# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
THE MARS VOLTA – Frances the Mute
| 10.08.2021

Sürrealist, saykodelik, ürkünç konseptli ve dağınık besteli bir şahanelik.

Tan Öztürk (TanSolo)

Geçen kritiğimde Cavalcade’in geleceğe dönük büyük bir esin kaynağı olabileceğinden bahsetmiştim. Bu sefer 16 yıl önce müzik dünyasının eline yine böyle bir imkan vermiş olan fakat değerlendirilemeyen, Frances the Mute adlı ikinci The Mars Volta başyapıtı ile karşınızdayım.

Gündelik hayatımda çok hareketli olmayan birisi olsam da yaptığım aktivitelerde her zaman fazla enerji harcayan, durmak bilmeyen birisi olmuşumdur. Bir halı saha maçında en çok koşan da daima ben olmuşumdur. Davul çalarken gereksiz agresifleşip müziği dağıtan da ben olmuşumdur. Dinlediğim müzikte de durum büyük oranda benzerdir. Müzikte aradığım şey çoğu zaman enerji The Mars Volta da bu konuda daima aradığımı bulduğum bir gruptur. Sitedeki ilk The Mars Volta kritiği olduğundan dolayı bilmeyenler olabilir, kendilerini ufaktan tanıtayım.

The Mars Volta, eski At The Drive In elemanları olan El Pasolu Omar Rodriguez Lopez ve Cedric Bixler-Zavala tarafından 2001’de kurulmuş bir progressive rock/ pyschedelic rock grubu. Daha önceden post-hardcore yaptıklarından dolayı bildiğimiz progressive rock gruplarına kıyasla bir hayli enerjikler. Fakat durum Frances the Mute albümü için biraz farklı. Frances the Mute da gayet enerjik bir albüm fakat benim için çok ilginç bir hissiyata ve derinliğe sahip. Ne zaman albümü dinlesem enerjisini iliklerime kadar hissederim ama elim ayağım birbirine dolaşır, hiçbir işin başına oturamam. Bütün o bitmek, durmak bilmeyen müzik kafamın içinde bir sağa bir sola oynar ama vücudumun geriye kalan hiçbir yeri kıpırdamaz.

Bunun sebebi ise sanırım beynimin albümün nasıl yazılmış olduğunu algılayamıyor olması. Bu kadar sürrealist, saykodelik, ürkünç konseptli ve dağınık besteli bir albümün nasıl bir zihniyetin elinden, nasıl bir motivasyonla çıktığını bilmiyorum. Cevabını bilen varsa lütfen söylesin ki albümü sürekli dinleyebileyim.

Öncelikle biraz ürkünç konseptimizden bahsetmek istiyorum. Albüm, Cygnus adlı yetim bir gencin yetimhaneden ayrıldıktan sonra annesini arayışını ve annesinin Cygnus doğmadan önce yaşadıklarını anlatıyor. Grup elemanlarının buldukları bir günlükten esinlenerek yazdıkları bu hikaye başta kulağa sıradan bir dram hikayesi gibi gelse de çok iğrenç detaylara sahip oldukça karanlık bir hikaye. Yalnız konseptten bahsederken asıl değinmek istediğim nokta hikayenin doğrudan kendisi değil. Hikayeyi tarayıcıda aratarak çok da zor olmayan bir şekilde öğrenebilirsiniz. Benim esas bahsetmek istediğim nokta albümün hikayeyi aktarış şekli. Albüm hikayesini her daim sözler ile anlatmayabiliyor; bazen müzikal tınılarını kaybederek size bir şeyler aktarmak istiyor. Örneğin aşırı dozdan bir karakter öldüğünde ortalığı sürekli tekrar eden ses kayıtları ve atonal tınılar ele geçiriyor. Veya benzer bir durum Frances the Mute şarkısın ilk 4 dakikası için de geçerli. Ne olduğuna dair kesin bir cevabım yok fakat seslerin Frances adlı karakterin dilsiz olmasına veya tecavüzden dolayı yaşadığı travmaya bağlıyorum. Albüm hikayelerinde sürpriz bozan detaylardan rahatsız olanlar var mı bilmiyorum o yüzden daha fazla detaya inmek istemiyorum ama umarım konseptin ve anlatımın neden ürkünç olduğunu az da olsa anlatabilmişimdir.

