# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for November, 2010

STRATOVARIUS davulcusu kanser

Saturday, November 20th, 2010

STRATOVARIUS’un emektar davulcusu Jörg Michael’ın kanser olduğu açıklandı.

null

Tiroid bezindeki kötü niyetli kanser hücreleri yüzünden Michael’ın tüm tiroid bezi geçtiğimiz haftalarda alınmış olsa da, bu operasyon yeterli olmayacak ve Michael’a uzun bir radyoterapi tedavisine başlanacakmış.

Kendisine geçmiş olsun diyoruz.

UNEXPECT – In a Flesh Aquarium

Saturday, November 20th, 2010

Henüz avantgarde metal albümü dinlememiş olanlar için gayet güzel bir başlangıç olabilecek bu albüm, içerdiği başarılı melodileri ve hatırı sayılır üretkenliği sayesinde yaratıcılığına yakıştırılan övgüleri aslında pek hak etmiyor. Her ne kadar son derece eğlendirici, kaliteli, başarılı bir albüm olduğunu düşünsem de ben yaratıcı bir şey göremiyorum. Yetmişlerin progresif rock gruplarını hiç dinlememiş ve sayılı birkaç avantgarde metal müzik albümü dışında bu türle pek ilgisi olmayan kimselerin ufkunu genişletebilir ama yine de burada yeni bir şey yok. Bu grubun müziğinde daha önce denenmemiş bir fikirler curcunası yok. Denenmiş bir fikirler curcunası var demek daha doğru olur. Bu yanıyla kendisine atfedilebilecek görece bir acayipliği var ama acayip, egzantirik, ayrıksı, özgün olmak her zaman yaratıcı olmak, sınırları zorlamak, çığır açmak anlamına gelmiyor.

Bu konuda tavrımı belirttikten sonra prodüksiyondan bahsedeyim. Prodüksiyon üzerine yazılanlar genellikle bir albüm kritiğinin son paragraflarına, son cümlelerine yerleştirilir ama bu grubu dinlemek için bu tür alışılmadık değişikliklere şimdiden alışmanız gerekiyor desem de inanmayın çünkü yazıyı nasıl devam ettireceğime dair kısa süreli bir tıkanıklığın üstesinden gelmek için böyle söyledim. Aslında tam olarak hile yapmış sayılmam, çünkü şarkı yapıları gerçekten alışıldık girişlerle başlıyor ama devam ederken müzik dinleme alışkanlarımızı zorlayacak şekilde tam tersini yapıyor. Sözgelimi albümün ilk şarkısını dinlediğimizde alışıldık bir piyano melodisinin ardından alışıldık bir keman pasajının sürdürdüğü girişin bizi nihayet ulaştırdığı gitar rifini ilk dinlediğimizde çeşitli enstrümanlar arasında hızla gidip gelen çeşitli zaman ölçülerinin üst üste kullanımıyla karşılaşıp bir kafa karışıklığı yaşıyoruz. İşte, işte müzik tam bu şekilde devam edecek diyoruz, ama öyle devam etmiyor. Bu noktada kimimiz ‘psuedo-intellectual arty-farty bullshit’ deyip albümü bir köşeye fırlatıyor, kimimiz de ‘albümü anlamıyorsunuz’ diye ısrarla bu albüme daha fazla fırsat verilmesi, albümün sindire sindire dinlenmesi gerektiğini söylüyor. Ben albümde anlaşılmayacak hiçbir şey olmadığına inansam da hızla değişen şarkı yapılarına özenle serpiştirilmiş akılda kalıcı melodilere alışana kadar fırsat verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Albümün şu övüp durdukları çeşitli esinlenmeler neymiş onlara bir bakalım. Kendi küçük dünyasına gömülmüş gariban bir müzik sever olarak ben yalnız death metal rifleri, black metal çığlıkları, death metal böğürtüleri, orkestral vokaller, folkumsu keman oyunları, çeşitli caz müzik öğeleri, progresif şarkı yapıları, popla sulandırılmış romantik-dönem klasik müzik ezgileri buldum; ama çeşitli kritiklerde sirk müziği, soundtrack ve bilgisayar oyunu müzikleri, çingene müziği, darkwave ve ambient müzik, elektronik müzik, arap müziği, tango, ortaçağ müziği, trip-hop breakbeat ritimleri, Rus halk oyunları müziği isimleri de geçmiş. Bunlardan ötürü kimimiz ‘ay acayip tatlı yapmışlar multi-fusion avantgarde metal tam benlik,’ deyip albüme aşık oluyor, kimimiz de ‘cool’ bir metalci tribiyle kısaca ‘fuck off’ diyor ve diğer hayranların sırf dinlenmesi zor bir müziği dinlemenin getirdiği gururla sevdiğini söylerek bu gösterişçi, gülünç, abartılı albümü siktir ediyor. Farklı türleri bir araya getirip onlardan yeni müzikal oyunlar tırtıklamak gerçekten biraz acayip olsa da bu albüm, eğlendiriciliği sayesinde gösterişçi olma tutumunun zorluklarının hakkını veriyor bence.

