Metal dediğimiz bu müziğin diğer müzik türlerinden pek çok farkından biri, metalin çok sayıda farklı duygunun eşlikçisi olabilecek alt bileşenler barındırması ve bu sayede insanın belki de her tür anına, anısına fon müziği olabilmesi. Bu müzikten güç de alabilirsiniz, onunla kederlenebilirsiniz, eğlenebilir, coşabilirsiniz. Böyle olunca da metal dinleyiciler için sadece bir müzik olmaktan çıkıyor ve bir eşlikçiye, güç kaynağına, manevi bir dosta dönüşüyor. Bu da bu müziğe emek veren insanların dinleyici kitleleri tarafından çok fazla sevilmesini, benimsenmesini, içselleştirilmesini beraberinde getiriyor. Bu yüzden Trevor Strnad veya Riley Gale öldüğünde uzaktaki bir arkadaşımız; Chuck Schuldiner veya Dimebag Darrell öldüğünde bize yıllardır manevi destek veren abimiz; Dio, Lemmy, Ozzy öldüğündeyse hiç tanışamadığımız ama varlığından güç aldığımız babamız ölmüş gibi hissediyoruz.
Bu aralar ölüm kavramının yakınlarında dolaşıyorum. Hayatta en sevdiğim insanlardan biri olan anneannem çok hasta ve uzun bir süredir ertesi gün nerede olacağımızı, ne yapacağımızı bilemeden yaşıyoruz. Güçlü kalmaya devam ediyoruz, ama süreç zorlu. Özellikle geceler çok zor geçebiliyor, hiç uyumadan sabahladığımız oluyor. Bazı günler öyle şeyler oluyor, anlık acil durumlardan ötürü odadan odaya öyle koşuşturmalar yaşanabiliyor ki, tüm gün evden hiç çıkmadığım bir günde bile telefonumdaki adım sayar uygulamasında 10.000 adıma yaklaştığımı görebiliyorum…
GOJIRA konseri sırasında sahnede mavi ışıklar belirdiğinde, “The Way of All Flesh”in kapak rengini hatırlattığından dolayı arkadaşımla “acaba ‘Art of Dying’ çalarlar mı?” diye konuşuyorduk ki, grup arka ekrana balina silüetlerini verip “Flying Whales”e girdi. Şarkının başındaki distortion’sız sakin kısmı çalmalarının ardından, tam distortion’ı verip 17.000 kişiyi birbirine katmaya hazırlandıkları anda Joe mikrofona gelip Ozzy Osbourne’un ölüm haberini aldıklarını söyledi. Daha iki buçuk hafta önce BLACK SABBATH’ın veda gecesinde sahne almışlar, Ozzy’yle aynı sahneyi paylaşmışlardı. Dolayısıyla onlar için daha da farklı bir üzüntü olduğu açıktı. Bu haberin ardından, zaten son dönem konserlerinde çaldıkları BLACK SABBATH cover’ını da daha bir hissederek çaldıklarını tahmin ediyorum.
“Diary of a Madman”e geçmeden önce son olarak ben de birkaç kelâm edecek olursam, ailemi saymazsam hayatındaki en önemli manevi desteği bu müzikten alan, bu müziğe adeta bir inanç sistemi gibi yaklaşan bir insan olarak tüm bunların başlangıcı diyebileceğimiz BLACK SABBATH’ın ve Ozzy’nin yaptıklarına ne kadar saygı duysam az. Bugün dinlediğimiz, hakkında konuştuğumuz, incelediğimiz ne varsa hepsinin içinde BLACK SABBATH’ın, Ozzy’nin, Tony’nin, Geezer’ın, Bill’in zamanında ektiği tohumların etkisi ve hatırı var. Bu yüzden onlara daima minnettar olmaya devam edeceğiz.