Anlayacağınız Frances the Mute kafanızı karıştırmak için elinden geleni yapıyor, mutlaka aradığınız eksik bir parça oluyor. Belki benim de albüme dair aradığım, merak ettiğim motivasyon budur. Olay her zaman o kayıp parçayı aramakla ilgilidir. Tıpkı Cygnus’ın annesini arayışı gibi.

Yazının başında Frances the Mute’un müziğin geleceğini şekillendirebilecekken değerlendirilmemesinden bahsetmiştim. Şekillendirmesine ve şekillendirememesine sebep olabilecek en önemli detay sanırım beste yapıları olurdu. Çünkü bu albümde beste yapısı yok. Albüm 6 tane act’ten oluşan ve her act’te belirli sahneleri olan bir film gibi. Şarkılar arasında net bir geçiş yok. Örneğin Frances The Mute parçası birbirinden çok çok farklı 4 aşamadan oluşuyor (Bahsettiğim olay şarkıların progressive rock parçaları olması değil) fakat Frances’in hikayesi tamamlanana kadar şarkı devam ediyor. Bir sonraki şarkı da ise Cygnus’ın hikayesine tanık oluyoruz. Tabii burada saf bir rastgelelikten veya düzensizlikten bahsetmiyorum fakat albümün alışıla gelmişin dışında ilerlediği aşikar. Böyle beste yapıları olan bir albümden de insanların esinlenmesi kadar esinlenememesi de doğal sanırım.

Albümü en ilginç kılan noktalardan biri ise sanırım çıkışından yaklaşık 35 sene önce ortaya çıkmış, sayısız harika müzisyenin, sayısız yeni şey denediği progressive rock sahnesine yeni şeyler ile çıkabilmiş olması. Bu duruma dair gösterebileceğin en güçlü örnek L’Via L’Viaquez. Grubun bestecisi, gitaristi ve prodüktörü olan Omar Rodríguez-López bir Latin Amerikalı olarak parçada Latin müziğini progressive rock ile harika entegre etmiş. Grubunun vokalisti Cedric ise bu şarkıda sözlerin bir kısmını İspanyolca yazarak şarkının temasını güçlendirmiş.

Hazır konu kendisinden açılmışken albümün bana kalırsa en güçlü birkaç noktasından biri olan prodüksiyona değinmek istiyorum. Aman allahım bir albüm bu kadar mı güzel tınlar? O kadar ses arasından hangisine odaklansanız çok rahat bir şekilde duyuyorsunuz. Hangi enstrümana odaklanırsanız keşke ben de enstrümanımdan böyle bir ton alabilsem diyorsunuz. Prodüksiyon fazla anladığım bir olay değil ama albümün ne kadar özenli kaydedildiğini, mix’lendiğini ve master’landığını müziğin girdiği ilk birkaç saniyede anlıyorsunuz. Omar gibi bir insanı bu kadar az albümün prodüktörlüğünde görmemiz çok büyük bir şanssızlık. Frances the Mute da rock dünyasını başına gelmiş en güçlü sound’a sahip albümlerden biri diye düşünüyorum.

Şimdi de grup elemanlarından konu açılmışken fetişim olan davullara değinmem gerek. Jon Theodore inanılmaz bir müzisyen ve davulcu. Bu albümde yaptıkları da muazzam. Sanırım hayatım boyunca ne kadar çalışırsam çalışayım bu albümü baştan sona çalamayacağım. Adam da bir sol ayak var sanki açma kapama tuşuyla çalışıyor. Sanki davul çalmadan önce kendisini trafoya bağlayıp 1 saatliğine şarj oluyor. Kendisi uzun süre kayda değer projelerde görülmediği için unutuldu ama 2000’lerdeki forum başlıklarına bakarsanız kendisinin o dönem Danny Carey’le birlikte anıldığını, davul çalan birçok insanın favori davulcusunu olduğunu görebilirsiniz. Kendisini sadece 3 The Mars Volta albümünde (TMV bazında diyorum yoksa başka bir iki grupta da çaldı) dinleyebilmiş olmamız büyük bahtsızlık. Her ne kadar kağıt üstünde albümün bestecisi Omar olarak gözükse de Cedric ortaya konulan müziğin yarısının Jon’un sayesinde ortaya çıktığını söylüyor. Hiç de abartmıyor. Eğer davullara merakınız varsa Frances the Mute kesinlikle ama kesinlikle dinlemeniz gereken bir albüm.

