# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

UNIROCK 2011′in tarihleri açıklandı

Wednesday, December 8th, 2010

“Keşke şu gelse” temalı UNIROCK 2011 başlığımız hizmete sunuldu. Festival 9-10-11 Eylül tarihlerinde gerçekleşecek.

NEURAXIS yeni albüm kapağını sundu

Wednesday, December 8th, 2010

Kanadalı teknik death metal grubu NEURAXIS yeni albümü “Asylon“un kapağını görücüye çıkardı.

PANTERA – Metal Magic

Wednesday, December 8th, 2010

Geçen seneki Dimebag Darrell haftasında grubun “Cowboys From Hell” ve sonrasındaki kısmını hatırlamış, (şahsen taptığım) Dimebag için kendi çapımızda bir anma yapmıştık. Bu sefer de grubun ilk adımlarının atıldığı zamanlara, PANTERA’nın daha az bilinen, kabarık saçlı ve taytlı tarafına eğileceğiz. Henüz göremediyseniz ctrl+f5 yaparak bu haftaya özel PANTERA banner’ını da görebilirsiniz.

Tarihler 1981′i gösterdiğinde, Texas’ın derinliklerinde yeni bir oluşumun temelleri atılmaktaydı. Darrell Lance Abbott ile abisi Vincent Paul Abbott, Darrell’ın daha o yaştaki üstün gitar becerilerinin de gazlamasıyla bir grup kurmaya karar vermiş ve yanlarına aldıkları arkadaşlarıyla PANTERA’S METAL MAGIC adlı grubu kurmuşlardı.

Dendiğine göre, 16 yaş civarında katıldığı tüm yerel gitar yarışmalarını kazandığından artık yarışmalara alınmayan ve bu yarışmalardan kazandığı gitar ve amfilerle müzik yapan Diamond Darrell ile abisi Vinnie Paul’ün yanında, vokalde Donnie Hart, gitarda Terry Glaze, basta da Tommy Bradford’ı barındıran PANTERA’S METAL MAGIC, kısa süre içinde adını PANTERA’ya çevirmiş ve her grupta yaşanan kadro değişikliklerine başlamıştı bile. Donnie Hart’ın gruptan ayrılmasıyla erken boşalan (ups…) vokalist koltuğuna gitarist Terry Glaze geçmiş, böylece de Darrell’ın PANTERA gitaristliğindeki tartışmasız egemenliği başlamıştı. Grubun nerelere geldiği düşünüldüğünde sonradan çok ağladığını ve dövündüğünü tahmin ettiğim Tommy Bradford’ın sıkılıp ayrılmasıyla boşalan bas gitarı da, yıllar sonra Rex Brown olacak olan Rexx Rocker’a teslim eden PANTERA, ilk albümü “Metal Magic”i 1983 yılında çıkarmıştı.

Albümün yapımcısı, o sırada 17 yaşında olan Darrell’la 19 yaşında olan Paul’ün babası Jerry Abbott’tan başkası değildi. Darrell’ın o dönemlerde yoğun şekilde etkilendiği VAN HALEN, DOKKEN, MÖTLEY CRÜE ve KISS’in yoğun etkisi altındaki albüm, grubun “Cowboys From Hell”le başlayan dünya dominasyonu düşünüldüğünde, epey sönük kalan bir çalışmaydı.

“Metal Magic”i PANTERA adına bir öğrenme albümü olarak değerlendirmek en doğrusu aslında. Geyik ötesi sözler, Glaze’in yer yer aşırı ekolü vokalleri, aralarda giren tuhaf klavyeler ve dağınık beste yapıları gibi “bilinen” PANTERA’da hiç görülmeyen amatörlükler, bir hard rock albümü olan “Metal Magic”de bolca bulunuyor. Zayıf kayıt, tarifsiz kötü albüm kapağı ve Diamond’ın o zamanlar olmayan kırmızı epik sakalı da albümün diğer eksileri arasında sayılabilir.

Ama bahsettiğimiz grupta Darrell Abott adlı bir insan evladı olduğundan, elbet güzel şeyler de karşımıza çıkıyor. Bunlardan ilki, o zamanlarda henüz gerçek anlamdaki Dimebag tarzını oluşturmamış olsa da, Diamond Darrell’ın çok iyi bir gitarist olacağının sinyallerini yırtınır şekilde vermesi (az üstteki sololardan da duyulduğu gibi). Bir insan, sonradan metal tarihinin en ilham verici ve özgün gitaristlerinden biri olarak anılmasını sağlayan tarzını daha 16-17 yaşında oturtmuşsa, durup bir düşünmek lazım. Sonradan eşsiz şekilde uyguladığı ve “Aha da Dimebag!” dedirten kimi ayrıntıların minik tomurcuklarını, tabii eğer Dimebag’in tarzına aşinaysanız, ta 1983′ten sezmek mümkün. Bunu “Hani arada şey yapar ya, işte onun daha primitif hallerini o zamanlardan yapıyormuş” diye özetlemek de pek mümkün değil; o yüzden de Dimebag’in tarzına tam anlamıyla hakimseniz bu bahsettiğim sinyalleri kapabilirsiniz. Kendisi yıllar içinde öylesine ayırt edici ve benzersiz bir tarz yakaladı ki, kimi zaman peş peşe basılan sadece iki adet notadan bile, çalan kişinin Diamond/Dimebag olduğunu anlamak mümkün olabiliyor.

