# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
PAIN OF SALVATION – Remedy Lane
| 23.07.2009

“İnsan” olmaya mahkûm olmak üzerine bir başyapıt.

Prematurity is the story of both you and me…

İnsan kalbinin mi yoksa aklının mı izinden gitmelidir? Bu herkese göre farklı cevabı olan basit görünümlü bir soru, çoğu için basit de, ama bazen bu soru bir insanın tüm hayatını özetleyebilecek kadar değer kazanabiliyor, anıların geçmişine çıkılan bir yolculuğun en önemli parçası olarak…

Metal ya da progresif müzikle az ya da çok bir süre yakın olarak ilgilenmiş hemen hemen herkesin en az bir kaç kez duyacağı bir isimle karşı karşıyayız, PAIN OF SALVATION. 2000′lerin PINK FLOYD’u, 2. sanatın en asilleşmiş hâli, günümüz progresif metalinin en başarılı temsilcisi (”Ama DREAM THEATER?” diyenlerin ağzına vurmak için elimde budaklı meşe odunu tutuyorum) kalıplarına, utanmadan, hunharca addedebileceğimiz grubumuzun 2002 çıkışlı dördüncü stüdyo albümü “Remedy Lane”, bir adamın duygusal anlamda kendini arayışını, özgürlüğün ne olduğunu anlamaya çalışmasıyla, geçmişine ve iç dünyasına yaptığı uzun, ancak ilginçtir ki bir o kadar da kısa olan yolculuğunu anlatıyor. Albüm diğer tüm PAIN OF SALVATION albümleri gibi konsept bir yapı izliyor. Bu bağlamda hikâyemiz bir kart evi üzerine kurulu, daha doğrusu, zaten kurulmuş olan bir kart evinin nasıl yavaş yavaş çöktüğü üzerine. “Remedy Lane” ilhamını genel olarak, PAIN OF SALVATION ‘ın kurucusu, beyni, gitaristi, vokalisti, bestekârı, söz yazarı, albüm kapağı tasarımcısı, DVD tasarımcısı, konsept yazarı, prodüktörü ve daha pek çok vasfın sahibi olan Daniel Gildenlöw’ün (kendisine yazı devamında Danny G. olarak hitap edeceğiz, evet askerlik arkadaşım ondan böyle sesleniyorum tertibe) hayatında, kendi deyimiyle ”özgürlüğünü ne olduğunu anlamaya çalıştığı” bir döneminden ve eşiyle olan duygusal ilişkisinden almakta. Albüm müzikal olarak grubun “One Hour by the Concrete Lake”den beri kullandığı ve PAIN OF SALVATION’ın karakteristik bir özelliği olan ”ana melodi” mantığı üzerine kurulu. Müzikal olarak albüm bu her şarkıda dikkatle dinlediğinizde kolayca çıkarabileceğiniz melodi üzerinde ilerlemekte. Albümün karanlık ve fazlaca duygusal havasını veren en önemli etkenlerden birisi de bu melodinin kompozisyonun en önemli parçalarından birisi olmasına dayalı.

Konsepti biraz daha açarsak, ana karakterimiz, başrol oyuncumuz ve anlatıcımız gözlerini Macaristan’da, Budapeşte’nin soğuk bir otel odasında açar, birisi daha vardır yanında, omuzlarını izlemektedir, bu hayatını birleştirdiği, iki yarımın bir araya gelerek oluşturduğu bütünün diğer yarısını… Ama aklındaki soru, neden buradadır? Nasıl gelmiştir, neden gelmiştir, tüm bu sorular onu pek çok kez yaşadığı sona tekrar götürecektir, tekrar, acı ve mutluluğun aydınlattığı, ışık olduğu bir yoldan o anılar mezarlığına gidecektir, pek çok şey, çok fazla şey bulacağı ve onu tekrar tekrar hayatıyla yüzleştirecek olan yere… Daha çocukluğunda tanıştığı aşk ve onun en önemli parçaları olan sevgi – tutku – seks – sadakat çevresinde hayatındaki en önemli insanla arasındaki oldukça derin ilişkiyi son bir gayretle çözmeye çalışmakta, her hatırladığı parça, her yerine koyduğu kare daha fazla canını yakmakta. Geçmişe bakıp nasıl bugün hala onunla aynı yatakta uyuduğuna anlam vermeye çalışmaktadır. Tek bildiği, sadece hâlâ içinde hissettiği o sıkışmışlık hissidir, gözlerini hafifçe kapatır, önünden bir şeyler geçmektedir, koca bir hayat, tekrar yaşaması gereken…

