# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

PSYCROPTIC’ten DVD

Saturday, February 27th, 2010

Tazmanyalı teknik death metal grubu PSYCROPTIC, ilk DVD’si “Initiation“ı kendi sitesinden satışa sundu.

psycroptic_dvd_1

“Initiation” içersinde grubun 2008 yılında Avustralya’da verdiği bir konseri ve başka ek materyalleri içeriyormuş.

PSYCROPTIC, özellikle ritim gitar çalmaya meraklı müzisyen adayları için iyi bir mücadele örneği teşkil ediyor.

REVOLVER, Golden Gods adaylarını açıkladı

Friday, February 26th, 2010

Geçtiğimiz günlerde şu olayla adını andığımız ünlü metal dergisi REVOLVER’ın 8 Nisan’da yapacağı ikinci REVOLVER Golden Gods Awards’un basın toplantısı yapıldı.

revolver_golden_1

Metalin daha çok mainstream tarafına yaklaşan derginin, bu yılki kategori ve adayları da şu şekilde:

En İyi Gitarist:

* Kirk Hammett (METALLICA)
* Tony Iommi (HEAVEN & HELL)
* Tom Morello (RAGE AGAINST THE MACHINE, STREET SWEEPER SOCIAL CLUB)
* Dave Mustaine (MEGADETH)
* Slash (VELVET REVOLVER, GUNS N’ ROSES)
* Zakk Wylde (BLACK LABEL SOCIETY)

En İyi Davulcu:

* Chris Adler (LAMB OF GOD)
* Brann Dailor (MASTODON)
* Dave Grohl (THEM CROOKED VULTURES)
* Gene Hoglan (DETHKLOK, FEAR FACTORY)
* Dave Lombardo (SLAYER)
* Jimmy “The Rev” Sullivan (AVENGED SEVENFOLD)

En İyi Vokalist:

* Jonathan Davis (KORN)
* Ronnie James Dio (HEAVEN & HELL)
* Neil Fallon (CLUTCH)
* Lzzy Hale (HALESTORM)
* Serj Tankian (SYSTEM OF A DOWN)
* Corey Taylor (SLIPKNOT, STONE SOUR)

Yılın Albümü:

* ALICE IN CHAINS – Black Gives Way to Blue
* HEAVEN & HELL – The Devil You Know
* MASTODON – Crack the Skye
* MEGADETH – Endgame
* SLAYER – World Painted Blood
* THEM CROOKED VULTURES – Them Crooked Vultures

En İyi Konser Grubu:

* THE DEVIL WEARS PRADA
* LAMB OF GOD
* METALLICA
* MOTÖRHEAD
* ROB ZOMBIE
* SLAYER

En İyi Underground Grup:

* BEHEMOTH
* BETWEEN THE BURIED AND ME
* THE BLACK DAHLIA MURDER
* CONVERGE
* THE DILLINGER ESCAPE PLAN
* OBITUARY

Metalle İlişkili En İyi Sporcu:

* Josh Barnett (MMA fighting)
* Marc Colombo, Cory Procter, and Leonard Davis (NFL football)
* Chris Jericho (WWE wrestling)
* Mike Piazza (MLB baseball)
* Jason Ellis (Pro skateboarding)
* Jolene Van Vugt (Pro motocrosser)

Metal Dünyasının En “Hoş” Kızı:

* Pearl Aday (PEARL)
* Maria Brink (IN THIS MOMENT)
* Lzzy Hale (HALESTORM)
* Lacey Mosley (FLYLEAF)
* Alexia & Anissa Rodriguez (EYES SET TO KILL)
* Cristina Scabbia (LACUNA COIL)

Yılın Geri Dönüşü:

* AC/DC
* ALICE IN CHAINS
* ANVIL
* FEAR FACTORY
* HEAVEN & HELL
* KISS

Rob Halford, Lemmy Kilmister, Dave Mustaine, Zakk Wylde, Vinnie Paul, Chuck Billy ve Kat Von D’nin katıldığı basın toplantısını aşağıdan izleyebilirsiniz.


DISSECTION – Reinkaos

Friday, February 26th, 2010

Zamanında aynı benim gibi black metal ile pek alakası olmayan bir şahsın tavsiyesi üzerine youtube’dan Where the Dead Angels Lie’ın canlı performansını izlememle bütün önyargılarımın yok olması bir olmuştu. Ne yazık ki yaş itibariyle zamanında “Jon hapse girmiş”, “Yeni albüm çıkarıyorlarmış” vesaire gibi muhabbetlere dahil olamadım. Bu eksikliği sadece Dissection’la ilgili olarak değil genel olarak yaşadığımı kabul etmem gerek. Noob’luğumu kabul ediyorum, evet Dissection ile tanışmam Jon’un ölümünden birkaç ay sonrasına tekabül etmekte. Ardından gelen “Abi black metal ama iyi” şeklindeki Dissection sevdirme kampanyamı yakından hatırlayanlar da olacaktır.

İşte durum böyleyken grupla ilgili bilgilendirici anekdotlar girmek ne kadar dürüstçe olur bilemiyorum fakat zamanında dinliyor olsaydım bile büyük ihtimalle edineceğim bilgiler kulaktan dolma olacaktı o yüzden sorun yok diye düşünüyorum.

Bu albümle ilgili ilk olarak bilinmesi gereken on bir yıllık bir aranın ardından çıkmış olmasıdır. Bu süre içinde Jon Nödtveidt hapse girip çıkmış ve grup üyeleri baştan sona değişmiş oldu. Bütün bu değişimleri göz önünde bulundurduğumu ve zaten Black Metal için çıldıran biri olmadığı hesaba katacak olursanız anlayabilirsiniz ki, bu kritik internette bulacağınız binlerce “bozdular yeeaa” şeklindeki kritiklerden farklı olacak.