Fazla uzatmayalım, “Metal Magic” PANTERA’nın dahi yok saydığı ve hatırlamak istemediği seksenler dönemini başlatan, bir orijinallik taşımasa da metal tarihinin en önemli oluşumlarından biri haline gelecek grubun ilk adımlarını nasıl attığını görmek adına yararlı bir “deneme”. Açıkçası bugün oturup tekrar tekrar dinlenecek düzeyde bir güzellik barındırmasa da, tarihsel açıdan bir nebze de olsa önemi olan bir çalışma. En azından o zamanın trendleri ve etkilendikleri isimler düşünüldüğünde, PANTERA’nın işi abartıp makyaj ve renkli tayt furyasına kapılmamış oluşunu hatırlayıp rahat bir nefes alabiliyoruz.

Yarın iyi tarafların kötü tarafları ilk kez geçtiği ve “gerçek” PANTERA’nın ilk izlerinin verildiği “Projects in the Jungle”da görüşmek üzere.

CANDLEMASS’ten 25. yıl box set’i

Wednesday, December 8th, 2010

CANDLEMASS 25. yılını 2,5 saatlik bir konserle kutluyor.

18 Aralık’ta Stokholm’de verecekleri konserde, grup kült ilk albümü “Epicus Doomicus Metalicus“u tarihte ilk kez baştan sona çalacakmış. Üstelik albümdeki vokalist Johan Längqvist ile.

CANDLEMASS bunun dışında koleksiyon değeri taşıyan materyallerinden oluşan 5 CD’lik bir box set çıkaracak. Grubun kariyerinde verdiği ilk konseri de içeren “Doomology” adlı toplamanın içeriği şöyle:

CD 1: İlk CANDLEMASS konseri – Jönköping, 1987

01. Intro
02. Crystal Ball
03. Under The Oak
04. Bewitched
05. Demon’s Gate
06. The Well Of Souls
07. A Sorcerer’s Pledge
08. Solitude

CD 2: Buckley Tivoli, 1988

01. Mirror Mirror
02. Bewitched
03. Solitude
04. The Bells Of Acheron
05. At The Gallows End
06. Demon’s Gate
07. Bearer Of Pain
08. Samarithan
09. A Cry From The Crypt
10. Dark Are The Veils Of Death
11. The Well Of Souls
12. A Sorcerer’s Pledge

CD 3: “The White Album” demoları, 2003-2004

01. Black Dwarf
02. Spellbreaker
03. Seven Silver Keys
04. Assassin Of The Light
05. Copernicus
06. Witches
07. Born In A Tank
08. Black Dwarf
09. Spellbreaker
10. Witches
11. Witches

CD 4: “King Of The Grey Islands” Demoları – Vokalde Mats Levén

01. Emperor Of The Void
02. Devil Seed
03. Of Stars And Smoke
04. Demonia 6
05. Destroyer
06. Man Of Shadows
07. Embracing The Styx
08. Edgar Grey

CD 5: Karışık Demos (Johan Längqvist “Chapter VI” için vokal denemeleri) + Başka bazı demolar

01. Ebony Throne
02. The Dying Illusion
03. Temple Of The Dead
04. The End Of Pain
05. Black Dwarf
06. At The Gallows End
07. Solitude
08. Lucifer Dance
09. Handklover Ouh Klarinett
10. Vört Sistz Rushed

THE PROJECT HATE MCMXCIX’ten yeni albüm detayları

Tuesday, December 7th, 2010

İsveçli senfonik death metal grubu THE PROJECT HATE MCMXCIX yeni albüm detaylarını açıkladı.

Bleeding The New Apocalypse (Cum Victriciis In Manibus Armis)” adlı albümün olayı şöyle:

01. Iesus Nazarenus, Servus Mei
02. They Shall All Be Witnesses
03. A Revelation Of Desecrated Heavens
04. Summoning Majestic War
05. The Serpent Crowning Ritual
06. Bring Forth Purgatory

Albüm 14 Şubat’ta çıkıyor.

