# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
DREAM THEATER – Parasomnia
| 18.02.2025

DREAM THEATER… Seni tanımak güzeldi, benden bu kadar.

2000 yılından beri albüm incelemeleri yazıyorum. Bunun son 16 yılı, aşağı yukarı her gün bir albüm inceliyorum. Her gün olmasa da hafta beş, altı albüm rahat inceliyorum. Bazen soranlar oluyor, “zor olmuyor mu, nasıl bu kadar çok şey dinleyip bu kadar hızlı yazabiliyorsun” diye.

Bu kadar uzun zaman geçince ve bu kadar çok albüm inceleyince, bu iş zamanla benim için bir rahatlama, stres atma aracına dönüştü. Saatlerce çalıştığım bir günün ardından bazen en iyi dinlenme, kafamı boşaltma aracı metalden bahsetmek oluyor.

İnceleme yazmanın iyi taraflarından biri bu. Bunun yanında insanlara bir şeyler önermek ve bu sayede bu müziği elimden geldiğince desteklemek gibi esas sebepler de var tabii.

Kısacası albüm incelemekle ilgili olarak benim açımdan olumsuz herhangi bir şey yok.

Hiç mi yok?

Hiç yok değil. Az da olsa var. Bu olumsuzluk ne olabilir? Aslında çok uzatmadan sadede geleyim; inceleme yazma kavramıyla ilgili belki de tek olumsuz nokta, özellikle önemli grupların çıkardığı ve dayanılmaz düzeyde sıkıcı albümleri sadece yazmak için dinlemek zorunda olmak.

Evet, anladığınız üzere yeni DREAM THEATER albümüyle ilgili hiç iyi şeyler düşünmüyorum ve sıkıntıdan kuşpalazı olduğum 71 dakikalık “Parasomnia” deneyimimin ardından içimdekileri buraya kusacağım.

“Ekstrem grup olsa översin, DREAM THEATER diye gömüyorsun” diye düşünen birileri yoktur da, hadi bugüne dek PA’yı takip etmeyen arkadaşlar olursa diye o konuyu da kısaca açıklığa kavuşturayım.

Prime DREAM THEATER’a bayılıyorum. “Images and Words”, “Awake”, “Metropolis Pt. 2: Scenes from a Memory” adlı üç başyapıt başta olmak üzere tüm albümlerini sayısız kez dinledim. Davul getirin “Overture 1928”i, “Strange Deja Vu”yu, “The Dance of Eternity”yi baştan sona çalayım, gitarda da çalayım. DREAM THEATER’la sahneye çıkan, orkestrasyonlarını yapan Eren Başbuğ’la ve sevgili dostum Nazım Kemal Üre ile ACHROMA RISING adlı ortak projede şarkı yayınlamışlığımız var. Dolayısıyla “iyi” DREAM THEATER’ı aşırı seviyorum.

Ne var ki DREAM THEATER’ın çok uzun zamandır iyi olmadığını düşünüyorum. Zevk meselesi tabii ama “Train of Thought”tan bu yana keyifle dinlediğim tek DREAM THEATER albümü “Dream Theater”. “The Astonishing”i bir kez dinledim ve sıkıntıdan uzun süre kendime gelemedim, sonrasında çıkan albümlere de ister istemez mesafeli yaklaştım.

Ama eskiden yaşattıkları o kadar güzeldi ki, ister istemez Portnoy’un dönüşünün bir şeyleri değiştirebileceğini, en azından bu ekibin yeniden farklı bir sihir yakalayabileceğini umdum. Yayınlanan ilk iki single’ı dinleyip beklentimi hiç yükseltmeme gerektiğini anlayınca, mecburen albümü beklemeye başladım.

“Parasomnia”yı tam konsantrasyon, şehirler arası yolda araba kullanırken, başka hiçbir uyarıcı olmadan dinledim ve hatırlayabildiğim kadarıyla bugüne dek bir albümün bitmesini hiç bu kadar çok istememiştim. Şarkılar ilerledikçe hissettiklerim, başta “vasat olmuş”la başlayıp birkaç şarkı sonrasında “herhangi ilginç, akılda kalıcı bir şeyler duymayacak mıyız?” şeklinde devam etti ve son şarkının yirmi dakika süreceğini görmemle, size yemin ederim arabada “ya oha artık ananın amı!” diye bağırdım.