Albümün ileri derece bir sanatsallık algısı gerektirdiğini, ‘new age metal art’ tadında bir şey olduğunu falan düşünmüyorum. Yukarıda adı geçen bütün öğeler tipikleştirerek, karikatürize edilerek, en basit şekillere sokularak dinleyiciyi neşelendirmek için kullanılmış. Kulağa ilk dinleyişte biraz tuhaf gelse de bir süre sonra karmaşıklık olarak düşündüğümüz şey eğlenceyi hedefleyen basit bir çeşitlilik, renklilik olarak açık seçik görünüyor. Ne olursa olsun bu durum, grubu birçok metal grubunun bir adım ötesine götürüyor aslında. Çalmayı tercih ettikleri türün tipik öğelerine sadakatla uymayı ve kendi güvenlikli köşelerine yerleşmeyi tercih eden gruplara kıyasla daha fazla emek isteyen müzikal oyunlarla uğraşıp bunları metal müziğin içine yerleştirmenin zorluklarıyla uğraştıkları için, yani yaratıcılık için olmasa da çeşitlilikleri bir araya getirme mücadelesinin üstesinden başarıyla geldikleri için takdir edilmeyi, daha fazla puan verilmeyi hak ediyor.

Birçok şarkı, kimi başarılı melodileri şarkı boyunca üst üste tekrar ediyor. Grup, melodileri birbirlerine nasıl bağlaması gerektiğini biliyor. İlk dinleyişte müzik kopuk kopuk, rastlantısal gibi gelse de tınısına alıştığımızda keyifli bir müziğin yavaş yavaş aralanan perdenin arkasından ortaya çıktığına şaşkınlıkla tanık oluyoruz. Albümde vokaller de dahil her enstrüman eşit ve dengeli ölçüde müziğe girip kendi farklılıklarını ortaya çıkardıkları için, yani bir enstrüman üzerinden yazılmış melodiye eşzamanlı bir şekilde eşlik edip onu tamamlayan birer yardımcı öğe sınırları içinde kalmadıkları için müzik yavan ve kıt kalmıyor, zenginleşip güzelleşiyor.

Ama albümdeki eğlenceli dakikaların kimi tatsız tuzsuz, seçkisiz, sıkıcı, gösterişçi ve gelişigüzel pasajlar ve parçalarla kötü anlamda zayıfladığını düşünüyorum. Avantgarde metal müzik sevenler bu pasaj ve parçaların albümde yer almasından rahatsızlık duymayabilirler. Çünkü buna benzer kulağa hitap etmeyen John Cage icadı avantgarde ses oyunları eğlenmekten ziyade takdir edilmeyi gerektirdiği ve erişilebilirliği zorlayarak gruplara görece daha az piyasacı görünme fırsatı verdiği için onay dolu baş sallamalarla karşılanır ama bu ikililiği ve karşıtlığı yan yana koymanın yaratıcı samimiyetine ben yine de fazla inanmıyorum. Eğer grup başlı başına dinlenemez rastlantısal seslerden, efektlerden, enstrümanlardan oluşan avantgarde bir albüm yazmış olsa bunu takdir ederdim ama bu bir karşıtlık biçimini aldığında albüm mükemmel, tamamlayıcı, tutarlı ve anlaşılır olmaktan ziyade anlaşılmaz, kabartma, doldurma hâle geliyor. Biliyorum, avantgarde dediğimiz müziği dinlemek her şeyden önce biraz felsefi düşünmeyi gerektiriyor. John Cage’in de söylediği gibi tıpkı hayatımızın sıkıcı dönemleri olduğu gibi dinlediğimiz müziğin de her zaman akışkan, eğlenceli, oyalayıcı olmasını beklememek gerekiyor, hatta kimi zaman elde kalanla yetinmek, eğlenceli olmayanda eğlenceli bir şeyler bulma ısrarıyla dinlememiz gerekiyor. Bu eleştiriyi yaparken bu fikrin farkındayım ama eğlenceli müziğin tam yanına eğlenceli müzik olmayan müziği koyma ısrarı açık fikirli olmayı gerektirmiyor, herhangi bir şey hedeflemeksizin yan yana konulmuş iki fikri ifade ediyor. Hatta bu pasajlar parça aralarına sokulup eğlendirici müziğin içine işlenmiş, müziğin tamamına karakter kazandıran bir şey olmaktan ziyade tek başına albümden ayrılan şarkılara ya da kimi şarkıların sonuna yerleştirildiğinden belki yan yana bile gelmiyor, müziğe kolaj ölçüsünde bir denge bile kazandırmıyor. Yalnız doldurma dakikalara neden oluyor. Albümün beşinci şarkısı bunun en tipik örneği. Yine de sözlerim yanlış anlaşılmasın. Bu pasaj ve parçaların sayısı albüme kötü bir isim verecek kadar fazla değil.

Vokalist Leilindel’in tiz ve asil sesini müziğin kendisinden bile daha fazla sevdiğim oluyor. Grubun yalnız internetten izlemekle yetindiğim canlı performanslarında şarkıların en hararetli yerlerinden ufak tefek keman oyunlarına kadar enerjisini kaybetmeden, grubun diğer elemanları gibi şevkle, ısrarla headbang yapıp saçlarını bütün sahne boyunca savuran bu güzel kadını izliyorum zaman zaman.
Yazıyı tamamladıktan sonra yeniden göz gezdirirken prodüksiyon hakkında hiçbir şey söylemediğimi fark ettim. Kritik yazarı prodüksiyonun iyi olduğunu düşünmesine rağmen benim gibi hayatı boyunca bir stüdyoya girip şarkı nasıl mikslenir, tonlar ne kadar tiz ne kadar boğuk olmalı gibi ince, ayrıntılı detayları öğrenme fırsatı olmamış kimselerdense hemen yan cebindeki ‘top-notch’, ‘berrak tını’, ‘ayrı ayrı duyulan çalgılar’ gibi sıkıcı prodüksiyon tarif tabirlerine elini atacağından, o kritik yazarının prodüksiyondan hiç bahsetmemesi aslında daha iyi olacaktır. Zaten bir yazı prodüksiyondan bahsetmediğinde okur, prodüksiyonun muhtemelen iyi olduğunu düşünecektir. Ne kadar gereksiz bir paragraf yazdığımı görüyorsunuz. Bu paragrafı okurken hayatınızın bir iki dakikasını çalmış oldum, böylece ben gençleştim, siz yaşlandınız. Hepinize geçmiş olsun.

