# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
KAMCHATKA – The Search Goes On
| 28.08.2014

Geride bırakıp ilerleyebilmenin dayanılmaz hafifliği.

Berca B. KANTARCIOĞLU

“Köklerini gömmen gerek
Büyüyebilmek için
Öğrenebilmek için sorgulamalısın
Bildiğini sandığın her şeyi”

Böyle bitiriyordu Kamchatka bir önceki albümü Bury Your Roots’u. Köklerini unutmamayı, onlara bağımlı yaşamayı, geçmişiyle övünmeyi öğütleyen ve sonuç olarak bir adım ilerleyemeyen, gelişemeyen insanlardan bıkmış biri olarak, Roger Öjersson’un Kamchatka’daki son sözleri bunlar olmuştu. Thomas Andersson ve Tobias Strandvik’le 2001′de başlattığı bebeği Kamchatka kariyeri boyunca grubun en büyük yaratıcı gücü ve diğer iki elemana nazaran görece daha derin bir karakter olan Öjersson, şarkı yazımı görevini birlikte paylaştığı Andersson’a göre her zaman daha sakin, daha dertleşen bir tavırla şarkılarını besteler ve son derece dürüst, komplekslerden arınmış ve empati kurulabilir şarkı sözleri yazardı. Özellikle şimdiye kadarki en iyi albümlerinden biri olduğunu düşündüğüm Bury Your Roots ne kadar harika da, iki müzisyen arasındaki yaklaşım farkı iyice kendini göstermeye başlamıştı ki bu durum albümde çok ufak bütünsüzlüklere yol açmıştı. Derken Öjersson daha karanlık bir tarafa geçmeye karar verdi, Tiamat’a katıldı ve Kamchatka’nın geçmişin yükü altında ezilmemek için, gelişime devam edebilmek için arayışı da böylece başlamış oldu.

The Search Goes On, Kamchatka’nın sessiz sedasız devam ettirdiği, ancak bir şekilde izini bulanlar için çölde vaha etkisi yaşattığı kariyerlerinin beşinci ve orijinal kadrodan Öjersson’un ayrılmasıyla bas/vokal dümenine geçen, şimdiye kadarki tüm albümlerinin görsellerini hazırlayan, Opeth, Spiritual Beggars, Candlemass gibi daha göz önünde gruplarda klavye çalmışlığı olduğu gibi Mojobone, King Hobo ve –öhm- DEATH ORGAN gibi daha az bilindik gruplarıyla da gitar, bas, klavye, vokal artık eline ne geçtiyse harikalar yaratan, her şeyiyle tam bir sanatçı PER WIBERG ile de çıkardıkları ilk albüm. Birincil janraları blues rock olmasına rağmen hard rock, stoner, southern ve hatta çok az da olsa ska/reggae gibi genel çerçeveden uzak gibi duran alt türleri de bir şekilde albümlerine başarıyla yedirdikleri bu kalabalık diskografilerinde eksik olmayan yegane şey ise, sürekli tempo tutan bir bacak, sallanan bir kafa ve göğsünüzde titreşimlere sebebiyet veren nefis bir GROOVE. Çok şükür ki imzaları haline gelen bu groove, The Search Goes On’da da –grup yine her albümde farklı bir keşif yapma geleneğini sürdürmesine ve bu kez iyice gerilere, 60-70’lere gitmesine rağmen- aynen korunmuş.

Bu groove’un korunmasında ise başrol, bir önceki albümde şarkı yazımı konusunda biraz geri planda kalmasına rağmen bu albümde tüm şarkıları tek başına yazan Thomas Andresson’a ait zira albümün ilk saniyesinden son saniyesine kadar kulağa hoş gelmeyen, filler gibi tınlayan, insanda ice-bucket challenge yapmışcasına birdenbire kendine getirmeyen tek bir rif bulmaya çalışmak, herhangi bir son dönem Dave Mustaine röportajında mantıklı bir cümle bulmaya çalışmakla eşdeğer derecede zor. Öjersson’un ayrılığı sonrası grubun müziğinde bir aksama yaşanması son derece olası olsa da Andersson işin altından başarıyla kalkmış ve kirli riflerle bezeli yeni dönem Kamchatka müziğini gitarıyla adeta bir şato gibi inşa etmiş. Albümün en güzel taraflarından biri de rifler tüm kuvvetiyle akıp giderken, arka planda bir çok ince ayrıntı şarkıları ufak ufak süslerken ve şarkılarda herhangi bir özensizlik hissetmezken tüm bu olan bitenin kulağa son derece organik gelmesi ve kolay dinlenebilir olması. İçerdiği zekice düzenlemelerin fazlalığı bakımından, zor bir işi Tim Duncan-vari bir şekilde kolay gösterebildiği ve dinleyiciyi kasmadığı için Andersson’u özellikle kutlamak gerek.

