# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

IRON MAIDEN’dan gizemli geri sayım

Monday, June 7th, 2010

IRON MAIDEN’ın resmi internet sitesinde, bu gece saat 02.00 sularında açıklanacak, muhtemelen önemli bir haberin geri sayımı var.

Sayım bittiğinde buradan açıklarız artık. Ya da grubun sitesine bakarsınız, size kalmış.

PASİFAGRESİF 1 yaşında

Sunday, June 6th, 2010

Geçtiğimiz yıl 6 Haziran’da kullanıma açılan PASİFAGRESİF, ilk yılını devirmenin coşkusunu yaşıyor.

Günde 20-30 ziyaretçiyle başladığı yolculuğuna bugün 700-800′lerle devam eden PASİFAGRESİF, bu bir yıl içerisinde 850′ye yakın haber, 400′e yakın da albüm yazısı ile siz sevgili okurlarının hizmetinde olmaya çalıştı.

Sağ olsunlar okurların da ilgilerini eksik etmediği PASİFAGRESİF’te, bugüne kadar 65′e yakın konuk yazı yayınladı, yazılara 9.000′den fazla mesaj atıldı.

600.000′den fazla sayfanın görüntülendiği bu bir sene içinde açık ara en çok ziyaret edilen yazıysa, yaklaşık 10.000 kez bakılan ve PASİFAGRESİF’in adını -öyle bir amaç taşımamasına rağmen- daha geniş bir kitleye duyurmasını sağlayan ŞEBNEM FERAH’ın yeni albüm kapağı haberi oldu.

Umarız “Abi iş güç çok yoğunlaştı, artık metalmiş, müzikmiş bunlarla uğraşacak fırsatımız olmuyor” zamanları daha uzun bir süre gelmez de uzun yıllar bu pek sevdiğimiz siteyi sürdürürüz.

İlgilenen, takip eden herkese teşekkürler.

DIO – Holy Diver

Sunday, June 6th, 2010

Sitenin açılışından bu yana tam bir yıl oldu bugün. Pasifagresif’in var olma sebebi olan bu müzik içerisinde, bir yıldır bir sürü şey oldu. Çok iyi albümler dinledik, çılgın konserlere gittik, güldük eğlendik, falan filan. Ancak bir olay vardı ki, diğer her şeyden daha fazla etkiledi metal dünyasını. Metal tarihinin en önemli insanlarından birini, DIO’yu kaybettik.

Bugünün şerefine, böyle özel bir albümü yazalım dedik. Bir anma, veyahut “Hey gidi DIO, sen ne muhterem adamdın” tarzı ağıtsal bir yazıdansa, onun bıraktığı güzellikleri kutlayan, kendi halinde ufak bir yazı olsun yeter.

BLACK SABBATH’la çıkardığı iki mükemmel albümün ardından gruptan ayrılan RONNIE JAMES DIO, bu ilk ürününü 1983′te yayınlamıştı. Her şeyden önce bir şeyi açıklığa kavuşturmak lazım. Sanat göreceli bir şey elbet; “en iyi”, “en üstün” olmak, matematiksel formüllerle sağlaması yapılabilecek, herkesin tek bir isimde uzalaşabileceği şeyler değil. Ancak şu bir gerçek ki, RONNIE JAMES DIO metal dünyasına gelmiş en önemli, en farklı, en etkileyici birkaç sesten biri. Birincisi mi bilmem, tümüyle öznel bir yorum; ama en iyi birkaç kişiden biri olduğu su götürmez bir gerçek.

Karşımıza hard rock ile heavy metalin nefis bir bileşimini çıkaran “Holy Diver”, içindeki tüm şarkıların güzel, büyük kısmının da klasik olmasıyla dikkat çeken, heavy metal tarihinde adı tepelerde anılan bir albüm.

Basta RAINBOW’dan arkadaşı Jimmy Bain, BLACK SABBATH’ın mükemmel davulcusu Vinnie Appice ve gitarda da o dönem pek bir olayı olmayan yirmi bir yaşındaki Vivian Campbell’i yanına alan DIO, bir kısmını tek başına, bir kısmını da grupcana yazdıkları şarkılarla bu klasik albümü yaratmıştı.

Şarkılara, albümün müzikal özelliklerine fazla girmek istemiyorum aslında. Onun yerine DIO’dan bahsedelim.