Bunu şu şekilde açıklamaya çalışayım; kimi insanlar yorumlarını bir tarz üzerinden yapar, o tarzı bütünüyle sever, diğerlerine soğuk bakarlar. Kimileri olaya gruplar üzerinden yaklaşır, bir bütün olarak görürler. Bense her albümü, hatta şarkıyı kendi içinde, ne grubuna ne de tarzına bağlı olarak incelemek gerektiğini düşünüyorum. Zira bu albümü diğer şekilde ele alacak olursak bütün değerini göz ardı etmiş oluruz.

reinkaos_2

Canım İskandinav ceza hukuku sağolsun, Jon’un cezasının son altı ayında erişmiş olduğu dışarı çıkma izinleri süresince grubu yeniden kurulma çalışmaları sürdürülmüş ve yeni üye alımında en dikkat edilen şey başvuranların tam bir Satanist olmasıymış. Nice gitaristleri kapıdan çevirmişler “In Domine Sathanas” demeye dilleri dönmedi diye. Hem kendini adamış bir Satanist, hem de kalifiye bir gitarist bulması zormuş demek ki, fakat sonunda İtalya’dan Set Teitan’ı ithal etmiş. Daha önce Satanist olmayan kişilerle çalışmaktan çok çektiğini belirten Jon, bu hareketiyle de tam anlamıyla şeytani bir iş ortaya koyma niyetinde olduğunu göstermiş.

Dolayısıyla elimizdeki, karanlık fantastik öğelerle ve yıkımla dolu bir ilahi albümü. Evet, ilahi dedim. Reinkaos aynı zamanda Jon Nödtveidt’in de içerisinde bulunduğu Misanthropic Luciferian Order adlı Satanist mezhebin ilahileri niteliğini taşımakta. Yurtdışından bir abimizin söylediği üzere, bütün albümü baştan sona dinlemek bir ritüel sayılmakta ve hatta karanlık bir portal açılmasını sağlamaktaymış. Hepinizi mumlarla çevrilmiş bir pentagramın ortasına oturup karanlık odanızda bu albümü baştan sona dinlemeye davet ediyormuş. Dünyanın en materyalist, ateist kişilerinden biri olarak benim hâlâ yemedi açıkçası.

reinkaos_reinkaos

E durum böyleyken içeriğinde ilk dikkati çeken şey bütün dünya panteonlarının karanlık, ölüm, yıkımla ilişkilendirilmiş olan varlıklarının konu edinilmesi oluyor. MLO’nun inanç sistemi büyük oranda Sümer mitolojisine dayansa da Mısır, Pers, Vedik hatta güney Amerika okültlerine kadar geniş bir çerçeve kullanılmış.

Önceki albümlerle kıyaslamak gerekirse, diğer albümlerde de bulunan neoklasik ve melodik öğeler bu albümde baskın hale gelmiş. Daha önce black metale yedirilmiş, müziğin tadı tuzuyken, Reinkaos’ta yemeğin kendisi olmuş yani. Herkesin söylediği üzere bu bir black metal albümü değil. Kısmen doğru. Duyduğunuz şey black metal değil ama hissettiğiniz şey hâlâ black metal.

reinkaos_4

Diğer albümlerden alışık olduğumuz melodik enstrümantal parçalardan biriyle giriş yapan albüm ilk andan dinleyiciyi yakalıyor. Bu albümün en ilginç yanlarından biri de bu. O kadar akılda kalıcı ve akıcı bir albüm ki bir an bile pençesinden kurtulamıyorsunuz. Kimileri bunu Dissection için fazla akılda kalıcı olarak yorumlasa bile bu bağlamda eleştirmeyeceğimi zaten belirttim. Dolayısıyla bu akılda kalıcılık, canlılık ya da ne derseniz artık, ben bu özellikleri tartışmasız bir artı olarak hesaba katıyorum.

reinkaos_6

Fakat işin başka bir yönüyse (yine Reinkaos’un “Black metalden çok In Flames tadında” şeklinde yorumlanmasından dolayı söylüyorum bunu) sound olarak diğer benzer gruplardaki, örnekteki gibi In Flames diyelim, “laylaylom” hissiyatı (ki bana hep öyle gelir) asla yok. Coşku? Gani gani. Ama karanlık bir duygusallık her daim hakim.

Black Dragon, Xeper-I-Set, God of Forbidden Light ve Maha Kali gibi klasik olmaya aday, öne çıkan parçalar olmasına rağmen diğerlerinin geri planda kalması sadece bu bahsettiklerimin istisnai derecede iyi olmasından kaynaklanıyor. Tabi ki olmazsa olmaz, Chaosophobia adlı akustik bir parça da mevcut. Öte yandan Reinkaos (şarkı olan) gözlerinizi kapatıp “teheey” dercesine elinizi sallama ihtiyacı hissettiriyor.

Unutulmaması gereken bir noktada muhteşem kayıt kalitesi. Her şey o kadar su gibi berrak ki insan beğenmese bile zevk alır öyle böyle değil. Gitar tonları üstünde haftalarca uğraşılmış gibi. Zaten oldum olalı Gibson gitarları kullanıyorlardı ama burada gerçekten ekipmanın karakterini gösterme şansına erişmiş olacaklar ki enstrümanların hakkını vermişler. Bu konuda bir şey okumadım ama tahminen minimum oranda efekt (o da analog belli) kullanılarak direkt Marshall amfilere girilmiş. Gavurlar “Less is more” derler ya, ondan olmuş işte. Sade bir şekilde mükemmele yakınlaşmayı başarmışlar.

reinkaos_7

Ha ben tabii sound şöyle süper, böyle bombastik diye övüyorum ama buna burun kıvıranlar da olmuyor değil. buradan onlara sesleniyorum; Aşın bunları arkadaşım. Black metal değilse değil, nedir yani? Ben çıkan işe bakarım.