Hazır Cedric’ten 2 kez bahsetmişken ona da değinmek istiyorum. Cedric muazzam bir tekniğe ve ses karakterine sahip. Performansının önceki albümdekinden de sonraki albümdekinden de bir eksiği veya fazlası yok. Fakat prodüksiyon bu albümde daha iyi parlamasını sağlamış. Sözleri de yazarken oldukça yaratıcı tasvirler kullanmış, sadece buldukları günlüğe bağlı kalmak yerine kendi yaşadıklarını da organik bir şekilde olaya dahil etmiş. Yazdığı sözler an an anlaması zor ve yorucu olabiliyor fakat bir yandan müziği daha güçlü kılıyor.

Albümün geri kalanı gibi alanında birkaç favorimden biri olan kapaktan bahsedersem albümün sürreal ve gizemli havasıyla örtüştüğünü ve oldukça estetik olduğunu söyleyebilirim. Kapağı Pink Floyd’la çalışmalarından tanıdığımız Storm Thorgerson ve Peter Curzon tasarlıyor. Kapağı belki bir yerlerden anımsamışsınızdır çünkü kapağı tasarlarken Rene Magritte’nin 1928 tarihli The Lovers II adlı eserinden bir hayli etkilenmişler.

Böylece çok sevdiğim The Mars Volta’nın sitedeki ilk kritiğinde size veda ediyorum. Eğer kendilerini tanımıyorduysanız umarım tanıdığınıza memnun olmuşsunuzdur.

Not: Bu kritik, albümün normalde grup tarafından planlanmış ve kaydedilmiş, Frances The Mute parçası ile açılıp kapanan 91 dakikalık versiyonu için yazılmıştır. Plak şirketi CD’ler 80 dakikalık olduğu için albümün 80 dakika altına indirilmesini istemiştir ve grup Frances The Mute şarkısını albümden çıkartmıştır.

10/10
Albümün okur notu: 12345678910 (7.57/10, Toplam oy: 46)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2005
Şirket
Gold Standard Laboratories
Kadro
Cedric Bixler-Zavala: Vokal
Omar Rodríguez-López: Gitar, synth, saha kayıtları
Juan Alderete de la Peña: Bas
Isaiah "Ikey" Owens: Klavye
Marcel Rodriguez-Lopez: Perküsyon, klavye
Jon Theodore: Davul

Konuk:
Çok fazlalar, kimseyi atlamamak için isim vermeyelim.
Onlar kendilerini biliyorlar...
Şarkılar
1) Frances The Mute
a) In Thirteen Seconds
b) Nineteen Sank, While Six Could Swim
c) Five Would Grow and One Was Dead
2) Cygnus....Vismund Cygnus
a) Sarcophagi
b) Umbilical Syllables
c) Facilis Descensus Averni
d) Con Safo
3) The Widow
4) L’Via L’Viaquez
5) Miranda That Ghost Just Isn't Holy Anymore
a) Vade Mecum
b) Pour Another Icepick c) Pisacis (Phra-Men-Ma)
d) Con Safo
6) Cassandra Gemini
a) Tarantism
b) Plant a Nail in the Navel Stream
c) Faminepulse
d) Multiple Spouse Wounds
e) Sarcophagi
  Yorum alanı

“THE MARS VOLTA – Frances the Mute” yazısına 26 yorum var

  1. Yiğit says:

    Eline sağlık bro. Hiç dinlemediğim bir gruptu, epey beğendim albümü. Değişik bir çizgisi var ama bir çizgisi de yok gibi. Bilemedim ne diyeceğimi, diyip de diyemeyeceğimi.