İddialı açıklamaların hastası değilimdir, ama şahsen DIO’yu metal tarihinin en tutkulu şarkı söyleyen insanı olarak görürüm. Ölene kadar tazeliğini ve gücünü yitirmeyen sesi, öylesine istekli, öylesine açtır ki, sizi o an dinlediğiniz şarkının içine mutlaka alır. Albümün en sevdiğim yeri olan Shame on the Night’ın ikinci yarısını bir dinleyin mesela. O kadar yaşayarak, o kadar inanarak söylüyor ki, rock’ın, metalin o hep övündüğümüz samimi tarafını tek başına özetliyor resmen.

Veya Don’t Talk to Strangers’a bakalım. Tıpkı Holy Diver gibi tümünden DIO’nun sorumlu olduğu bu şarkı, DIO’nun vokalleriyle sizi bir yolculuğa çıkarıyor adeta. Sakin başlayan, sonradan geren, ardından da DIO’nun o benzersiz gücünü hissettiren, enfes bir şarkı.

Kimi şarkıcılar vardır, bir çığlıklarıyla yeri yerinden oynatırlar, tek bir vurgularıyla dünyaları yaşatırlar; kimileri için de deriz ki sesi çok güçlü değil ama yorum gücü sayesinde kendini belli ediyor. DIO’yu eşsiz yapan şey, bir vokalisti iyi yapan her şeyi tek başına bünyesinde barındırması. Vokal gücünün yanı sıra, şarkılara tüm karakterlerini katan muazzam bir yorum gücü de var. Bunların üstüne bir de besteci kimliğini eklemesi, onu metal tarihinin sayılı müzisyenlerinden biri yapıyor.

Böyle içinde duygu barındırması gereken ve mizahi unsur sokulamayan yazılar yazmayı pek beceremeyen biri olarak, bu albüme not da vermeyeyim, zaten çok iyi bir albüm olduğunu “Holy Diver”ı dinleyen herkes biliyor. İsteyen istediği notu versin, DIO’nun sesi de kulaklarımızdan hiç gitmesin.

Dünya SLAYER Günü kutlu olsun

Sunday, June 6th, 2010

Bugün 6 Haziran Dünya Slayer Günü.

İlk olarak 6 Haziran 2006 (06.06.06.)’da kutlanan SLAYER Günü, bu sene de tüm dünyada coşkuyla kutlanıyor.

Siz de ctrl+f5 yaparak sitenin bugüne özel banner’ını tepe tepe kullanabilirsiniz..

Dünya SLAYER Günü gereğince bugün sadece SLAYER dinleniyor. Evde, işte, dışarıda, artık neresi olursa.

Tom Araya’nın bugüne ilişkin mesajını şuradan görebiliyoruz.

Ve tabii ki…

PASİFAGRESİF’ten 1. yıl hediyesi

Saturday, June 5th, 2010

Pazartesi günü 1. kuruluş yılını kutlayacak olan PASİFAGRESİF, haftalarca sürecek şenlikler kapsamında okurlarını hediyeye boğuyor.

Pazartesi akşamı saat 21.00′de sorulacak olan soruya doğru cevap veren,

İlk kişiye: SONISPHERE’de sahne arkasında METALLICA’yla tanışma fırsatı.

İkinci kişiye: Bir adet TAMA Imperial Star IS50H6BMM

Üçüncü kişiye: Bir adet IBANEZ GRG170DX

…verebilmeyi çok isterdik. İnanın.

Ama bildiğin servet lan bu, nası verelim?

O yüzden soruyu ilk olarak doğru cevaplayan kişiye, istediği bir albümün orijinal CD’sini veriyoruz. Ne yapalım bizim de çapımız bu kadar.

Daha önceki albüm yarışmasında veya konser davetiyesi yarışmasında ödül kazanan arkadaşlar, bu seferki yarışmaya katılmasınlar, bu sefer de başkaları kazansın. Diğer herkesler gönül rahatlığıyla katılabilir.

Pazartesi saat 21.00′de haber başlığını açacağımız, elbette metalle ilgili tek bir soruda görüşmek üzere.

SLAYER – Reign in Blood

Saturday, June 5th, 2010

Metal tarihinin en direkt, en kontrpiyede bırakan albümlerinden birinden, gökyüzünden kan yağdıran, sadece yarım saatte metalin çehresini değiştiren albümden merhaba.

