından iki yıl önce enstrümantal bir CONTROL DENIED demosu olarak kaydedilmişti. Dolayısıyla “Spirit Crusher” da albümdeki diğer tüm şarkılar gibi belirli bir insani düşünce yapısı ve insanoğlunun birtakım özellikleriyle ilgili.

Kuvvetle muhtemeldir ki Chuck bu şarkıda insanın kendi gücünün, iradesinin, azminin (“perseverance”), dayanma gücünün farkında olması gerektiğinden, aksi takdirde kötümser düşüncelerin veya birtakım iç ya da dış olumsuzlukların onu kemirip yok edeceğinden bahsediyor. “Bite the Pain”de olduğu gibi bu şarkının da pozitif bir motivasyon içerdiğini görüyoruz. Chuck şarkı boyunca sakınmamız gerekenleri söyledikten sonra, buna karşı koyulabileceğini de belirtmeden geçmiyor.

“Birini yok etme ihtiyacını tatmin etmek için beslenmesi gerektiğinde
Buna karşı koyup dimdik ayakta kalanlar da olacak”

Bu şarkıda da sözlerle müziğin birbirini besleyerek ilerlediği anlar öne çıkıyor. Özellikle Chuck’ın ve dolayısıyla şarkının en çok öfkelendiği yer olan “Human at sight, monster at heart, don’t let it inside, it could tear you right apart” kısmında Chuck’ın her bir heceyi gitar rifinin değişen notalarına denk getirmesi takdire şayan. Richard Christy’nin altolara dalmasıyla oluşan gümbürtü ve celallenme anındaki “Mons!-Ter!-At!-Heart!”ı gitar vuruşlarıyla birlikte tane tane vurgulaması ortaya çok daha inandırıcı, çarpıcı ve ikna edici bir his çıkmasını sağlıyor.

Bu klasikleşmiş şarkıyla ilgili en sevdiğim ayrıntılardan biri de Chuck’ın nakaratlarda söylediği “Spirit crusher” ifadesini her seferinde ciğerini sökercesine, kendini her şeyiyle adamışçasına haykırması.

CONTROL DENIED demişken iki albümün paslaştığı noktalardan birini de “Spirit Crusher”da görüyoruz. “Spirit Crusher”da “döktüğü kanın tadına bakmaktan aldığı zevk” (“its pleasure to taste the blood it bled”) ifadesi, CONTROL DENIED’ın “Breaking the Broken”ında “döktüğün kanın tadına bakmaktan aldığın zevk” (“your pleasure to taste the blood you bled”) olarak karşımıza çıkıyor. Bu açıdan bakınca sanki “Spirit Crusher” üçüncü bir taraftan, yani “Spirit Crusher”dan bahsederken “Breaking the Broken” ise direkt olarak “Spirit Crusher”ın kendisine sesleniyor. Yine aynı şarkıda “Spirit Crusher”a gönderme olarak düşünülebilecek “You speak in killing words the kind that crush and kill” dizesi de göze çarpıyor.

Sanırım tüm bu albümler, şarkılar, analizler, değerlendirmeler ve yaşananlar arasında en üzücü ayrıntılardan biri de “Breaking the Broken” klibinin sonunda yazan “To be continued” cümlesi.

Ne yazık ki devam edemedi.

Story to Tell

Manevi anlamda benim için çok önemli bir şarkı olan, hatta DEATH’in en sevdiğim şarkılarından biri olan “Story to Tell”, özellikle şarkı sözleri açısından “The Sound of Perseverance”taki en derinlikli ve ilhamını hayattan alan şarkılardan biri. Bunun sebebi de diğer pek çok şarkıda daha genel insani özelliklerden bahseden Chuck’ın bu şarkıda kişisel meselelerden yola çıkması ve geçmişte yaşadıklarını referans alması.

“Story to Tell”, biten bir ilişkinin ardından yaşanan güvensizliği, kafa karışıklığını, ihaneti, sıkıntıları işleyen ve çok büyük ihtimalle bir gönül ilişkisinden ziyade Chuck’ın geçmişte grupta yer alan birine veya birilerine yönelik olarak yazdığı bir şarkı. Chuck bu konuyu gerçekten de olabildiğince soyut, hedefi anlaşılmaz ve özet şekilde işliyor. Esasında baktığımızda Chuck’ın kariyeri boyunca yazdığı şarkı sözleri de albümden albüme daha da artacak şekilde giderek daha progresif bir hâl alıyor. Kullandığı gramerin muğlaklığı, zaman zaman öznesi veya yüklemi olmayan ifadeler kullanarak anlam çıkarma işini dinleyiciye bırakması, prozodi içerisinde devrik cümleler kullanmaktan kaçınmaması gibi faktörler özellikle “The Sound of Perseverance”ta zirveye çıkıyor. “Story to Tell”in girişindeki sözlerde de buna benzer bir durum görüyoruz ve Chuck öznesi olmayan tam tamamlanmamış cümlelerle sadece belli birtakım hisleri ve durumları dile getiriyor.

Örneğin motamot olarak tercüme edersek şarkının ilk dizesinde “Hayatlara girmek”, ikinci dizede ise “duyguların saklandığı ruha sızmak” gibi sonu mastarla biten “durumlar” sıralıyor. Bir şeyden bahsetmiyor, bir yol çizmiyor, sadece durumu ifade ediyor. Biz bunları Türkçe olarak söyleyelim.