AT THE GATES sahnelere dönüyor

Tuesday, December 7th, 2010

2008′deki reunion turnesi ile kendilerini canlı görme şansına erişemeyenlerin hayallerini gerçeğe dönüştüren AT THE GATES, 2011′de de sahnede olacak.

Geçtiğimiz aylarda bu turneyi ve AT THE GATES tarihini anlatan (ve hâlâ siteye kazandıramadığımız) “The Flames of The End” adlı çok kapsamlı DVD’sini çıkaran grup, tam bir turneye çıkmayacağını, ancak Avrupa’nın belli başlı festivallerinde sahne alacağını açıkladı.

Şimdilik açıklanan konserler:

Metaltown Festival – 17-18 Haziran 2011 – Göteborg
Tuska Open Air – 22 Temmuz 2011 – Helsinki

Görmek isteyip de kaçıranlara, hatta ülkemizdeki organizatörlere duyurulur.

Not: Pasifagresif olarak, AT THE GATES’i Türkiye’ye getirecek organizatörün heykelini dikeceğimizi belirtir, öhm… Evet.

JUDAS PRIEST sahnelere veda ediyor

Tuesday, December 7th, 2010

Neredeyse 40 yıldır faaliyette olan ve heavy metal tarihine yön veren JUDAS PRIEST, 2011 yılında elveda niteliğindeki son dünya turnesine çıkacağını açıkladı.

“Epitaph” adlı turne Avrupa’daki birçok büyük metal festivali ile dünya genelindeki pek çok büyük şehri kapsayacakmış ve turnenin bitimiyle de JUDAS PRIEST sahne faaliyetlerine son verecekmiş. Yine de grup albüm yapmayı sürdürecekmiş.

RHAPSODY OF FIRE yeni albüm adını açıkladı

Tuesday, December 7th, 2010

İtalyan senfonik metal grubu RHAPSODY OF FIRE, Nisan ayında çıkardığı son albümü “The Frozen Tears of Angels“ın ardından, yeni albümünü de Nisan-Mayıs civarında çıkaracağını açıkladı.

Albümün adı “From Chaos To Eternity” olacakmış ve 1997 çıkışlı ilk albüm “Legendary Tales”den beri devam eden “fantasy saga’sının” sonunu oluşturacakmış. Şarkılardan bazılarının isimleri ise şöyle:

Ghosts Of Forgotten Worlds
Aeons Of Raging Darkness
The Splendour Of Angels’ Glory (A Final Revelation)
Tornado
Tempesta Di Fuoco
Fantasia Gotica

MOTÖRHEAD’den klip

Monday, December 6th, 2010

MOTÖRHEAD 10 Aralık’ta çıkacak yeni albümü “The Wörld is Yours“dan “Get Back In Line”a çektiği klbi yayınladı.

CRYPTOPSY davulcusundan şaşırtan yan proje

Monday, December 6th, 2010

Bir zamanların en saygın death metal gruplarından CRYPTOPSY’nin üstün yetenekli davulcusu Flo Mournier, bir kısım arkadaşıyla birlikte yeni bir grup kurmuş. DIGITAL DOOMZDAY adlı rap metal projesinin nasıl bir şey olduğunu aşağıdan duymak mümkün.



Band website template


Quantcast

Şaşırtıcı dedik ama, “The Unspoken King“den sonra o kadar da şaşırtmadığı söylenebilir elbet. Mournier’in zamanında neler yaptığına dair de bir örnek verelim.

MESHUGGAH – Nothing

Monday, December 6th, 2010

Bir daha asla MESHUGGAH albümü satın almayacağım, hep download edeceğim.

Bu cümleyi 2002 yılında kurmuştum. MESHUGGAH’nın stüdyosunda gönüllü çaycılık yapabilecek bir insan olan ben, neden böyle bir düşünceye kapılmıştım? Sebebi basit. Gidip 14 Euro’ya satın aldığım “Nothing”, piyasaya çıkan her albümde olduğu gibi bir adet CD’den, ve piyasaya çıkan diğer tüm albümlerden farklı olarak da üzerindeki albüm kapağı haricindeki tüm sayfaları tamamen boş bir kitapçıktan oluşuyordu. Ne kadar iyi bir fikir değil mi? Madem albümün adı “Hiçbir şey”, albüm kitapçığını da tamamen boş bırakalım; ne sözlerini, ne kayıt bilgilerini, ne şarkıları kimin yazdığını, ne de hangi soloyu kimin attığını koyalım. O kadar para veren dinleyici de bu bilgilere, tıpkı albümü bedavaya indiren biri gibi internetten ulaşsın, orijinal CD müzik setinde dönerken google’a girip “rational gaze lyrics” falan yazsın. Cidden çok iyi düşünmüşsünüz.