Daha ilk albümünün ilk şarkısından farklı ve kendine özgü olacağını belli eden Slayer, ilk başyapıtını bu kısacık, bu her yerinden kan fışkıran albümle vermişti. Akan kanın pıhtılaşmasına dahi müsade etmeyecek düzeyde amansız bir albüm olan “Reign in Blood”, thrash metalin en sert, en yırtıcı, en kaotik yarım saati olarak tarihe adını kan kırmızısı harflerle yazdıran bir klasik.

Thrash metalin tanımı diyebileceğimiz Angel of Death’le başlayan, kısacık şarkılarla insanı tokat manyağı yapan bir albüm “Reign in Blood”. Dönemdaş/türdaşları politikadan, içsel hezeyanlardan, metalin ne kadar gaz bir müzik olduğundan falan bahsederken, SLAYER daha en baştan lanetin, korkunun, uğursuzluğun müziğini yapmaya başlamıştı bile. Sözel açıdan bakıldığında, “Reign in Blood”ın takriben çıkacak sayısız thrash ve özellikle de death metal grubunu ne ölçüde etkilediği aşikâr.

Ama sadece sözler değil elbet. Müzik açısından da bu albüm, çıkışından bugüne kadar sayısız grubu etkilemiş, bugünden sonra da etkilemeyi sürdürecek bir ilhâm kaynağı. Bu noktada “Reign in Blood”ın ekstrem türlerdeki etkinliğinden bahsetmek lazım. “Reign in Blood”daki şarkıları sadece daha güçlü bir gitar sound’uyla ve daha ekstrem vokallerle kaydettiğini düşünün. Hepsi bir anda thrash metalden çıkıp death metale akacak düzeyde vahşi yapıtlar.

Azıcık geriye gidip, Kerrang!’ın o günkü yorumuyla “Gelmiş geçmiş en sert albüm” olarak nitelediği “Reign in Blood”ın çıkış günlerini hatırlayalım. SLAYER, sonrasında da yıllarca birlikte çalışacağı Rick Rubin’e albümü ilk dinlettiğinde, Rubin’in ağzından çıkan ilk söz: “Bunun ne kadar kısa olduğunun farkında mısınız?” olmuş. Öyle ki, albüm kasedin sadece A yüzünü dolduruyormuş. Grubun, B yüzü olmayan bir kaset çıkarma fikri karşısında şaşıran Rubin’e olan cevabı ise “So fucking what?” olmuş. Kerry King albümün kısalığını “O zaman sürekli METALLICA ve MEGADETH dinliyorduk ve zamanla, tekrar eden nakaratların bizi sıktığını, aynı şeyi birkaç kez çalmanın bir anlamı olmadığını düşünmeye başladık. O zamanki punk etkilenimlerimiz de baş gösterince, ortaya böyle bir albüm çıktı” şeklinde açıklamış. Gerçekten de “Reign in Blood”ın en önemli yanlarından biri, kırk-elli dakikalık bir albüm olmaması. Albüm ete bir anda girip çıkan bir bıçak gibi, sadece yirmi dokuz dakikada dinleyicinin pestilini çıkaran, şarkıların tekrar barındırmaması dolayısıyla da işini çabucak halleden bir thrash metal ziyafeti.

Postmortem’i ilk duyduğum anı hatırlıyorum da, kulaklarıma giren şey öylesine uğursuz, öylesine huzur kaçırıcıydı ki, kafamı kaldırıp gökyüzüne bakasım gelmişti, “Tamam abi sıçtık, şimdi bi şeyler yağmaya, gökyüzü kararmaya başlar” diye düşünmüştüm. Lombardo’nun tarihe geçen üçlü tom’larının ayinsel havasıyla giren “Raining Blood”daki yaratıcılık, zamanın çoğu dergisince “gelmiş geçmiş en sert şarkı” olarak gösterilen Angel of Death’in akıllara sığmaz kaosu, “Reign in Blood” her ayrıntısıyla, her notasıyla, her anlamda bir başyapıt.

Bu yazıyı yazmaya başlarken albümü müzik setime koydum ve Angel of Death’in ilk notalarıyla yazmaya başladım. Şu an bu satırları yazarken Raining Blood’ın son dakikası içindeyim. Artık yazıyı nasıl gazlarla yazdım siz düşünün. “South of Heaven” yazısında, “South of Heaven”ı grubun en iyi albümü olarak gördüğümü söylemiş ve 9,9 vermiştim. Evet, bence müzikal olarak “South of Heaven” “Reign in Blood”dan daha güzel bir albüm, ancak metal tarihindeki önemi açısından elbette ki “Reign in Blood”ın yanına yaklaşamaz. Zaten o önem düşünüldüğünde bayağı bir albüm “Reign in Blood”ın yanına yaklaşamaz.

