Neurosis adeta bir kötü gün dostu ve alacakaranlığın iki yüzü gibi bir müziğe sahip.
Güzel bir gününüzde dinlediğinizde, düşünmediğiniz sıkıntılarınızı açığa çıkarıp zihninizi umutsuzlukla perçinleyebilir; kötü bir gününüzde dinlediğinizde ise günün ağırlığını üstünüzden atabilir, ezikliğinize son vererek dertler karşısında dik durmanızı sağlayabilir.
Neurosis şimdiye kadar dinlediğim en ağır müziklerden birini yapıyor. Fakat bunu yaparken ne yüksek gain’li gitarlara ne de 6. telin 0. ve 1. perdelerinin kaba gücüne dayanıp chuga chuga’larla yapıyorlar. Onların “ağırlığı” çok daha farklı bir yerden, yoğunluktan geliyor.
Müziğin katman katman örülmüş derinliğinden. Gitarlar, klavyeler, yaylılar, sample’lar ve diğer albümlerinde de kullandıkları nice enstrümanlarla Neurosis, belki de dinleyebileceğiniz en yoğun ve ezici müziklerden birini yaratıyor.
Times of Grace’te müziklerine kattıkları daha sakin anlarla daha olgun bir hâle gelen grup, A Sun That Never Sets’te bu olgunluğu bir adım daha ileri taşıyor. Şarkılara eklenen neo-folk elementleriyle daha fazla sakin anlara yer veriliyor, böylece gerilimi çok daha güçlü kurup patlama anlarını daha vurucu şekilde dinleyiciye aktarabiliyorlar.
Falling Unknown ve Stones From the Sky gibi epik parçalar bir yana, Neurosis standartlarına göre oldukça kısa olan albüme adını veren şarkıda bile grubun o görkemli hissiyatını sonuna kadar yaşatabildiğini görüyoruz.
13 dakikalık heybetli Falling Unknown’da ise sonrasında büyük ihtimalle Mastodon’a ilham kaynağı olmuş çoklu vokal kullanımına şahit oluyoruz. Grup çoklu vokali armonilerle kullanarak olaya farklı bir boyut kazandırıyor.
Swans’ın tekrar eden riff yapılarından ve büyük duyulan davullarından etkilendiğini bildiğimiz Neurosis, A Sun That Never Sets’te, Children of God’ın yanında o dönemde görece daha yeni olan White Light from the Mouth of Infinity’den de besleniyor. Melodik olarak zenginleşen müziklerinin üstüne bir de kapanış şarkısında Michael Gira’yı andıran vokallerle diskografilerinin en duygusal anlarından birine imza atıyorlar.
Neurosis’in müzikal olarak ne kadar buhranlı ve derin bir müziğe sahip olduğu grubu dinlemeyenlerin bile bildiği bir durum. Fakat bence bu depresifliği, boğuculuğu ve yoğunluğu bir adım ileri taşıyan şey söz yazarlığı. Aslında tematik olarak pek de duygusal olmayan sözler, grubun görselliği ve müzikalitesiyle öyle iyi örtüşüyor ki eser her perspektiften değer kazanıyor.
Söz yazarlığında çeşitli kültlerden, mesela The Tide’da Atlantis efsanesinden; From Where Its Roots Run’da ise Pagan mitolojisinden bahseden grup, bu olayları birer kahramanlık veya aydınlanma öyküsü olarak değil de yıkım, kaybolmuşluk ve acı üzerine sembolize ediyor. Bu tematik yaklaşım da tribal ve ritüelistik müzikal karakterle bir araya gelince dinleyiciye adeta bir cenazede bulunuyormuş hissi veriyor.
“Where are they now?
They are gone
I saw them run
Run to the sea
Under the waves
All has been said”
Neurosis neresinden tutarsanız tutun, size negatif hisler ve düşünceler bulaştıracak bir zihinsel rahatsızlık. Hayatının en kötü ve en zorlu dönemlerinden geçen bendeniz, bu müzikle farklı hissiyatlara bürünebiliyorsam eminim gözden kaçırdığım daha nice detaylar vardır çünkü bu duyguların tefsiri bir sayfalık yazıyla açıklanabiliyor olamaz.
Öne Çıkan Parçalar: The Tide, From the Hill, A Sun That Never Sets, Falling Unknown & Stones From the Sky
Kadro Scott Kelly: Vokal, gitar
Steve Von Till: Vokal, gitar
Dave Edwardson: Bas
Noah Landis: Klavye, sample'lar
Jason Roeder: Davul
Konuk:
Kris Force: Keman, viola
Şarkılar 1. Erode
2. The Tide
3. From the Hill
4. A Sun That Never Sets
5. Falling Unknown
6. From Where Its Roots Run
7. Crawl Back In
8. Watchfire
9. Resound
10. Stones from the Sky
“Their voices are free
Free from the sun stare
Free from the noise
Of lost souls…”
Neurosis’in en sevdiğim albümü. Hislerimi kelimelerle tarif etmem çok zor, 10 puan basıp geçiyorum o yüzden.
NEUROSIS acimaz yetime, dehsetul vahset bir album.
Son bahara çok yakışan bir albüm oldu. Daha önce dinlememiştim, elinize sağlık TanSolo