Aptal yerine konmuş gibi hissettiğim o andaki uyuzluğum ve hayata olan isyanım zamanla geçti elbet; zira o albümden sonra çıkan tüm MESHUGGAH ürünleri de, tıpkı önceden çıkanlar gibi şu anda olanca parlaklıklarıyla yanı başımdaki CD rafımda duruyorlar; tıpkı bugünden sonra çıkacak MESHUGGAH imzalı tüm materyaller gibi. Ama o an cidden baya uyuz olmuştum, bak bugün bile albümü her dinleyişimde, o kitapçığı çıkarıp da “Ne? Nası ya? Lan? Hassiktir bu ne be?!” dediğim an aklıma gelir.

Hiçbir şeyden devam edelim. “Nothing”, MESHUGGAH’nın doksanlarda sürdürdüğü ve akılları aldığı thrash bazlı yırtıcı tarzını rafa kaldırdığı ve daha groove, daha ağır, daha sert bir hüviyete büründüğü, grubun kariyerindeki belki de en keskin dönüş olarak anılabilecek bir albüm. “Chaosphere” şaheserindeki Mouth Licking What You’ve Bled veya Sane ile, bu albümden Stengah veya Straws Pulled at Random’ı arka arkaya dinlerseniz, grubun sound’unun ne denli güçlendiğini ve hız ve saldırganlık anlamında grubun daha minimal bir yola saptığını görebilirsiniz (Haake’nin bir davul çözümlemesi için Mouth Licking What You’ve Bled link’ine bir bakmak isteyebilirsiniz).

Başta tatsız gelen bu ağırlaşma durumu, grubun ne yapmak istediğini anladığınız anda yüzünüzü güldüren ve MESHUGGAH’yı iki farklı mükemmel tarz barındıran bir grup olarak algılamanıza vesile olan bir hal alıyor. Bir Transfixion, bir Corridor of Chameleons ne denli yarman şarkılarsa, bir Rational Gaze, bir Glints Collide da aynı düzeyde fakat farklı yapılarda öküz yapıtlar. Grubun manyakları zaten çoktan hatmetmişlerdir, ancak MESHUGGAH’ya uzak biriyseniz, örneğin bir Rational Gaze’i tam olarak özümsemeye çalıştığınızda, şarkının ritim yapısına kafa yorduğunuzda, MESHUGGAH’nın neden her yerde doksanlar ve iki binlerin en önemli birkaç grubundan biri olarak anıldığını anlayabilirsiniz.

Davuldan başlarsak, Tomas Haake, her zaman olduğu gibi MESHUGGAH müziğinin tuhaflığını oluşturan ana unsurlardan biri. Her zamanki 4/4′lük trampet ritmi etrafında sarmallanarak dönen kros paternlerinin yanı sıra, ne yaptığını, ne zaman neye vurduğunu belli etmeyen cumburlop ataklarını da pek çok şarkıda duymak mümkün. Thordendal ve Hagström’ün özel yapım 8 telli Nevborn gitarlarının kayda yetişmememesi üzerine sekiz tele akord edilmiş yedi telli gitar kullandığı “Nothing”de, bu iki canavarların dehşet sesine, arkalarında duran ve rampada vites değiştiren damperli kamyon egzosu tonlu bas gitardan çıkan borusal ses duvarı ile, Kidman’ın tek notalık agresif yırtınması da eklenince, MESHUGGAH’nın özgünlüğün ve ilham vericiliğin kitabını yazması da kaçınılmaz oluyor. Bas gitar demişken, bu albümde basların da Thordendal tarafından çalındığını hatırlatalım.

Grubu canlı izlemiş biri olarak, bu şarkıların canlı performansta gerçek anlamda insanı ezen bir hale geldiklerini söyleyebilirim. Önceki albümlerdeki thrash havasının azalmasıyla doğal olarak seyrekleşen palm mute kullanımının yerini, tellerin boş vurulması ve o düşük oktavlarıyla salım salım sallanması alınca, ortaya cidden içinizi titreten, kafanızı ezen bir ses duvarı çıkıyor. Konsere girdikleri Stengah’la birlikte, çınlamasına izin verdikleri o notaların resmen salonu kaplayıp beynimize nüfuz eden bir mevcudiyete dönüştüğünü anımsıyorum.