“Hayatlara, duyguların gizlendiği ruhlara sızıyorsun
Kara bulutlar üstümü örttükçe örtüyor
Aldatmanın ve yalanın izleri, şüphe ve acıyla ebediyen kanayan güveni parçalıyor
Güven, beraberinde acıyı getiriyor”

Chuck’ın çalışması zor biri olduğunu görmek için her albümde bambaşka müzisyenlerle çalışmış olmasına bakmak yeterli olacaktır. Bu zaten bilinen bir şey. Özellikle Paul Masvidal ile olan ilişkisi, “The Philosopher”ı ona ithaf ettiğine dair iddialar ve daha bir sürü söylenti, dedikodu eşliğinde Chuck’ın çalıştığı çeşitli müzisyenlerle sorunlar yaşadığı ortada. Bu şarkıda da muhtemelen özellikle bir kişi veya olaydan referans alarak daha geniş perspektifli bir sarsılan ilişkiler betimlemesi yapıyor.

Yukarıdaki şarkılarda Chuck’ın sözlerde anlatılanlarla o sırada çalan müziği uyumlu şekilde sunma konusunda özel çaba harcadığından bahsetmiştik. “Story to Tell”de de bu durum açık şekilde görünüyor. Yukarıda Türkçe olarak ifade ettiğim bölümün ardından gelen kısımda Chuck karşısındaki “hedef”e sesleniyor ve onun zihnine giriyor. İşte bu anlarda müzik de sanki bir insanın kompleks zihnine girmişçesine gizemli, hüzünlü, muallak bir kimliğe bürünüyor.

“Ne zaman ne yapacağı belli olmayan zihninde beni düşündüğünde
Kafandaki o “kötülüğü” silmeye çalış
Gerçeği gördüğün vakit sen de benden öncekiler gibi işin aslını göreceksin
Senin için ben geçmişte kaldım, bir hikâyeden ibaretim
Şimdi anlat o hikâyeyi”

Chuck burada enteresan bir şey yapıyor. Yukarıdaki bölümdeki “kötülüğü” kısmını kafama göre tırnak içine almadım. O kısım albümde de “evil” şeklinde yazıyor. Chuck ‘try and wash the “evil” from your mind’ diyerek sanki, çok büyük bir ihtimalle geçmişteki lakabı olan “Evil Chuck” dönemine atıfta bulunuyor ve “birilerine” adeta “beni kafanıza ‘Kötü Kalpli Chuck’ olarak yazmışsınız ama bunu unutun, ön yargılı olmayın, beni anlayın” mesajı veriyor.

Son bölümde ise bu ilişkinin kimseye bir faydasının olmadığını vurguluyor; artık iş işten geçti, elimizde sadece yaşananların üzüntüsü kaldı diyor.

“Sonuçta kazananın sen olduğunu düşünüyor olabilirsin
Ancak kitabın köşesine iliştirilen o üzüntü dolu nota biraz daha yakından bak istersen”

Bir notla kapatacak olursam, Chuck bu şarkının demolarında, 3.20’de ve 4.12’de karşımıza çıkan her şeyin susma anları için farklı şeyler denemiş. Şu anda mutlak sessizlik olan bu bölümlerin önceki versiyonlarında o sessizlik anlarında çok tuhaf bas gitar denemeleri var. Ne mutlu ki Chuck bu fikri albüme taşımaktan vazgeçmiş ve o kısımları sessiz bırakmış. Demoları dinlerseniz neden bahsettiğimi anlayabilirsiniz.

Flesh and the Power It Holds

Geldik “The Sound of Perseverance”taki en derinlikli sözlere sahip şarkılarından biri olan “Et ve Tuttuğu Güç”e… Şaka yapıyorum, elbette ki şarkının adı “Et ve Tuttuğu Güç” değil. Şimdi gelin bu derinliklere dalalım ve Chuck’ın bu her anlamda çetrefilli şarkıya boca ettiği duygularını inceleyelim.

Öncelikle “flesh” kavramından bahsedecek olursak, sözlük anlamı “et” olan bu kelime soyut anlamda farklı ve daha derin bağlamlara çıkan bir kavram. Örneğin İncil’deki çeşitli ayetlerde insanoğlundan bahsedilirken bu terimin kullanıldığını görürüz.

Türkçe İncil’de “İsa ona, “Ne mutlu sana, Yunus oğlu Simun!” dedi. “Bu sırrı sana açan bir insan değil, göklerdeki Babam’dır” şeklindeki Matta 16:17, İngilizce İncil’de “Jesus replied, “Blessed are you, Simon son of Jonah, for this was not revealed to you by flesh and blood, but by my Father in heaven” şeklinde geçmektedir. Yani insan “et ve kan” olarak ifade edilir.

Eski Ahit’te ise “tüm insanlık”tan “all flesh” olarak bahsedilir ve GOJIRA’nın da albüm ismi olarak kullandığı “The Way of All Flesh”, esasında ölümü ifade eden, “herkesin gideceği yol” şeklinde bir metafor olarak kullanılan dinî bir ifadedir.

“And God said unto Noah, The end of all flesh is come before me; for the earth is filled with violence through them; and, behold, I will destroy them with the earth.” – Genesis 6:13

Bu ifade Türkçe İncil’e şu şekilde geçmiştir:

“Ve Allah Nuha dedi: Önüme bütün beşerin sonu geldi; çünkü onların sebebiyle yeryüzü zorbalıkla doldu ve işte, ben onları yeryüzü ile beraber yok edeceğim.” – Tekvin 6:13

Buradaki “bütün beşerin sonu”, “the way of all flesh” ifadesine karşılık gelmektedir.