Öte yandan beste sürecinde Jon, hapishane duvarları içinde izole olmasının da katkısıyla, ruhani anlamda aydınlandığını ifade etmekle beraber besteleri okült formüller ve sicim kuramı üzerine kurma yoluna gitmiş. Dolayısıyla tarz anlamındaki yönelim geri planda kaldığından dolayı R’n’B de yapsa fark etmezmiş.

reinkaos_5

Yedi yıllık bir sessizliğin ardından bir anda tekrar ortaya çıkan Dissection’ın karşılaştığı ilginin boyutlarını o ana kadar çıktıkları en büyük turnenin düzenlenmesi, Stockholm konserinin iki kere biletlerinin bitmesi üzerine her seferinde daha büyük bir mekana geçilmesi ve hatta 2 saatlik bir setin ardından hala mekanı terk etmeyi reddeden kalabalıklar açıklamakta. Bu uzun yoksunluk süresince Dissection black metal sahnesinin raflarına kaldırılmamış, insanların kalbinde git gide büyümeye devam etmiş ve hala büyümeye devam etmektedir. Bir şey kesindir ki Dissection hiçbir zaman unutulmayacak ve ismi efsaneler arasında yer almaya devam edecek.

Open our eyes Mighty Father
so that we may see
Guide our steps on the Burning Path
of liberation and ecstasy

Mighty god of darkness
All salutations to thee
Raise the hidden flames within us
Into Chaos set us free

Burak GÜR

CYNIC’ten yeni EP

Friday, February 26th, 2010

Season of Mist, CYNIC’in 17 Mayıs’ta çıkacak yeni EP’si “Re-Traced“in içeriğini açıklayan bir video yayınladı.

Videodan da göreceğiniz üzere EP’de bir yeni şarkı ve dört eski şarkının da yeniden yorumlanmış halleri yer alacakmış.

EXODUS yeni albüm kapağını açıkladı

Thursday, February 25th, 2010

EXODUS, değişebilmekle birlikte 7 Mayıs’ta çıkacak olan yeni albümü “Exhibit B: The Human Condition”ın kapağını açıkladı.

exodus_yenialbumkapak_1

Leonardo da Vinci’nin ünlü tablosu Vitruvian Man’in bir yorumu olan kapak, grubun ifadesine göre albümün “insanın vahşi yüzü” temasını çok iyi yansıtıyormuş.

exodus_yenialbumkapak_2

RUSH belgeseli

Thursday, February 25th, 2010

“Metal: A Headbanger’s Journey” ve IRON MAIDEN’ın “Flight 666” belgesellerini çeken Sam Dunn ve Scot McFadyen, RUSH hakkında çekilen ilk ve tek belgeselin 18 Mayıs’ta piyasaya çıkacağını açıkladılar.

rush_belgesel_1

Grupla ilgili son bilgilere de şuradan ulaşabilirsiniz (ayıptır söylemesi bayağı da kapsamlı).

DEIVOS – Gospel of Maggots

Thursday, February 25th, 2010

Polonya’dan insancıl grup çıkmadığını çoğumuz biliyoruz. Decapitated, Vader, Behemoth, Lost Soul, Sceptic ve daha nice ekstrem grupları metal alemine kazandırmış ülkeden çıkan başka bir ekstrem teknik death metal grubu ile karşı karşıyayız şimdi de.

gospelofmaggots_1

Şahsen son zamanlarda çıkan çoğu death metal albümü beğenmemekte ve sıradan bulmaktaydım ki bu albüm ilaç gibi geldi. Grubu biraz tanıtmak gerekirse, ilk albümleri “Emanation from Below“u 2006’da çıkarmış, üç yıl sonra da Unique Leader’ın (Erik Lindmark – Deeds of Flesh) kadrosuna girmişler.

Albüme geçersek tarz olarak yukarda saydığım Polonyalı grupları alın, karıştırın ve tempoyu yükseltin, sonuç olarak Deivos çıkar. Yarım saat kadar kısa ama öz bir dinleme süresi var albümün. Yüksek enstrüman kabiliyetleri her şarkıda belli oluyor. Özellikle grubun bateristi şu ana kadar dinlediğim en uçuk performanslardan biri. Kesinlikle insan değil. Bu kadar çeşitli zil oyunu yapan bir baterist duyduğumu hatırlamıyorum. Gitarların da eksik yanı yok, tempoyu düşürmeksizin dur durak bilmeden poliritmik, aksak şekilde çalıyorlar.

Geri planda kalan tek şey ise fazla monoton olan vokaller. Bunların dışında gayet üst düzeyde bir albüm. Yeni sayılabilecek bir grup ve ilersinde iyi işler yapacak potansiyelleri var bence.

gospelofmaggots_2

Prodüksiyon kusursuz denilecek kadar iyi. Biraz Severed Savior’ın “Servile Insurrection“ına yakın sayılır. Sonuç olarak “Gospel of Maggots” birçok yeni teknik death metal grubunu sollayacak kalitede bir albüm.

Muhakkak kulak kabartılmalı.

Exorsexist

MISERY INDEX’ten toplama albüm

Thursday, February 25th, 2010

MISERY INDEX, bugüne kadar çıkardığı split ve EP’lerdeki şarkıları “Pulling Out the Nails” adı altında piyasaya sürdü.

miseryindex_toplama_1

Grubun yeni albümü “Heirs to Thievery”nin detaylarına ise buradan değil, şuradan ulaşabilirsiniz.

Buradan değil demiştik…

OPETH’ten yeni şarkı tadımlığı

Thursday, February 25th, 2010

OPETH, detayları şuradan görülebilen yeni God of War oyunu için yazdığı “Throat of Winter” adlı şarkının otuz saniyelik bir kısmını şuradan dinlemeye açmış.

opeth_2010_1

Tadımlık kısa, haber de kısa olsun bari.