Konser demişken, MESHUGGAH konserlerinin bu albümle birlikte yaşadığı değişime de değinmeden edemeyeceğim. “Nothing”e kadarki MESHUGGAH konserlerinde görülen tepişme ve pogo aktivitesinin, bu albümle birlikte sekteye uğradığını, hatta zaman zaman komik durumlara yol açtığını gözlemledim. Şöyle ki, pogoya ve zıplayıp coşmaya çok da müsait olmayan bu ağır tempolu şarkılar, seyirciyi mecburen kafa sallamaya itiyor; lakin ritim duygusu yetmeyen seyircilerin bu aksak ritimli şarkılara uygun şekilde kafa sallaması hayli zor olabiliyor ve ortaya, tamamen farklı zamanlarda kafa sallayan bir seyirci güruhu çıkıyor. “Nothing”den bir şarkı sırasında etrafıma şöyle bir baktığımı ve herkesin tamamen karışık bir şekilde, senkron neyin dinlemeden alelade kafa salladığını gördüğümü hatırlıyorum. Komik bir an olduğunu söylememe gerek yok sanırım.

Grubu takip edenlerin bildiği gibi “Nothing” sonradan remaster edilerek turkuaz kapakla tekrar piyasaya çıktı. Bunun sebebi, orijinal sürümün son anda açıklanan Ozzfest katılımına yetişmek için grubun albümü -dikkat buyurunuz- iki günde miksleyip bir günde de master etmiş oluşuydu. Yine de albümün sound’unda remaster çıkarılacak düzeyde bir sorun yok; şahsen albümü ilk dinlediğimde bile aklıma sound’a dair bir şikâyet gelmemişti.

“Nothing”in bir önemi de, her yerde bas bas bağırılmasa da, bugün djent olarak tanımlanan tarzın belki de ilk uygulandığı albüm oluşu. Djent tabirinin anlamı ve nereden geldiği düşünüldüğünde, metal tarihinde “Nothing”den önce çıkan ve tüm bu djent akımını başlatan başka bir albüm daha var mı, bilenler söylesin. Eğer yoksa ve tüm o djent gruplarına ilk ilhamı veren albüm “Nothing”se, “Nothing”i “djent 101″ olarak da özetleyebiliriz sanırım.

Her neyse, “Nothing” MESHUGGAH’nın yeni yüzünün açılışını yapan ve bahsedilen grup MESHUGGAH olduğundan asla bir geçiş albümü hissettirmeyen, gayet olgun ve oturaklı bir albüm. Grubun diskografisi söz konusu olduğunda “Destroy Erase Improve” > “Chaosphere” > “obZen” > “Nothing” > “Contradictions Collapse” > “Catch 33″ şeklinde bir sıralamam olduğunu söyleyip, bu kadar olumlu konuştuğum albümü bu dev grubun neresinde gördüğümü de belirtmiş olayım.

Yine de adam olan, azıcık haysiyeti olan, o albüm kitapçığına en azından speşıl tenks falan koyardı. Topsunuz olm.

LOCK UP’tan yeni şarkı

Monday, December 6th, 2010

Yıldızlar karması grindcore/death metal grubu LOCK UP 2011 başlarında MISERY INDEX’le birlikte çıkaracağı split için yazdığı “Life of Devastation” adlı şarkıyı yayınladı.

Grubun yeni kadrosu ve diğer detaylar da şuradan görülebilir.

REVOCATION gitaristinin stage dive kazası

Sunday, December 5th, 2010

Yardıran son albümü “Existence is Futile“la uzunca bir süredir turlayan REVOCATION’ın gitaristi Dave Davidson’ın başına (gerçekten de başına) kötü bir şey gelmiş.

DARKEST HOUR, VEIL OF MAYA ve PERIPHERY ile çıktıkları turnede, sahneden indikten sonra seyircinin arasına karışan Davidson, DARKEST HOUR sahnedeyken stage dive yapmak istemiş. İlk atlayışı sorunsuz geçen Davidson, ikinci atlayışı sırasında bir yerlere takılmış ve kafasının üstüne düşmüş. Aşağıda olay sonrasının (epey kanlı) görüntüleri ve hastane dönüşünün fotoğrafı görülebilir.

Önce:

Sonra:

REVOCATION demişken:

SHAPE OF DESPAIR – Shades of…

Sunday, December 5th, 2010

Bu albümden çok bunu takip eden gotik funeral doom şaheseri “Angels of Distress” albümüyle tanınırlık kazanan Shape of Despair, bir başka “bedroom” projesi. Müziğin büyük çoğunluğunu, grubun beyin çocuğu Jarno Salomaa yazıyor. Daha önce Rapture’ın ilk albümlerinde çalmış olan, Fallen grubu gitaristi intihar ettikten sonra onun yerini alan ve bazı yan müzik projeleriyle uğraşan bu Finli müzisyen, dinleyiciyi müziğinin güzelliğine ve sıradışılığına çabucak bağlamasıyla biliniyor. Üstelik her albümünde, her projesinde farklı bir tınıyı hedef alıp meraklı dinleyiciyi şaşırtmayı biliyor.

