# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

GEOFF TATE’ten QUEENSRŸCHE ve metal yorumu

Wednesday, November 24th, 2010

QUEENSRŸCHE vokalisti GEOFF TATE, QUEENSRŸCHE’ın bulunduğu konuma ve metal dünyasındaki yerine dair yorumda bulunmuş.

“Metalin ne olduğunu tanımlayan bizleriz. Metali, metal müzik yapan gruplar tanımlar, hayranlar değil. Onlar sadece yapılan müziği dinlerler. Bunu kibirli görünmek için söylemiyorum, ama metal dediğimiz “kutu”, içinde pek çok parametre barındırır. Metal tek yönlü olmak zorunda değildir ve sayısız grup metali tek yönlü olarak alabiliyor ve daha fazlasını yapamıyor. Tek yapabildikleri zaten olanı devam ettirmek. Oysa QUEENSRŸCHE olarak biz, bunun dışına çıkıyoruz. Bir sürü farklı müzikten etkileniyoruz ve albümlerimize baktığınızda, tarihte yapılmış tüm albümlerin izlerini görebiliyorsunuz. Farklı tür ve zamanlarda yapılmış pek çok müziği kendi müziğimize yedirmesini biliyoruz. İnsanların “metal” dediği şeyi alıyor, onun sınırlarını genişletiyor ve yeniden tanımlıyoruz. Amacımız her zaman bu. Geçmişte yaptığımız veya başka bir grubun yaptığı herhangi bir şeyi tekrardan yapmak değil. QUEENSRŸCHE’taki bir müzisyene söyleyebileceğiniz en kötü şey, ona “Demek siz bir metal grubusunuz”, veya “Siz bir rock grubusunuz”, veya “Siz bir progresif metal grubusunuz” demek. Biz bunlardan hiçbiri değiliz. Biz QUEENSRŸCHE’ız. Kategorize edilmeye ve o sınırlı kutunun içinde kalmaya çalışmaya ihtiyacımız yok.”

SIRENIA yeni albüm detaylarını açıkladı

Wednesday, November 24th, 2010

Norveç-İspanyol kırması gotik metal grubu SIRENIA, yeni albümleri “The Enigma of Life”ın detaylarını açıkladı.

Nuclear Blast Records etiketi ile 21 Ocak tarihinde çıkacak albümün içeriği de şöyle:

01. The End Of It All
02. Fallen Angel
03. All My Dreams
04. This Darkness
05. The Twilight In Your Eyes
06. Winter Land
07. A Seaside Serenade
08. Darkened Days To Come
09. Coming Down
10. This Lonely Lake
11. Fading Star
12. The Enigma Of Life
13. Oscura Realidad (bonus)
14. The Enigma Of Life (akustik; bonus )

BETHLEHEM’den EP

Tuesday, November 23rd, 2010

Geç olsun güç olmasın temalı bir haberden daha merhaba.

Alman dark metal grubu BETHLEHEM 22 Ekim’de “Stönkfitzchen” isimli bir EP yayınlamış.

Vokalde SHINING’in delisi Kvarforth’un yer aldığı EP’nin detayları şöyle:

1. Was ihr seid, das waren wir – Was wir sind, das werdet ihr
2. Kalt regelt ab die Krankgeburt
3. Yesterday I Already Died Today
4. Kandierte Verlosung zu Ross
5. Pillerthrillaren
6. The 11th Hour

EP’den “Kalt Regelt ab die Krankgeburt” adlı şarkıyı şuradan dinlemek mümkün.

Not: Haber için burzum’a teşekkür ederiz.

METSATÖLL – Äio

Tuesday, November 23rd, 2010

Ömer Kuş

Yine metal denince pek akla gelmeyen ülkelerden birinden çıkmış bir grupla daha karşınızdayım. Konuğumuz Estonya’nın metal adına en büyük temsilcisi diyebileceğimiz METSATÖLL.

Uzun yıllardır piyasada olan ve Estonya yerel müziğiyle heavy metali birleştirerek ilginç bir karışım ortaya çıkaran grup, son albümleri “Äio”yu bu yıl çıkardı ve rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu albüm yılın en başarılı folk metal albümlerinden biri.

“Äio”, ilk albümünü 2004 yılında çıkaran grubun dördüncü albümü. Bu albüm henüz piyasada değilken, grup hakkında okuduğum yorumlardan yola çıkarak 2005 yılında çıkmış olan “Terast Mis Hangund Me Hinge 10218” albümünü edindim. Albüm ismi uzunluğundaki değişim bile grubun ne kadar yol katettiğinin göstergesi bence (evet). Neyse, işte bu uzun isimli albümü açıp dinlemeye başladım fakat üç şarkıdan sonra inanılmaz sıkılıp başka bir zamana erteledim, bir daha da fırsat olmadı ve hâlâ da dinlemedim. Müzik fazla yavaş ve sıkıcı gelmişti. “Äio” ise daha ilk dinlememden itibaren değişken, sıkmayan yapısı ve başarılı besteleriyle beni etkilemeyi başardı. Okuduğum kritiklerde de genelde grubun en iyi işi olduğu söyleniyor, ben diğer albümleri hakkını vererek dinlemediğim için o tip yorumlara giremeyeceğim.

METSATÖLL’ü diğer folk metal gruplarının çoğundan ayıran birkaç güzellik var. Bunlardan ilki, yapılan müzik “folk metal” olarak anılsa da yerel enstrümanlara abanılmaması ve hâlâ metal dinlediğinizi unutturmaması. Flüt, gayda, torupill (Bir tür Estonya gaydası. Daha fazla bilgi isteyenler Tarihi Osmanlı Mecmuası‘nın 3. cüzünün 1912. sayfasına bakabilirler.) gibi enstrümanlar müziği domine etmeyip daha çok destek görevi görüyorlar. Gitar, bas ve davul üçlüsü ise asıl yükü taşıyorlar. Bas demişken, grubun ikinci güzelliğine de değinelim.

“Äio”da bas gitar, müziği yönlendiren ana enstrümanlardan biri. Birçok metal albümünde olduğu gibi diğer enstrümanların arkasına gömülmekten ziyade tam tersine öne çıkarılmış, rahatlıkla duyulabilen ve dinlemesi oldukça keyif verici, lömbür lömbür bir bas tonuna sahip albüm; hastası oldum. Metalde rahat rahat bas dinlemeyi sevenler de bundan hoşlanacaktır diye düşünüyorum. Çoğu şarkıda müziği bir adım ileriye taşıyan bas partisyonları mevcut. En güzel örnekleri Vaid Vaprust ve Kabelimatsid adlı şarkılarda görülebilir. Ama bunlarla sınırlı kaldığı sanılmasın, albüm boyunca bas gitar önemli bir rol oynuyor.

Bir üçüncü güzellik de grup elemanlarının enstrümanlarına gerçekten hakim olması. Diğer folk metal gruplarından alıştığımız basit davullar, klasik zaman ölçüleri yerine zaman zaman progresif metale göz kırpan (göz kırpan diyorum bak, sonra DREAM THEATER fanları albümü dinleyip “Bu ne biçim progresif metal ulaaaan!” diye kapıma dayanmasın) aksak ritimler, nispeten kompleks davul partisyonları gibi şeyler bulmak mümkün. Dediğim gibi olayı abartmasalar da en azından müziğe farklı bir çeşni kattıkları kesin.