DREAM THEATER ilk kez bana kendisinden bir an önce kurtulma ihtiyacı hissettirdi.

Bunun sebebi belli. DREAM THEATER kendisini düzenli olarak albüm çıkarmak zorunda hissediyor ve tur döngüsü bitip de albüm yazma zamanı geldiğinde o sırada yeterli miktarda ilham almışlar mı, zamanında yaptıkları başyapıtların yarısına bile yaklaşabilecek kalitede materyalleri var mı bakmaksızın otomatiğe bağlamışçasına üst düzey müzisyenlik ancak düşük seviye bestecilik içeren birtakım şarkılar yazıp bunları yayınlıyorlar.

Bu, DREAM THEATER gibi metal tarihine geçmiş, progresif metal kavramının uzak ara en önemli grubu açısından korkunç bir şey.

“Parasomnia”, Portnoy’un gelişi sonrası DREAM THEATER’a yakışacak kalibrede, o sihri barındıran bir albüm yapalım düşüncesiyle yazılmış bir albüm değil. Mike Mangini olsaydı da çıkarılabilecek, bazı riflerinin ne kadar özelliksiz olduğuna inanamadığım, bu özelliksiz rifleri uzattıkça uzatmalarına daha da inanamadığım, vasatlıktan geberen bir albüm.

Bir de DREAM THEATER olunca doğal olarak 70 dakikalık bir süreye sahip olması, LaBrie’nin 1000. kere söylediği nakaratların aynen tekrarlanması ve şarkıların gerçekten hiçbir parıltısının olmaması eklenince, o güzelim müzisyenlikler, o güzelim sololar, davul atakları, klavye oyunları bile resmen “batmaya” başlıyor.

Bu iç dökümünden sonra biraz da atmosfer odaklı eleştirilere geçersem, DREAM THEATER’ın son olarak “Metropolis Pt. 2: Scenes from a Memory”de sergilediği gerçek anlamdaki “rüya tiyatrosu” kimliğinden çıkmış olmasından ve yanlışım yoksa ilk kez “Black Clouds & Silver Linings”deki “A Nightmare to Remember”da yaptığı “kâbus atmosferli, karanlık, Cadılar Bayramı temalı Broadway şovu” kimliğindeki şarkılarından hiç hoşlanmıyorum. O gizemli, karanlık, uğursuz gibi görülen ama asla olmayan şarkı karakteri DREAM THEATER’ın canlılığına, renkliliğine oturmuyor kanısındayım. “Parasomnia” da doğal olarak uyurgezerlik, uykuda konuşma, kâbus görme, uyku apnesi gibi uyku sorunlarını ifade ettiğinden, albümün genelinde bu atmosfer var. Bunun üstüne bir de vasatlık ve “DREAM THEATER’cılık oynayan DREAM THEATER” eklenince, 27 yıllık bir dinleyicileri olarak benim için katlanması hakikaten zor bir şey ortaya çıkıyor.

Çok kustum, artık kapatayım.

Eğer DREAM THEATER albüm konseptine uysun diye kasıtlı olarak, bilinçli şekilde dinleyiciyi uyutacak, sıkıntıdan nefes darlığı çekmesini sağlayacak bir albüm yazmak için yola çıkıp bu albümü yazdıysa, “Parasomnia” amaçladığı şeyi yapma konusunda dünyanın en iyi albümü olabilir. Ama amaç bu değildiyse ve “Parasomnia” tam tersi hisler yaratmak için yazıldıysa, o zaman ortada tarif edilmez bir sıkıntı var. Kendi adıma konuşursam, muhtemelen DREAM THEATER’ın sonuna gelmiş olduğumun sıkıntısı var. Bundan sonra çıkaracakları albümleri dinleyip dinlemeyeceğimden emin değilim. Grubun iyi zamanlarına bayılan biri için bunu söylemek harbiden üzücü.