Tüm albümlerini Finlandiya’nın kaliteli metal grupları etrafında toplamasıyla bilinen Spinefarm şirketinden yayınlayan Shape of Despair, Depressed Mode ve EA gibi funeral doom gruplarına ilham sağladı. Üstelik gruba, kritiğini yazdığım bu ilk albümlerinden sonra, şöhretli Amorphis vokalisti Pasi Koskinen katıldı. Kaliteli bir şeyler arıyorsanız, uzakta değilsiniz.

Shape of Despair’in yaratıcı ve yetenekli beyin çocuğu Jarno Salomaa, ilhamını aldığı Lycia’nın “Cold” albümünün yumuşak tınısına sertlik katıp pasajlarını tekrarlaya tekrarlaya uzatarak yazdığı düşsü “Shades of…” albümünde, önümüze elli altı dakika süren sıradışı bir funeral doom metal eseri sunuyor. Daha ilk dinlemenizde bile bu müziğe alışacağınıza inanıyorum. Bunu sağlayan şey müziğin kendini ısrarla tekrarlayan uzun pasajları değil, sonsuzluktan çıkıp gelen ve yine sonsuzluğa uzayıp giden gitar rifinin üzerine kurulmuş akıl musallatı, hüzün dolu, kalp kırıcı klavye ve flüt notaları olacak. Tıpkı “Cold” albümünde olduğu gibi, burada bizi müziğe aşık eden şey yine bu notaların kolay hatırlanırlığı ve hayaletimsi atmosferi olacak.

Jarno’nun da ilhamını aldığını açıkça söylediği düşsü “Cold” albümüne kıyasla, bu albüm daha hüzünlü ve karamsar. Ayrıca şarkı sözlerinin de bazen açığa vurduğu üzere, biraz da kötücül bir tınısı var. Bu albümü sıkıcı bir yolculuk sırasında dinlerseniz, aklınızın bu yolculuğu kendi başına bir fenomen olarak hafızanızın karanlık bir köşesine kazıdığına şaşkınlıkla tanık olabilirsiniz. Grubun eski forumlarında bir başlıkta, dinleyicilerde albümün hangi duyguları, görüntüleri ve düşünceleri uyandırdığı soruluyordu. Başlığa mesaj atan kullanıcıların büyük çoğunluğu gözlerinin önünden kederli kış manzaralarının, yaprakları dökülmüş ağaçların, kara bulanmış soğuk ve ıssız ormanların, renksiz ve donuk göklerin geçtiğini söylemişlerdi. Tıpkı “Cold” albümü gibi. Ama “Shades of…” albümünde soğukluk bir tema olarak öne çıkmıyordu. Dolayısıyla bu izlenimleri şarkı sözlerine değil, müziğin tınısına atfedebiliriz. Üstelik tasvir edilen şeylerin tam bir Finlandiya havasını hatırlatması size de tuhaf gelmiyor mu? Rastlantı olmayabilir.

Albüm vokalleri, gotik metalin tipik aynı. Pasi Koskinen’in eşi Nathalie Koskinen’in melek albenisi yüklü vokalleri, Tony Maensivu’nun canavarca gür gırtlaksı vokalleriyle yer değiştire değiştire ilerliyor. Önce bir vokalist olmaya, sonra yalnızlık dolu bir meditasyona, şehir hayatından ve tanıdığı bütün insanlardan uzak bir yerde, belki de Finlandiya’nın kasvetli ormanlarına yakın bir kulübede inzivaya çekilmeye karar veren Maensivu vokalleri yüzünden, grup kadrolarına ilgisiz dinleyicilerde Pasi’nin vokalleriyle karıştırıldı. Bu vokalist ortalamanın oldukça üzerinde. Uzun süren derin ve güçlü haykırışlarıyla vokalleri biraz tipik, jenerik olsa da o tipik, jenerik olanlara kıyasla çok güçlü ve gür bir vokali var.

Bir sonraki albümün prodüksiyonu çok daha iyi ama bu albümdeki prodüksiyon da hiç fena değil. Enstrümanlar ayırt edilebiliyor. Yalnız albüm kapağı biraz yavan. Grubun bütçesi olmadığı için kapağın iyi olmamasını anlıyorum ama itici bir yeşil renk tayfında bu kadar özensiz bir orman manzarası yerine siyah arkaplan üzerine grup logosu ve albüm ismi bile daha iyi giderdi. En azından böyle amatör ve ruhsuz görünmezdi.

Albümdeki parçalar gayet yavaş. Bir iki kez pasaj değişimi dışında gözle görülür bir ilerleyiş yok, başlamadan başlıyor ve bitmeden bitiyor gibi geliyor. Aslında bu parçaların hepsi grubun daha önce çıkardığı bir demodan alınıp remaster edilmiş hali, ama sonradan yazılmış bir parça daha var, yani albümün son parçası Sylvan Nights. Bu parçada daha fazla değişim bulmak mümkün. Ayrıca dördüncü parça davulların ve klavyelerin hızlandığı bir pasajı içeriyor. Bu pasaj albümün en hızlı kısmı oluyor böylece. Araya aniden giren flütler atmosfere derinlik katmakta gayet başarılı gidiyor.