İşte bu sebepten “flesh” kavramı soyut anlamda insanı, insanın fiziksel varlığını ifade eder. Buradan yola çıkarak da insanı insan yapan ve kontrol altında tutulmazsa başına dertler açabilecek tutkularını, fiziksel arzularını, zevklerini, içindeki hayvanı da sembolize etmektedir (EXODUS – Pleasures of the Flesh”, CRADLE OF FILTH – “The Principle of Evil Made Flesh”).

Chuck’ın bu şarkıda anlattığı da aslında tam olarak budur. Chuck, insanın birtakım tutkularının, dizginlemesi zor arzularının esiri olmaması gerektiğini söyler ve çeşitli uyarılarda bulunur.

“Daha önce söyledim, tekrar söylüyorum
Tutkularının esiri olman, sonun başlangıcı demektir
Önce seni memnun eder, sonra da tükürüp atar
İnsan oluşunun sana yaptırabilecekleri karşısında dikkatli ol”

Bu bölüme gelmeden önce, albümdeki uzun enstrümantal pasajlardan birini görüyoruz. Şarkıdaki ilk “I” haykırışının gelmesi öncesinde bir dakika 28 saniyelik bir enstrümantal bölüm vardır ve giriş melodisiyle birlikte insan zihninin derinliklerine inen DEATH, yırtıcı bir rifle birlikte uyarılarını yapmaya başlar. Sözlerin bitmesinin ardından da albümün en uzun enstrümantal pasajı olan 2,5 dakikalık bölüm başlar. Bu bölüm, şarkının temasıyla da iç içe geçtiğinde bana hep tehlikeli ve tekinsiz bir hava verir. Bu bölümdeki durmalı kalkmalı gitar solosunun arkasındaki clean gitar ve sonra lead gitar sustuktan sonra başlayan basla birlikte, sanki insanın ne yapması gerektiğinden tam da emin olamadığı, belli cazibelere kapıldığı, kendi içindeki karanlık arzularıyla cebelleştiği, yanlış olduğunu bilmesine rağmen kendini engellemekte zorlandığı bir psikoloji ortaya çıkar.

İşte tam da burada, 4.15’te giren bölüm ve üstüne çalınan lead’ler Chuck’ın yukarılarda sözünü ettiğim WATCHTOWER etkilenmesinin bir sonucudur. Ron Jarzombek’in muazzam vizyoner zihninden çıkan fikirlerle seksenlerin sonunda kimi şanslı zihinlere çok büyük ilhamlar veren WATCHTOWER, özellikle “The Sound of Perseverance” ve “The Fragile Art of Existence” özelinde Chuck’ı gerçekten en çok etkileyen gruplardan biri. “Control and Resistence” albümünü dinlerseniz, Jarzombek’in 1989’da neler neler yaptığını ve bahsettiğim ilhamı rahatlıkla görebilirsiniz. Jarzombek’in 2004’te kurduğu ve çok daha karanlık motifler içerisinde dolaştığı BLOTTED SCIENCE’a, özellikle de 2011 çıkışlı “The Animation of Entomology” EP’sine bakarsanız bahsettiğim bölüme his olarak yakın duran anları da yakalayabilirsiniz.

Sözlere dönecek olursak, Chuck bu arzularla cebelleşme, kendiyle mücadele etme benzeri hisleri anlatmak için rüzgâr metaforunu kullanır ve rüzgârı göremememize rağmen hissettiğimizi, orada olduğunu bildiğimizi söyler.

“Tıpkı yüzüne vuran rüzgâr gibi onu da göremezsin, ama orada olduğunu bilirsin
Güzellik çirkin yüzünü gösterdiğinde buna hazırlıklı ol
Unutma ki tutku, rüzgâr sayesinde yayılıp gelen yangın gibidir”

Şarkının insanın fiziksel, bedensel tarafıyla ilgili yansımalarından çeşitli motifleri, adını “Flesh and the Power It Holds”da geçen bir kelimeden alan CONTROL DENIED şarkısı “Consumed”da da görebiliyoruz. Temasal olarak baktığımızda bu iki şarkının bazı ortak noktalarda buluştuğunu söyleyebiliriz. Chuck “Consumed”da sanki bir gönül ilişkisine atfedilebilecek sözler yazmış ve bir ilişkinin zihinsel ve fiziksel taraflarını ima eden ifadeler kullanmıştı. Diğer yandan “Flesh and the Power It Holds”da geçen “Touch, taste, breathe, consumed” dizesindeki kelimeleri de yine “Consumed” içerisinde bulabiliyoruz.

“Your touch is on my tongue…
…I taste the tears you bled…
…Consumed…”

Diğer yandan bu iki şarkıyı birbirine bağladığını düşünebileceğimiz bir bölüm daha var. Chuck “Flesh and the Power It Holds”da şu ifadeyi kullanıyor:

“Hem acı hem de tatlı zevklerle bezeli bir zehir olan tutku,
En derinlerde saklanan pek çok yüzden biridir”

“Consumed”da ise şu ifadelere rastlıyoruz:

“Yüzün zihnimin en derinlerinde saklanıyor
Dokunuşun dilimde
Yüzün gözlerimin en ama en derinliklerinde
Ruhumun gözlerinde”

Chuck’ın iki albüm arasında bu tarz göndermeleri bilinçli şekilde yapmış olmasının kuvvetle muhtemel olduğunu düşünüyorum.