  2. Emre Görür says:

    2006 sonbaharı. ABD’li grupların metale verdikleri formdan hiç memnun değilim. ’90′ların sonlarında başlayan geleneksel metalin yükselişi durmuş durumda. Ekstrem metal ile de çok içli dışlı olmadığım için bu genel durum beni metalden uzaklaşmaya itiyor. Sürekli yeni albümler arayışındayım. Sonra karşıma Amputechture çıkıyor. King Crimson başta gelmek üzere progresif rock’ı daima sevmiş olsam da karşılaştığım müziği anlamlandırabilmem vakit alıyor. Başlarda grubun müziğine karşı duyduğum ilgi zamanla yerini hayranlığa bırakıyor. Sık sık kova hazırlayıp kendimi Serencebey Yokuşu’na vuruyorum. Grubun müziği kozmik bir seyahat gibi. O kadar fazla boyut, o kadar detaylı bir işçilik barındırıyor ki insan bu bestelerin nasıl yazılmış olabileceğini anlamlandırmakta zorlanıyor. Grubun diskografisine bakınca ilk albümün kusursuz olmayan ama çok güçlü bir başlangıç olduğunu görüyorum. Frances the Mute ise daha organik tınladığı için Amputechture’dan bile daha önemli hale geliyor benim için. Sonrasında ise aradığımı bulamıyorum. Grubun kimyasallardan uzaklaşmasının doğal bir sonucu olarak her yeni albüm bir öncekini aratır hale geliyor ve son albümde Omar artık The Mars Volta gibi tınlayan bir şeyler dahi yazamaz hale geliyor. Öylesine taklit edilemez bir müzik ki, grup artık kendi sound’unu yansıtabilen besteler yapamadığı için dağılıyor.
    Hayatımda aylarca The Mars Volta’dan başka bir şey dinlemediğim dönemler oldu. Her gün saatlerini metal dinlemeye ayıran, bu müzikle yatıp kalkan biri olsam da hiçbir metal grubunun The Mars Volta’nın müzikal seviyesine yaklaştığını dahi düşünmüyorum. Grubun müzikal harcı gerçek anlamda benzersiz. Küba müziği, punk, Syd Barrett dönemi Pink Floyd (dikkatli dinlenirse aslında bayağı proto-punk öğe de içerdiği görülür), King Crimson, caz (özellikle Mahavishnu Orchestra tarzı caz rock), Björk… Saymakla bitecek gibi değil.
    Uzun lafın kısası, Frances the Mute bana göre tüm rock müzik tarihinin en iyi albümüdür. Ne mutlu onu algılayabilene!

  3. koca says:

    The Mars Volta’nın en iyi albümü mü? Hayır. Ama bu onun tüm zamanların en iyilerinden biri olmasını engellemiyor! İşte o kadar iyi bir albüm.

  4. Boba Fett says:

    10 numara albüm.

  5. Emre Görür says:

    Ah ulan, bi’ pan cyan bulup şu şarkıyı deneyimleyemedim:

    https://www.youtube.com/watch?v=NyUMHEua7-A

  6. Punished Osman says:

    1- bedlam
    2- noc
    3- deloused
    4- amp
    5- frances
    6- oct

  7. Spacedementia says:

    PA’da The Mars Volta kritiği görmek mutlu etti, umarım niceleri olur :)

  8. Luminiferous says:

    10/10. Juan Alderete’nin köpeğiyim.

  9. Noumena says:

    Beni metal müziğe yönlendiren albümlerden biridir bu albüm ve hala ilk dinleyişimdeki heyecanla dinliyorum her seferinde. Başyapıt olsa da zirve noktaları De-loused… bence

  10. vatay says:

    Yine basmışlar düşük puanı…
    Bu albüme düşük puan verebilmek için duyduğunu kavrayamamak gerekiyor. Sevdiğiniz tarz olsun olmasın, bir müzik eserini yorumlamak için az bir idrak yollarını aralamak kafi.