Sonuç olarak başdöndürücü, akıl musallatı gibi takılara layık olduğunu düşünmesem de In a Flesh Aquarium, yalnız avantgarde metal sevenlere değil, progresif metal, fusion metal severlere hatta ortodoks şarkı yapılı müzik dışında müzik dinlemeyi seven herkese hitap edebilecek keyifli bir albüm gibi geliyor bana. Tabii alışılmadık, uç, abartılı müzik sevmeyenler için yaklaşılması biraz sakıncalı olabilir. Zaten internette okuduğum kritikleri göz önüne alırsam ya sev ya nefret et gruplarından birine benziyor daha çok.

Ertuna YAVUZ

MR. BIG’den yeni albüm detayları

Friday, November 19th, 2010

MR. BIG, 15 yıldan sonra tekrar bir araya gelen orijinal kadrosu ile çıkaracağı yeni albümü “What If…”in detaylarını açıkladı. Buna göre, albümün şarkı listesi şöyle:

01. Undertow
02. American Beauty
03. Stranger In My Life
04. Nobody Takes the Blame
05. Still Ain’t Enough for Me
06. Once Upon a Time
07. As Far As I Can See
08. All The Way Up
09. I Won’t Get In My Way
10. Around The World
11. I Get The Feeling
12. Unforgiven (bonus)

Albüm kapağı ise aşağıdaki gibi olacak:

Albümden çıkacak ilk single “Undertow” ise 27 Kasım günü yayınlanacak.

JOE SATRIANI’den yeni klip

Friday, November 19th, 2010

JOE SATRIANI, yeni albümü “Black Swans and Wormhole Wizards”dan “Light Years Away” adlı şarkıya klip çekti. Mevzubahis şarkı, bir süre önce halka açılmıştı (ama bir şartla).

MY DYING BRIDE – For Lies I Sire

Friday, November 19th, 2010

Bir müzik türünün en başarılı numunelerden birkaçını yazmış olan grupların stillerinde değişiklikler yapmaları çok sağlıklı olur çünkü o tür içinde yazabilecekleri en başarılı notaları çoktan yazmışlardır. Bu yazma kabiliyeti onlarda yalnız o türde değil, genel olarak müzik yazmadaki başarılarını gösterdiği için aynı dört duvar arasında kalmaktansa ilgilendikleri diğer müzik türlerinden esinlenmeler getirerek müzik yazma tutkularını körükleyip yine kaliteli şeyler yazmalarını sağlar. Ama hayran kitlemi kaybederim diye korkup kendi körler sağırlar cemaatinin içine suratında aptal ilkokul öğretmenlerini anımsatan bir tebessümle gömülürlerse o zaman akıbetleri kötü olur. Anathema ve Katatonia gibi çok başarılı doom albümleri yazan gruplar stillerini değiştirmekle çok akıllıca işler yaparken My Dying Bride ne yazık ki bunu başaramadı. Doom metalin tartışılmaz ilkokul öğretmeni kimdir yarışması yapılsaydı herhalde yirmi sene sonra hâlâ doom metal yaptıkları için yarışmayı kazanırlardı. Belki de hayran kitlelerini kaybetme korkusunda ziyade gerçekten de doom metal dışında başka bir tür müzik yazabilecek potansiyelleri olmadı hiç. Tabii bahanesi ne olursa olsun müziğin kıtlaşması ve kısırlaşması yüzünden tokat yemeleri gerektiği gerçeğini değiştirmiyor bunlar.

1990’ların başında death/doom türünü yeni yeni keşfetme fırsatını yakalayan İngiliz metal grupları Peaceville üçlüsünden biri olan My Dying Bride, en karanlık doom metal riflerinden bazılarını içinde barındıran Turn Loose the Swans ve daha romantik, daha gotik The Angel and The Dark River gibi iki sarsıcı klasik yazdıktan sonra bu albümler kadar iyi olmasa da hatırı sayılır birkaç albüm daha yazıp son iki albümleri olan A Line of Deathless Kings ve For Lies I Sire ile kendilerini kötü bir biçimde tekrar etmeye başladılar. 1998 albümlerinde tercih ettikleri deneysellik kötü tepkiler alınca korkup eski tınılarından ayrılmamayı seçtikleri için aynı gitar perdelerinin arasında dolaşmak yaratıcılıklarını köreltti. Ustası oldukları müzik türünün alışkanlıklarına gömüldükleri için ironik bir şekilde yazdıkları müziğin malzemesini neyin kaliteli yaptığını unuttular, türün en jenerik albümlerini yazmaya başladılar.

Müziğin hiç değişmediğini söylemek yanlış olur aslında. Gotik karakteristikler, daha mainstream kitleye hitap edecek şeyler biraz daha vurgu kazanmış bu son albümde. Ama bunlar eski albümlerde, hatta ilk albümlerde bile görülen tipik MDB karakteristiklerindi. Kötü olan şey bu karakteristiklerin vurgu kazanmasından ziyade eskisi gibi oturaklı, güçlü, çarpıcı malzemenin hemen hemen hiç görülmemesinden ileri geliyor. Bu noktaya ulaştıktan sonra grup belli bir hayran kitlesinin albümü ne kadar kötü olursa olsun alıp beğeneceğini bildiğinden artık kendini zorlamayı gerekli bulmuyor. Bu albümün çeşitli internet sitelerinde pozitif kritikler alması da albümün iyi olmasından ziyade kritik yazarlarının MDB gibi büyük bir isme duydukları saygı ve sevgiden ileri geliyor olsa gerek.