Voice of the Soul

Yazının başlarında Chuck’ın “Symbolic” ile DEATH’in o zamana kadarki en melodik albümüne imza attığını ve o albümden sonra da yoluna daha melodik bir anlayışla devam etmek istediğini ifade etmiştim. Bunu gördüğümüz en güzel örneklerden biri de “Voice of the Soul” aslında. “Human”daki “Cosmic Sea” ile birlikte DEATH tarihinin iki enstrümantal şarkısından biri olan, sadece bir akustik gitar ve üstüne çalınan lead gitar melodileriyle ilerleyen bu şarkı, esasında 1994 civarlarında, “Symbolic”te yer alması için bestelenmişti.

Enstrümantal bir şarkı nasıl açıklanır, nasıl ifade edilir bilmiyorum ancak bildiğim bir şey varsa o da Chuck’ın bu şarkıda gerçekten de kelimeler, cümleler kullanmadan hislerini anlatmayı başarmış olduğudur. Bu şarkıyı bugüne dek binlerce kez çaldım (24 perdeli gitarı boşuna almadık) ve gerçekten de istisnasız her çalışımda sanki Chuck’ın zihniyle bir bağ kurduğumu, o yırtınan lead gitarlarla yerle yeksan olduğumu hissettim. “Voice of the Soul” böyle bir şarkıdır. Dinlerken, ama özellikle çalarken bazı duyguları hissetmemenizin imkânsız olduğu bir şarkıdır. Bu öyle bir şeydir ki, şarkıyı çalan başkalarını izlediğinizde de tam olarak aynı yerlerde benzer surat ifadeleri yaptığınızı, benzer anlarda benzer hisler yaşadığınızı fark edersiniz.

“Voice of the Soul” DEATH tarafından canlı çalınmadığından Chuck’ı bu şarkıyı çalarken göremedik. Eski DEATH müzisyenlerini de kadrosunda barındıran DEATH tribute grubu DEATH TO ALL’un konser videolarında da şarkıyı bir yere kadar temiz duyabiliyoruz. Ama ne mutlu ki YouTube’da şarkının notası notasına sadık kalınmış şekilde çalındığı kusursuz bir cover’ı var, onu buraya bırakmak istiyorum. Chuck’ın içinden çıkan notaların pek çoklarında aynı hisleri uyandırdığının görülmesi adına güzel bir örnek…

To Forgive is to Suffer

Bahsedilen konunun en açık şekilde anlaşıldığı şarkı olan “To Forgive is to Suffer”da Chuck affetme duygusunun zaman içinde insanı kemireceğinden ve yaşanacak pişmanlıklardan bahsediyor. Chuck elbette ki acımasız olunması, asla taviz verilmemesi (“Zero Tolerance” desem?), sürekli kin beslenmesi gerektiğini söylemiyor, ancak bir şeyleri affetmenin kişiye birtakım sıkıntılar da yaratacağından bahsediyor.

Chuck “Story to Tell” kısmında bahsettiğim öznesi olmayan, tam tamamlanmamış, devrik cümlelerini özellikle bu şarkıda çok fazla kullanmış. Örneğin aşağıda yer alan ve motamot tercümeyle “huzuru yalnız kalarak bulabilirsin” anlamına gelen cümlede Chuck’ın sanki Stars Wars’daki Yoda gibi başı sonu yer değiştirmiş bir ifade kullandığını görüyoruz:

“Alone you might just find serenity”

Diğer yandan Chuck “affetmek acı çekmektir” düşüncesini şarkı boyunca sıkı sıkıya savunma yoluna da gitmiyor. Sürecin sancılı olabileceğinden, ancak insanların böyle durumlarda kin tutmaması gerektiğinden ve bu sayede, bir yandan da kendi içlerine dönerek özgürleşebileceklerinden, rahata ereceklerinden bahsediyor.

“Kabul etmesi ne kadar kolay
Sen bıçağını sokup daha da kanırtmaya devam et
Karşındaki kişi kötü niyetliyse, istediğini söyleyip istediğini yapar
Ve bir yandan da asıl amacını gizlemeyi başarır

Sen denenleri duymazlıktan gel ve rahatlamaya çalış
Kendinle baş başa kaldığında huzura ulaşabilirsin”

Muhtemelen bu şarkının çıkış noktası olan bir referans da vardır. Belki Chuck kendisine yönelik bir ihaneti veya yanlışı affetmiş, sonrasında bunun ceremesini çekmiştir ve “To Forgive is to Suffer” da bu şekilde oluşmuştur.

“Bir ya da iki kez affetmek nezakettir
Üçüncü, dördüncü kez affediyorsan körsündür”

“To Forgive is to Suffer” hiç canlı çalınmadığından konser videosunu koyamıyorum, son şarkıdan devam edelim.

A Moment of Clarity

Kapanışı yapan JUDAS PRIEST cover’ını saymazsak albümdeki ve DEATH’in kariyerindeki son şarkıya geldi sıra. “A Moment of Clarity”, yukarıda da bahsettiğim üzere başta CONTROL DENIED düşünülerek yazılan, hatta grubun bir demosuna adını veren bir şarkı. O gözle, yani Tim Aymar’ın vokalleriyle dinlendiğinde de tam bir CONTROL DENIED şarkısına dönüştüğünü kolayca görmek mümkün.

Chuck bu şarkıda bir arayış ve insanın kendi içindeki çeşitli sorgulamaları üzerinde duruyor. Hayatın karanlıkları içerisinde insan birtakım şeylerin sebebini arıyor ve genellikle bulamıyor. Bulduğunda ise hayal kırıklığına uğruyor ve bu döngü devam ediyor. Chuck bu noktada insanın kendine dönmesi gerektiğini, yaşadıklarına ve hayattaki kavramlara açık, net bir bakış açısıyla bakması gerektiğini söylüyor.