Geyik olduğu için yazısı SLAYER diye bağırarak bitirmeyeyim, onun yerine…

Ya da siktir et…

SOILWORK yeni albümünün tümünü tattırıyor

Saturday, June 5th, 2010

Yeni şarkısı “Two Lives Worth of Reckoning“i haftalar önce halka açan SOILWORK, yeni albümü “The Panic Broadcast“teki tüm şarkılardan ufak tadımlıklar yayınladı.

APOCALYPTICA yeni kapağını açıkladı

Saturday, June 5th, 2010

Gıygıy metalin önemli ismi APOCALYPTICA, yeni albümü “7th Symphony“nin kapağını açıkladı.

Hatırlanacağı üzere albümde ünlü konuklarımız da var.

PARADISE LOST – Shades of God

Friday, June 4th, 2010

Over the Madness” belgeselinden hatırladığım kadarıyla ”Herkes elinden geldiğince hızlı çalmaya çalışırken biz yavaş çalmak istedik” düsturuyla yola çıkmış olan Paradise Lost, geneli itibariyle vasat bir albüm olsa da “Lost Paradise”la slow motion death metalin -doom/death- tarifini vermişti.

Aynı çizgide devam eden ikinci albümleri “Gothic”te bu tarifin üzerine klavye partisyonları ve soprano vokal de ekleyerek 90′ların ikinci yarısında türeyecek gruplara (Theatre of Tragedy, Tristania, The Sins of Thy Beloved…) yol göstermişti. Yeni bir türün doğumuna sebep olan ve ismini veren “Gothic”te besteler albümün klasik kabul edilmesini sağlayacak kadar iyiydi.

Aşağıda biryerlerde sıradışı (ve bence mükemmel) kapağıyla sizi selamlayan “Shades of God”, yakalayıcı bir şarkı olan Mortals Watch the Day’le açılıyor. Önceki albümlerinin aksine “Shades of God”ın prodüksiyonu gayet iyi. Holmes bu albümde en iyi performanslarından birini sergiliyor. Vokal eskisine oranla daha az brutal, bağırarak söylemeye (misal Tom Araya) daha yakın. “Gothic”le başlayan Sabbath-vari rifler bu albümde yoğunlaşarak devam ediyor. Mackintosh’sa sololarıyla artık iyiden iyiye markasını oluşturmaya başlıyor.

Albümde yine yer yer thrash rifleriyle karşılaşıyoruz hatta Mortals Watch the Day’de Fade to Black’i hatırlıyoruz.

İki klasik albüm arasında kalma talihsizliğine uğrayan “Shades of God” genelde geçiş albümü olarak kabul ediliyor. Konserlerin değişmez şarkılarından olan Pity the Sadness ve Paradise Lost marşlarından As I Die tam albümden sıkılmak üzereyken imdadınıza yetişiyor. Daylight Torn ve Your Hand In Mine diğer öne çıkan parçalar.

Albüm bestecilik açısından ortalama seviyede olsa da sound’un orijinalliği, içerdiği klasikler ve benim açımdan albümü en çekici kılan şey olan eski tarz heavy rifler albümü daha dinlenilebilir kılıyor. Grubun en iyi albümlerinden olmasa da eski Paradise Lost dinlemek istediğinde ilk aklıma gelen albüm oluyor Shades of God. As I Die klibinde ve “Harmony Breaks” DVD’sinde gördüğümüz gibi doom metal grubundan ziyade daha çok bir heavy metal grubu gibi olan duruşları gruba ayrı bir karizma kazandırıyor.

Paradise Lost bu albümle ilk dönemini (doom/death) kapatıyor. Daha mainstream daha ”Metallica” sulara doğru yelken açıyor ama sade ve dokunaklı müziğine devam ediyor.

thefakefloydian

AMORPHIS DVD trailer’ını yayınladı

Thursday, June 3rd, 2010

Merakla beklenen yeni DVD’si “Forging The Land Of Thousand Lakes”i beş hafta sonra çıkarmaya hazırlanan AMORPHIS, DVD’nin trailer’ını hizmete sundu.

“Forging The Land Of Thousand Lakes”in hayvansal içeriğini de aşağıdaki fotoğraftan görebiliyoruz.