Albüm teknik yapı konusunda diyebileceğim ise “Remedy Lane” bir progresif müzik albümüne göre genel yapıda oldukça sade bir hava çiziyor. Zaten kimsenin PAIN OF SALVATION’dan zaten öyle ”zizuuvuv ciccucvuv jvvvjtjtjtj vududjdjtjt” tarzı garip sesler çıkaran şarkılar, bir yerden sonra power metale kayan gitar – klavye partileri ya da Super Mario’ya fon müziği olacak sololar beklemiyordur sanırım. Ama buna rağmen albümün enstûrmental yapısı oldukça ince ve kaliteli bir şekilde işlenmiş durumda. PAIN OF SALVATION’ın müzikal tarzını az çok bilen herkes grubun diğer metal gruplarının aksine gitar ve rif tabanlı çalışmadığını bilir sanırım. Daniel Magdic’in gruptan ayrılması ve Danny’nın grubu tamamen kendi rotasına oturtmasıyla, “The Perfect Element” döneminde yavaş yavaş oturan bu müzikal anlayış PoS’un aynı zamanda en özgün karakteristik özelliklerinden birisini oluşturmakta. Ama bu konuda da boş olmaması ayrı bir artı, gitarın sadece ritim tutmak, power chord basmak ya da solo atmaktan ibaret olduğunu düşünen pek çok gitariste ders olacak nitelikle yazılmış rifler, parçaları tek bir enstürmana değil tüm enstrümanların o duygu yüklü ve ironik uyumu üzerine kuran bir yapıya sahip. Özellikle davul ve klavyelerin hakkını vermek gerekiyor. Her albümde oldukça kaliteli performanslar ortaya koyan Johan Langell ve Fredrik Hermansson’ın yine ortaya tüm davulcu ve klavyecilere örnek olacak bir iş sunuyor, ki bu adamların zaten enstürmanlarında hem teknik hem de duygu anlamında virtüöz olduklarını hatırlarsak pek şaşılacak bir durum değil. Johan’ın aksak ritimleri, sade ama etkili davul tekniği ve Fredrik’in albüme o duyguları yönlendiren ironik havasını veren klavye dokunuşlarının arasına Kristoffer’ın derin bass anlayışıyla Johan Hallgren’in şarkıların yapılarına oldukça uyumlu solo tekniği ve bir geri vokalden duyulabilecek en uyumlu armoniye sahip sesi girince, tabii ki kaptan koltuğuna da oturan Danny’nin hem şarkı sözleri hem beste konusu ve özellikle kanımca gösterdiği en iyi vokal performansını “Remedy Lane”de ortaya koymasıyla, “Remedy Lane” dinleyiciye vaadettiği tüm duyguları, hisleri en küçük halkasına kadar yaşatabilecek kadar canlı ve güçlü bir albüm hâlini alıyor. Ama yine de atlanılmaması gereken bir nokta, albümün progresif bir yapıda olduğu ve ”bir iki kez dinledim tamam” diyerek üzerine yorum yapılmayacak kadar derin katmanlara ayrıldığı gerçeği. PAIN OF SALVATION’ın bir karakteristik özelliği daha olan ”duygusal olarak progresiflik” ön plana çıkmakta. Pek çok insanın kafasında ön yargı olarak yer edinmiş ”progresif müzikte duygu yoktur” düşüncesini zaten her albümünde tekrar tekrar sorgulatan ve bir çok insanın aklından silen grubumuz, “Remedy Lane”de bir tabuyu daha yıkmaya hazırlanıyor.