“Bunu her yeri gölgeleyen, zifiri, görünmez bir karanlık olarak tanımlayabilirim
Umudum sayesinde bu karanlığın beni ele geçirmesine izin vermiyorum”

Özellikle bu şarkıda Chuck’ın önceki şarkılara göre daha kendine güvenli, daha iyimser bir ruh hâlinde olduğunu görmek mümkün. Çeşitli karanlıklardan, hayattaki acılardan söz etse de her olumsuz ifadenin ardından “hayallerime sıkı sıkıya tutunuyorum”, “gerçeği görebilmeyi umuyorum” gibi ifadeler kullanıyor ve ardından da dinleyiciyi karşısına alarak “şimdi sıra sende” diyor.

“Her şeyi açıkça görebilmek için gözlerimi açıyorum
Kafa karışıklığı işte bu sayede ortadan kalkıyor
Bu senin elinde, neden sorusunu sorma sırası sende”

Ben bu noktada Chuck’ın bir önceki albüm olan “Symbolic”in kapanış şarkısı olan “Perennial Quest”ten etkilendiğini veya ona bir göndermede bulunduğunu tahmin ediyorum. “Perennial Quest”in sonunda “I ask my questions: Why?” diyen Chuck, bu şarkıda ise “Your turn to ask why” diyerek adeta “önceki albümde soruyu ben sormuştum, bu albümde de sen sor” diyerek dinleyiciyi olaya dâhil ediyor. Chuck “The Sound of Perseverance”ın DEATH’in çok büyük ihtimalle son albümü olacağının farkında olduğundan belki de bu tarz bir şey yaptı ve DEATH’in finalini bir kapanışla değil, dinleyiciye yönelik ucu açık bir soruyla yapmayı tercih etti.

“Hayat gizemlerle dolu
Gerçeği görmemizi engelleyen mesajlardan kaçınmak için yapabileceklerimize dair pek çok ipucu var
Ancak cevaplar da bir o kadar az”

Yukarıdaki bölümü din kavramı üzerinden yorumlamak da mümkün olabilirdi, ancak Chuck’ın belirli bir dine inanmadığını ve ruhani (spiritüel) bir insan olduğunu bildiğimizden, albümün ta en sonunda bu tarz bir sorgulamaya gideceğini sanmıyorum. Chuck şarkının kapanışını tam da kapanışa yakışacak şekilde, melodilerle, haykıran, can çekişen gitarlarla yapıyor ve son DEATH şarkısı da böylece bitiyor.

Bu şarkının ardından “Painkiller” cover’ıyla albüm sona eriyor. Şarkının orijinalini de bu yorumunu da çok sevmeme rağmen keşke bu “Painkiller” cover’ı albümde yer almasaydı, keşke DEATH diskografisi bir cover’la sonlanmasaydı. Dışarıdan bir konuk ağırlamamış olsaydı, baştan sona DEATH’e ait olsaydı bence çok daha iyi olurdu. Özellikle DEATH’e dair duyduğumuz son şeyin bir başkasının şarkısı olması zaman zaman canımı sıkıyor, bunu da belirtmeden geçmeyeyim.

“It comes from the depths of a place unknown to the keeper of dreams…”

Böylelikle “The Sound of Perseverance” sonlanıyor.

DEATH sonlanıyor.

Albümlerdeki altmış bir şarkı ve demolardaki yirmiye yakın şarkı, hatları çizilen ve ardından nerelere varabileceği gösterilen bir müzik türü, ilham verilen binlerce grup, on binlerce müzisyen, hayatına dokunulan yüz binlerce dinleyici…

Ve bu kariyeri sonlandıran albümün çıkışından bir yıl dört buçuk ay sonra, müzik basınında karşımıza çıkan bir haber…

“DEATH grubunun vokalisti ve gitaristi olan ve pek çokları tarafından death metalin mucidi olarak tanımlanan Chuck Schuldiner belirsiz bir gelecekle karşı karşıya. Müzisyenin ailesi, Schuldiner’ın hayatının kurtulması için gerekli tedavinin maddi sıkıntılardan ötürü gerçekleşemeyeceğinden endişe ediyor.

Geçtiğimiz yıl Schuldiner’a ender görülen bir beyin tümörü türü olan beyin sapı tümörü teşhisi konmuştu ve müzisyenin şu anda, deneysel bir yöntemle yapılacak ve belki de hayatını kurtarabilecek bu ameliyatı olabilmesi için 70.000 $’a daha ihtiyacı var.

New York Üniversitesi Tıp Merkezi’ndeki Tisch Hospital’ın sözcüsü, yaptığı açıklamada bir ödeme planı yapılsa da yapılmasa da Schuldiner’ın çarşamba günü ameliyata alınacağını açıkladı. Ne var ki Schuldiner ailesi, sigortası bulunmayan Schuldiner’ın artan sağlık masraflarını karşılamanın yolunu bulma konusunda büyük sıkıntı yaşıyor.

Müzisyenin ablası Beth Schuldiner, MTV News’e yaptığı açıklamada Chuck’a hastalık teşhisinin 13 Mayıs’taki doğum gününde konduğunu ve o gün aileye bu tümörün ameliyat edilemeyeceğinin söylendiğini ifade etti. Beth Schuldiner, ayrıca ailenin geçtiğimiz yıl herhangi bir faydası olmayan radyasyon terapisine ve alternatif ilaçlara yaklaşık 90.000 $ harcadığını da sözlerine ekledi.