ETERNAL TEARS OF SORROW’dan yeni klip

Thursday, June 3rd, 2010

Melankolik grup ETERNAL TEARS OF SORROW, son albümler “Children of the Dark Waters“dan “Summon The Wild” adlı parçaya çektiği klibi yayınladı.

Grup klibi bundan sekiz ay önce çekmiş, ancak daha fazla verim alabilmek için nadasa bırakma yoluna gitmiş.

Nadasa bırakmak, imece usulü, bunlar hep ilkokuldaki hayat bilgisi dersinin bize kazandırdıkları.

Öyle işte.

ANNIHILATOR – Alice in Hell

Thursday, June 3rd, 2010

Kanada’nın RUSH’tan sonraki -bizi ilgilendiren- en önemli müzikâl ihraçlarından biri, şüphesiz ki ANNIHILATOR… Of çok sıkıcı bir giriş oldu kendimi kesicem şimdi.

Baştan alalım.

1989.

Beneath the Remains: Röaaaaaaaaa!!!

Agent Orange: Yeaaaaaaaaa!!!

The Years of Decay: Kuaaaaaaaaa!!!

Practice What You Preach: Hoaaaaaaaaaa!!!

Bunlar çoğumuzun sayısız kez dinlediği, dönemin büyük thrash metal gruplarının aynı sene içerisinde bu türe kazandırdığı klasik albümler. Hepsi, bugün dahi dinlediğimizde bizi o zamanlara götüren, hem samimi bir çiğlik, hem de müzikâl bir döşemecilik barındıran eserler.

Aynı yıl ilk albümünü çıkaran bir grup daha var. Daha Kuzey’den, Kanada’nın gölleriyle meşhur taraflarından. Jeff Waters adlı bir deli oğlan tarafından kurulan bu grup, günümüzde yollarına gül dökülen LAMB OF GOD, EVILE, CHILDREN OF BODOM, TRIVIUM gibi pek çok grubun en büyük ilhâm kaynaklarından biri olmasının yanı sıra, thrash metalde gitarın en etkin kullanıldığı müziklerden bazılarını yapmasıyla da önem teşkil eden bir duruşa sahip.

Thrash dünyasının gereken övgüyü alamayan albümlerinden biri olduğunu düşündüğüm “Alice in Hell”, bu Jeff adlı genconun 23 yaşında kaydettiği ve nasıl yetenekli bir insan olduğunu gözler önüne serdiği, yıllar içinde ANNIHILATOR’ın markası haline gelecek pek çok gitar oyununu, solo kalıbını, rif tarzını içinde barındıran bir albüm. Yenilikçi şarkı yapıları sayesinde “old school” olduğu kadar parlak bir gelecek de çizen albüm, bu progresif yapısıyla da az önce bahsettiğimiz günümüz gruplarının yol haritalarından birini oluşturmuş durumda.

Uzatmadan müziğe geçelim. Albüme enfes bir açılış yapan Crystal Ann’le başlayan “Alice in Hell”, daha ilk baştan, thrash metale farklı, özgün bir yerden bakan biri tarafından yaratıldığını belli ediyor. Duyduğum en güzel enstrüman şarkılardan biri olan Catch the Wind‘le birlikte yine bir Jeff Waters ürünü olan bu parça, birbirleriyle dans eden akustik gitarlar eşliğinde bir sonraki Alison Hell’e bağlanıyor. Tıpkı Alice Harikalar Diyarında’nın başında Alice’in tavşanın peşinden gidip dünyasının şaşması gibi, biz de Alison Hell’in başındaki clean gitar kısmının gerginliğiyle kendimizi az sonra gelecek olan başyapıta hazırlıyoruz.

Hiç çekinmeden söyleyebilirim ki Alison Hell, bırakın ANNIHILATOR’ın yaptığı en iyi ve ünlü şarkı olmayı, bence thrash metal tarihi için de gerçek bir klasiktir. Şu kadar dakika içine o kadar çok fikir sığmış, o kadar farklı atmosfer sokulmuş ki, yıllar sonra bile ilk dinlemedeki tazeliğini koruyor. Teatral vokal yorumlarıyla dramatik etkisini ve içerdiği hikaye örgüsünü de pekiştiren parça, ANNIHILATOR’la özdeşleşen bir numaralı şarkı olmasıyla da, zaten grubu ucundan da olsa bilen herkesin aşina olduğu bir eser. Dendiğine göre konusunu gerçek bir olaydan alan ve rüyalarında tuhaf yaratıklar gören küçük bir kızın, bu şikâyetlerinin ailesince görmezden gelinmesi sonucunda zaman içinde tümüyle delirmesini konu eden bu parçayla, ANNIHILATOR nedir görmüş oluyoruz.