POISONBLACK’ten yeni şarkı

Wednesday, February 24th, 2010

POISONBLACK, tüm ayrınıtısı şu sevimli bağlantıdan görülebilecek yeni albümü “Of Rust and Bones”dan “Buried Alive” adlı parçayı myspace‘ine koydu.

Her şeyi ilgili bağlantıda açıkladığımız için bu haber de böyle mal gibi kalsın bari ne yapalım. Ya da en azından bir sevimlilik yapıp haberi renklendirelim (neresini renklendiriyorsak artık).

AGATHOCLES’ten toplama albüm ve yeni şarkılar

Wednesday, February 24th, 2010

Belçikalı kült grindcore (mincecore?) grubu AGATHOCLES, 1997 yılında kaydettiği ancak henüz yayınlamadığı 15 şarkısını ve birtakım klasiklerini içinde bulunduran “Peel Sessions” adlı toplama albümünü Mart ayında çıkaracağını açıkladı.

agathocles_album_1

Dünyanın belki de en çok split yayınlayan gruplarından biri olan ve 25 yıldır faaliyetini sürdüren AGATHOCLES, underground grindcore kitlesi tarafından efsane olarak nitelenmekte ve siyasi şarkı sözü ve tavırlarıyla dikkat çekmekte.

UNDEROATH – They’re Only Chasing Safety

Wednesday, February 24th, 2010

Underoath, 1990′larda deathcore/groove tarzında kurulmuş bir grup. Kurulduğu yıldan itibaren 2004 yılına kadar üç albüm yayınladılar.Vokalist Dallas Taylor ayrılması ile birlikte Underoath’taki boşluğu Spencer Chamberlain doldurmuş ve grup 2004 yılında “They’re Only Chasing Safety” adında bir albüm çıkardı. İşte o albümden bahsediyorum şu anda sizlere; karşınızda Underoath’ı efsane yapmaya yeten bir albüm!

theyreonly_2

Underoath, yayınladığı bu albüm ile birlikte birçok kitleye birden hitap etmeye başladı. Spencer’ın ilginç vokali, grubun bateristinin vokallere katılımı, klavyeci Christopher Dudley’e daha fazla yer verilmesi bu albümde Underoath’ın türünün değiştiğini gösterdi. Deathcore mu? O da ne, bu herifler kesinlikle metalcore yapıyorlar. “Hayır dostum yanılıyorsun, underOATH (böyle söylenir) bir post-hardcore grubu olmuştur” diyenlerin olduğu zamana götürüyorum şimdi sizleri.

Grubun dördüncü albümünü ilk kez dinleyenler Young and Aspiring adlı şarkıya taparak başlamışlardır herhade. Muhteşem bir melodi, muhteşem bir vokal var şarkıda (kişiye göre değişebilir, ama bu müziği sevenlerin hoşuna gidecek türden bir vokal). Spencer şarkılarında gerçekten pig squal’le harsh vokali birbirine karıştırıyor, inanılmaz bir ses çıkarıyor ortaya. Neyse, albümdeki tüm şarkıları değerlendirirsek işimiz uzar, ama bu grup tam tavsiye edilecek bir gruptur.

theyreonly_1

Albümde birbirine benzeyen şarkılar da var. The Impact of Reason ve Down, Set, Go gibi birbirini andıran melodili / vokalli şarkılar bulmak mümkün. Ama nedense Underoath dinleyen biri “melodilerin alayı aynı anasını…”, “vokal neden hep aynı sözleri söylüyor” (gibi geliyor) gibi laflar söyleyemiyor, zira Underoath bazıları için bir yaşam tarzı olmuş durumda. Günümüz metal dünyasında metalcore’a (new metal denilen olaya) yönelik bir akın var, bu yüzden de Underoath/Atreyu/Blessthefall gibi grupların hayranları gittikçe artıyor. Ben grupları birbirleri ile karıştırmam şahsen. Şöyle ki, günümüzün duygusal gençleri diye bahsedilen bu adamlara “bu nasıl bir saç şekli, nasıl bir tip” demek yerine, “Tanrım.. Bu nasıl bir ses” demeyi tercih ediyorum. Bu yüzden herhalde genelde incelemesini seçmek istediğim gruplarda “emo” adının verildiği gruplara gidiyor kafam.

Şarkılara devam edelim, bu hikayeden kurtulamayacağız yoksa. Underoath’ın en iyi yaptığı işlerden biri Aaron Gillespie’nin (davulcumuz + clean vokallerin sahibi) canlı performanslarında yaptığı işle albüm kayıtlarında yaptığı işi hemen hemen aynı yapabilmesi. Bu adamı mükemmel kılan şey de bu sanırım. Gitarlarda James Smith ve Grant Brandell gibi genç isimleri görüyorum. Örneğin; ritim gitardaki adam James Smith’in internet ortamında kolay kolay fotoğraflarını bulamazsınız, Brandell’in çok hayranını bulamazsınız, çünkü Underoath bireysel olarak yapmıyor işlerini. Herkes yaptığını Underoath’a katıyor, grubun altı elemanı tek bir yürek, tek bir grup ve bunun adı da Underoath olarak geçmiş.

Albümün dinlenesi şarkılarına bakacak olursak The 80′s Song dinlenilebilir bir bonus şarkı olarak yayınlanmış. A Boy Brushed… Living in Black and White çok sağlam bir parça. Down, Set, Go’da ne kadar diğer şarkıları andırsa da dinlenilebilir bir vokal / gitar duyuyoruz. Underoath’un bundan sonra çıkmış “Define the Great Line” ve “Lost in the Sound of Seperation” adlarını taşıyan iki albümü var, dinlemek isterseniz diye söylüyorum. 2010 yılında yeni bir albüm çıkarması bekleniyor Underoath’un. Ayrıca grup 15-16 şarkısını çaldığı bir konser albümü de yayınlamıştı. Onu da izleyebilirsiniz.

theyreonly_theyreonly

Underoath’ı dinlerseniz bu notu neden verdiğimi anlarsınız diyerekten 8/10 çıkardım.