Albüm bir bütünü oluşturuyor olmasına rağmen ilginç olan kısmı da bu konuda dinleyiciden de bir çaba beklemesi. Sadece albümü dinleyerek ve hangi parçaları olduğuna bakarak tüm konu kavranmamakta, albüm kitapçığında yazan kimi bilgilere ve ekstra şarkı sözlerine de bakmak ve tabii albümün bonus şarkısı olan Thorn Clown’ı da dinlemek gerekiyor. Bu açıdan baktığımızda, albüm kimi yerlerde dinleyiciye nadiren komposizyon eksikliği çekiyormuş gibi gelebilir. Tabii herkese göre değişecek artı – eksi kavramı da mevcut. Yine de işin süprizini kaçırmamak için elimden geldiğince konsept hakkında bilgi vermek istemiyorum, oldukça zevkli bir keşfetme aşaması var dersem yeterli bir neden olur sanırım.

Bir fırtınayı andırıyor “Remedy Lane”, içinde çok fazla şey olan bir fırtına, bu fırtına öncesi son kez esen bir rüzgârla başlıyor, Of Two Beginnings. Olacakların habercisi, sadece haberci, tüm albüme yayılmış o depresif ve duygusal yapıyı bir anda keder ve öfkeyle birleştiren bir haberci, hemen ardından ise fırtına kopmaya başlıyor, hem de en güçlü yerlerinden biriyle, Ending Theme, en kaliteli doom metal grubunun bile en iyilerine girebilecek kadar acıklı ve depresif melodilere sahip, bir o kadar da duygusal, ama biz o sırada aslında burada ne aradığımızı bilmiyoruz… Bunu sorgularken, bu fırtınanın içindeki en acı şeyle karşılaşıyoruz, anılar mezarlığının en küçük çukuruna geliyoruz, bizi bekliyor orada A Trace of Blood, sessiz ve derinden… Beyond the Pale ise mezarlığın çıkış kapısı, aslında tekrar bizi giriş kapısına yönlendirecek olan… Ve yine tekrar bu kapıdan sokacak olan… Hayatın en buruk özetlerinden biri olan son sözüyle Beyond the Pale, alışılması, hazmedilmesi, daha doğrusu hikâyedeki yeri olmayan, hikâyenin tamamen, kanlı canlı hâlde kendisi olan, kaldırılması zor yapısıyla bir hayatın tüm yönlerini, nerde ve nedenlerini resmetmiş bir ilişkinin buruk özetini bize sunmakta. Artık “Remedy Lane”in, bu anı mezarlığının sonuna geldiğinin farkında…

İşlenmiş en buruk duygularının uçurumunda gözleri yaşlı biçimde sallanan bu ”şey”… Çünkü… Artık kahramanımız biliyor, neden tekrar burada, O’nun omuzlarını izlerken gözlerinden tüm hayatının tekrar dönüp dolaşan bir özeti geçiyor, çünkü bu artık son, sonu hep kaçıran bir adamın en sonunda ona ulaşması. Özgür olmanın birine bağlı olmak mı demek olduğu, işte tüm ironiyi gözler önüne seren de, Macaristan’ın bu ücra ve soğuk yerinde aklını mı yoksa kalbini mi takip etmesi gerektiğini bilemeyen, özgürlüğü hangisinde, mutluğuğu kimde ya da nerede bulabileceğini anlamak isteyen bir adamın son çağırısı, hayatını adadığı kişinin aslında onun gözünde tam olarak ne olduğunu, her şeyi öğrenmesi, anlaşılmadığı gerçeği, gözlerinin içine bakarak tüm pişmanlıklarına O’nu bulmasını sağladıkları için teşekkür ettiği kişinin gözlerinde bir başkasını görmesi… Her şeyi anlamaktan, bundan korkması ancak aynı zamanda mutlu da hissetmesi. Gözleri pıhtılaşmış kan parçalarının bir hücre gibi doldurduğu, aslında gözlerine değil, ta kendisine hapsolduğu bir yer “Remedy Lane”. Aldatılmanın, sadakatin, mutluluğun, acı ve hüznün, hepsinin karşısına ”işte senin alacağın bu, vereceğini ise, biz onu zaten almıştık” dercesine önüne sunulması. Hafifçe yataktan kalkması, taksinin kapısını yavaşça açıp taksiciye parayı ödektikten sonra, artık ağlamaktan bile korkan, ağlamamak için ağlayan gözleriyle O’nun gidişini izleyen bir adamın son düşünceleri, bundan sonra ne yapacağını bilmeden, ”neden, nasıl, niye” diyemeden, bir insanı değil, iki insanın oluşturduğu bir bütünün nasıl parçalandığını gözler önüne sererken bizim onu sadece gözleri altındaki morluğunun dikkat çekmesiyle dönüp bir iki saniye bakmamızla, bir saniye sonra da unutacağımız biri olacağı gerçeği, aslında biz, aslında bizim de olacağımız, olduğumuz, hep istediğinden çok daha fazlası olacağını bile bile devam eden, ruhunun sesini gözyaşlarını içine dökerek susturacak olan, çok yakın, bir o kadar da soğuk, uzak, bir o kadar da sıcak bir hikâyeyle gelen, kabul edilemez bir şeyin değil, kabul etmeyen birinin olacağını, kurtuluşun o iç yakan acısının özgürlüğe bulanmış, ucu belki sevinçle, belki kederle yırtılmış bir resim olarak farklı ruhlara hep O’nun en karanlık renklerle ışıltı içinde boyayacağı, hepimizin istediğimizden çok daha fazla insan olacağı…