Ozzy’nin de yaşadıklarını, başka kimse yapmazken yaptıklarını, belli konularda zorladığı sınırları düşündüğümüzde, bu yaşa kadar nasıl hayatta kaldı açıkçası ben de şaşkınım. Ama iyi ki de kaldı, iyi ki dayandı, ne yaptıysa iyi ki de yaptı. Kendisini hayatımda bir kez gördüm, o da 2010 yılında Kuruçeşme Arena’da verdiği konserde, epey önlerden. Bu yüzden kendimi şanslı hissediyorum.
Her şey için teşekkürler Ozzy; iyi ki vardın, müziğinle hep de var olacaksın. Şimdi gel, ben daha 6 aylık bir bebeyken çıkardığın ikinci solo albümünden bahsedelim.
1977 sonlarında Ozzy Osbourne babası tarafından önerilen BLIZZARD OF OZZ adlı projesi için üç aylığına BLACK SABBATH’tan ayrılmış, ardından Tony, Geezer ve Bill’in “olm nabıyon aq ya?” demesi üzerine BLACK SABBATH’a geri dönmüştü. Ozzy’nın sonradan dediğine göre “aslında hepsi aynı oranda uyuşturucu ve alkol kullanıyor olsa da” Ozzy’nin kullandığı miktarlar diğer BLACK SABBATH üyelerine battığı için, Toronto’daki uzun, çileli ve aşırı dumanlı bir kayıt süreci sonunda ortaya çıkan “Never Say Die!”ın ardından BLACK SABBATH Ozzy’nin birtakım şeyleri abarttığını, ipin ucunu kaçırdığını düşünerek Osbourne’la yollarını ayırmıştı.
Üç ay boyunca suyunu bile kokainle içen, kovadan kubardan aklı başından giden Ozzy, sonra kendine gelip ilk solo albümünü kaydetmiş ve plak şirketinin telkiniyle proje adını albüm adı olarak kullanarak OZZY OSBOURNE adı altında solo kariyerini başlatmıştı. “Blizzard of Ozz”da “Crazy Train” ve “Mr. Crowley” gibi iki klasiğe imza atan Ozzy, Rhoads, Daisley ve Kerslake, hemen bir yıl sonra da ikinci albüm “Diary of a Madman”i ortamlara salmıştı.
Kısa sürede efsane olan Randy Rhoads’un bu albümün hemen ardından 1982’de elim bir kaza sonucu ölmesi, davulcu Lee Karslake’in 2020’de prostat kanserinden hayatını kaybetmesi ve Ozzy Osbourne’un da aramızdan ayrılmasından dolayı şu anda sadece basçı/besteci Bob Daisley’nin hayatta olduğu kadro, “Diary of a Madman”de de başarılı bir işe imza atmış ve “Blizzard of Ozz”daki iki dev hit kadar olmasa da yine pek çok başarılı şarkıyla yola devam etmişti.
Ne var ki albümün büyük kısmını yazdığını iddia eden Daisley ve Karslake albüm kaydında yokmuş gibi davranılmış ve basların Rudy Sarzo, davulların ise Tommy Aldridge tarafından çalındığı yazılmıştı. Bu konu onlarca yıl süren davalara konu oldu ve bir sürü tartışmaya yol açtı. Bahsedilmesi gereken diğer bir konuysa, Ozzy’nin “Blizzard of Ozz”un ardından hemen tekrar turneye çıkabilmesi adına albümün sadece bir ayda kaydedilip hazır hâle getirilmiş olmasıydı.
Ozzy Osbourne’un otobiyografisinde “en sevdiği solo albümü” olduğunu söylediği “Diary of a Madman”in en çok öne çıkan ve bilinen şarkıları “Over the Mountain” ve “Flying High Again”. Özellikle ikincisinin, adından dolayı Ozzy’nin uyuşturucu kullanımından bahsettiği düşünülse de aslında Ozzy Osbourne’un da ifade ettiği üzere kendisinin BLACK SABBATH’tan ayrılmasının ardından kariyerinin bittiğini düşünmesine rağmen solo kariyerinde de başarılı olmasından ve tekrar yükselişe geçmesinden bahsediyor. Tabii “duyduğum seslerin renklerini yutuyorum” gibi bir ifade kullanınca, bazı keyif verici maddelerden bahsettiğinin düşünülmesine çok da şaşırmamak lazım.