Gerek MDB diskografisi göz önüne alınırsa, gerek melodramatik death/doom metalin Before The Rain, Draconian, Virgin Black ve Swallow The Sun gibi daha yeni gruplarının çalışmaları göz önüne alınırsa albüm en cillop prodüksiyonla, en deneyimli müzisyenlerin üzerinde işini bilir bir profesyonellikle üzerinde çalışmasına rağmen maalesef rafları alelâde, sönük, tanıdık birkaç melodi dizisiyle işgal edip ortalama bir eğlendiricilik dışında ufuk açmayan önemsiz bir albümden öteye götürmüyor. Eski albümlerinden arakladıkları klişeleri yeniden yeniden tekrar üretmek dışında başka hiçbir şey yapmamayı tercih etmeleri de yaratıcılıklarının tükendiğini gösteren bir başka işaret olmuş.

Iron Maiden konserinin açılışını yaptıkları bir festivalde ‘Yorkshire’a dönün ibneler’diye öfke çekmelerine neden olan imajları kadar berbat şarkı sözlerini eleştirmek yanlış olacaktır çünkü önceki albümlerde de bundan daha kötü değildi. Ama hâlâ aynı basmakalıp tatsız dizeleri, ifadeleri ve temaları kullanıyorlar. Her ne kadar birçok metal türünün klişe şarkı sözleri olsa da bu türün bir zamanlar öncülüğünü yapmış yaratıcı gruplarından yeniden bunların geldiğini görmek biraz üzücü oluyor.

Tırtıklaya tırtıklaya yeni malzeme çıkarmaya çalıştığını gördüğüm bu albüm her ne kadar ‘ne olursa olsun My Dying Bride olsun’ hastalarını tatmin edecek nitelikte olsa da yavaş yavaş ölen bir grubun yavan, boğuk, cılız homurtuları gibi geliyor bana. Söyleyebileceğim en olumlu şey bana Turn Loose The Swans’ın ne kadar başdöndürücü bir albüm olduğunu hatırlatması olacaktır. Şimdi bu kritiği tamamlayıp ilk dinlediğimde beni şimşek gibi çarpan atonal, meyus, uğursuz ve karanlık The Songless Bird parçasını çalmaya gidiyorum. For Lies I Sire albümünün iyi olduğunu düşünüyorsanız sizin için de bazı şeyleri hatırlamak etkili olacaktır diye düşünüyorum. Hoşçakalın.

DISTURBED’den yeni klip

Friday, November 19th, 2010

DISTURBED, son albümleri “Asylum”dan “The Animal” adlı parçaya çektiği klibi yayınladı.

Sanıyoruz ki başka bir şey olmadı.

Not: Haber için bloodshower’a teşekkür ederiz.

EVERGREY yeni albüm detaylarını açıkladı

Friday, November 19th, 2010

İsveçli progresif metal grubu EVERGREY, yeni albümü “Glorious Collision”ın detaylarını açıkladı. Avrupa’da 28 Şubat, ABD ve Kanada’da 22 Şubat, Almanya’da ise 25 Şubat tarihlerinde piyasaya çıkacak olan albümün şarkı listesi şöyle olacakmış:

01. Leave It Behind Us
02. You
03. Wrong
04. Frozen
05. Restoring The Loss
06. To Fit The Mold
07. Out Of Reach
08. The Phantom Letters
09. The Disease …
10. It Comes From Within
11. Free
12. I’m Drowning Alone
13. … And The Distance
14. … And The Distance (Carina bonus track)

Albümün kapağı ise şu şekilde:

Hatırlanacağı üzere grup bir süre önce dağılmanın eşiğinden dönmüş, ama dağılmamıştı. Evet, aynen öyle olmuştu.

CARNIFEX’ten klip

Thursday, November 18th, 2010

CARNIFEX, son albümü “Hell Chose Me”den “Sorrowspell” adlı parçaya çektiği klibi -baya bir önce- yayınladı.

PasifAgresif olarak bu haberi 4-5 ay geç yayınlamanın verdiği hayasız gurur içindeyiz. Teşekkürler.

Not:Haber için Avcı’ya teşekkür ederiz.

DEATH ANGEL’dan yeni klip

Thursday, November 18th, 2010

DEATH ANGEL, son albümleri “Relentless Retribution”dan “Truce” adlı şarkıya çektiği klibi yayınladı.

Aşağıda ise grubun klip çekimlerinde ne kadar eğlendiğini görmek mümkün.

DECREPIT BIRTH – Diminishing Between Worlds

Thursday, November 18th, 2010

Albümün giriş parçası The Living Doorway başlar başlamaz öncül gitar, bass gitar, vokal ve davullar hep birlikte kulak zarlarına ziyan bir sertlik, tekniksellik ve hızlılıkla selamını veriyor.