Ama bütün bunlara rağmen bir eleştirim olacak. Bu albümde esinlenmeleri farklı olmasına rağmen belli bir türe kuralcı bir bağlılık sözkonusu olduğu için, yani funeral doom türünün sınırları içinde kalmak üzere kimi ritüelleri yerine getirdiği için tekrarlanan pasajlar, bence biraz türe atfedilmeyecek kadar yoğun bir şekilde, kıvamı kaçacak kadar bol miktarda uygulanmış. Zaten birkaç uzun dakika süren formülatik, monoton ve tekrarlamacı pasajlar bile tembelce bir aşırı benzerlik, alışıklık ve aynılıkla yan yana getirip üretkenlikten kolaya kaçmayı mümkün kılmış. Gayet yavaş ve gayet tekrarlamacı olan bu müzik türünde bu nitelikleri olduğundan daha ileri bir uca taşımak türün niteliğini ortaya çıkarmak, vurgulamaktan ziyade türü suistimal edip o niteliğe kötü, kalitesiz bir anlam yüklemiş. Büyüleyici ilk izlenimin getirdiği iyi niyetime ve açık fikirliliğime rağmen albümü unutmaya başladığımı, albümle geçirdiğim eğlence dolu dakikaları sıcak bir tebessümle hatırlarken CD’nin bir köşede tozlanmaya mahkum olduğunu, kaliteli ve eğlendirici olduğunu sürekli anımsamama rağmen dinlediğim diğer kaliteli ve eğlendirici albümlere kıyasla çok daha kısa bir süre dinlediğimi, yani kısaca albümün zaman karşısında yenilgiye uğradığını fark ettim.

Yine de pek az müzisyen gibi, yaratıcılığını ve yeteneğini kışkırtıcı bir uçsallığın ve deneyselliğin üzerinden kurduğu için övülmeyi hak etse de dinleyiciyi kendisine asıl çekiciliği, akılda kalıcı notalarıyla bağlayan Jarno Salomaa, bu albümün içinde taşıdığına inandığım eksikliğine rağmen, dinleyicisini uzun sürmese bile eğlendirmeyi, sürüklemeyi iyi biliyor. Eğer bu albümü severseniz, Amerikalı darkwave grubu Lycia’nın “Cold” albümünü de seveceğinize inanıyorum.

Metalin haritası çıkartıldı

Sunday, December 5th, 2010

Metal türlerinin tarihsel gelişimini ve aralarındaki etkileşimi anlatan, içinde dolaşabileceğiniz, “Map of Metal” adlı bir sitenin haberini veriyoruz bu sefer de.

MAP OF METAL

Patrick Galbraith adlı arkadaşın emeği olan haritada hem dolaşabiliyor, hem de türlerin üzerine tıklayarak bilgi alabiliyor ve türün başlıca gruplarının şarkılarını dinleyerek fikir sahibi olabiliyorsunuz.

Yapanların eline sağlık diyoruz.

DIO’dan yeni şarkı

Saturday, December 4th, 2010

DIO gitaristi Craig Goldy, Classic Rock’a verdiği bir demeçte RONNIE JAMES DIO’nun ölmeden hemen önce yeni bir albüm üzerinde çalıştığını ve bir şarkının neredeyse tamamlanmış halde beklediğini söylemiş.

DIO’nun eşi Wendy’nin bu şarkıyı tamamlatıp, DIO’nun 2000 çıkışlı albümü “Magica”nın 2011′de çıkması planlanan yeni sürümüne bonus şarkı olarak koymak istediğini söyleyen Goldy, parçanın DIO’nun o sıralarda mücadele ettiği hastalığıyla ilgili, duygusal bir şarkı olduğunu da sözlerine eklemiş.

BELPHEGOR’dan stüdyo videosu

Saturday, December 4th, 2010

BELPHEGOR yeni albümü “Blood Magick Necromance“e dair ilk stüdyo videosunu yayınladı.

Başka bir sürü şey oldu ama uyuzuz, söylemiyoruz.

SILENT CIVILIAN – Rebirth of the Temple

Saturday, December 4th, 2010

Fifa 2008’i duymamış olan yoktur, oynamış olanlar da çoğunluktadır heralde. O dönemde ergenliğin doruğundaki bir çocuk olarak deli gibi oynardım Fifa 2008′i. Oyunun soundtrack’lerine hastaydım, özellikle de Boy Kill Boy’un Civil Sin şarkısına. Hatta şarkıyı bulabilmek için Limewire “bile” indirmiştim.