Hakan Burak Balkan

Metalde kadının yeri ve bir müzisyenin isyanı

Wednesday, February 24th, 2010

Amerika’nın en çok satan metal dergilerinden biri olan Revolver ile ARCH ENEMY vokalisti ANGELA GOSSOW arasında son günlerde alevlenen bir tartışma var.

revolver_1

ANGELA GOSSOW, derginin son sayısındaki “Hottest Chicks in Metal” konseptli takvimden ve kendisinden izin alınmadan bu şekilde lanse edilmekten hiç hoşnut olmamış ve derginin editörüne bir mail atmış.

revolver_3

GOSSOW mail’inde, bunun müzikle hiç alakası olmadığını ve kadınları ikinci sınıf insan olarak görmekten farksız olduğunu söyleyerek, derginin kendisini bu şekilde kullanmasını istemediğini belirtmiş.

revolver_2

Editör ise GOSSOW’a “Eğer bu tarz şeylerde yer almak istemiyorsan, biz de bir daha ARCH ENEMY’ye dergimizde yer vermeyiz” diyerek GOSSOW’a tehditle karışık bir cevap vermiş. GOSSOW’un cevabı ise “Çok da şeyimdeydi” olmuş.

revolver_4

Bilindiği gibi “metal müzik yapan kadın” objesi, bu müzik var olduğundan beri öne çıkarılmış, gruplar da bu durumdan şikayetçi olmamış, bilakis pek çok grup en büyük reklam kaynakları olarak bu taraflarını öne çıkarmıştı. Abartanlar da olmuştu.

revolver_5

Son günlerde metal içerikli pek çok site, kadının metaldeki konumu ve bu şekilde kullanılmasına dair tartışmalara sahne oluyor.

1349 yeni albüm adını açıkladı

Wednesday, February 24th, 2010

Norveçli black metal grubu 1349, 26 Nisan’da çıkacak yeni albümünün adını “Demonoir” olarak açıkladı.

1349_albumadi_1

Grup, yeni albüm çıkaran her grup gibi “Demonoir“ın yaptıkları tartışmasız en iyi, en karanlık albüm olduğunu söylemiş, bununla da kalmamış “black metal bir daha asla eskisi gibi olmayacak” da demiş.

DARK TRANQUILLITY – We Are the Void

Tuesday, February 23rd, 2010

Melodik death metalin en kötü yanı, icra eden grupları bir kısır döngü içine sokması ve yaptıkları müziğin kalitesine bakmaksızın onları kendi yarattıkları devinim içinde hapsetmesi. Daha baştan böyle devinim mevinim zırvalıyorum ama hakikaten öyle. Türe böylesine korku salan bu illete karşı, örneğin IN FLAMES çareyi “modernleşmekte” bulurken, SOILWORK, ARCH ENEMY gibi gruplar bir süredir aynı albümü, üstelik de bir öncekini aşma amacı gütmeksizin çıkarmaktalar. Seveni hâlâ seviyor, ama türün kaşarı olanlar bir yerden sonra dinledikleri şeyin farklılık ve özgünlük anlamında yeterli olmadığını, grupların ilk zaman albümlerindeki heyecanı taşımadıklarını hissediyorlar.

DARK TRANQUILLITY, taviz vermeme geyiği ile yıllardır kendisine duyulan saygı ve sevgiyi azaltmamış, hayranlarını, türdaş pek çok grubun yaptığı düzeyde saflara bölmemiş bir grup bildiğimiz gibi. “The Mind’s I”dan “Projector”a geçecek düzeyde cesur ve atılımcı bir grup olan DARK TRANQUILLITY, albümden albüme dinleyicilerine farklı dünyalar sunarken, “Damage Done” sonrasındaki albümlerde ise aynı dünyanın farklı iklimli hallerini sunarmış gibi olmaya başladı. Bunu dinleyici adına “rahatın batması” olarak adlandırmak ne denli adil olur bilmiyorum, ama bizi gelişimciliğine böylesi alıştıran bir grubun arka arkaya -başarılı- ama benzer albümler çıkartması belli ki insanın kafasında düşünce baloncukları oluşmasına yol açıyor.

wearethevoid_2

Olayı dağıtmadan “We Are the Void”a gelelim. Yazımı kaydından bir yıl öncesinde bitmiş ve bir yıldır kaydedilmeyi beklemekte olan albümün farklılık yaratan başlıca yönlerinden biri, karanlık ve soğuk yapısıyla bir önceki albüm “Fiction”daki diğer şarkılardan farklı bir profil çizen Inside the Particle Storm’un o terk edilmiş havasını yansıtıyor oluşu. Çoğu yorumda “black metal hissi” olarak bahsedilen bu soğuk hava, “We Are the Void”un çoğunluğunda da hakim durumda.