Atheist, Suffocation ve Death gibi Amerikan canavarlarının ektoplazmik ilişkisi sonucu doğmuş ve doğum lekesini saklamaktan hiç de çekinmeyen Decrepit Birth, tek bir saniye bile dinlerin dikkatinin dağılmasına izin vermeden technical death metalin numunesi olabilecek soloları, melodileri, harmonileri, blast beatleri ustalıklı bir hızla birbirine geçiriyor ve kafamızın karışmasına aldırmadan öngörülemez bir motifte üst üste önümüze seriyor. Baştan aşağı Amerikan teknikselliği kokan bu albüm, Suffocation benzeri perküsyon saplantısı, Chuck hayranlığı dolu melodileri ve soloları, katıksızca hikâyeci şarkı yapıları, olması gerektiği gibi olan böğürtü vokalleriyle technical death familyasının birçok tipik, sadık, bilindik karakteristiklerini kendi potası, kendi tınısı, kendi keyfi içinde eritip birleştiriyor ve hepimizin bildiği klasikleri nostaljik bir alçakgönüllükle ama yine de taze, yeni ve canlı bir üretkenlilikle harmanlıyor.

Davullardan başlamak istiyorum. Şimdiye kadar duyduğum en saplantılı perküsyon hastası baterist herhalde bu bateristtir. Albüm kitapçığını açıp adına bakmaya üşendiğim bu baterist, albüm için yazılmış her bir gitar riffine, davul kitinden en az üç tane eşzamanlı vuruş eklemeden ve her riff arasına da ustalıklı dakik vuruşlar eklemeden yapamıyor. Bu kimi tech death hayranları açısından biri eleştiri olmayabilir, ama bu müziğe özel bir ilgi duymayan kimselerde, müziğe nefes aldırmayan bu hızlı vuruşlar, gitar pasajlarının zenginliğini, soloların parlaklığını, temponun değişkenliğini gizleyip, her şarkıya bir diğerinin aynısı izlenimini kazandırabilir.

Tek detini kompleks, hikayeci, tekniksel gitar müziğiyle tercih edenler için bu albüm birebir. Elbette her Tech Death albümü kompleks ve tekniksel ama aşırılığı sevenler için bu daha iyi bir numune. Hikayeci şarkı yapıları da en uç noktalarda; şarkılar boyunca belki yalnız bir pasaj en fazla iki kez tekrar ediliyor, nakarat hiç yok. Daima yeni ve öngörülemez pasajlar ardı ardına, başarıyla, çarpıcılıkla geliyor. İlgi çeken bir nokta, grubun gitaristi Matt Sotelo’nun kendisinin de bir röportajında belirttiği gibi, Chuck’ın melodi yazımından çok etkilenmiş olması. Bazı pasajlarda Death’in son albümü The Sound of Perseverance’ı dinlediğim yanılgısına kapılabilirdim. Eğer baterist perküsyonlu blast beatler konusunda bu kadar ısrarcı ve inatçı olmasaydı bu yanılgı daha da güçlenebilirdi. Gitarlardan birbirine sıçrayıp yer değiştiriyormuş hissi uyandıran riffler sık sık tempo değiştiriyor, çok yavaş, basit ve sert rifflerden, melodik, içli ve yürekten melodilere ya da orta tempo bir harmoniden çılgınca shredding yapan bir soloya atlıyor. Alışılmadık zaman ölçüleri de sık sık kullanılıyor. Dokuzuncu parça olan interlüdü saymazsak, önceki albümden gelen ve yeniden kaydedilen And Time Begins parçası bu albümde bütünlüğü bozan tek nokta. İyi bir parça olmasına rağmen hiç olmasa daha iyi olurdu. Albümdeki parçaların çoğu belli bir miktarda melodikliği sağlarken, bu parça önceki albümün sertliğe odaklı bütünlüğüne daha iyi gidiyordu. Ama yine de sıkı bir parça.

Uzun süreli böğürtülere mesafeli duran, alçak perde, gırtlaksı vokaller ise alışıldık, olması gereken, ne farklılığı ne de zayıflığı olan death metal vokalleri. Şarkı sözleri… Kozmos ve zamanla ilgili temaları duygusal bir sürrealizimle işleyen şarkı sözleri ayrı ayrı okunmayı hak ediyor olabilir. Olabilir diyorum, çünkü metal müzik yapan müzisyenlerin iyi şarkı sözleri yazamayacağına dair önyargımı kıramadığım için şöyle bir göz gezdirmekten fazlasını yapmadım. Ama ilk baktığımda hak ediyor gibi gelmişti.

Prodüksiyonda melodileri daha anlaşılır yapmak için daha berrak bir tını kullanılmış; grubun önceki albümü kadar sert, çiğ, kalın değil – 2003 albümleri daha sert ve hızlıydı ve bu albümde müziğin kalitesini fark etmek daha zordu, daha iyi bir karşılaştırma için ‘And Time Begins’i dinlemek yeterli. Notalar sıkıntı olmadan duyuluyor, bass biraz muğlak kalmış ama bu zaten metal müziğin alışıldık günahlardan biri. Daha önce söylediğim gibi, vokaller daha iyi mikslenebilirdi, bazen albümden değil de başka bir yerden çıkıyor gibi geliyor kulağa, ama göze batacak kadar da rahatsız edici değil.

Decrepit Birth, tech death türü hayranlarına doğrudan hitap edebilen, ama bu türü fazla takip etmeyen kişiler için belki biraz tecrübe gerektiren bir grup. Son radde hikayeci parça yapıları ve yavaşlamayan davullar, albümün yanlış bir şekilde sıkıcı olduğu yanılgısını uyandırabilir. Ama türün samimi bir dinleriyseniz, emin ellerde oldukça iyi vakit geçireceğinizi kolaylıkla söyleyebilirim.