    Mahakali

    @vatay, He, sen seviyorsun diye bu albüme düşük puan verilmesi “duyduğunu kavrayamamak” oluyor yani. Bu tarz düşünceleri bu sitede bile görüyor olmak baya üzüyor beni. Ben bu grubu baya sıkıcı buluyorum. Kesinlikle bana hitap etmiyor ve düşük puan verdim. Müziğin subjektif yargılara göre değerlendirdiğini anlamanız için kaç kez aynı tartışmaları döndüreceğiz merak ediyorum.

    Yiğit

    @Mahakali, bence pek de subjektif değil ya. Bir albümü beğenmemekle o albümün iyi bir albüm olmaması arasında sandığınız kadar bir korelasyon yok. Örnek olarak Exercises in Futility’yi sevmeyene hiçbir şey demem ama düşük puan verene de o albümü anlayamamış, müzikal olarak kavrayamamış derim pekala. Ki öyledir de zaten. Bazı albümler senden benden bağımsız bir şekilde iyidir. Onu yorumlamak için bahsedildiği gibi bir idrak gerekir çoğu zaman. Bunu hakaret ya da küçümseme anlamında da demiyorum çünkü benim de kavrayamadığım birçok müzik ve sinema eserleri var ancak bunlara gidip de düşük vermiyorum.

    Bunları senin bu albüme düşük vermenden bağımsız söyledim bu arada yanlış anlaşılmasın. Zira ben albümü yeterince dinlemedim. Bu konuyu istesem de bu albüm özelinde konuşamam. Ama vatay adlı arkadaş sırf sevdiği için düşük puan verilmesine karşı değildir elbette.

    Mahakali

    @Yiğit, Herhangi bir albümün iyi olup olmaması subjektif bir şeydir hocam zaten. Kurduğunuz ilk mantık yanlış.
    Kavrayamamak diye bir şey olamaz, müzik bu, sinemada da aynı şekilde. Ben zaten dinleyici/izleyici özelinden konuşuyorum. Ben bir albümü dinleyince sıkıcı buluyorsam o albüm benim için kötüdür, o albümü yapan kişinin ne kadar derin şeyler anlatmak istediği, ne kadar iyi müzisyen olduğu onu iyi yapmaz.

    The Mars Voltayi beğenmeyince “kavrayamamak” diyorsunuz ya Katy Perry’i dinleyip beğenmeyince de bu terimi kullanıyor musunuz?

    TanSolo

    @Mahakali, iyi de TMV- Katy Perry kıyası çok mantıksız. Katy Perry müzik yaparken dinleyecisini mümkün olduğunda kolay yakalayabileceği, akla rahat kazıyabileceği, eğlenceli bir müzik yapmayı hedefliyor. Kıyasladığınız grubun bahsi geçen albümünde 32 dakikalık bir parça var. Müzikte subjektif yönler tabii bulunsa da çözünülebilirlik, derinlik kişiden kişiye çok değişemeyecek konular. TMV, Katy Perry kıyası isle asla tartışılmaz.

    Mahakali

    @TanSolo, İki sanatçıyı karşılaştırmiyorum hocam zaten. Bahsettiğim şey farklı. Katy Perry i çıkarıp placebo, Metallica, talamasca vs. Herhangi bir şeyi koyabilirsiniz. Derinlik, çözünürlük algısı da kişisel bir şey zaten. Neyse bu tartışmayi daha fazla uzatmak istemiyorum.

    deadhouse

    @Mahakali, Yeterli argümanı sunduğunda Yurttaş Kane’e kötü film diyebilir, yeterli argümanı sunduğunda Moonlight Sonata kötü bir beste diyebilirsin. Bu albümü dinlemedim, bu albüm özelinde söylemiyorum. Uç örnek olsun diye o örnekleri verdim. Katılıyorum, her sanat eseri subjektiftir. Ancak eleştiri yapmak da yeterlilik ister. Senin için konuşmuyorum. Eğer sahici bir eleştiri yapıyorsan 0 da versen insanlar saygı duyar. Kasmışsan, sahtekarlık ve yetersizlik sergilemişsen de ciddiye alınmazsın