Atmosferin pekişmesi çeşitli gazlarla, azotla mazotla oluyorsa da, bu albümdeki atmosferi pekiştiren en önemli unsur, “Fiction”a göre daha etkin hale gelen klavye kullanımı. Çoğu parça klavye öncülüğünde yolunu buluyor, şarkıların karakterleri bu enstrümanın gidişatına göre şekilleniyor. Bu sayede albümün kimi yerlerinde tuhaf bir “black metalimsi DEPECHE MODE” havası hissediliyor, Stanne’in clean vokale geçtiği ve müziğin de yavaşladığı kimi yerlerde ise (mesela Iridium) bir çeşit PARADISE LOST hüznü peydahlanıyor demek mümkün. Gitarla çalınan melodiler, daha çok sololar içerisine yedirilmişler, bu yüzden de parçalar eskiden olduğu gibi melodileriyle değil, rifleriyle hatırlanır durumdalar.

wearethevoid_1

Stanne demişken, Mikael Stanne her zamanki gibi metal dünyasının en iyi vokalistlerinden biri olduğunu her fırsatta kanıtlıyor. Brutal vokali bu kadar tane tane, hem de yorum katarak, bir şeyler anlattığını hissettirerek yapan biri daha var mı emin değilim. Daha ince bir sesle ve daha yırtıcı söylediği kısımların yanı sıra, ağzını yuvarlatarak çıkardığı daha höy höy kısımlar da yorumunun çeşitlenmesini sağlamış. Stanne, bir süredir pek başvurmadığı clean vokallerini de tekrar görücüye çıkarmış ve başarılı da olmuş. Bu clean vokaleller albümdeki tekrardan başvurulan eski alışkanlıklardan bazılarını oluştursa da, ortada geçmişteki kimi DARK TRANQUALLITY albümleri arasında gördüğümüz düzeyde bir farklılaşma çabası yok.

Bu noktada bence olayın kırılma noktasına varıyoruz: Kendi sound’unu oluşturmuş bir grup benzer albümler yaptığı için eleştirilmeli mi? İşte DARK TRANQUILLITY. Kaliteli ancak öne çıkar yanları giderek azalan albümler yapıyorlar. “DARK TRANQUILLITY budur” diyerek kanıksanmalı mı, yoksa “yine benzer şarkılar yapmışlar” diyerek, “durursan düşersin” diyerek eleştirilmeli mi? İşte geceleri uykularımı kaçıran, hayattaki duruşumu sorgulamama yol açan soru…

wearethevoid_3

Olumsuz açıdan bakarsak, “OPETH gibi, NEVERMORE gibi, her albümleri yine kendileri gibi olan ama birbirlerine hiç benzemeyen albümler yapabilen gruplar var” türü bir fikir öne sürebiliriz. Ulan sanki bitirme tezi yazıyorum, ne metalmiş arkadaş. Her neyse. Evet bir tarafta böylesi gruplar var, diğer tarafta da son dönemdeki DARK TRANQUILLITY gibileri var. “We Are the Void”la ilgili yerli yabancı pek çok yorumda rastladığım kilit nokta şu: “Yine aynı şeyler”.

Peki ya ne olacağıdı toprağım? Daha klavyeli, clean vokalli yapsalar “Projector gibi olmuş” denecek; daha thrash’imsi yapsalar “Damage Done 2″ denecek, IN FLAMES gibi bir şeyler deneseler “bunlar da bitti” denecek, e ne yapsın bu adamlar? En baştan beri, atıyorum bir OPETH gibi üstünde elli bin tane deney yapılabilecek, veya çok daha progresif bir grup gibi her yöne çekilecek türde bir müzikleri yoktu ki. Dört beş dakikalık, klasik beste yapısı içinde seyreden melodik şarkılar işte. Bir albümün başarılı sayılması için, hem yüksek müzikaliteyi koruması, hem de grubun önceki işlerinden ayırt edilir şekilde farklı olması mı gerekir?

Dahası “The Gallery gibi olsalar daha iyi” düşüncesinin de pek bir anlam ihtiva etmediğini düşünüyorum, zira günümüzde hâlâ doksanların ortasındaki türde müzik yapan melodik death metal grupları, yalnızca türe gönülden bağlı kemik bir kitleye hitap edebiliyorlar. Bu şekilde düşününce melodik death metal aslında zor bir tür. İcra olarak değil ama kalıcılık adına, öne çıkmak adına epey değişik yollar izlemeniz gerekiyor. EBONY TEARS, ABLAZE MY SORROW, CALLENISH CIRCLE, GANDALF; şöyle bir düşünseniz aklınıza gelecek bir sürü iyi, ancak silinip gitmiş, dağılmış grup var. Ve bunlar hep bu türü geleneksel anlamda icra eden gruplar.

wearethevoid_wearethevoid

Övülüp yerilme adına belli ki ortada kalacak ve hayranları kısmen ikiye bölecek bir albüm var karşımızda. “We Are the Void” DARK TRANQUILLITY’nin en iyi albümü değil tabii ki, hatta diskografileri içerisinde öne çıkmayan ve yıllar sonra da grubun önemli adımlarından biri olarak görülmeyecek bir çalışma. Grup bundan on yıl sonra bir best of yapsa, bu albümden kaç parçayı kullanır, “We Are the Void”dan kaç parça, grup dağıldıktan sonra bile hayranlar tarafından bir DARK TRANQUILLITY klasiği olarak görülür, emin değilim. Hemen gaza gelip “Arkhangelsk var!” demeyin. Evet çok güzel şarkı, ama ben klasik diyorum. Punish My Heaven, Lethe, Insanity’s Crescendo, …Of Melancholy Burning diyorum.

Yine de “We Are the Void”, türe kattıkları herkesçe malûm bu grubun, yenilikçi olmasalar bile hep iyi işler yapacağını gösteren bir diğer çalışma. Herkes istediğini düşünebilir elbet; grup da babamızın oğlu değil, sonuna kadar eleştirilebilir. Ama artık DARK TRANQUILLITY de baymakla, sallamasyon iş yapmakla suçlanıyorsa, hangi grup müzik yapsın ben bilmiyorum.

DANZIG yeni albüm adını açıkladı

Tuesday, February 23rd, 2010

DANZIG, ilkbaharda çıkacak yeni albümünün adını “Deth Red Sabaoth” olarak açıkladı.

danzig_albumadi_1

Albümde, daha önce de grupla bilrikte çalışan PRONG gitaristi Tommy Victor ile TYPE O NEGATIVE davulcusu Johnny Kelly de etkin şekilde yer alacakmış.