Ertuna YAVUZ

DESTRUCTION yeni albüm kapağını sundu (Güncellendi)

Thursday, November 18th, 2010

DESTRUCTION, bir süre önce duyurduğu yeni albümü “Day of Reckoning”in kapağını sundu.

Yakın zamanda gruptan ayrılan davulcu Mark Reign’in yerini kimin alacağı ise halen merak konusu… İdi, artık değil. Grup, dün yaptığı açıklamada, davul başlında “Vaaver” adlı bir “hayvanı” göreceğimizi belirtti.

Albümün şarkı listesi şu şekilde:

01. The Price
02. Hate Is My Fuel
03. Armageddonizer
04. Devil’s Advocate
05. Day Of Reckoning
06. Sorcerer Of Black Magic
07. Misfit
08. The Demon Is God
09. Church Of Disgust
10. Destroyer Or Creator
11. Sheep Of The Regime
12. Stand Up And Shout (limited-edition bonus track)

Albümün plak ve sınırlı sayıda basılacak versiyonlarının kapağı ise şöyle:

ABYSMAL DAWN yeni albüm detaylarını açıkladı

Thursday, November 18th, 2010

ABD’li teknik death metal grubu ABYSMAL DAWN, yeni albümü “Leveling The Plane Of Existence”ın kapağını ve şarkı listesini açıkladı. Öyle ki:

01. The Age of Ruin
02. Pixilated Ignorance
03. In Service of Time
04. Rapture Renowned
05. Our Primitive Nature
06. Perpetual Dormancy
07. Leveling the Plane of Existence
08. Manufactured Humanity
09. My Own Savior
10. The Sleeper Awakens

Albüm kapağı da şu şekilde:

Kapak, grubun önceki albümünde de olduğu gibi, Pär Olofsson’a ait.

CAVALERA CONSPIRACY’den yeni albüm detayları

Wednesday, November 17th, 2010

Kardeşler birliği CAVALERA CONSPIRACY, yeni albümlerinin adını “Blunt Force Trauma” olarak açıkladı. Albümün şarkı listesi ise şöyle:

01. Warlord
02. Torture
03. Lynch Mob
04. Killing Inside
05. Thrasher
06. I Speak Hate
07. Target
08. Genghis Khan
09. Burn Waco
10. Rasputin
11. Blunt Force Trauma

Roadrunner Records etiketi ile Mart ayında raflarda yerini alacak albümde bas gitar bu kez GOJIRA’dan Joe Duplantier’e değil, Johnny Chow adlı basçıya emanet edilmiş.

Albümden “Warlord” adlı şarkının canlı kaydı aşağıda dinlenebilir.

ONSLAUGHT’tan yeni albüm detayları

Wednesday, November 17th, 2010

İngiliz thrash metal grubu ONSLAUGHT, yeni albümü “Sounds of Violence”ın çıkış tarihlerini açıkladı ve kapağını sundu. Buna göre albüm Japonya’da 12 Ocak, Avrupa’da 28 Ocak, ABD’de ise 8 Şubat tarihlerinde raflardaki yerini alacak.

Albüm kapağı ise şu şekilde:

Böyleyken böyle.

SHAPE OF DESPAIR – Angels of Distress

Wednesday, November 17th, 2010

Funeral doom metal müzik yazarken gruplar, müziğe çeşitlilik ve derinlik kazandırmak için klavyeleri sık sık kullanırlar. İsimlerini duymaya alıştığımız funeral doom gruplarının birçoğu, mesela Skepticism, Thergothon, Pantheist, AHAB, Evoken albümlerinde klavye kullanmışlardır. Yalnız Shape of Despair’in bu albümünde müziğe renk katan ya da eşlik eden enstrüman klavyelerden ziyade gitarlar ve davullar olmuş. Bunu başlı başına kötü bir şey gibi göstermeye çalışmıyorum. Ama sertliğine rağmen müzik bu enstrümanlar üzerinden yazılmadığından albüm daha fazla gotik, pop tadında bir albüm olmuş. Ama ne olursa olsun vokaller de dahil bütün enstürmanlar birbirine uyumlu ve tutarlı bir rotada ilerliyor.

Müziğin büyük çoğunluğunu yazan Jarno Salomaa akılda kalıcı melodiler yapmayı ne kadar sevdiğini, dinleyiciye nasıl iyi vakit geçirmeyi bildiğini bu albümde yine gösteriyor. Her röportajında ne kadar sevdiğini söylemeden edemediği Amerikalı darkwave grubu Lycia’yı anımsatan hüzünlü, karamsar, düşsü klavye notalarını yine kullanıyor. Daha önce de söylediğim gibi bu kez bütün vurguyu klavyeler üzerinden yapmış. Gitar müziği klavye müziğine genellikle birkaç uzun saniye süren basit birkaç akor bileşimleriyle eşlik ediyor, davullar da klavye notalarına vurguyu güçlendirircesine perküsyon yapıyor. Vokaller belli kısımlarda araya giriyor ama çoğunlukla enstrümanları dinliyoruz. Albümde her öğe göze çarpıcı, çekici ve etkileyici kılınmış.