    Kavrayamamak diye bir şey olamaz diyerek 8 milyar insanı aynı kategoriye koymuş oluyorsun. Bir disiplinle ciddi anlamda ilgili biri ile hayatı boyunca sanatla yüzeysel veya hiç ilgilenmemiş birini aynı kefeye koyamazsın. Queen dinleyen bir arkadaşım bok gibi müzik bu demişti. Dedim ki beğenmeyebilirsin, sevmeyebilirsin. Ama bok gibi müzik falan başka bir şey. Bok gibi müzik olduğunu söylemen için gelmiş geçmiş en ilham verici ve etkili gruplardan biri olan Queen hakkında sayfalarca yazı yazmalısın ve bu oldukça ikna edici ve sahici olmalı. Kendisi müzikle oldukça yüzeysel ilgileniyordu. Yiğit’e bu anlamda katılıyorum. Sana göre bu albüm iyi değilse, kötüyse bunu açıkla. Neden kötü? Sıkıcı deyip geçmek eleştiri değildir.

    Yiğit

    @deadhouse, aslında evet ilk söylediklerin de doğru. Ben sanırım olayı tamamen kavramak özelinde değerlendirerek yargıya vardım. Yoksa yeterli argümanlarla her esere kötü denebilir evet. Aksi yargıdaki cümlelerim yanlış olabilir.

    Mahakali

    @deadhouse, “sıkıcı diyip geçmek eleştiri demek değildir” yanlış bir cümle. Ben zaten subjektif olduğunu savunuyorum ve ortada değerlendirdigimiz şey bir müzik albümü, bilimsel bir teoriyi çökertmeye çalışmıyoruz. Bana hitap etmiyor diyip geçemeyeceğime dair kuralı kimler koyuyor merak ediyorum. Benim dinlediğim en derinlikli, en iyi olanı diye düşünmek ve bunun için karşındakine laf sokmak geride kalmalı artık.

    Albümü açıyorum ve herhangi bir notası, herhangi bir anı beni yakalayamiyor. Herhangi bir modumda ihtiyaç duyacağım bir müzik değil. Bu açıklamalar yeterli oldu mu yoksa teknik tabirler falan mı kullanmam gerekiyor?

    Yiğit

    @Mahakali, işte olay da o zaten Katy Perry dinleyince kavranacak pek bir şey vadetmiyor ki hocam :) Ayrıca The Mars Volta’ya kavrayamamak diye bir şey demedim, üstüne üstlük vurguladım bu albüm özelinde söylemiyorum diye. Niye özellikle vurguladığım şeyler anlaşılmıyor bu sitede (üzgün surat)

    Sinemada da müzikte de kavrayamamak diye bir şey elbet ki olur ya herhalde. Yani bilemedim. Ben bazı Tarkovsky filmlerini kavrayamıyorum mesela. Hatta inanılmaz sıkılıyorum.
    Bak geçende Stalker izledim. O filmi daha önceden de izlemiştim ve üzerine bir dünya okuma yapmıştım. Tekrardan izlediğimde ise sıkıntıdan yine uyuyakaldım. Bak o derece sıkıcı geliyor bana ama o filme kötü bir film diyeni vururum herhalde (ya da vurmam bilemiyorum). O derece iyi film. Ve o filmin iyi bir film olduğu sadece subjektif çerçevede değerlendirilemez. Müzikte de bir dünya örnek verebiliriz buna. Master of Puppets’ın müzikal önemini bir kenara koyarsak ne kadar iyi bir albüm olduğu subjektif olmasından çok objektif bir yargıdır belki de. Ama elbette Master of Puppets çok uç bir örnek.