Gitarlar da zaman zaman gayet başarılı rifler icra ediyorlar, bazen de basit, doldurma riflerin rahatlığına bırakıyorlar kendilerini. İşte o zaman devreye yerel enstrümanlar giriyor. Grup burada da sınavı geçmeyi başarıyor yani.

Bir de vokallere değinmek lâzım bu noktada. Grubu ilk defa dinleyenleri en çok soğutabilecek kısım Markus adlı bu abinin garip sesi. Sanki şarkı söyler gibi değil de düz yazı okur gibi söylüyor desem bilmem ne kadar açıklayıcı olur. Siz en iyisi bu sayfadaki şarkılardan birini dinleyip kendiniz duyun. “Ya sev ya nefret et” tarzı bir vokal sanki, çünkü okuduğum bazı kritiklerde vokalleri yerden yere vurup albümün notunu hayvan gibi düşürenler var, bense gayet iyi buluyorum arkadaşın sesini, farklı bir yorumu var. Brutal vokal yok ama albümde, onu söyleyeyim. Bütün şarkı sözleri de Estonca ve bence dinlemesi çok zevkli bir dil.

Prodüksiyon daha önce de değindiğim gibi profesyonelce kotarılmış. Her enstrümanı ayrı ayrı duymamıza olanak veren, berrak bir sound’a sahip albüm.

“Äio”nun 14 şarkı barındırması ve biraz uzun olması (tam 1 saat sürüyor) bir eksi olarak gösterilebilse de, bu uzun süreye rağmen pek sıkılmadan albümün sonunu getirmek mümkün. Ama yine de biraz daha kısa olsaydı daha şukela olurdu demekten kendimi alamıyorum.

Bu albümle sesini biraz daha duyuran METSATÖLL, 2010 yılının en başarılı folk metal albümlerinden birine imza atmış. Türün sevenleri kesinlikle bir şans vermeli, vokal bariyerini de aşarsanız baya keyifli bir dinleme sizleri bekliyor diyebilirim. Eğer benim gibi grubun eski albümlerini dinleyip ısınamadıysanız da, “Äio” grup hakkındaki fikirlerinizi değiştirme potansiyeline sahip.

DREAM THEATER’da son durum (Güncellendi)

Tuesday, November 23rd, 2010

DREAM THEATER’ın daha önce duyurulan ve çok gizli tutulan davulcu seçmelerine dair ilk haber, denenen adaylardan biri olmamasına rağmen kendi hazırladığı videoları YouTube’a koyan BLOTTED SCIENCE davulcusu Charlie Zeleny’den geldi. Zeleny, denenmek için çağırılmadığını, ancak çağırılan kişilere çaldırılan parçaları duyduğunu ve kendisinin de YouTube aracılığıyla bu şarkıları çalarak gruba gönderdiğini söylemiş. DREAM THEATER Zeleny’den gelen videoları izlemiş, ancak şu an itibariyle Mike Portnoy’un koltuğuna kimin oturacağına dair bir bilgi yokmuş. Aşağıdan, Zeleny’nin, denemeye çağırılan herkesten çalması istenen üç parça olan Dance Of Eternity, Metropolis Pt. 1 ve A Nightmare To Remember performansları görülebilir.

Diğer bir haber de olayın öbür cephesinden. Mike Portnoy, kısa bir süre önce Classic Rock Prog dergisiyle yaptığı röportajda, grubun kendisi olmadan devam etme kararına ilişkin bir açıklama yapmış:

“Bu çok ironik bir durum. Ben ilişkimizi güçlendirmek için kısa bir ara vermek istemiştim, oysa onlar bensiz devam etmeyi seçerek ilişkimize ciddi zararlar verecek bir yola gitmeyi tercih ettiler; aynı şekilde inşa etmek ve korumak için çok uzun zaman mücadele ettiğim DREAM THEATER mirası da bundan zarar görecek. Bu arayı isteme sebebim müzikal gidişatla ilgili bir şey değildi. Onlarla birlikteyken onlardan hep büyük ilham aldım ve son iki albümümüzle de önceden çıkardığımız her şey kadar gurur duyuyorum.

Asıl sorun, dışarıdan görünmeyen, grup içindeki kişisel ilişkilere dair sorunlardı. Evet, görünüşte DREAM THEATER için her şey harika ve yolunda gözüküyor… Download ve Wembley’de çalmamız, Amerika’daki IRON MAIDEN turnesi, Billboard listesine ilk 10′dan girmek; bunlar hep hoş şeyler. Ama bunun altında büyük bir sürtüşme, yorgunluk ve bezme söz konusu. Düşünsenize, grupta diğer elemanlarla aynı odada dahi durmayan bir kişi var ve onu sadece sahneye çıkınca ya da imza günlerinde görüyoruz; ve bu durum yıllardır devam ediyor. Diğer elemanlarsa günlük grup işlerinden şikayet edip duruyorlar. Bence bunlar, bir grubun mola vermesi, birbirlerinden biraz uzak kalması, yorgunluk atması ve yeniden başlamak için gereken o taze kıvılcımı hissetmesi adına yeterli sebepler. Tüm bunları yaşayıp da, TRANSATLANTIC veya AVENGED SEVENFOLD’la turlarken sürekli eğleniyorsanız, her an birlikte vakit geçirebiliyorsanız, birlikte yemek yiyip bir arada olmaktan mutlu oluyorsanız, insan ister istemez düşünüyor…

Bence DREAM THEATER’ın, ilişkilerimizi güçlendirmek adına gerçekten de bir araya ihtiyacı vardı. Bu ayrılığın ardından, kendilerine gelip grubu ayakta tutmak ZORUNDALAR. O yüzden eminim ki sorunların üstüne giderek onları düzeltmeye çalışacaklardır. Bunu yapmam adına beni azıcık beklemedikleri için üzgünüm.

Durumun bu hale gelmesinden ve beni ayrılmak zorunda bırakmalarından NEFRET EDİYORUM. Ama bu hisler altında, ortada hiç sorun yokmuş gibi davranıp Ocak ayında yeni bir albüme başlayamazdım. Buna hazır değildim. Güvenli ve kolay yoldansa, zor ve mücadeleli yolu seçtim. Kalbim bugüne dek hiç yanılmadı ve her zaman beni mutlu eden şeyleri yaptım.

Şu anda AVENGED SEVENFOLD’la çaldığım için çok mutluyum ve beni mutlu eden bir şeyi bırakıp beni mutsuz eden bir şeye geri dönmeyeceğim. Kariyerimi ve hayatımı yapmak “zorunda” olduğum şeyler üzerine değil, yapmak “istediğim” şeyler üzerine kuracağım.”

Portnoy açıklamasının kapanışını da şöyle yapmış:

“25 yıldır DREAM THEATER ve hayranlarımız için kararlar veriyordum… Hayatımda ilk kez Mike Portnoy için bir karar verdim.”