Albümde Randy Rhoads’un ders diye okutulması gereken soloları, çok lezzetli bas yürüyüşleri, dinamik davullar ve Ozzy’nin aynı anda hem sıcak hem de tekinsiz gelebilen ses rengiyle yansıtılan tam bir seksenler havası var. Bestelerle ilgili olarak ilk söyleyebileceğim bana kalırsa “Diary of a Madman”in ilk albüme ve üçüncü albüme kıyasla dinledikçe daha çok sevilen şarkılar içeriyor olduğu. Dümdüz baktığınız zaman, evet bu albümde bir “Crazy Train” veya “Mr. Crowley” yok. Hatta “Bark at the Moon” da yok. Spotify’daki dinlenme sayılarına bakınca, bu albümdeki tüm şarkıların toplam dinlenme sayısı 120 milyonken, sadece “Bark at the Moon” şarkısı 154 milyon dinlenmiş. Ne var ki bu albümün dinledikçe sizi içine alması gibi bir durum var.
“Gitar üzerinde her şeyi yapabiliyordu ve ona sahip olduğum için çok şanslıydım. Yeteneği, benim kulağa daha iyi gelmemi sağladı. Kendi sesimi özellikle sevmiyorum ve insanların özellikle şarkı söylememi neden istediğini de bilmiyorum.”
Ozzy’nin bu şekilde özetlediği Randy Rhoads’un son kaydı olan albümde, DIO şarkıları gibi sakin başlayıp sonra hareketlenen “You Can’t Kill Rock and Roll”, bence hakkı tam olarak verilmeyen enerjik ve çok akılda kalıcı “S.A.T.O.”, sonundaki 1 dakika 40 saniyelik nefis Randy Rhoads solosuyla kendini ayrı bir yerde konumlandıran power ballad “Tonight” gibi çok lezzetli şarkılar var.
Tabii bir de albüme adını veren ve Ozzy Osbourne’un solo kariyerinin en iyi şarkılarından biri olan kapanış şarkısı var. Bu şarkının girişindeki tekinsiz gitar arpeji ve tonu, 1981’den bu yana sayısız grup tarafından defalarca kopyalandı ve benzerleri defalarca karşımıza çıktı. Tamamen alakasız bir türden örnek vermem gerekirse enstrümantal teknik/progresif metalden bile örnek verebilirim. Albümün temasını da oluşturan sözleri, yaylıları, son 1,5 dakikasında bu arpejin tekrar girmesi ve üzerine atılan solo, 2021 yılında aramızdan ayrılan Louis Clark’ın yaylıları, koro vokalleri ve adeta bir klasik müzik parçasıymışçasına düzenlemeleri ve senfonik yapısıyla her anlamda kusursuz bir kapanış şarkısı ve kusursuz bir şarkı. Her türlü, kılçıksız, sabaha kadar 10 üzerinden 10.
Böyle baktığımda albümdeki her şarkıda bir dolu güzellik olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Çok lezzetli gitarlar barındıran “Believer”, şimdiye dek adını anmamış olsam da albümün en iyi şarkılarından biri ve Randy Rhoads’un neden bir mucize olduğunu gösteren dokunuşlarla dolu. Solosunu dinlediğinizde göreceğiniz üzere Rhoads’un tarzı Eddie Van Halen’a oldukça benziyor, hatta Van Halen’ın 1982’deki bir röportajında Rhoads’la ilgili olarak “bildiği her şeyi benden öğrendi” ve “benim yapmadığım herhangi bir şey yapmıyor” gibisinden küçümseyici ifadeleri de var. Ama sonuç olarak Randy Rhoads’un nasıl bir efsane olduğu ortada, o yüzden bu konuları çok deşmeyelim. Güzel taraftan bakarsak, aramızdan genç yaşta ayrılan diğer bir metal efsanesi Dimebag Darrell’ın da Randy Rhoads’la ilgili olarak “Benim için Eddie Van Halen heavy rock and roll’du, ama Randy heavy metaldi” demişliği var. Hatta Dimebag PANTERA şarkılarında duyduğumuz iki track üst üste kaydedilmiş solo olayını da Rhoads’dan esinlenerek kullanmaya başlamıştı. Konuyu buraya neden getirdim, çünkü “Believer”ın solosunu ve Randy’nin gitar tonunu dinlerseniz, PANTERA’nın yıllar sonra “Cowboys from Hell” albümündeki lead gitar tonu ve Dimebag’in solo tarzının ilham kaynaklardan birini (diğeri de EVH) açıkça görebilirsiniz.