We will always be so much more human then we wish to be…

Umut KARAGÖZ

9,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.45/10, Toplam oy: 106)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2002
Şirket
InsideOut
Şarkılar
01. Of Two Beginnings
02. Ending Theme
03. Fandango
04. A Trace Of Blood
05. This Heart Of Mine
06. Undertow
07. Rope Ends
08. Chain Sling
09. Dryad Of The Woods
10. Thorn Clown [Japanese bonus]
11. Remedy Lane
12. Waking Every God
13. Second Love
14. Beyond The Pale
  Yorum alanı

“PAIN OF SALVATION – Remedy Lane” yazısına 21 yorum var

  1. Serj Efe says:

    sitede okuduğum en doyurucu kritiklerden birini yazmışsınız, elinize sağlık.

    yazının bir bölümünde opeth’in watershed’ine bir dokundurma var gibi geldi lakin, neler düşünerek yazdığınızı bilemediğimden bir benzetme olarak dikkate aldım.

    tekrar elinize sağlık.

  2. Imm, kritik çok hoş, ama macaristan’da otel odasında aynı yatakta hala yatabildiği dişi, esas erkeğimizin hikayesindeki esas kız değil. Orada bir hatalı bilgi var. Sziget’ten kaldırdığı bi hatundu yanılmıyorsam.

    (albümü hiç dinlememiş biri kritik üzerine gelen bu yoruma “albüm mü kritik ediyosunuz, pembe dizi mi anlatıyosunuz” dese şaşırmam bu arada :)

  3. Cüneyt Altar says:

    açıkçası biraz gereksiz yere uzun olmuş. albümde keşfedilcek birşey kalmamış, heyecan bırakmamış bir yazı. bence bir albüm için bu kadarda uzun yorum yapılmamalı. gerçekten okurken sıkıldım, bir an albüm yorumu değilde kitap okuduğumu sandım. ne gerek varki. bunun yarısı kadar ama albüm hakkında daha bilgilendirici bir yazı yazılabilirdi. neyse benim görüşüm ama ben cidden sıkıldım okurken

  4. liveinflames says:

    Dürüst olmak gerekirse “Gözleri pıhtılaşmış kan parçalarının bir hücre gibi doldurduğu, aslında gözlerine değil, ta kendisine hapsolduğu bir yer “Remedy Lane”” tarzı cümleler beni inanılmaz bayıyor ki bu yazıda fazlasıyla kullanılmış. Okumadan geçesim geliyor direk, hatta geçiyorum yani.