*****************

Ekleme (26.11.2010): DREAM THEATER’ın geri kalan üyeleri, Classic Rock Prog dergisine kapsamlı bir röportaj vermişler. Buna göre Mike Portnoy’un yukarıda bahsettiği ve gruptan ayrı takıldığını söylediği kişi John Myung’muş. Ancak grup üyeleri röportajda bunu normal karşıladıklarını belirtmişler.

Röportajdaki en net yorum Jordan Rudess’den gelmiş. Rudess olayı şöyle açıklamış: “Mike’ın AVENGED SEVENFOLD’da çalarken DREAM THEATER’ın ara vermesini istemesini hoş karşılamadık. Grupta çalmadığı bir sırada grubu kontrol etmeye çalışması karşısında bize başka seçenek bırakmadı; madem kaptansın, gemini terk etmemelisin. Terk ettiysen bile, içeride dört kişinin daha bulunduğunu ve bu kişilerin tüm hayatlarının DREAM THEATER olduğunu düşünüp, ona göre, daha düşünceli davranmalısın.”

THROWN TO THE SUN ilk şarkısını yayınladı

Monday, November 22nd, 2010

İstanbullu yeni grup THROWN TO THE SUN, 2011 başlarında çıkaracağı EP’sinden “Ravenous Sun” adlı şarkıyı yayınladı. Şarkıya alttaki player’dan veya onun altındaki resimden ulaşmak mümkün.

THROWN TO THE SUN – Ravenous Sun by throwntothesun


“Ravenous Sun”da eski THE BLAME vokalisti Aykut Özen de konuk vokalist olarak THROWN TO THE SUN’a eşlik ediyor.

Şu sıralarda kayıtlarla uğraşmakta olan THROWN TO THE SUN’ın yayınladığı ilk teaser’a da şuradan ulaşabilirsiniz.

THROWN TO THE SUN kısa bir süre önce de Bahadır Sarp’ı ikinci gitarist olarak kadrosuna katmıştı.

THROWN TO THE SUN @ Twitter
THROWN TO THE SUN @ Facebook

THOSE WHO LIE BENEATH – An Awakening

Monday, November 22nd, 2010

Bir zamanlar ülkemizde Prestij Müzik ve İdobay gibi ünlü firmalardan çıkan albümleri edinip, beyaz Şahin’imizle mahalle mahalle dolaşırken son ses dinlerdik. Para verip alacağımız albümleri seçerkenki en büyük etkenler ise Kral TV’de dönen klipler ve müzik şirketleriydi. Tıpkı bizde olduğu gibi. Metal camiasında da işler aşağı yukarı böyle yürümekte. Metal dinleyicileri olarak internetteki ya da müzik kanallarındaki kliplere ve ünlü şirketlerin kataloglarına bakarak kendi beğenilerimiz çerçevesinde yeni gruplar keşfediyoruz.

Misal en çok takip ettiğim müzik şirketleri Metal Blade Records, Earache Records ve Relapse Records. Sık sık bu şirketlerin internet sitelerini ziyaret edip, kataloglarında neler var, neler yok, yeni neler gelmiş diye bakarım. Az sonra ayrıntılı olarak bahsedeceğim Those Who Lie Beneath ise yine netteki bakınmalar sonucunda keşfettiğim bir grup. Grup aslında Rıse Records’a bağlı ama Avrupa’da albümlerini Metal Blade Records dağıtıyor.

Those Who Lie Beneath tarz olarak teknik death metal icra etmekte. Grup elemanlarından bazılarının saçlarının kısa olması ve aralarda kullandıkları breakdownlar yüzünden deathcore yaptıkları düşünülse de, Chelsea Grin ya da Rose Funeral gibi safkan deathcore gruplarıyla pek alakaları yok. Müziklerinde kullandıkları jazz, hardcore ve black metal öğeleri ise yaptıkları müziğin lezzetini epey bir arttırmakta.

Canlı performanslarda ailesi memlekete gittiğinde kız arkadaşını eve davet eden Türk çocuğu kadar enerjik ve güçlü olan Those Who Lie Beneath’in, Behemoth, Aborted, Misery Index, Rotten Sound, Origin, Shining, Septicflesh, The Red Chord ve Despised Icon gibi camianın klâs gruplarıyla aynı sahneyi paylaşmış olması da hiç şaşırtıcı gelmiyor.

“An Awakening” grubun ilk albümü. Albüm içerik olarak ölüm, cinayet ve seri katiller gibi olayları barındırmakta. Tüm bunların yanı sıra grubun din karşıtı bir duruşu da var. Vokalist Jamie Hanks, klasik death metal brutal vokali ile hardcore brutal vokali arası bir sese sahip. Açıkçası bu tarz brutal vokali çok tutuyorum. Senelerden beri birbirinin kopyası olan brutal vokallerden sıkılanlara bu azman arkadaşın vokali ilaç gibi gelecektir.

Albümde en çok beğendiğim iki ayrıntı var. Birisi hayvansal davul performansı. Ekstrem müzikte uzak ara en çok önem verdiğim ayrıntı olan davul iyiyse o grubu kesin sevebiliyorum. Diğeri ayrıntı ise albümün tamamında bulunan enfes gitar soloları. Bu ayrıntı da davulun tam tersine ekstrem müzikte en az önem verdiğim özelliktir. Ancak albümün genelinde bulunan gitar soloları o kadar enfes ki, bu işe pek önem vermeyen biri olarak bile sololara dikkat kesilmekten kendimi alıkoyamıyorum.

Albümde müzik zevkime göre fazla melodik olan kısımlar bulunmakta. Bu benim için bir eksi olsa da eminim ki birçok kişi için artı olabilir. Tekniklik dozu ise yeterli seviyede. Hatta aşırı tekniklikten haz etmediğim için benim açımdan bu doz tam sınırda diyebilirim. Dinleyicinin kafasını fazla yormayıp, müziği mastürbasyon haline getirmeden teknik olabilmeleri ise grubun ayrı bir güzelliği.

Sonuca gelirsek; teknik, melodik, gaz ve enerjik bir albüm. Diğer ayrıntıları es geçsek bile sadece davul ve gitar soloları hatırına bile dinlenir. Ki çok nazlı olmayan her ekstrem müzik dinleyicisi bu grupta kendi zevkine göre bir şeyler bulacaktır.

ismail vilehand

DARKEST HOUR yeni albüm adını açıkladı

Monday, November 22nd, 2010

DARKEST HOUR yeni albümünün adını “The Human Romance” olarak açıkladı.

Henüz başka bir detayını bilmediğimiz albüm, 22 Şubat’ta ortamlarda olacakmış.

WINTERSUN süründürmeye devam ediyor

Sunday, November 21st, 2010

İkinci albümü “Time”ı son otuz yıldır çıkarmaya çalışan WINTERSUN insanı Jari Mäenpää, yakında çıkar diye düşünülen albüme dair bir açıklama yapmış.