Ne var ki müzisyenin bu ender görülen hastalıktan kurtulmasını sağlayabilecek deneysel bir ameliyat yöntemi olduğunu öğrenerek biraz olsun umutlanan Schuldiner ailesi, bir hafta içerisinde beş uzman doktordan oluşan bir tedavi ekibi topladı. Bu aslında oldukça maliyetli bir prosedür, ancak tedavi sürecine katılan doktorlar yapılacak ameliyat karşılığında herhangi bir ücret almayacaklarını aileye ilettiler.

“Schuldiner’ın cerrahi ekibinin başında yer alan Dr. Weiner’ın “beni düşünmeyin, siz esas hastane masraflarını düşünün” demesi üzerine hastaneyle görüşen aile, bu ameliyatın 70.000 ila 100.000 $ arasında bir maliyeti olacağını öğrendi.

Dr. Weiner aileye Chuck’ın hayatının çok büyük tehlikede olduğu bilgisini verdi ve çarşamba günkü ameliyatın önemini vurguladı. Ne var ki Schuldiner ailesi NYU Tıp Merkezi ile bütçe konusunda anlaşamadığından Schuldiner’ın ablası bu ameliyatın gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinden bile emin değil.”

14 Ocak 2000, MTV.com

Yaklaşık 24 yıl önceki MTV haberinde işte bu satırlar yer alıyordu. Sonrasında pek çok şey yaşandı; hastaneyle yaşanan ödeme krizi, Ocak 1999’da gelen “tümör büyük ölçüde ortadan kalktı” açıklaması, Ocak 2000’de gerçekleşen ve kalan tümörün temizlenmesi için yapılan ameliyat, ardından ödenemeyen tedavi masrafları, pek çok grubun Chuck’a destek kampanyaları düzenlemesi, Mayıs 2001’de kanserin tekrardan ortaya çıkması, sigorta şirketinin ödeme yapmayı reddetmesiyle kararan umutlar…

Chuck o dönem Vincristine adlı ilaçla kemoterapi alıyordu ve ilacın çok ağır yan etkileri vardı. İlaçtan dolayı zayıflayan bünyesi, Ekim ayı sonunda yakalandığı zatürreye dayanamadı ve Chuck Schuldiner 13 Aralık 2001 Perşembe günü, akşamüstü 16.00 civarında hayata gözlerini yumdu.

Göz göre göre, maddi imkânsızlıktan, 34 yaşında.

Huzur içinde yatmaya devam et Chuck…

Scott’la, Sean’la, Tim’le, Mark’la, Ralph’la, Chris’le, Eric’le birlikte.

Belki de hayatlarındaki en büyük gücü, desteği, ilhamı, heyecanı, mutluluğu bu müzikten alan pek çoklarımız, yarattıklarını ölene dek hissetmeye, yaşamaya ve yaşatmaya devam edeceğiz.

“From rivers of sorrow, to oceans deep with hope…”

Albümün okur notu: 12345678910 (8.83/10, Toplam oy: 47)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1998
Şirket
Nuclear Blast
Kadro
Chuck Schuldiner : Besteler, sözler, vokal, gitar
Shannon Hamm: Gitar
Scott Clendenin: Bas
Richard Christy: Davul
Şarkılar
1. Scavenger of Human Sorrow
2. Bite the Pain
3. Spirit Crusher
4. Story to Tell
5. Flesh and the Power It Holds
6. Voice of the Soul
7. To Forgive Is to Suffer
8. A Moment of Clarity
9. Painkiller (JUDAS PRIEST cover)
  Yorum alanı

““THE SOUND OF PERSEVERANCE”IN ANATOMİSİ” yazısına 24 yorum var

  1. eatthegun says:

    Death adına yazılmış en kapsamlı ve değerli yazılardan biri olsa gerek, hatta böylesi var mıdır, pek zannetmiyorum. Son 2 albümdeki Death’i daha bir çok seviyorum, baştan sona soluksuz okudum. Özellikle enstrüman kullanımının ve albümün kaydıyla ilgili detaylar şahane. Hem her güne farklı albüm kritikleyip hem de böyle bir yazıyı ortaya çıkarmak inanılmaz bi emek ve tutku. Ahmet abiyi saygıyla selamlıyorum ve eline sağlık diyorum.

  2. Seyfettin Dursun says:

    Eline, emeğine, aklına sağlık Ahmet Abi. İyi ki varsın, vardı.

  3. 12ParmakBağırsağı says:

    <3

  4. eyemaster says:

    Yazı çok güzel. Tebrikler. Ancak 33 yıllık bir Death fanı olarak söylemeliyim ki, diğer albümlere göre daha az sevdiğim ve yer yer sıkıcı bulduğum bir albümdür. Lakin sonuçta Death’tir, iyidir.

  5. Yiğit says:

    Şu sıralar internet bağlatamadığımdan daha önceden indirdiğim albümleri döndürüp duruyordum ki bunların başında da Death albümleri geliyordu. Bu kadar sık dinliyorken bu yazıyı okumak harika oldu. Nevermore’u da sık sık dinliyorum o yüzden Warrel Dane’in anılmadan geçmemesine sevindim. RIP babalar.