CHARRED WALLS OF THE DAMNED’den klip

Monday, February 22nd, 2010

Duyurmayı unuttuğumuz haberlere devam ediyoruz. IN FLAMES yeni albümü “A Sense of Purpose”ı yaklaşık bir buçuk sene önce çıkarm… Yok o kadar da değil.

Metal dünyasının sayılı davulcularından Richard Christy’nin yeni grubu CHARRED WALLS OF THE DAMNED, 2 Şubat’ta çıkan ve grupla aynı adı taşıyan albümünden “Ghost Town”a klip çekti. Aslına bakarsanız çekeli de bayağı oldu.

Richard Christy dışında, vokalde Tim “Ripper” Owens, gitarda Jason Suecof, bas gitarda da Steve DiGiorgio’dan oluşan grup, Richard Christy’nin ünlü radyocu Howard Stern’ün programında çalışması dolayısıyla albümü iyi bir şekilde duyurmuş ve albüm ilk haftasında 2,200 satmıştı.

Bu devirde iyi rakam.

charred_klip_2

Hatırlatma için Yunus Emre Şahin’e teşekkür ederiz.

NIGHTRAGE’den yeni klip

Monday, February 22nd, 2010

Çok uluslu melodik death metal grubu NIGHTRAGE, “Wearing a Martyr’s Crown” adlı şarkısıyla aynı adı taşıyan son albümündeki bahsi geçen şarkıya klip çekti (Haberi çok geciktirdik, bari kafa karıştırıp bunu unutturalım).

Selanik-Göteborg arasında mekik dokuyan grupta Yunan, İsveçli, Fin ve Hispanik kökenli müzisyenler bulunuyor.

nightrage_klip_1

BETZEFER – Down Low

Monday, February 22nd, 2010

Berca B.

Evet böyle bir durum var. Söylendiği anda kafadan sallanmış gibi duran, ama illa ki Orta Dünya veya benzeri bir yerlerden bir bölgenin adı çıkan grup isimleri genelde black metal gruplarına ait oluyor biliyorsunuz. Artık dalga konusu bile olmaya başlamış olan bu durum, “abi black metal grubu kuralım adı KARAZURGUTH olsun” gibi diyalogların bile yaşanmasına ve bu işi hakkıyla yapmasına rağmen sırf ismiyle baştan önyargıyı kapan, hatta çoğunlukla dinlenmeyen birçok bahtsız grubun ismini duyuramamasına da neden olmuştur. Tıpkı Betzefer’in de sadece ismi yüzünden baştan “öff leş bir black metal grubu galiba” damgası yemesi gibi.

downlow_4

Betzefer’in bu hayvani sound’u ve albümün çıktığı sırada arkasında bulunan Roadrunner desteği ile 10 yıldan fazla bir zamandır aktif olmasına rağmen ismini çok fazla duyuramamasını başka bir şekilde açıklayamıyorum. Grubun İsrailli olmasının da bunda payı olabilir gerçi, ancak Roadrunner var ulan arkanda, bu kadar mı tanıtabiliyorsun kendini? Yok arkadaş, kesin isimden kaybetmişler bunlar.

downlow_1

İbranice’de argo kullanımda “okul” anlamına gelen isimleriyle yola çıkan dört lise arkadaşından oluşuyor Betzefer. En başından beri akıllı adam müziği yapmayan bu arkadaşların bana göre asıl mezun oldukları, hem de dereceyle bitirdikleri isim ise çok büyük: PANTERA. Gerçi piyasadaki sayısız kalitesiz ve özelliksiz Pantera klonu grupların farkında olan bünyelerin içine bir kurt düşmüştür şu anda büyük ihtimalle, rahatlatayım; Betzefer son yıllarda hiç duymadığınız, duyduysanız da sayısı üçü beşi geçmeyecek derecede kaliteli bir groove/thrash karışımı yapıyor. Bu konuda çok ciddiyim, şakam yok.

Albüm de en az benim kadar ciddi, şakası olmayan Early Grave ile açılıyor. İlk saniyeden itibaren kaliteli bir iş olduğunu ve bu havayı albümün sonuna kadar koruyacağını çok rahat hissettiren, etkileyici bir giriş olmuş. Betzefer’in ne olduğuna, neler yapabildiğine dair kısa bir özet: Formülize olmayan şarkı yapısı ve sık değişen rifler, bu tarz için gayet teknik davullar, çılgın gazlı bir vokal ve tüm bunların olabilecek en akılda kalıcı şekilde sunulması. Hemen ardından gelen Down Low ile “işte bu ya, işte bu” demeyecek bir thrash gönüllüsü bulunacağını hiç sanmıyorum ve bir iyi haber daha veriyorum, asıl şov şimdi başlıyor.

Benim için albümün yıldızı, iyi pazarlansa gayet de “metal marşları” sınıfına girebilecek kalitede olan Fuckin’ Rock’n Roll için ayrı bir parantez açmak gerekiyor. Çok iddialı konuşan, düşündüğünü gözünde çok büyüten bir insan olmamışımdır ancak bu kez içim rahat bir şekilde iddialı konuşabilirim çünkü Fuckin’ Rock’n Roll’un girişi, hayatım boyunca duyduğum en güzel ve en gaz riflerden birini barındırıyor. Hani bazı filmler vardır, sinemada izlenmesi gerekir, bazı oyunlar vardır, eşşek yüküyle para dökülmüş bir bilgisayarda oynanması şarttır. İşte Fuckin’ Rock’n Roll’un da buna benzer bir şartı var; sesi açmak. Sesi sonuna kadar açın ve gerisini şarkıya bırakın, o her şeyi halledecektir. Ancak gözünüzü açtığınızda bulunduğunuz yerde kırık dökük eşyalar, çatlak duvarlar olabilir, benden söylemesi.