“Synth’leri ve orkestral bölümleri Noel’e kadar yetiştireceğimi umuyorum” diyen Mäenpää, işler yolunda giderse Aralık sonunda miksaja başlayabilecekmiş. “Kalan bazı vokalleri de miks sırasında yapacağım” diye devam eden Mäenpää, grubun yeni albümünü merakla bekleyenlere darallar getirecek kısmı da sona saklamış:

“Miks konusundaki tek sorun, şu anki bilgisayarımın bu büyük proje dosyalarını kaldıracak güçte olmaması. Yeni bilgisayar ve ekipman alacak param da olmadıgından, bu konuyu bağlı olduğumuz şirketle konuştuk ve onlar da birkaç konser verip insanlara WINTERSUN’ın hala hayatta olduğunu gösterdiğimiz takdirde bize bu yardımı yapacaklarını söylediler. Biz de albümü tamamlayabilmemiz için gerekli bu yardımı alabilmek için dört adet konsere çıkmaya karar verdik.

Bu konserler için prova yapmak ve yeni konser ekipmanını denemek de zaman alacağından, az önce bahsettiğim miksaj takvimi bundan olumsuz etkilenecek gibime geliyor.

Onun dışında, gelecek parayla alacağımız yeni bilgisayarın da bu proje üzerinde çalışabilecek güçte olduğunu görmek için çeşitli denemeler de yapmak gerekecek. Şu anki software ne yazık ki hala 64-bit değil ve 4GB RAM limiti de bizi zorlayacak, zira proje dosyaları şimdiden 3GB RAM yemeye başladı bile.

Bu sorunu da en hızlı şekilde aşmaya çalışacağım.”

Kısacası, grubun hayranları daha epey bekleyecek gibi gözüküyor.

Bu arada, Dünya Metal Grupları Basın Açıklaması Konseyi, yaptığı açıklamada WINTERSUN’ın bir basın açıklamasında “64-bit” ve “4GB RAM” gibi ifadelere yer veren ilk grup olduğunu belirtti.

WINTERSUN’ı kutluyoruz.

ENMITY – Illuminations of Vile Engorgement

Sunday, November 21st, 2010

Metal Archives’daki kimi kritikleri okuduktan sonra bu albüm yazısına nasıl başlayacağıma karar veremedim. Bomboş bir kağıdın ortasını küçücük siyah bir noktanın işgal ettiği bir tablonun ‘post-modern’ sanatsal bir eser olarak milyonlarca dolara varan açık artırmalarda satıldığı bir yüzyılda yaşayan biri olmama rağmen, hatta sanat teorileriyle ilgili olmama rağmen ezici çoğunlukla tüketim ve eğlence olsun diye yazılmış bu müzik türünde, yani metal müzik türünde bazı albümlere bünyem ters tepki veriyor. Ama bu ters tepkime, ters düşünceme ters düşen çeşitli kritik yazarlarının yazdıkları düşünceleri okuduğumda takdir etme, değer bilme, sınıflama kabiliyetlerimden şüphe ediyorum. Çünkü bu albümü beğenmeyenleri suçlayanlar var. En sık ima edilen şeylerden biri bu albümün sadece seçkin kulaklara hitap edeceği ve beğenmeyen herkesin birer popçu olduğu yönünde. Ülkemiz gazetelerinin büyük çoğunluğunu oluşturan dar görüşlü, milliyetçi ve sabit fikirli köşe yazarlarının başkalarının fikirlerini dikkate almadan yalnız kendi sürülerine yönelik yazdıkları yazılarından birini okuduğunuz hissine kapılmamanız için bu kullanıcıların albüme verdikleri puanı parantez içine yerleştirerek önünüze bu kritiklerden çevirdiğim üç paragrafı getiriyorum.

‘’Bu albümün death metal muhitinde yoğun bir şekilde nefret uyandırdığı gerçeği, iki anlama geliyor: birincisi, bu albümün gelmiş geçmiş death metal albümlerinin hiç kuşkusuz en iyilerinden biri olduğu, ve ikincisi, death metal muhitinin önceliklerinin son derece işleyemez durumda olduğu gerçekleridir. Yani, mantıklı düşünürsek, eğer death metal müziği isabetli nedenlerden ötürü, mesela her şeye karşı brutal ve canavarca yönelimleri yüzünden dinliyorsak, bu albüm ‘melodi’ ve ‘yapı’ gibi şeylerden tamamen sakındığına göre bizim için kusursuz olmalıdır, değil mi? Ama death metal muhiti hakkındaki gerçek belki bundan biraz daha acı verici: Enmity aslında death metal hayranları için bile AŞIRI BRUTAL. Bu hayranlar Obituary ya da Yanni gibi pop müzikleri dinlemekle daha iyi yapacaklardır kuşkusuz. Ama cool insanlar bu albümü tekrar ve tekrar dinleyecektir çünkü Hacksaw Spinal Butchery şarkısında bir rif duymuş olabildiklerini düşünmüşlerdir.’’(Muloc7253, 9,6/10)

‘’Bir senedir dinlediğim Enmity bu süre içinde favori death metal albümlerinden biri oldu. Hatırda kalıcı nakaratları ya da rifleri olmamasına rağmen ‘Illuminations of Vile Engorgement’ albümü ne zaman dinlerseniz dinleyin baştan sona kesinlikle eğlenceli olan albümlerden biri. Doğrusal bir şekilde anlaşılması mümkün olmayan çok tuhaf, brutal bir death metal albümü bu. Pasajları ezberlemek mümkün değil. Albümdeki hiçbir öğe kulağa hitap etmiyor ve albüm neredeyse hiç melodi barındırmıyor. Bu, death metalin yeni yüzü.’’ (Noktorn, 9,6/10)

‘’TV’deki karıncalı ekranlara hiç gözünüzü diktiniz mi? İlk bakışta tamamen rastlantısal gibi görünür, ama bir süre sonra hipnotize olur ve karmaşıklığın içinde ufak tefek motifler görmeye başlarsınız. O küçük beyaz karıncalar birbirleri etrafında dolanıp duran küçük arılara benzerler. Bilirsiniz, arılar birbirlerinin etrafında rastgele dönmezler. Bir düzenleri vardır.’’ (Cheeses_Priced, 6,8/10)

Kendimden şüphe etmeme neden olan şey yalnız bu paragrafların içeriğinden değil, aynı zamanda bu paragrafların benim de severek dinlediğim grupları anlayan, beğenen, öven ve takdir eden kimseler tarafından yazılmış olmasından da kaynaklanıyor. Eğer bu kullanıcıların yüksek puan verdikleri çeşitli kritikler arasında yalnız Enmity gibi adı sanı duyulmamış, aşırı, abartılı grupları görseydim herhâlde kendimi daha güçlü, daha güvenlikli hisseder, bu kullanıcıların can sıkıntılarını müzikte çeşitli fikirlerin uç noktalarda uygulanmalarına tanık olmakla öldürdüğünü, gerçekten müzikal değeri olan şeylerle ilgilenmediklerini varsayardım. Ama öyle olmadığına göre albümün kötü olduğunu değil, benim bu albümü anlamak üzerinde bir keramet eksikliğim olduğunu varsaymam gerekiyor sanırım. Ama yalnız benim değil, bu albümün kötü olduğunu benim gibi düşünen diğer M.A. kritiklerinin sayısı iyi olduğunu düşünenlerle eşit olduğu için kendimi biraz da bir günah keçisi bulmuş olmanın, bir tarafa geçmenin kolay avunduruculuğuna bırakıyorum. Sözgelimi:

‘’Beyler, size Enmity’i takdir ediyorum, gelmiş geçmiş en sert grup. Şaşırmayı gerektirmeyen bir biçimde, size yine Enmity’i takdir ediyorum, gelmiş geçmiş en berbat grup. Cidden. Gelmiş geçmiş en berbat grup.’’ (MutatisMutandis, 0/10)

‘’Neden bu sayfadasınız ki? Bu grubun var olduğunu bile unutun. Hem ben kime kritik yazıyordum? Hmm, hatırlamakta zorlanıyorum.’’ (Necropsychotic, 0/10)

‘’İtiraf etmeliyim ki bu albüm hakkında söylenen berbat şeyler beni bu albümle ilgilenmeye iten esas şey olmuştu. Bu albüm, ‘’Bir dinleyeyim yahu şunu,’’ demenizi gerektiren albümlerden biri. Sonuç olarak söylendiği kadar saçma ve boktan çıktı. Eğer sizin de benim gibi bir kahkahaya gerçekten ihtiyacınız varsa bu albümü bir deneyin.’’ (BloodIronBeer, 0/10)

‘’Eğer Enmity’nin 2005 çıkışlı faciasını en kötü olarak düşündüğünüz albüm seçmediyseniz hatalısınız. Her ne kadar Illuminations of Vile Engorgement belki mutlak en kötü olmasa bile, o kadar korkunç bir şekilde berbat ki sıfırdan fazla bir puanı hak etmiyor.’’ (MikeyC, 0/10)

Illuminations of Vile Engorgement, bir death metal albümü. Ama kritiği buraya kadar okuduysanız sıradan bir albüm olmadığını anlamışsınızdır. Enmity, bu albümde death metalin brutal niteliğini en uç sınırlara taşımış. Gitarlar o kadar alçak perde akord edilmiş ki, müzik kulağa hareket etmeyen yekpare bir sertlik bütünü gibi geliyor. Müzik diyorum ama buna müzik demek mümkün mü bilmiyorum. Gitarın en boğuk telinin ilk üç perdesinden aşağı inip inmediği bile anlaşılmıyor. Yer yer Suffocation’ı andırıyorsa da bu müzikal yapısından ziyade tınısından kaynaklanıyor. Şarkı sözleri Lord Worm’u anımsatan boğuk vokaller üzerinden okunuyor. Davul zilleri aşırı boğuklaştırıldığı için müziğin çimento katılığına gömülüyor. Bunun ötesinde duyup duyabileceğiniz sadece saplantılı blast beatler olacak. Ayrıca albüm boyunca bir bebek çığlığını anımsatan bir ses süregidiyor.
Albüm boyunca tek bir melodi yok. Rifler hiçbir zaman akılda kalıcı değil. Şarkıları birbirinden ayırt etmek mümkün değil. Yanlış bir izlenim vermek istemem. Burada Brain Drill’in rastgele, karmaşık, bol ve hızlı notalarından ziyade, tam tersine, tipik, formülatik ve basit tek bir rif ya da sade bir akord bileşiminin hiç değişmeden üst üste tekrarlanması var. Bunu her bir şarkının değişik rifleri tekrar ettiği için değil, her şarkının aynı rifleri tekrar ettiği için vurguluyorum. Bloated Slabs isimli giriş parçanın ilk on saniyesini dinlemek, albümün tamamını dinlemekle aynı olacaktır.

Tuhaflıklar bunlarla bitmiyor. Grup hangi fikirlerden yola çıkıp bunları gerçekleştirmiş bilmiyorum ama samimiyetle farklı bir şey mi yapmak istemişler yoksa metal muhitini trollemeyi mi amaçlamışlar pek anlayamadım. Çünkü albümün ‘intro’ parçası albüm girişi görevi görmek yerine albümün beşinci parçasının yerini dolduruyor. Çiğ black metal albümlerinin tınısından bile daha ham, kalitesiz, cızırtılı bir prodüksiyon yapmış olmaları sanırım ancak müzik müzesinden çaldıkları antika stüdyo cihazlarını kullanmalarıyla açıklanabilir. Ayrıca albümün birbirinden ayırt edilemeyen şarkıları bitip son parçaya geldiğimizde şimdiye dek dinlediğimiz abartılı müziğin aksine bir klasik gitar enstrümantaliyle karşılaşıyoruz. Pek parlak bir parça değil. Albümün kalanına kıyasla son derece dinlenebilir ama bütün bunların üstüne neden bu parçanın geldiği merak uyandırıyor. Acaba dinleyicilerin şok geçirmesini, bütün bu tuhaf fikirlerin karşısında kafalarının karışmasını ve albüm bitince ayağa kalkıp şevkle alkışlayacaklarını mı beklemişler bilmiyorum ama yukarıda gösterdiğim kimi kritiklere bakılırsa kısmen amaçlarına ulaşmışlar gibi görünüyor.

Yaptıkları işin tamamen boş olmadığını da düşünenler vardır mutlaka. Kafa sallayabileceğim birçok death metal albümü varken hiçbir müzikal değeri olmamasına karşın sırf deneyselliği için farklı bir albüme yer açabilecek kadar açık fikirli olduğuma inanıyorum ama bu albümün sıkıcı bir fikir olmaktan öteye gidemediğinden başka bir şey kanıtlamayacaktır sonuçta. Bir müzik karakteristiğinin uç noktalara taşınmasını sağlamak, yani ne kadar brutal olunabilir karakteristiğini bir konsept albümle yanıtlamak herhangi bir anlam, amaç ve önem taşımayacağı gibi ne eğlendirici olacaktır ne de birilerine yaratıcı fikirler aşılayacaktır. En azından çoğumuz için eğlendirici olmayacaktır desem daha doğru olur. Çünkü yukarıda alıntıladığım gibi kimi insanlar bu albümü dinledikleri her kez eğlenceli bulduklarını söylemişler. Ben nasıl bir eğlence bulduklarını anlayamadığımı itiraf ediyor ve Brain Drill’in mi yoksa Enmity’nin mi gelmiş geçmiş en boktan death metal grubu olduğuna karar veremediğimi sizlerle paylaşarak bu gereğinden fazla uzayan kritiğe noktayı koyuyorum.

Ertuna YAVUZ

LARS ULRICH: Dünyanın en büyük U2 hayranı

Sunday, November 21st, 2010

LARS ULRICH geçtiğimiz günlerdeki bir röportajında U2′ya dair düşüncelerini açıklamış.

“Dünyanın en büyük U2 hayranı benim. Hatta biraz abartırsam grubun groupie’si olduğumu bile söyleyebilirim. U2′yla çalmak… Bunu o kadar çok istiyorum ki, gerekirse araba parkında bile çalarım. Onlar da tıpkı bizim gibi 30 yıldır faaliyette olan ender gruplardan; yaptıkları şeylere karşı büyük bir hayranlık ve yakınlık duyuyorum… Beni müzikal anlamda çok etkiliyorlar. Müziklerine bayılıyorum, kendilerini tekrar tekrar yenilemelerine bayılıyorum ve hem büyük, hem de küçük çaplı düşünebilmelerini çok seviyorum. Her şekilde başarılı olmayı biliyorlar.”