Öte yandan Andersson’un aynı anda kirli ve melodik olabilen ses rengi albüme Brian May/Red Special misali yakışmış, birini diğerinden bağımsız düşünmek adeta olanaksız. Coast to Coast, Son of the Sea, Tango Decadence gibi görece yüksek tempolu, Kamchatka’nın gülen yüzünü yansıtan şarkılarda gerekli enerjiyi kusursuz bir şekilde verebilmesi bir yana, Andersson’un asıl vokal yetenekleri bana kalırsa albümün ikinci yarısında bolca bulunan, Broken Man, Dragons gibi balladlarda kendini gösteriyor. Ses rengi, dağ evindeki bir şömine gibi sıcak olsa da ilk dinleyişte dar gibi gözüken ses aralığıyla Andersson bu balladlarda yüksek notaları vurdukça hem şaşırtıyor, hem de blues müziğinin sunduğu tüm hüznü, derinizin altından gelen ürpertiyle tüyleriniz hazır ola geçerken hissetmenizi sağlıyor. Besteler, gitar işçiliği ve vokal kullanımı derken Andersson’un gerçekten ne yaptığından haberdar bir müzisyen olduğunu rahatça görebiliyoruz. Ayrıca bir başka dipnot, Andersson’un hafif bozuk ama aşırı samimi bir aksanı var, sanki kusursuz bir İngilizce aksanı olsa şarkılar böyle güzel tınlamazmış gibi ahah.

Bas ve davullara baktığımız zaman, Andersson’un yarattığı bu akıp giden yapıya Tobias Strandvik ve Per Wiberg’in güçlü groove’larıyla çok iyi uyum sağladığını görebiliyoruz. Fikirleriniz istediğiniz kadar iyi, besteleriniz istediğiniz kadar kuvvetli olsun, yanınızda bu fikirleri hayata geçirecek sağlam müzisyenler olmadığı sürece herhangi bir adım atmak mümkün olmayacağından Andersson’un gayet şanslı bir adam olduğunu söyleyebilirim zira bu ikilinin performansı için tek bir kelime kullanacak olursam bu “SIKI” olur. Blues gibi icrası kolay gözüken ancak sağlam fundamentaller gerektiren bir tarz için gerek Strandvik, gerek Wiberg yüksek standartlardan aşağı hiç düşmemiş. Bu arada prodüktör koltuğunda da Wiberg var, yani karşımızdaki albüm tam bir Do-It-Yourself vakası.

Yavaş yavaş toparlarsam, hayır, The Search Goes On çok orijinal fikirlerle dolu ve bu tarz müziğe yenilik getiren bir albüm değil ancak müzikteki beğeni kriterlerinizde bir grubun ne kadar yenilikçi olduğu çok önemliyse zaten yanlış adrestesiniz zira Kamchatka’nın sunduğu şey bu değil. Aksine, Kamchatka müzikal yolculuğunda bu kez iyice gerilere gitmiş ve zaten kalp ve ruhtan oluşan bir müzik türüne kendi yorumlarını ve samimiyetlerini katmışlar ki benim için de önemli olan tam olarak bu. Cidden, youtube’da herhangi bir canlı performanslarını açın ve Andersson’un şarkı öncesi anonslarını, gözleri kapalı gitar çalışını, sololarda nasıl orada sanki başka kimse yokmuşcasına kendinden geçişini görün, bu samimiyete kim kayıtsız kalabilir ki? The Search Goes On da tam olarak bu yüzden benim için senenin albümlerinden ve Kamchatka da hayatıma son dönemde girmiş en özel gruplardan.