  5. like fire says:

    progresif dinleyicileri potansiyel şair/yazar’dır :) dolambaçlı anlatımı sevmesem de eline sağlık. herkesin tarzı farklı tabii. eline sağlık.

  6. b says:

    Edebiyat hastası bir Daniel Gildenlöw’ün yarattığı albüm de edebi oluyor ve dinleyen kişi de bunun içerisinde şiirsel birşeyler yakaladıysa sonuçları da böyle edebi yansıyor bize. :) Bu albüm hakkında çok yazı okudum ama en kapsamlısı bu diyebilirim. Bir hikaye anlatan albümler hikaye gibi anlatılmalıdır bunun başka bir açıklaması olamaz. Hangi tarz sözcükler/cümleler kullanılırsa kullanılsın. Tebrik ederim.

  7. The Perfect Element’ten sonraki en iyi POS albümüdür.Kritik de oldukça kapsamlı olmuş,teşekkürler…

    Berker İlhan

    @Ubeydullah İndiroğlu, Perfect Element’ten sonraki en iyi albümü olduğuna katılıyorum. Ayrıca Macaristan’da uyanıp yatağında gördüğü kız eşini aldattığı bir kız diye biliyorum bu noktada bir hata var :)

  8. sop says:

    undertow denen şarkı hayatımda duyduğum en kötü parçalardan biri bu albümdeki..

    Rust in Peace.

    @sop, şu yorumu her gördüğümde sinirleniyorum arkadaş. Umarım trolldür

  9. blackroseimmortal says:

    “klavye partileri ya da Super Mario’ya fon müziği olacak sololar beklemiyordur sanırım.”

    disko kuyiiiinn vuuuhuuuuu diskoooo kuyiiiiiin vuuuuhuuuuuuuu

    illuminati

    @blackroseimmortal, nick-entry uyumu. adam kırılmış beyler, bok atmayın iki süper gruba.

  10. hakan says:

    this heart of mine diyorum abiler ya.yutkunduruyor,feci yapıyor beni.kötü hissettiğim bir anda beni ağlatırlar lan öle bişi,evet.

  11. saw you drown says:

    A trace of blood en iyi pos şarkısı.İmago dan sonra tabi.Bu albümde en iyi pos albümü be’ den sonra.)

  12. beterin bateri says:

    en sevdiğim pos albümü. be, tpe ve entropia’nın bi tık üstündedir kanımca. pos dinlemeye bu albümle başlanabilir. hem prodüksiyon kalitesi hem de ilk şarkıların kolay hazmedilişi, başlama sebebi olabilir.

  13. Salata says:

    Bu grubu bir türlü sevemedim. Rope Ends’i dinleyip bir ”hmm” diyip grubun albümlerine dadandım fakat ”Fandango” şarkısındaki melodi ve vokallerde falan kulaklarım kanadı acı çektim bildiğin. Bu grupta ne var bu kadar hala anlayamadım..

  14. killyourselfchuck says:

    hayatımda dinlediğim en güzel konsept albüm budur.

    lafı uzatmanın pek bir anlamı yok… 10/10

  15. Johan Langell’in bu albümdeki davulculuğu cidden açıklanamaz bir şey. Progresif metal tarihinin en görkemli davulculuklarından biri bence.

    Ayrıca sitede bulunan tüm konuk yazılar içinde keşke bunu ben yazsaydım diye düşündüğüm tek albüm.

  16. Rust in Peace. says:

    Kaç senedir şarkı dinliyorum ve abartısız söylüyorum bunu, beni Undertow kadar parçalayan, yerden yere duvardan duvara vuran şarkı yok. Yanına yaklaşabilen bile yok. Aşırı sevdiğim, hissettirdikleri yüzünden bir o kadar da nefret ettiğim bir şarkı, o yüzden nadiren dinliyorum. Aklıma geldi dinleyeyim dedim, bunları yazdırdı.

    Çok iyi

    @Rust in Peace., KESINLIKLE COK HAKLISIN ! COK IYI BEEE

    Yiğit

    @Rust in Peace., ben de geçen dinledim hiç sarmadı nedense. Yine de bu albümü aşırı seviyorum.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.