Böylece her şeyin olduğu gibi bu incelemenin de sonuna geliyoruz. Ozzy’nin de sonuna geldik, BLACK SABBATH’ın da, MOTÖRHEAD’in de, RUSH’ın da… AC/DC’nin de sonuna geleceğiz, IRON MAIDEN’ın da, METALLICA’nın da, MEGADETH’in de, SLEEP TOKEN’ın da…………. Ama adını kimse hatırlamadığında gerçekten ölmüş olursun sözünde doğruluk payı varsa, Ozzy Osbourne’un daha uzuuuun yıllar yaşayacağı, anılacağı, dinleneceği, anılara fon müziği olacağı kesin.
22 Temmuz 2025 itibarıyla metal tarihinin en önemli kitaplarından biri sonsuza dek kapandı. Ama o kitabın başındaki önsöz o kadar iyi yazılmıştı ki, sonrasında yazılabilecek sayısız sayfaya, notalara dökülebilecek sayısız fikre ilham oldu.
Ve bu deli adam, müzik dünyası içinde başka hiç kimseye benzemeden, sadece kendi olarak ve metal denen bu çok sevdiğimiz şeyin gelmiş geçmiş en büyük ikonu olarak 76 yıllık günlüğünün son noktasını da koydu ve aramızdan ayrıldı.
“Sail away, see the day, dawning on a new horizon…
…a raging sea below is this voyage coming to an end.”
Speak of the Devil posteri karşısında mazide çekilen kafalar hatırlanır, gözyaşı süzülür bir iki damla (ağlamaktan ağlayandan nefret eden birisi olsam da)… geldik gideceğiz, ismini ölümsüzleştirenlere sonsuz saygılar sunarız.
Bu arada şu yazıda bile sleep token ismi anıldı ise artık abdest alarak günde 500 vakit dinlemek farz olsa da bizim gibi kalbi mühürlü kafirlerin işi zor, kulaklarımıza perde inmiş maalesef kıymetini anlayamıyoruz.
Speak of the Devil posteri karşısında mazide çekilen kafalar hatırlanır, gözyaşı süzülür bir iki damla (ağlamaktan ağlayandan nefret eden birisi olsam da)… geldik gideceğiz, ismini ölümsüzleştirenlere sonsuz saygılar sunarız.
Bu arada şu yazıda bile sleep token ismi anıldı ise artık abdest alarak günde 500 vakit dinlemek farz olsa da bizim gibi kalbi mühürlü kafirlerin işi zor, kulaklarımıza perde inmiş maalesef kıymetini anlayamıyoruz.
24.07.2025
@Scream Bloody Gore, Ozzy Osbourne yazısı olunca araya ufak bir trigger attım.
Çok geçmiş olsun. Umarım en kısa sürede iyileşir.
24.07.2025
@monke, 🙏🏻
Believer bu albümün en sevdiğim parçası. Özellikle konser kayıtlarını izlemeyenlere mutlaka öneririm.
25.07.2025
@Özgür, Budokan konserindeki Zakk versiyonu orjinalinden de iyi bence
S.A.T.O çok underrated bir şarkı bence albümün en iyi şarkılarından
Düşenlere selam, eğlenceye aynen devam, olum bizi de alana dek.