    Albümü açtım yazıyı bir çırpıda okudum. Metal müzik dinleyen herkesin her albümünü hatim ettiği bir grup olmasına rağmen okuyan herkesin yeni bir şeyler öğrenebileceği, yeni bir bakış açısı kazanabileceği oldukça detaylı bir yazı olmuş. Şu yazıyı yazabilecek bir avuç insan yoktur ülkede. Her gün siteye yeni kritikler girdiğin yetmiyormuş gibi arada böylesine detaylı yazılar da yazıyor olmana denecek bir şey yok. Eline kulağına penana sağlık.

  6. Sağ olun arkadaşlar. Sizin varlığınız yazdırıyor tüm bu yazıları. ❤

    Yazının boyutundan, yıl sonu olması dolayısıyla yeni albüm azlığından ve işlerimin yoğunluğundan dolayı hafta başına kadar tepede sabit kalacak.

  7. Raddor says:

    Bu yazıyı mutlaka pahaçamı, püskevitimi ve çayımı ayarlayıp bir ikindi sonrası sağlam kafayla hakkını vererek okumalıyım. Buraya yorum gelecek.

    DEATH ULAN BUUU!!!! \m/ \m/

    lammoth

    @Raddor, bire bir aynısını düşünüyordum. İçimden geçeni benden iyi tarif etmişsin abi, helal olsun.

    Raddor

    @lammoth, oku oku hala bitmedi çok bereketli yazı olmuş. Ahmet abi üstüne söyleyecek pek bir şey de bırakmamış.

  8. owlbos says:

    Harika ve bir dolu yeni bilgi öğreten bir yazi olmuş. Death muazzam bir grup olsa da deli gibi sevsem de cok yüksek seviyede bag kurabildigim bir grup nedense bugüne kadar olamadi.

    Death diskografisinin bi coverla bitmesi beni de cok üzüyor. Hatta coveri ne kadar sevsem de albumun harddiskimdeki inmiş halinden coveri yillar önce silmiştim. Yani album ve diskografi benim icin A Moment of Clarity ile bitiyor.

    Kalemine emeğine aklına sağlık Ahmet abi. Yukarıdaki yorumlara katılmakla beraber tekrara da düşmemek için burada kesiyorum ama gercekten bu isi yapıyorsun be abi.

  9. mcerol says:

    Tez kıvamında bir yazı olmuş. Ancak Chuck’ı ve Death / Control Denied’ı gerçekten özümsemiş biri bu yazıyı yazabilirdi. Tebrikler.

  10. Mehmet Yüce says:

    Ahmet abi eline sağlık cidden uzun zamandır böyle uzun bir yazıyı aralıksız okumamıştım. Sözleri üzerine çok düşündüğüm bazı şarkılara farklı açılardan bakmamı sağladın. Benim gibi birçok kişinin hayatına dokunmayı başarmış Chuck Schuldiner gibi bir ustanın sözlerine böyle derinlemesine senden başka birinin inebileceğini düşünemezdim zaten :)

    Control Denied ve Warrel Dane’den de bahsedilmişken, kimse rastladı mı bilmiyorum ama Warrel Dane’in vokal yaptığı bir What If demosu bulmuştum 10 küsür sene önce. “What if when they saw burning stars” kısmında çok fena tizlere çıkıyordu çok beğenmiştim. Şimdi bulamıyorum hiçbir yerde ama çok bilindik bir şey sanıyordum o zamanlar bilseydim bir şekilde arşivlerdim kesinlikle.

  11. hf says:

    Ben hep The Sound of Perseverance albümünü çok sever ama vokalden dolayı The Fragile Art of Existence’ı es geçerdim. Hatta ne yalan söyliyim demo kayıtlarındaki chuck vokalli parçaları bile daha iyi buldum ama bu yazı sayesinde The Fragile Art of Existence’a daha fazla eğilmeye karar verdim. Bu da yazıdan bana kalan olsun. Teşekkürler.

  12. 12ParmakBağırsağı says:

    Ben de şöyle bir trivia bırakayım Death’in son dönemleriyle ilgili:

    Gene Hoglan Death’e ilk geldiğinde çok heyecanlı, death metal yapmak, hızlı çalmak, sert müzik yapmak istiyor. Death sonuçta, boru değil fakat daha o dönemlerde Chuck Death soundunu daha temiz, daha melodik bir yöne kaydırmaya çalışıyor. ITP’nin riflerini Gene Hoglan’a gösterince Hoglan’ın tadı kaçıyor tabii. Sonrasında Chuck’ı ikna ediyor notaları daha pese kaydırmaya, daha sert çalmaya vesaire. Kaynak: Devin Townsend podcast, aklımda kaldığıyla aktardım hata ettiysem affola. Hoglan Death’e katılmasaydı belki daha ITP döneminde TSOP’taki niteliksel kırılmaya benzer bir kırılma görecektik.

    Bu yazı sağolsun Death bingei yapıyorum 2 gündür. Scream Bloody Gore’un ilk 4 şarkısını çalıştım bu akşam gitarda, çalması çok keyifli bir albümmüş. Bu zamana kadar üzerine hiç eğilmemiştim.