    Kurduğun ilk cümle yanlış yani dostum. Bir albümün güzel olmasından değil, iyi olmasından bahsetmek istedim. Ki sadece objektiftir ya da subjektiftir diyip net bir çizgi de çekmeye çalışmıyorum yanlış anlaşılmasın. Sadece bazen bazı eserleri yeterince sindiremiyoruz. Sevdiğiniz bazı albümleri yıllar sonra bile dinlediğinizde yeni yeni sindirirsiniz, kavrarsınız. Bu herkesin başına gelir. Bazı albümleri 20 veya 30 dinlemede anca anlarım mesela. Ortak müzik zevkine sahip olduğum arkadaşlarım bazen bir albümü pek beğenmediğini söylediğinde yeterince dinlememişsin diyorum ve birkaç hafta sonra gelip bana haklıymışsın diyip umarsızca o albümü övüyorlar. Bu da mı kavrayamamak değil hakim bey :D E şimdi o arkadaşım benim uyarımdan önce gelip o albüme düşük puan verirse sitemim haklı bir sitem olur mu, yorumu sana bırakıyorum kanka

    vatay

    @Mahakali,
    Siz epey sorunlu bir noktadan,ısrarla ifade ettiğim teşhise uygun bir açıklama yazmışsınız.Bu kısım bana yeni birşey söyleyemeyi gereksiz kılıyor.Söylediklerim net ve cımbızla nem kapacak bir durum da yok.Demek ki albümü kavrayamamışsınız.Benim de ısrarla kavrayamadığımı düşündüğüm sayısız albüm var. Ne incilerim dökülüyor ne de o albümlerin değeri bensiz kalıyor.

    Aşağıda çok güzel cevaplar yazılmış.Amacım sizi şahsen bir eleştiriye tabi tutmak elbette değil. Çok da seviyeli bir uslup ile cevap vermişsiniz.Yorumunuz için ancak teşekkür edebilirim. Aynı fikirde olmamıza gerek yok.

    Necrobutcher

    @Mahakali, abi sana hitap etmiyorsa neden puanlama yaptın?

    Necrobutcher

    @Necrobutcher, bu arada bunu ben de çok yapıyorum. sigara bağımlılığına benziyor,bırakmaya çalışıyorum.

    Noumena

    @vatay, aslında bu tartışmanın anahtar kelimesi kavrayamamaktan ziyade eserin teşkil ettiği ‘önem’

    Edebiyatta bile dünya klasikleri diye bir kavram varken müzikte klasik albüm neden olmasın? Beğenip beğenmeme tamamen subjektiftir ama klasik bir eseri beğenmediğin için önemsiz addedmek yanlış bana göre. Ki Frances the Mute alanında klasik bir albümdür.

  11. Emre Görür says:

    - Müzik son tahlilde subjektiftir, evet, ama bu onun belli teknik kriterler üzerinde yükselmediği anlamına gelmez. Akordu bozuk bir gitarla ve detone bir vokalistle kaydedilmiş bir albümü dahi beğenebilirsin, bu şekilde de bir biçim-öz uyumu yakalanabilir, ama kalkıp bunun daha kaliteli müzik olduğunu iddia etmezsin.
    - Üst üste binmiş bir dolu katmandan oluşan, sürekli tempo ve tarz değiştiren bir müziği algılayabilmek tabii ki herkesin harcı değil. Ekstrem metali de ortalama müzik dinleyicisi algılayamaz doğal olarak. Bunlar için belli bir kulak alışkanlığı ve yeterlilik gerekli.
    - Frances the Mute gibi dünyanın en enerjik albümlerinden birinin sıkıcı olduğunu söylemek bayağı uç bir iddia ve ister istemez iddia sahibinin müziği algılayamadığını düşündürüyor. Zira algılayıp beğenmeyen biri çok büyük ihtimalle müziği eleştirmek için “sıkıcı” ifadesini kullanmazdı.

    vatay

    @Emre Görür,
    +1

  12. Kürşat says:

    Sitedeki alternatif sayılabilecek albümlerin kritiklerindeki düşük puanlamaların ekseriyeti o albümlerin “kafa kesmeli sik metal” olmamasıyla alakalı. Bağnaz bir topluluk var ve sanki iktidarsızlık problemi çekiyormuşlarcasına bir tutturmuşlar “yeterince sert değil”, “anaakım”, … Falan filan. Yukarıda yazılan tüm eleştirilere katılıyorum ama maalesef böyle de bir sorun var. Marshall Matters LP’den haberler paylaşıldığında kıyamet kopmuştu burada.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.