CROWBAR yeni albüm adını açıkladı

Sunday, November 21st, 2010

Sludge metal efsanesi CROWBAR 6 Şubat’taki çıkacak yeni albümünün adını “Sever The Wicked Hand” olarak açıkladı.

Diğer ayrıntılar da zamanla.

STRATOVARIUS davulcusu kanser

Saturday, November 20th, 2010

STRATOVARIUS’un emektar davulcusu Jörg Michael’ın kanser olduğu açıklandı.

null

Tiroid bezindeki kötü niyetli kanser hücreleri yüzünden Michael’ın tüm tiroid bezi geçtiğimiz haftalarda alınmış olsa da, bu operasyon yeterli olmayacak ve Michael’a uzun bir radyoterapi tedavisine başlanacakmış.

Kendisine geçmiş olsun diyoruz.

UNEXPECT – In a Flesh Aquarium

Saturday, November 20th, 2010

Henüz avantgarde metal albümü dinlememiş olanlar için gayet güzel bir başlangıç olabilecek bu albüm, içerdiği başarılı melodileri ve hatırı sayılır üretkenliği sayesinde yaratıcılığına yakıştırılan övgüleri aslında pek hak etmiyor. Her ne kadar son derece eğlendirici, kaliteli, başarılı bir albüm olduğunu düşünsem de ben yaratıcı bir şey göremiyorum. Yetmişlerin progresif rock gruplarını hiç dinlememiş ve sayılı birkaç avantgarde metal müzik albümü dışında bu türle pek ilgisi olmayan kimselerin ufkunu genişletebilir ama yine de burada yeni bir şey yok. Bu grubun müziğinde daha önce denenmemiş bir fikirler curcunası yok. Denenmiş bir fikirler curcunası var demek daha doğru olur. Bu yanıyla kendisine atfedilebilecek görece bir acayipliği var ama acayip, egzantirik, ayrıksı, özgün olmak her zaman yaratıcı olmak, sınırları zorlamak, çığır açmak anlamına gelmiyor.

Bu konuda tavrımı belirttikten sonra prodüksiyondan bahsedeyim. Prodüksiyon üzerine yazılanlar genellikle bir albüm kritiğinin son paragraflarına, son cümlelerine yerleştirilir ama bu grubu dinlemek için bu tür alışılmadık değişikliklere şimdiden alışmanız gerekiyor desem de inanmayın çünkü yazıyı nasıl devam ettireceğime dair kısa süreli bir tıkanıklığın üstesinden gelmek için böyle söyledim. Aslında tam olarak hile yapmış sayılmam, çünkü şarkı yapıları gerçekten alışıldık girişlerle başlıyor ama devam ederken müzik dinleme alışkanlarımızı zorlayacak şekilde tam tersini yapıyor. Sözgelimi albümün ilk şarkısını dinlediğimizde alışıldık bir piyano melodisinin ardından alışıldık bir keman pasajının sürdürdüğü girişin bizi nihayet ulaştırdığı gitar rifini ilk dinlediğimizde çeşitli enstrümanlar arasında hızla gidip gelen çeşitli zaman ölçülerinin üst üste kullanımıyla karşılaşıp bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. İşte, işte müzik tam bu şekilde devam edecek diyoruz, ama öyle devam etmiyor. Bu noktada kimimiz ‘psuedo-intellectual arty-farty bullshit’ deyip albümü bir köşeye fırlatıyor, kimimiz de ‘albümü anlamıyorsunuz’ diye ısrarla bu albüme daha fazla fırsat verilmesi, albümün sindire sindire dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Ben albümde anlaşılmayacak hiçbir şey olmadığına inansam da hızla değişen şarkı yapılarına özenle serpiştirilmiş akılda kalıcı melodilere alışana kadar fırsat verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Albümün şu övüp durdukları çeşitli esinlenmeler neymiş onlara bir bakalım. Kendi küçük dünyasına gömülmüş gariban bir müzik sever olarak ben yalnız death metal rifleri, black metal çığlıkları, death metal böğürtüleri, orkestral vokaller, folkumsu keman oyunları, çeşitli caz müzik öğeleri, progresif şarkı yapıları, popla sulandırılmış romantik-dönem klasik müzik ezgileri buldum; ama çeşitli kritiklerde sirk müziği, soundtrack ve bilgisayar oyunu müzikleri, çingene müziği, darkwave ve ambient müzik, elektronik müzik, arap müziği, tango, ortaçağ müziği, trip-hop breakbeat ritimleri, Rus halk oyunları müziği isimleri de geçmiş. Bunlardan ötürü kimimiz ‘ay acayip tatlı yapmışlar multi-fusion avantgarde metal tam benlik,’ deyip albüme aşık oluyor, kimimiz de ‘cool’ bir metalci tribiyle kısaca ‘fuck off’ diyor ve diğer hayranların sırf dinlenmesi zor bir müziği dinlemenin getirdiği gururla sevdiğini söylerek bu gösterişçi, gülünç, abartılı albümü siktir ediyor. Farklı türleri bir araya getirip onlardan yeni müzikal oyunlar tırtıklamak gerçekten biraz acayip olsa da bu albüm, eğlendiriciliği sayesinde gösterişçi olma tutumunun zorluklarının hakkını veriyor bence.

Albümün ileri derece bir sanatsallık algısı gerektirdiğini, ‘new age metal art’ tadında bir şey olduğunu falan düşünmüyorum. Yukarıda adı geçen bütün öğeler tipikleştirerek, karikatürize edilerek, en basit şekillere sokularak dinleyiciyi neşelendirmek için kullanılmış. Kulağa ilk dinleyişte biraz tuhaf gelse de bir süre sonra karmaşıklık olarak düşündüğümüz şey eğlenceyi hedefleyen basit bir çeşitlilik, renklilik olarak açık seçik görünüyor. Ne olursa olsun bu durum, grubu birçok metal grubunun bir adım ötesine götürüyor aslında. Çalmayı tercih ettikleri türün tipik öğelerine sadakatla uymayı ve kendi güvenlikli köşelerine yerleşmeyi tercih eden gruplara kıyasla daha fazla emek isteyen müzikal oyunlarla uğraşıp bunları metal müziğin içine yerleştirmenin zorluklarıyla uğraştıkları için, yani yaratıcılık için olmasa da çeşitlilikleri bir araya getirme mücadelesinin üstesinden başarıyla geldikleri için takdir edilmeyi, daha fazla puan verilmeyi hak ediyor.

Birçok şarkı, kimi başarılı melodileri şarkı boyunca üst üste tekrar ediyor. Grup, melodileri birbirlerine nasıl bağlaması gerektiğini biliyor. İlk dinleyişte müzik kopuk kopuk, rastlantısal gibi gelse de tınısına alıştığımızda keyifli bir müziğin yavaş yavaş aralanan perdenin arkasından ortaya çıktığına şaşkınlıkla tanık oluyoruz. Albümde vokaller de dahil her enstrüman eşit ve dengeli ölçüde müziğe girip kendi farklılıklarını ortaya çıkardıkları için, yani bir enstrüman üzerinden yazılmış melodiye eşzamanlı bir şekilde eşlik edip onu tamamlayan birer yardımcı öğe sınırları içinde kalmadıkları için müzik yavan ve kıt kalmıyor, zenginleşip güzelleşiyor.