Şarkılar, bir funeral doom albümü için gayet alışıldık uzunlukta seyrediyor. En kısa parça altı dakika, albümün en karamsar anlarını barındıran dördüncü en uzun parça ise on yedi dakika sürüyor. Bu türe özgü olduğu iddia edilebilirse de Shape of Despair’in müziğinde beni biraz rahatsız bir şey, biraz fazla bir tekrarlamacılık var. Monotonluğun da bir tür sanatsallık olabileceğini, üstelik bu müziğe uygun olduğunu, hem her grubun belli pasajları belli uzunlukta çalmak zorunda olmadıklarını, müziği tek tipleştirmenin yanlış olduğunu, depresyonun da zaten bir bıkkınlık hali olduğunu biliyorum ama ben bu türü icra eden diğer birçok grupta malzemenin bu kadar yoğun, bu kadar fazla tekrarlandığını hatırlamıyorum – belki ilk Tyranny albümü dışında.

Bu nitelik albümü diğer funeral doom gruplarına kıyasla çabuk tüketilebilir kılıyor maalesef. Neredeyse on dakikayı bulan Angels of Distress parçasındaki sadece iki klavye kompozisyonunu kaç kere dinleyebilirsiniz? İlk dinleyişte kulağa büyüleyici gelebilir ama albüm kendini fazla tekrarladığından sizi birkaç gün bile oyalamayacaktır. Parçaların canavarca uzunluğuna rağmen albüm, maalesef tavşan çiftleşmesi kadar kısa sürüyor. Ayrıca depresyona özgü bir yalıtılmışlık duygusundan ziyade romantik bir duygusallığı uyandırdığı için de bu albüme bu kadar uç bir tekrarlamacılığı yakıştıramıyorum . Grubun bundan sonraki albümü Illusion’s Play başlı başına bir yalıtılmışlık müziği olduğu için tekrarlamacı niteliğin o albüme daha isabetli, daha oturaklı gittiğini düşünüyorum.

Amorphis, Ajattara ve Mannhai şöhretli gür, güçlü vokalleriyle bilinen Pasi Koskinen ve karısı Natalie Koskinen bu albümde şarkı söylemedeki hünerlerini birlikte gösteriyorlar. Düşük bütçeli bir grupta, fakirhâne stüdyolarda kaydedilen bu müzikte iki hayat arkadaşını keder yüklü, acı yüklü bir müzikte görmek ne kadar güzel değil mi? Kibariye ve İbrahim Tatlıses’i televizyon ekranlarında düet yaparken görmekten heyecanlanan arabesk hayranları bile bu metal albümünde cemaatçi, ailevi bir samimiyet duygusunu, el ele tutuşmuş kırık kalplerin anlatıldıkça azalan hikâyesini, çektiği türlü türlü sıkıntılar yüzünden saçını başını yolan mutsuzların haykırışlarını bulabilir, onlar da biz metal müzik severler gibi kederlenebilirler.

Fakirhâne stüdyo dedim ama eğlence olsun diye dedim. Böyle parlak, herkese hitap eden, göz alıcı bir müziğe gayet uygun giden albümün pürüzsüz bir tınısı var. Bütün enstrümanlar berrak ve kayıpsızca dinlenebiliyor. Miksleme, önceki albüme kıyasla daha üzerinde çalışılmış, daha orantılı görünüyor. Prodüksiyon kısaca, gotik metal severlerin tam istediği gibi olmuş. Albüm kapağında bir melek heykeli de var. Daha ne olsun?

Bu sulandırılmış analizi geçip biraz da müziğin kendisinden bahsedeyim. Albüm karamsarlık, yalnızlık, yitip gitmişlik duyguları uyandırıyor. Albümün intro tadındaki ilk parçası Fallen ile başlayan ve kulağa musallat olan klavye notalarından ilerleyip albümün tek hızlı parçası, kapanış parçası olan Night’s Dew enstrümentalinin sonuna kadar bulutsu bir hafifliğin, melankolik bir uçarılığın kalbine gömülüyoruz. Bu albümün müziği ayrılık müziğin olmaktan ziyade, ‘doom’ kelimesine de biraz uygun düşen bir şekilde, kulağa bir ayrılık-sonrası felaketi müziği gibi geliyor. Her şeyi kaybettikten, elimizde hiç umut ve neşe kalmadıktan sonra dinleyebileceğimiz bir müziktir bu. Pasi Koskinen’in ilk şarkıda höykürdüğü gibi:

I’ve losted my strength,
I’ve losted my sanity.
I’ve seen myself falling
and I’m tired to stand.

Bu atmosferik duygu nehrinin, ama hızlı değil ağır ağır akan bu duygu nehrinin içinden bir yarı bilinç hâlinde geçiyoruz. Özellikle benim en sevdiğim dördüncü parça yalın ve gösterişsiz şarkı sözleriyle, iki dakika kadar süren klavye girişi ve yavaş yavaş ilerleyip bir anda patlayan duygu yüklü notalarıyla bizi içinde bulunduğumuz ortamdan, kulağımızdaki kulaklıklardan soyutlayıp sanki ruh seyahatine çıkmış gibi başka bir diyara, belki de bir ressamın büyüleyici güzellikte romantik bir manzara resminin tam içine, tam merkezine sürüklüyor.

Bu albümleriyle funeral doom metal muhitinde kendine özel bir yer açmayı başaran ve hep aynı tür üzerinden çalmasına rağmen her albümü birbirinden farklılık gösteren Shape of Despair’in kısa sürse bile her zaman iyi vakit geçirmeyi garantileyen albümlerinden herhangi birini önerebilirim size. Ama eğer gotik metale yatkınlığınız varsa özellikle bu albümü öneriyorum. Eğer funeral doom seviyorsanız en iyi prodüksiyona sahip ve en profesyonel gruplardan biri olan bu grubu bir an önce tüketmeye, yalayıp yutmaya bakın. Pişman olmayacaksınız.