“Alice in Hell” ilerledikçe, Waters’ın blues tadı yedirdiği süratli ve teknik rifleri de birer birer suratınıza çarpmaya başlıyor. Ani tempo değişiklikleriyle daha da bir şenlenen aranjmanlarla birbirlerine bağlanan bu rifler, Waters’ın sol elde bol parmak hareketi gerektiren yaratıcı tarzını da görmemizi sağlıyor. Rif çılgını W(elcome) T(o) Y(our) D(eath)’ten grubun klasikleri arasında gösterilen Burns Like a Buzzsaw Blade’e, ANNIHILATOR’ın hit şarkı yaratma olayında da çekimser olmadığını gösteren Word Salad’dan kapanışı yapan ve hızdan ölen Human Insecticide’a kadar “Alice in Hell”, “Thrash metal ulaaaaaaan!!!” diyen herkesin mutlaka duyması gereken bir albüm.

Vokallerde Randy Rampage’in çiğ ama müziğe çok iyi uyan sesi ve yıllar sonra “Carnival Diablos”da da duyacağımız davulcu Ray Hartmann’ın gayet hızlı performansı, albümün atarlı havasını güçlendiren diğer etmenler. Gayet iyi duyulan ve hoş işler yapan bas gitardan sorumlu kişi ise, yine tüm bu manyaklığın baş mümessili olan Jeff Waters.

Dediğim gibi, ANNIHILATOR’ın A’sını bile biliyorsanız, bu albümü, en azından albümün birkaç şarkısını mutlaka duymuşsunuzdur. Tavsiyem hepsinin duyulması yönünde elbette. ANNIHILATOR doksanların ilk yarısındaki speed/thrash metal saldırısını gayet iyi sürdürdüyse de, bildiğimiz gibi hiçbir zaman thrash metalin devlerinden biri olarak anılmadı. Her ne kadar sonradan kaydıkları daha groove’lu sound beni eski albümleri kadar cezbetmese de, özellikle “Alice in Hell” ve ilerki bir zamanda yine bu satırlarda bahsetmeyi düşündüğüm “Never, Neverland” ile tür adına çok güzel ve özgün işler yaptılar.

Seviyorum seni Enayleytır.

Dünyanın en hiperaktif davulcusu

Thursday, June 3rd, 2010

Biz susalım o konuşsun.

CHIMAIRA’dan DVD

Wednesday, June 2nd, 2010

Yeni nesil Amerikan metalinin ünlü gruplarından CHIMAIRA, 20 Temmuz’da “Coming Alive” adlı bir DVD yayınlıyor.

DVD’nin ayrıtıları da şöyle:

01. The Venom Inside
02. Resurrection
03. Power Trip
04. Empire
05. The Disappearing Sun
06. Severed
07. Destroy and Dominate
08. Six
09. The Dehumanizing Process
10. Dead Inside
11. Painting The White To Grey
12. Nothing Remains
13. Salvation
14. Secrets Of The Dead
15. The Flame
16. Pure Hatred
17. Implements of Destruction

Derseniz ki bu grubun konserleri nasıl geçiyor;

AUTOPSY geri döndü

Wednesday, June 2nd, 2010

1989 çıkışlı ilk albümü “Severed Survival” başta olmak üzere doksanların ilk yarısında çıkardığı albümlerle adından söz ettiren death metal grubu AUTOPSY tekrardan faaliyete geçti.

Bir kısım elemanının ABSCESS olarak müzik yapmaya devam ettiği AUTOPSY’nin DEATH’in “Scream Bloody Gore” albümünde de çalan davulcusu Chris Reifert, ABSCESS’in tamamen bittiğini, artık sadece AUTOPSY olarak kaldıkları yerden devam edeceklerini söylemiş. Peaceville Records’la anlaşan ve önce bir EP, ardından da bir albüm çıkaracağını açıklayan grubun şu anki kadrosu da şöyle:

Chris Reifert: Davul ve vokal
Eric Cutler: Gitar
Danny Coralles: Gitar
Joe Trevisano: Bas



KORN yeni klibini yayınladı

Wednesday, June 2nd, 2010

Yeni albümü “Korn III – Remember Who You Are“ı bir buçuk ay sonra piyasaya sürecek olan KORN, albümün ilk single’ı “Oildale (Leave Me Alone)”a çektiği klibi yayınladı.