Ama albümdeki eğlenceli dakikaların kimi tatsız tuzsuz, seçkisiz, sıkıcı, gösterişçi ve gelişigüzel pasajlar ve parçalarla kötü anlamda zayıfladığını düşünüyorum. Avantgarde metal müzik sevenler bu pasaj ve parçaların albümde yer almasından rahatsızlık duymayabilirler. Çünkü buna benzer kulağa hitap etmeyen John Cage icadı avantgarde ses oyunları eğlenmekten ziyade takdir edilmeyi gerektirdiği ve erişilebilirliği zorlayarak gruplara görece daha az piyasacı görünme fırsatı verdiği için onay dolu baş sallamalarla karşılanır ama bu ikililiği ve karşıtlığı yan yana koymanın yaratıcı samimiyetine ben yine de fazla inanmıyorum. Eğer grup başlı başına dinlenemez rastlantısal seslerden, efektlerden, enstrümanlardan oluşan avantgarde bir albüm yazmış olsa bunu takdir ederdim ama bu bir karşıtlık biçimini aldığında albüm mükemmel, tamamlayıcı, tutarlı ve anlaşılır olmaktan ziyade anlaşılmaz, kabartma, doldurma hâle geliyor. Biliyorum, avantgarde dediğimiz müziği dinlemek her şeyden önce biraz felsefi düşünmeyi gerektiriyor. John Cage’in de söylediği gibi tıpkı hayatımızın sıkıcı dönemleri olduğu gibi dinlediğimiz müziğin de her zaman akışkan, eğlenceli, oyalayıcı olmasını beklememek gerekiyor, hatta kimi zaman elde kalanla yetinmek, eğlenceli olmayanda eğlenceli bir şeyler bulma ısrarıyla dinlememiz gerekiyor. Bu eleştiriyi yaparken bu fikrin farkındayım ama eğlenceli müziğin tam yanına eğlenceli müzik olmayan müziği koyma ısrarı açık fikirli olmayı gerektirmiyor, herhangi bir şey hedeflemeksizin yan yana konulmuş iki fikri ifade ediyor. Hatta bu pasajlar parça aralarına sokulup eğlendirici müziğin içine işlenmiş, müziğin tamamına karakter kazandıran bir şey olmaktan ziyade tek başına albümden ayrılan şarkılara ya da kimi şarkıların sonuna yerleştirildiğinden belki yan yana bile gelmiyor, müziğe kolaj ölçüsünde bir denge bile kazandırmıyor. Yalnız doldurma dakikalara neden oluyor. Albümün beşinci şarkısı bunun en tipik örneği. Yine de sözlerim yanlış anlaşılmasın. Bu pasaj ve parçaların sayısı albüme kötü bir isim verecek kadar fazla değil.

Vokalist Leilindel’in tiz ve asil sesini müziğin kendisinden bile daha fazla sevdiğim oluyor. Grubun yalnız internetten izlemekle yetindiğim canlı performanslarında şarkıların en hararetli yerlerinden ufak tefek keman oyunlarına kadar enerjisini kaybetmeden, grubun diğer elemanları gibi şevkle, ısrarla headbang yapıp saçlarını bütün sahne boyunca savuran bu güzel kadını izliyorum zaman zaman.
Yazıyı tamamladıktan sonra yeniden göz gezdirirken prodüksiyon hakkında hiçbir şey söylemediğimi fark ettim. Kritik yazarı prodüksiyonun iyi olduğunu düşünmesine rağmen benim gibi hayatı boyunca bir stüdyoya girip şarkı nasıl mikslenir, tonlar ne kadar tiz ne kadar boğuk olmalı gibi ince, ayrıntılı detayları öğrenme fırsatı olmamış kimselerdense hemen yan cebindeki ‘top-notch’, ‘berrak tını’, ‘ayrı ayrı duyulan çalgılar’ gibi sıkıcı prodüksiyon tarif tabirlerine elini atacağından, o kritik yazarının prodüksiyondan hiç bahsetmemesi aslında daha iyi olacaktır. Zaten bir yazı prodüksiyondan bahsetmediğinde okur, prodüksiyonun muhtemelen iyi olduğunu düşünecektir. Ne kadar gereksiz bir paragraf yazdığımı görüyorsunuz. Bu paragrafı okurken hayatınızın bir iki dakikasını çalmış oldum, böylece ben gençleştim, siz yaşlandınız. Hepinize geçmiş olsun.

Sonuç olarak başdöndürücü, akıl musallatı gibi takılara layık olduğunu düşünmesem de In a Flesh Aquarium, yalnız avantgarde metal sevenlere değil, progresif metal, fusion metal severlere hatta ortodoks şarkı yapılı müzik dışında müzik dinlemeyi seven herkese hitap edebilecek keyifli bir albüm gibi geliyor bana. Tabii alışılmadık, uç, abartılı müzik sevmeyenler için yaklaşılması biraz sakıncalı olabilir. Zaten internette okuduğum kritikleri göz önüne alırsam ya sev ya nefret et gruplarından birine benziyor daha çok.

Ertuna YAVUZ

MR. BIG’den yeni albüm detayları

Friday, November 19th, 2010

MR. BIG, 15 yıldan sonra tekrar bir araya gelen orijinal kadrosu ile çıkaracağı yeni albümü “What If…”in detaylarını açıkladı. Buna göre, albümün şarkı listesi şöyle:

01. Undertow
02. American Beauty
03. Stranger In My Life
04. Nobody Takes the Blame
05. Still Ain’t Enough for Me
06. Once Upon a Time
07. As Far As I Can See
08. All The Way Up
09. I Won’t Get In My Way
10. Around The World
11. I Get The Feeling
12. Unforgiven (bonus)

Albüm kapağı ise aşağıdaki gibi olacak:

Albümden çıkacak ilk single “Undertow” ise 27 Kasım günü yayınlanacak.

JOE SATRIANI’den yeni klip

Friday, November 19th, 2010

JOE SATRIANI, yeni albümü “Black Swans and Wormhole Wizards”dan “Light Years Away” adlı şarkıya klip çekti. Mevzubahis şarkı, bir süre önce halka açılmıştı (ama bir şartla).