Bir şey beni üzüyor dostlar. Şu an etrafıma bakıyorum ve Kamchatka’dan daha iyi bir blues/jam/rock grubu bulmakta oldukça zorlanıyorum. Onlarsa adlarını duyurmakta, konser alanlarını doldurmakta, sosyal medyada fan sayılarını arttırmakta zorlanıyorlar. Müzikle ilgili pek çok şeyde olduğu gibi bu da çok adaletsiz ve benim için can sıkıcı bir şey, kim bilir onların nasıl canı acıyordur. Doğuştan gelen müthiş bir ses rengin olsun, gitar yeteneklerini günlük saatler süren çalışmalar sonunda oldukça üst seviyelere çıkar, seneler boyu çalış didin bir sürü akıl alıcı albüm yayınla, 40’lı yaşlarda halen barlarda “EVET ARKADAŞLAR 15 DAKİKA ARADAN SONRA TEKRAR SİZİNLEYİZ” demek zorunda kal, konser sonunda da paranı alabilmek için mekan sahibiyle/menajerle kavga et, sonra da götünü zor sığdırdığın minibüs bozması karavana bin ve bir sonraki şehre git. Aynı kaderi paylaşan birçok talihsiz grup var farkındayım, ancak bulmuşken gelin Kamchatka’yı bu kısır döngüden bir şekilde çıkaralım. Elbette Kamchatka’nın Türkiye’ye gelme ihtimali Glen Benton’ın imana gelme ihtimaline yakın olsa da, Kamchatka albümlerinin Türkiye’de bulunabilmesi düşüncesi iyi ihtimalle yüzlerde alaycı bir tebessüm oluştursa da, en azından dinleyelim, insanlara önerelim, hatta Facebook’tan vs. ulaşıp destek mesajlarımızı iletelim. Sonuçta bu adamlar biz olmasak ne yapar, örneklerini onlarca kez gördüğümüz üzere faturalarını ödeyemediklerinden –ÖHM Peter Lake, ÖHM Frank Mullen, ÖHM Daniel Dlimi- ilgilerini, mücadele güçlerini kaybederler, olan hem onlara hem bize olur. Kamchatka’nın da başına böyle bir şey gelmeyeceğini temenni ederek, hepinize iyi dinlemeler diliyorum.

8,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.55/10, Toplam oy: 33)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2014
Şirket
Despotz Records
Kadro
Thomas “Juneor” Andersson: Vokal, gitar
Per Wiberg: Bas, geri vokal
Tobias Strandvik: Davul
Şarkılar
1. Somedays
2. Tango Decadence
3. Coast To Coast
4. Son of the Sea
5. Broken Man
6. Pressure
7. Cross the Distance
8. Thank You For Your Time
9. Dragons
10. The Search Goes On
  Yorum alanı

“KAMCHATKA – The Search Goes On” yazısına 2 yorum var

  1. Cattle Bilmemne says:

    Normalde düşük not verilir, ahali o kadar umursamamış ki oylayan yok bu sefer.

  2. ismail vilehand says:

    son paragraf cidden duygulandırdı ancak Kamchatka’nın işi cidden zor. bu tarz popüler olmayan blues rock, stoner rock, psychedelic ve fuzz rock atarındaki grupların kaderi istisnalar hariç bir. benzer tarzlarda geniş kitlelerce bilinen gruplar; Clutch, Monster Magnet ve Fu Manchu gibi isimlerin dışına çıkamıyor maalesef. belki zorlasak bu seviyede bilinen, sevilen, aktif olan, olmayan 10 isim zor buluruz.

    metalciler zaten dünyanın en sığ dinleyici kitlesi olarak kendi sahnelerinde aktif olan ama farklı görünen adamlara bile katlanamayıp nefret methiyeleri düzerken, Kamchatka gibi metale uzak olan gruplara ne derece ilgi gösterebilirler bu komple meçhul. ki bu ilgisizliği Kamchatka gibi enfes bir grubun kritiğine tek yorum dahi gelmemesinden anlayabiliyoruz. kritikteki şarkılara bakıp “dinledim iyiymiş.” diyen bile yok. bu işe adım atmakta bile ürkek davranıyor benim çok fazla bilen metalci kardeşlerim. onun dışında dediğim gibi rock müziği bu yanı sadece “meraklısına” hitap ediyor.

    bu “meraklısına” hitap etmesinin artı yanı ise benzer tarzlarda az grubun çıkıyor olması. bu yüzden çoğu iyi.

    para pul şan şöhret yok, çaldığın yere göre akşamları seks yapabilme ihtimalin muallakta, sarhoş kafayla bamya çüke 31 çektirme ihtimalin çok yüksek, tüm bu risklere rağmen hala bu müziği yapan adamlar bence gerçek müzisyenlerdir. ki belli de oluyor. az önce dediğim gibi benzer tarzlarda kötü grup bulmanız çok zor. misal ben benzer tarzdan 20 grup dinlesem 2-3 tanesine zar zor kötü derim yani.

    bu ve yakın tarzdaki grupları ölene kadar dinleyip sıkılmayacak bir dinleyici olarak bu durum beni ciddi anlamda üzüyor ama yapacak bişey yok. albümdeki her şarkıyı seviyorum ama favorilerim Tango Decadence, Son Of The Sea, Broken Man ve Cross The Distance. dinleyin amına koyim.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.