  13. Dysplasia says:

    Eline sağlık abi. Okurken aşırı zevk aldığım bir yazı olmuş. Daha çok görmeyi isterdim bu tarz ayrıntılı teknik analizlerini ama kolay değil tabii.
    Tek tek şarkıları, albümleri yad ettim. Suspended akorlarla ilgili kısımda benim de sevdiğimi farkettiğim bu ‘ses topluluğu’nun adını ve tekniğini öğrenmiş oldum, açtım ilgili videoları izledim, yarım bıraktığım müzik teorisi derslerine geri dönme hevesim hasıl oldu falan.
    Kişisel olarak Symbolic’i daha çok seviyorum, ama bu allbümdeki progresifliği görmezden gelemiyorum tabii ki. Chuck’ın resmen ‘beyler ben ileride çok değişik şeyler yapıcam artık, kendinizi hazırlayın’ diye haykırmaya başladığı bir albüm ama maalesef bu evrime tam tanık olamadık. Şarkı trafiği konusunda da daha tekrarsız, daha akışkan bir beste anlayışının sonucunda neler çıkardı kimbilir. Belki de daha sulu bir metal/prog rock (Masvidal gibi) yapmaya başlayıp gözden düşecekti.
    Bir de son not olarak rahmetli Tim Aymar özelinde midir bilmiyorum ama temiz vokalin Chuck’ın müziği için zayıf kaldığını düşünüyorum. Chuck’ın müziği sert vokal istiyordu, her ne kadar kendisi sevmiyor olsa da. Son iki albümünü temiz vokalle kaydetmemiş olması büyük nimet.

  14. Ouz says:

    Chuck’ın hayatı belki hayal ettiği şekilde ilerledi ama hak ettiği şekilde sonlanmadı. Onun ölüm yıldönümünü hatırlamaksızın ayın 10’undan itibaren -muhtemelen bilinçaltının da yönlendirmesiyle- Death albümlerini çevirip duruyordum. Dün siteye girip yazını görünce neyle karşılaşacağımı pek tahmin edemedim ama okumaya başlayınca ne kadar kapsamlı bir şeyle karşı karşıya olduğumu da anladım. Biz bu yazıyı ne kadar övsek, sen de bu yazıyla ne kadar övünsen az kalır. Yazıyı, içerdiği teknik müzik anlatımları, edebî yönü ve duygusal unsurları da hesaba kattığımda yazabilecek ikinci bir kişi olduğunu sanmıyorum.

    Yazının sonlarına yaklaştığımda gecenin epey ilerleyen saatleriydi ve Voice of the Soul analizi sonrasında gözlerim istemsizce kapanmış. Saate bakmadığım için kaç dakika daldığımı bilmiyorum ama rüya, vizyon, adına artık her ne denirse, onun sayesinde uyandım. Gördüğüm şey, sırtında gitarıyla sizin eve gelen Chuck’ın kapıyı çalması ve senin de büyük bir heyecanla kapıyı açıp birbirinize içtenlikle dakikalarca sarılmanızdı. Sonra gözlerimi açtım ve bir garip oldum.

    Bu dünyada yaşayamadığım bazı mutlulukları yaşayabilmek, tanışmayı çok istediğim ama tanışamadığım insanlarla tanışabilmek ve onlarla sohbet edebilmek, bu dünyadan ayrılan ve özlemini çektiğim insanlarla ve -mümkünse- diğer canlılarla özlem gidermek için öbür dünyaya intikal etme günümü iple çekiyorum. Tanışıp sohbet etmek istediğim insanlardan biri de Chuck kesinlikle.

    Death’in diğer albümleri de harikulade ama The Sound of Perseverance özelinde Chuck, âdeta canının bir parçasını bu albüme koymuş ve onu, kendi canıyla ölümsüz kılmış.

    Ölür ise tenler ölür, canlar ölesi değil.

    Emeklerine sağlık Ahmet.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Ouz, çok sağ ol Oğuz. İçi temiz insansın. Gördüğün rüya da ne güzelmiş. ❤

  15. Deathotek says:

    Yüreğine, kalemine sağlık… soluksuz bir çırpıda okudum, hatta bazı yerlere geri dönüp tekrar kafaya kazıdım.
    Teşekkürler böyle bir yazıyı kazandırdığın için.

  16. orkun_b says:

    Elinize sağlık, uzun yazılar gerçekten güzel oluyor.
    “Flesh and the Power It Holds” kısmını çok beğendim. Bu şarkıdaki “flesh”i zamanında ben de “nefs” olarak yorumlamıştım, hatta bu sebeple o zaman 14-15 yaşlarındaki akranlarım “ne diyon olm sen ne alaka” demişti :)

  17. EmptyWords says:

    Chuck gerçekten çok özel bir insan. Müzikal tercihlerinden, şarkı sözlerinden, açıklamalarından hatta fotoğraflardaki duruşundan bile ne kadar özel bir insan olduğu anlaşılabiliyor. Kısıtlı da olsa elindeki kitlelere ulaşma gücünü mükemmele en yakın şekilde hem müziğine hem de sözlerine yansıtması acayip ilham verici. Gerçekten Chuck’ın temsil ettiği değeri anlayabilen bir insanın kendisine büyük sevgi beslememesi çok zor bence. Bu özel adamın hakkını veren harika yazı için eline sağlık ve teşekkürler. Artık “azmin sesi” sadece bu yazı eşliğinde dinlenir 🖤

  18. Tekrardan sağ olun arkadaşlar.

  19. dust says:

    Yazıyı anca okuyabildim. Genel olarak Death ile ilgili okuduğum en iyi yazı buydu galiba, kolay kolay denk gelinmeyecek bilgiler dışında senin üzerindeki duygusal etkisini de çok güzel aktarıyorsun. Şunu söylemem lazım ki Türk metal camiasını zaten geçtim, sen genel olarak metal basını içinde çok değerli bir insansın Ahmet abi. Önceki yorumlara bu konuda çok katılıyorum. Eline sağlık.

    dust

    @dust, sürekli “genel olarak” demeyi bırakmam lazım.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.