MY DYING BRIDE – For Lies I Sire

Friday, November 19th, 2010

Bir müzik türünün en başarılı numunelerden birkaçını yazmış olan grupların stillerinde değişiklikler yapmaları çok sağlıklı olur çünkü o tür içinde yazabilecekleri en başarılı notaları çoktan yazmışlardır. Bu yazma kabiliyeti onlarda yalnız o türde değil, genel olarak müzik yazmadaki başarılarını gösterdiği için aynı dört duvar arasında kalmaktansa ilgilendikleri diğer müzik türlerinden esinlenmeler getirerek müzik yazma tutkularını körükleyip yine kaliteli şeyler yazmalarını sağlar. Ama hayran kitlemi kaybederim diye korkup kendi körler sağırlar cemaatinin içine suratında aptal ilkokul öğretmenlerini anımsatan bir tebessümle gömülürlerse o zaman akıbetleri kötü olur. Anathema ve Katatonia gibi çok başarılı doom albümleri yazan gruplar stillerini değiştirmekle çok akıllıca işler yaparken My Dying Bride ne yazık ki bunu başaramadı. Doom metalin tartışılmaz ilkokul öğretmeni kimdir yarışması yapılsaydı herhalde yirmi sene sonra hâlâ doom metal yaptıkları için yarışmayı kazanırlardı. Belki de hayran kitlelerini kaybetme korkusunda ziyade gerçekten de doom metal dışında başka bir tür müzik yazabilecek potansiyelleri olmadı hiç. Tabii bahanesi ne olursa olsun müziğin kıtlaşması ve kısırlaşması yüzünden tokat yemeleri gerektiği gerçeğini değiştirmiyor bunlar.

1990’ların başında death/doom türünü yeni yeni keşfetme fırsatını yakalayan İngiliz metal grupları Peaceville üçlüsünden biri olan My Dying Bride, en karanlık doom metal riflerinden bazılarını içinde barındıran Turn Loose the Swans ve daha romantik, daha gotik The Angel and The Dark River gibi iki sarsıcı klasik yazdıktan sonra bu albümler kadar iyi olmasa da hatırı sayılır birkaç albüm daha yazıp son iki albümleri olan A Line of Deathless Kings ve For Lies I Sire ile kendilerini kötü bir biçimde tekrar etmeye başladılar. 1998 albümlerinde tercih ettikleri deneysellik kötü tepkiler alınca korkup eski tınılarından ayrılmamayı seçtikleri için aynı gitar perdelerinin arasında dolaşmak yaratıcılıklarını köreltti. Ustası oldukları müzik türünün alışkanlıklarına gömüldükleri için ironik bir şekilde yazdıkları müziğin malzemesini neyin kaliteli yaptığını unuttular, türün en jenerik albümlerini yazmaya başladılar.

Müziğin hiç değişmediğini söylemek yanlış olur aslında. Gotik karakteristikler, daha mainstream kitleye hitap edecek şeyler biraz daha vurgu kazanmış bu son albümde. Ama bunlar eski albümlerde, hatta ilk albümlerde bile görülen tipik MDB karakteristiklerindi. Kötü olan şey bu karakteristiklerin vurgu kazanmasından ziyade eskisi gibi oturaklı, güçlü, çarpıcı malzemenin hemen hemen hiç görülmemesinden ileri geliyor. Bu noktaya ulaştıktan sonra grup belli bir hayran kitlesinin albümü ne kadar kötü olursa olsun alıp beğeneceğini bildiğinden artık kendini zorlamayı gerekli bulmuyor. Bu albümün çeşitli internet sitelerinde pozitif kritikler alması da albümün iyi olmasından ziyade kritik yazarlarının MDB gibi büyük bir isme duydukları saygı ve sevgiden ileri geliyor olsa gerek.

Gerek MDB diskografisi göz önüne alınırsa, gerek melodramatik death/doom metalin Before The Rain, Draconian, Virgin Black ve Swallow The Sun gibi daha yeni gruplarının çalışmaları göz önüne alınırsa albüm en cillop prodüksiyonla, en deneyimli müzisyenlerin üzerinde işini bilir bir profesyonellikle üzerinde çalışmasına rağmen maalesef rafları alelâde, sönük, tanıdık birkaç melodi dizisiyle işgal edip ortalama bir eğlendiricilik dışında ufuk açmayan önemsiz bir albümden öteye götürmüyor. Eski albümlerinden arakladıkları klişeleri yeniden yeniden tekrar üretmek dışında başka hiçbir şey yapmamayı tercih etmeleri de yaratıcılıklarının tükendiğini gösteren bir başka işaret olmuş.

Iron Maiden konserinin açılışını yaptıkları bir festivalde ‘Yorkshire’a dönün ibneler’diye öfke çekmelerine neden olan imajları kadar berbat şarkı sözlerini eleştirmek yanlış olacaktır çünkü önceki albümlerde de bundan daha kötü değildi. Ama hâlâ aynı basmakalıp tatsız dizeleri, ifadeleri ve temaları kullanıyorlar. Her ne kadar birçok metal türünün klişe şarkı sözleri olsa da bu türün bir zamanlar öncülüğünü yapmış yaratıcı gruplarından yeniden bunların geldiğini görmek biraz üzücü oluyor.

Tırtıklaya tırtıklaya yeni malzeme çıkarmaya çalıştığını gördüğüm bu albüm her ne kadar ‘ne olursa olsun My Dying Bride olsun’ hastalarını tatmin edecek nitelikte olsa da yavaş yavaş ölen bir grubun yavan, boğuk, cılız homurtuları gibi geliyor bana. Söyleyebileceğim en olumlu şey bana Turn Loose The Swans’ın ne kadar başdöndürücü bir albüm olduğunu hatırlatması olacaktır. Şimdi bu kritiği tamamlayıp ilk dinlediğimde beni şimşek gibi çarpan atonal, meyus, uğursuz ve karanlık The Songless Bird parçasını çalmaya gidiyorum. For Lies I Sire albümünün iyi olduğunu düşünüyorsanız sizin için de bazı şeyleri hatırlamak etkili olacaktır diye düşünüyorum. Hoşçakalın.

DISTURBED’den yeni klip

Friday, November 19th, 2010

DISTURBED, son albümleri “Asylum”dan “The Animal” adlı parçaya çektiği klibi yayınladı.

Sanıyoruz ki başka bir şey olmadı.

Not: Haber için bloodshower’a teşekkür ederiz.

EVERGREY yeni albüm detaylarını açıkladı

Friday, November 19th, 2010

İsveçli progresif metal grubu EVERGREY, yeni albümü “Glorious Collision”ın detaylarını açıkladı. Avrupa’da 28 Şubat, ABD ve Kanada’da 22 Şubat, Almanya’da ise 25 Şubat tarihlerinde piyasaya çıkacak olan albümün şarkı listesi şöyle olacakmış:

01. Leave It Behind Us
02. You
03. Wrong
04. Frozen
05. Restoring The Loss
06. To Fit The Mold
07. Out Of Reach
08. The Phantom Letters
09. The Disease …
10. It Comes From Within
11. Free
12. I’m Drowning Alone
13. … And The Distance
14. … And The Distance (Carina bonus track)

Albümün kapağı ise şu şekilde:

Hatırlanacağı üzere grup bir süre önce dağılmanın eşiğinden dönmüş, ama dağılmamıştı. Evet, aynen öyle olmuştu.

CARNIFEX’ten klip

Thursday, November 18th, 2010

CARNIFEX, son albümü “Hell Chose Me”den “Sorrowspell” adlı parçaya çektiği klibi -baya bir önce- yayınladı.

PasifAgresif olarak bu haberi 4-5 ay geç yayınlamanın verdiği hayasız gurur içindeyiz. Teşekkürler.

Not:Haber için Avcı’ya teşekkür ederiz.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.