downlow_3

Albüm genel olarak Matan Cohen adlı gitarist kardeşimizin deli rifleri üzerine kurulmuş durumda. Başta da söylediğim gibi Pantera ekolünden bayağı etkilenmiş kendileri ancak özgün bir iş olmadığını söylemek de pek mümkün değil. Bu tarz “Allah’ım tıpkı …… gibi çalmalıyım” durumlarında örnek alınan kişiden ister istemez bazı “güçlü etkileşimler” (hırsızlık) olabilir ancak ben albümde böyle bir vakayla karşılaşmadım. Bu bakımdan, böyle orjinal ve akılda kalıcı rifler yazdığı için alkışı hak ediyor. Hatta ana rifler o kadar yakalayıcı ki, rock müzik ile biraz ilgisi olan bir kişinin bile çok fazla “of beynime tecavüz edildi kapat şunu” diyeceğini sanmıyorum. Tabii vokal girdiğinde işler değişebilir.

downlow_5

Evet, vokal metalle ilgisi olmayan biri için klasik “öf bu ne be niye bağırıyo bu adam” tepkilerini alacak tarzda ancak bu tabii ki bir kıstas değil. Albümde hiç temiz vokal yok ve Avital Tamir’in brutal ve scream’lerinden etkilenmemek imkansız. Tam da bu tarzın gerektirdiği gibi sonuna kadar gaza getiren, boğazları ağrıtana kadar eşlik ettiren harika bir vokali var. Özellikle son parça Black Inside’da şarkıya adeta boyut atlatmış. Kesinlikle muazzam.

Davulcu Roey Berman için söyleyebileceğim bir şey varsa o da “farklı” olduğudur. Özellikle hi-hat kullanımında bu tarz içinde pek alışık olmadığımız oyunlar yapıyor ki bu da saçma bir teknik arayışından öte, şarkılara farklı bir tat katmış, zenginlik olmuş. Groove çalmanın öğelerinden olan “kolay bir şey çalsa da onu çok güzel gösterme” olayını iyi kapmış bir arkadaş olduğu kesin. Özellikle yine son şarkı Black Inside’ın şıkır şıkır basla süslenmiş girişi ister istemez elleri kolları air drum moduna sokuyor. Bu arada bu şarkıdan ikinci kez bahsettiğime göre mutlaka dinlemeniz gerektiğinin farkına varmışsınızdır heralde.

downlow_downlow

Basçı Rotem Inbar da ekstra olaylara girmeyen ama çalması da dinlemesi de gayet zevkli bir iş ortaya koymuş. Duyumunda da bir sorun yok, gitarlara davullara kurban gitmemiş. Klas iş.

Prodüksiyona da edecek pek bir laf bulamıyorum. Her enstrüman ayrı ayrı duyuluyor ve groove metalin gerektirdiği her şeyi yerine getiriyor. Albümün prodüksiyonunu üstlenen Kris Belaen’ın önceki işlerine baktığımız zaman Aborted, Leng T’che ve GALATASARAY‘ı görüyoruz. Tabii bu Galatasaray, Avrupa Fatihi olan değil, Belçika’lı alternatif rock/nu jazz grubu. Evet böyle de bir şey varmış.

İlk üç EP’lerini kendi imkanlarıyla kaydeden ve ilk albümleri için Belçika’da giden, kayıtlar sırasında da Fear Factory’den birlikte turlamaları için teklif alan, konserlerindeki enerjiyle de Roadrunner tarafından keşfedilen bir grup Betzefer. Yani daha herhangi bir albümleri yokken Roadrunner’la dört albümlüğüne anlaşabilen şanslı ve potansiyeli bol bir ekip. Albüm sonrasında da tüm Avrupa’yı turlamışlar ki açılışını yaptıkları bazı gruplar Sepultura, Lamb of God, Chimaira ve Soulfly olarak sıralanabilir. Böyle bir grubun gerektirdiği gibi ses getirememesinin sebeplerini bir türlü anlamamış biri olarak zaman zaman “Lan bende mi sorun var, albüm kötü de bir ben mi çıktım beğenen?” şeklinde düşünmeme de engel olamamışımdır ancak Betzefer’in bir şekilde hak ettiği yere geleceğini inanıyorum. Youtube’da bile leş konser kayıtları dışında üç şarkısı bulunan (bu yüzden sizleri Fuckin’ Rock’n Roll’dan mahrum bıraktım sevgili okurlar, artık onu da bir şekilde edinmeye bakın) ve Roadrunner’la 2007′de ayrıldıklarından beri kendilerine bir şirket bulamayan ve bu yüzden de hali hazırda kayıtlı olan ikinci albümlerini iki yıldır piyasaya süremeyen bir grup için fazla iyi bir grup Betzefer. Albümde özellikle Down Low, Fuckin’ Rock’n Roll, Running Against, 6′s&7′s ve Black Inside’a dikkat diyor, huzurlarınızdan çekiliyorum. Hoşça kalın.

DOWN’dan DVD

Monday, February 22nd, 2010

DOWN, kariyerinin ilk DVD’si “Diary of a Mad Band”i 23 Mart’ta çıkarıyor.

down_dvd_1

DVD’de iki saatten fazla canlı görüntü ve bir de daha önce hiç yayınlanmayan konser olacakmış. “Rockumentary” olarak adlandırılan DVD, grubun iç dünyasına da ışık tutacakmış.

down_dvd_2

Eski PANTERA ve DOWN basçısı Rex Brown, aşırı alkol kullanımının yol açtığı pancreatitis hastalığından dolayı 2009′un sonlarında iki ciddi ameliyat geçirmişti. Brown, yakın zamanda yaptığı açıklamada, tedavi edilse dahi ölümcül olmaya devam eden bu rahatsızlığını tamamen yendiğini ve aylardır dışında kaldığı DOWN’a ilk fırsatta katılacağını açıklamış.

Sağlık çok önemli bir şeydir.

Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
BENIGHTED’dan klipli yeni şarkı
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.