Albümün diğer detayları da şöyle oluyor:

01. Oildale (Leave Me Alone)
02. Pop A Pill
03. Fear Is A Place To Live
04. Move On
05. Lead The Parade
06. Let The Guilt Go
07. The Past
08. Never Around
09. Are You Ready To Live?
10. Holding All These Lies

INSOMNIUM – Across the Dark

Wednesday, June 2nd, 2010

Ömer Kuş

Yaklaşık 32 haftadır sambalici’yle beraber ortak kritiğini yazmayı planladığımız, “Abi hadi oturup yazalım şunu artık”, “Olm bu sefer kesin yazıyoruz bak”, “Evet abi süper fikir” gibi laflar edip sürekli ertelediğimiz, yılan hikayesine dönen albümün kritiğiyle sonunda karşınızdayım sevgili okurlar.

Sizlerden gelen ve mail kutumu aşındıran tepki email’lerine daha fazla kayıtsız kalamadım, aralarında can güvenliğimi tehdit eden ve sonunda “cCc Fin doom/death tayfası cCc” gibi bir ibare barındıran email’se beni yazmaya iten son güç oldu. En azından grup yeni albüm çıkarmadan bu yazıyı yazabildiğim için kendimle gurur duyuyorum.

INSOMNIUM ilk tanıştığım albümleri olan “Since the Day It All Came Down”’dan itibaren severek dinlediğim ve diğer benzer gruplardan nedense ayrı bir yere koyduğum bir gruptur. Bundan birkaç sene öncesine kadar çok daha fazla doom ya da doom/death benzeri grup dinleyebilirdim. Fakat zamanla bu tip grupların birkaç şarkısından sonra o atmosfere girememeye ve doğal olarak baymaya başladım. Tabii ki birkaç istisna grup dışında, tahmin edebileceğiniz gibi INSOMNIUM da onlardan birisi. 2007’deki “Above the Weeping World”ü o yılın en başarılı albümlerinden biri olarak gören ben, doğal olarak bu albüm için de umutluydum (ya da INSOMNIUM diliyle, umutsuzdum, hüzün denizlerinin kıyısında dalganın vurmasını bekleyen bir kaya gibiydim adeta).

Albüme baktığımızda alıştığımız INSOMNIUM sound’unda pek bir değişiklik göremiyoruz. “İyi de ben bu grubu daha önce hiç dinlemedim ki, anlatsana biraz deve” diyenleriniz olabilir, bunu açalım hemen biraz. Grup, en geniş bir ifadeyle doom metal tatları barındıran melodik death metal yapıyor. Hatta bana sorarsanız iki tür de eşit derecede ön planda. O yüzden standart melodik death metal fanlarının grubu bayıcı bulması pek muhtemel. Ama Fin gruplarına has bu hüzünlü atmosfer sizi yıldırmazsa gayet keyifli dakikalar yaşatabilir size grup.

İşte bu albümde de INSOMNIUM işleyen taktiği bozmuyor ve eski hayranları tatmin ederken yenilerini de kazandırması muhtemel, fakat deneysel olaylara pek girmeyen bir iş çıkartıyor. Albümün her saniyesi hüzün dolu, gayet hızlı ve melodik riflerin olduğu bölümler bile yaşam enerjinizi söküp alabiliyor adeta. Şarkı sözlerine her zaman önem vermiş olan ve zaman zaman şiirlerden alıntılar da yapan grup, bu albümde de bu çizgiyi aynen devam ettirmiş. Fakat sözleri oturup okuduğumda kendimi şunu sormaktan alıkoyamıyorum: Bu sözleri yazan birisinin nasıl bir hayatı vardır acaba? Olm kendine gel, Finlandiya’dasın, geçim sıkıntın yok bir şeyin yok, git üniversitede eğlenceli, istediğin bir bölüm oku, çık dışarı iki Fin hatun gör falan, yapma etme. Hemen sözlerden bir kuple vereyim de ne kastettiğim daha iyi anlaşılsın:

“Nothing can offer content
Nothing can ease the pain
Nothing can wear off the sorrow
One is born to bear within

While your world is worth of trying
My world is mere cold
No chance in disillusion
Only the end of the road”

Bunun dışında zaman zaman “Dünyevi acılar falan bunlar hep gelip geçici be hacım, sonunda ancak ölüm gelip bizi alacak ve hepsi anlamsız olacak” tarzı sözler de göze çarpıyor. Kısacası, gidişat kötü.