Şarkıyı buldum, dinlerken acaba başka şarkıları var mı diye Limewire’ın arama çubuğuna “Civil Sin” yazdım ve karşıma ilk çıkan şarkı Silent Civilian – “Rebirth Of The Temple oldu”. Nasıl olduysa indirdim -valla nasıl indirdiğimi bilmiyorum- şarkıyı dinlemeye başladım. O ana kadar Metallica – One’dan daha sert bir şarkı duymamış olan ben için yeni bir deneyim başlayacaktı. O giriş rifi ardından gelen “çok değişik” solo ve vokal…

İşte bir çocuğun metalin pis ellerine teslim olmasını okudunuz.

Evet gelelim kuru fasülyenin faydalarına.

Silent Civilian bir metalcore grubu. Yepyeni, hiç duyulmamış bir şey yapmıyorlar ama gayet hoş, dinlemesi zevkli bir müzik yapıyorlar bence. Bu gruba bu kadar aşık olmamın sebebi metal müziğe başlangıç albümüm olması değil, şimdi bile dinlediğimde ilk günkü zevki vermesidir. Aşırı derecede metalcore dinleyen biri değilim ama bazıları dışında çoğu grup nakarat odaklı yapıyor müziğini (yanlışım varsa düzeltin lütfen). Silent Civilian’ın diğerlerinden sıyrılıp ucundan da olsa “bazı gruplar” kategorisine girmesini sağlayan şey, sadece nakaratlara odaklı bir müzikten daha fazlasını barındırması.

Mesela soloları. Albümdeki soloların çoğu olmuş ve güzel sololar. Bir “duygu” var sololarda.

Bateri de çok güzel kullanılmış, şarkılara yakışmış. Ayrıca baterist gerçekten sağlam bir insan. Klasiktir ki bazı şarkıların bazı bölümleri dışında bas gitar duyulmuyor gibi bir şey. Bas gitarı neden etkili kullanmadıklarını anlayamıyorum. Halbuki güzel yazılmış bas partisyonları şarkılara çok güzel bir hava katıyor. Vokallere gelecek olursak, Johnny Santos hem brutal hem de clean vokali güzel yapan insan evlatlarından biri (bunlara çok pis küfür etmek istiyorum cidden).

Kardeşim hiç mi olumsuz tarafı yok grubun diye sorarsanız evet var; şarkı süreleri uzun. Yani anormal uzunlukta değil ancak bu albümde bazen baydığı oluyor.

Bir yazı nasıl bitirilir hiç bilmiyorum ama grubun sevdasına başladık bir şekilde bitireceğiz. Albümde gerçekten vurucu şarkılar var (ya da beni çok etkiledi ilk olduğu için). Mesela The Song Remains Unnamed, Divided veeee Live Again. Kısacası albümü edinip dinlerseniz vakit kaybedeceğinizi düşünmüyorum. Gayet hoş vakit geçirebileceğiniz bir albüm. İyi dinlemeler.

Onur SEYREK

Grammy Ödülleri’nin metal kısmı açıklandı

Saturday, December 4th, 2010

Özellikle son zamanlarda anlamını yitiren ve eski itibarını kaybeden Grammy Ödülleri’nin metal alanındaki bu yılki adayları açıklandı.

En İyi Hard Rock Performansı

ALICE IN CHAINS – “A Looking In View” (“Black Gives Way to Blue”)
OZZY OSBOURNE – “Let Me Hear You Scream” (“Scream”)
SOUNDGARDEN – “Black Rain” (“Telephantasm”)
STONE TEMPLE PILOTS – “Between The Lines” (“Stone Temple Pilots”)
THEM CROOKED VULTURES – “New Fang” (“Them Crooked Vultures”)

En İyi Metal Performance

IRON MAIDEN – “El Dorado” (“The Final Frontier”)
KORN – “Let The Guilt Go” (“Korn III: Remember Who You Are”)
LAMB OF GOD – “In Your Words” (“Wrath”)
MEGADETH – “Sudden Death” (“Guitar Hero: Warriors Of Rock”)
SLAYER – “World Painted Blood” (“World Painted Blood”)

GOJIRA gemisi yola çıkıyor

Friday, December 3rd, 2010

GOJIRA’nın şu sıralarda kaydettiği ve gelirini balina avcılarıyla mücadele eden Sea Shepherd’a bağışlayacağı EP‘sini bekleyeduralım, Sea Shepherd da gruba bir jest yaparak yeni kullanmaya başlayacağı gemisinin adını GOJIRA koymuş.

Balina avı gemilerinin yolunu kesme amacıyla kullanılacak olan GOJIRA kısa süre içinde Antarktika’ya doğru yola çıkacakmış.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.