KIRK HAMMETT vahşeti

Wednesday, November 17th, 2010

METALLICA gitaristi Kirk Hammett, grubun geçen haftaki Avusturalya konserinde bir balonu tekmeleyince aşağıdaki trajikomik görüntüler yaşandı.

Yaşanan olay sonrası çocuğa herhangi bir zarar gelmediği açıklandı.

THE PROJECT HATE MCMXCIX yeni albüm adını açıkladı

Tuesday, November 16th, 2010

İsveçli senfonik tatlı death metal grubu THE PROJECT HATE MCMXCIX, yeni albüm adını “Bleeding The New Apocalypse (Cum Victriciis In Manibus Armis)” olarak açıkladı.

null

Grup tarafından büyük sükse yapacağı iddia edilen ve “Sığınacak yeriniz olmayacak” şeklinde nitelenen albüm, 14 Şubat’ta piyasaya çıkacakmış.

KORPIKLAANI ilk stüdyo videosunu yayınladı

Tuesday, November 16th, 2010

Fin folk metal grubu KORPIKLAANI, yeni albümleri “Ukon Wacka”nın kayıtları sırasında çekilen görüntüleri yayınladı.

AEON – Path of Fire

Tuesday, November 16th, 2010

İsveç’ten çıkmasına rağmen Amerikan death metaline yakınlığıyla son yıllarda gerek Cannibal Corpse olsun gerek Hate Eternal olsun epey takdir edilen ve reklamı yapılan bir grup oldu Aeon. Çıkardığı 2 adet albümle kendilerini bana kanıtlayamasalar da kendilerini tanıtacak kadar başarılı bir çıkış yakaladılar.

“Path of Fire”, yazın başlarında çıkmasından dolayı bu yaz sıcaklardan bir nebze kurtulmama sebep olan Severe Torture’un “Slaughtered”ı ve Misery Index’in “Heirs to Thievery”si ile birlikte en çok dinlediğim albümler arasında oldu. Grup adına bu albümde çok fazla değişiklik ve gelişme var. Neredeyse tamamiyle yeniden yapılanmış bir Aeon var karşımızda. Öncelikle ilk 2 albümünde muzdarip olduğu hatadan, Swanö’nun bile kotaramadığı berbat prodüksiyondan dönüp, Erik Rutan’ın işçiliği sayesinde çok güzel ve üst düzey bir sound’a sahip olmuşlar. Erik Rutan’ın son yıllarda git gide iyileşen prodüksiyonu zaten malumumuz. Hele ki kendi albümlerine yaptığı berbat prodüksiyonlu albümlerden sonar, Rutan’ı tebrik etmemek elde değil.

Bir diğer kanayan yaraları da vokalist Tommy Dahlström’un vokalleriydi. Aşırı kötü söz yazımı ve dümdüz sesiyle okurcasına yaptığı vokallerini, hem ses kullanımı, hem de söz yazımı açısından geliştirdiği, hatta baya yol kat ettirdiği görülebiliyor. En azından “biblewhore”, “doorknocker”, “God Gives Head In Heaven” gibi laflar görmemek sevindirici. Gitarlar da eksik kalmamış. Rifler biraz fazla Cannibal Corpse’vari olsalar da, daha iyi rifler ve daha özenli şarkı yazımıyla görevlerini yerine getirmişler. Ayrıca bu albümde kullanmaya başladıkları 7 telli gitar, sound’larına güç katmış ve tam oturmuş diyebilirim.

Fakat en çok dikkatimi çeken tabii ki Nils Fjellström isimli hayvan bateristin yapmış olduğu blast beat festivali. Henüz kendisinin en iyi performansını Sanctification – “Black Reign”de mi yoksa Dark Funeral’ın “Angelus Exuro pro Eternus”unda mı yaptığına karar veremezken, Aeon – “Path of Fire” ile akıllardan uzun süre çıkmayacak bir davul performansı göstermiş. Kendisinin müzik piyasasından elini ayağını çekmesi ise başka bir konu.

Müziğe geçersek aslında çok fazla söyleyecek bir şeyim yok. Çünkü Aeon’un henüz bağımsız bir sound’a sahip olamadığı bariz. Zaman zaman gayet teknik olsalar da Immolation, Cannibal Corpse, Morbid Angel, Deicide gibi belli başlı grupların kullandığı genel rif kalıplarının dışına çıkamadıklarını ve üstüne ekledikleri Nile, Behemoth tarzı Uzak Doğu sentezli solo kullanarak kendilerince birşeyler eklemeye çalıştıklarını söylemek mümkün. Ama pek orijinal olmayı başaramamışlar diye düşünmekteyim. Yine de en başta Of Fire olmak üzere The Sacrament, Forgiveness Denied, God Of War gibi şarkılar fazlaca umut verici.

Sonuçta Krisiun, Aeon, Vomitory gibi bu tarz death metal yapan grupların stüdyo ve canlı performansları iyi olsa da, çok fazla yaratıcı olmalarının imkanı olduğunu zannetmiyorum. Ne olursa olsun Aeon yeni sayılabilecek bir grup ve daha şimdiden çıtayı yükseltmeye başladılar. Potansiyellerini iyi kullanırlarsa ilerde isimlerini daha çok duyacağız.

Exorsexist

AMON AMARTH’tan yeni albüme dair

Tuesday, November 16th, 2010

AMON AMARTH yeni albümüne dair açıklamalarda bulundu.

Albümde 10 adet şarkı olacakmış ve grup şu sıralarda kayıtlarla meşgulmüş. Henüz detayları belli olmayan albüm 2011′de bizlerle olacakmış.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.