Tekrar müziğe dönersek, albümdeki yeniliklerden biri ilk defa kullanılan ve Jules Näveri tarafından gerçekleştirilen temiz vokaller. Fakat bu öyle radikal bir yenilik değil zira kullanım çok sınırlı, iki üç şarkının belli, kısa bölümlerinde kullanılmış. Ağırlıklı olarak kullanılan vokal bildiğimiz alıştığımız Niilo Sevänen’nin derin brutal vokali. Bazıları bu vokali çok beğeniyor, bazıları da nefret ediyor. Ben ikisinin arasındayım. Bazı bölümlerde vokalin enstrümanların arkasında boğulduğunu düşünüyorum ve bu kısımlar biraz rahatsız ediyor. İkinci rahatsız olduğum kısımsa vokalin çok düz olması, bu tip bir müziğe biraz daha karakterli, duygulu bir brutal vokal olsa sonuçlar çok daha etkileyici olabilirdi. Ama genel olarak vokal kötü değil, yalnızca daha iyi olabilir diye düşünüyorum. Gerçi bu adamın vokali grupla özdeşleşti artık, o da ayrı bir konu, böyle kabul edip sevmeliyiz herhalde.

Akustik kısımların azaltıldığını ve şarkıların daha direkt, kolay hazmedilebilir olduğunu söylemek mümkün. Melodik death metal kısmı yine gayet iyi kotarılmış, rifler başarılı ve işin suyunu çıkarmadan klavyeyle destekleniyorlar.

Albümün bana göre bir zayıf noktası hit şarkı eksikliği. Geçen albümde The Killjoy adlı bir hayvanlık vardı mesela, ilk dinlemede kamyon çarpmışa çeviriyordu. Bu albümde ise şampuan reklamı tadında klip çekilen (kesinlikle klip çekmeye en uygun şarkı) Down with the Sun biraz o role soyunsa da yeterince iyi değil bence. Albümde öne çıkan vurucu şarkı yok yani, dinledikçe bazılarını diğerlerinden daha çok seviyorsunuz elbet ama bu farklı bir şey.

Kanımca “Above the Weeping World”den daha zayıf olsa da diskografisine gayet başarılı bir albüm daha ekledi INSOMNIUM. Geçen senenin öne çıkan albümlerinden biri olan “Across the Dark”, grubun istikrarını gözler önüne seren, hem eski hayranları hayal kırıklığına uğratmayacak, hem de gruba yeni hayranlar kazandırabilecek bir çalışma.

Bu kritiği de sonunda yazdığım için artık rahat uyuyabileceğim, oh be!

DIMMU BORGIR’den yeni albüme dair

Wednesday, June 2nd, 2010

Geçtiğimiz yıl iki önemli elemanını şutlayan DIMMU BORGIR, yeni albüme dair açıklamalarda bulunmuş.

Grubun gitaristi Silenoz, 8 Ekim’de piyasaya çıkacak olan albümle ilgili şunları söylemiş: “Bu albümde Norveç Radyo Orkestrası’yla çalışıyoruz. Albümde toplamda 101 farklı müzisyenin emeği var. Nasıl bir şey olacağını tasvir etmeye çalışırsak akıllara gelen sıfarlar; büyük, devasa, epik ve çiğ olurdu. Tuhaf, gergin bir havası var. Atmosferik ve ambiyanslı!

Konuya ilişkin görüşlerini almadığımız eski klavyeci Mustis ise “Bensiz bir hiçler. Göreceksiniz, rezalet bir albüm yapacaklar, aha şuraya yazıyorum” şeklinde konuşmadı. Aslında görüşebilseydik iyiydi, sükse olurdu.

LAMB OF GOD devasa boxset’ini açıyor

Tuesday, June 1st, 2010

LAMB OF GOD, metal tarihinin belki de en büyük ve kapsamlı ürünü olan Hourglass: The Super Deluxe Setin detaylarını gösteren bir video yayınladı.

Vay arkadaş diyor susuyoruz.

AIRBOURNE’dan uçak korkusunu yenen klip

Tuesday, June 1st, 2010

Avustralyalı hard rock grubu AIRBOURNE, ilk haftasında A.B.D.’de 6.000 satan yeni albümleri “No Guts. No Glory.”den “Blonde, Bad And Beautiful”un klibini yayınladı.

Klip, seksenlerin en kötü esprisi “Uçan memeliye ne denir?” sorusuna cevap arıyor.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.