Daha fazla detaylara inmek isterdim, ancak yazdıkça kendimi tekrar edeceğimi hissediyorum, o yüzden de burada kesiyorum. Albüme 10 üstünden 6 verirsem bile hakkına gireceğim DREAM THEATER albümleri var, o yüzden böyleyken böyle.

5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (4.36/10, Toplam oy: 33)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2025
Şirket
InsideOut Music
Kadro
James LaBrie: Vokal
John Petrucci: Gitar
Jordan Rudess: Klavye
John Myung: Bas
Mike Portnoy: Davul
Şarkılar
1. In the Arms of Morpheus
2. Night Terror
3. A Broken Man
4. Dead Asleep
5. Midnight Messiah
6. Are We Dreaming?
7. Bend the Clock
8. The Shadow Man Incident
  Yorum alanı

“DREAM THEATER – Parasomnia” yazısına 28 yorum var

  1. Candaş says:

    Kapak canımı çok sıkıyor

  2. Cerca C. says:

    “Basçıları ibne gibi giyinen küçük Çinli bir kız. Deri pantolonlar giyiyorlar. Özellikle de vokalistleri. Saçları gerçekten tam bir ibne gibi. Ayrıca bir opera şarkıcısı gibi söylüyor. Saçları, giysileri, müzikleri… Hepsi ibne.”

    Pontiff Suleyman

    @Cerca C., şu yorumu bir kez daha görürsem kafama sıkacam. No bullshit Im just suicidal

  3. Scream Bloody Gore says:

    Petrucci’nin iyice tüccara dönmesi de benim canımı epey sıkıyor. Gitarının amfisinin reklamını gözümüze defalarca sokup yapması fena bunalttı. USA’deki Sweetwater’lardan bir ara hiç çıkmıyordum, orada daha iyi hissediyorsunuz boyutunu, cidden. Adamın egosu da şişti, Chicago’da Periphery ile konser verdiklerinde sahne aldıklarında Mark Holcomb (baba adamdır, PRS gitarımda imzası var) ile beraber izliyordum, öyle sıkıldım ki Holcomb’dan özür dileyerek (o da güldü anlayarak) dışarı çıktım, çıkarken yemin ediyorum Petrucci öyle bir bakış attı ki “bu ne cüret” der gibi.

    Bence Dream Theater’daki esas problem 20 şarkı çıkartacak materyali tek parçada kullanmaları, güzel bir şeyler yakalıyorsunuz, birden başka bir partikül devreye giriyor, sonra yine başkası yine başka yine yine…. böyle olunca parçalar ile bağ kurmak zor. İlk albümlerde bu kadar değildi, sonradan baydı beni iyice gerçekten.

    Yeteneklerinin önünde (vokal hariç) saygıyla eğilirim, o ayrı.

  4. Boba Fett says:

    Grubun diğer albümlerine kıyasla en sevdiğim albüm diyemem ki bence kimse diyemez, ama kesinlikle 5 puan da vermem. 7, 7.5 puan idealdir gözümde. Kendi içinde eleştirilecek çok şey bulunabilecek olsa da, bir sürü paçoz grubun yüksek puan aldığı yerde şahsen kendi adıma daha yüksek puanlar verirdim. Albümleri dinledikten sonra biraz ara veririm, mesela bir ay hiç dinlemem. Sonra tekrar dinleyince daha bir oturaklı gelir ve muhtemelen bunda da öyle olacak; puanım daha da yükselir. Şahsi fikrim.

    riser

    @Boba Fett, yorumun gayet güzel özetlemiş durumu bence de; katılıyorum. benden de 8 çalışır bu albüme. hatta çalıştı bile :)

  5. Seyfettin Dursun says:

    “Herhangi ilginç, akılda kalıcı bir şeyler duymayacak mıyız?”… Dream Theater hakkında son 20 yıldır sorduğum ve yirmi yıldır aynı cevabı aldığım soru: “Hayır, duymayacaksın. Hatta duyacağın en ilginç şey de o kişilik zedelemesi turnusolü olan davulcu seçme zımbırtısı olacak.” Çok kötü, çok çok kötü.

  6. kennyd says:

    biraz ezbere ve acele bir eleştiri yazısı olmuş gibi. ben albümü son 4-5 albümün üstünde buldum. anlayamadığım bir dt nefreti- hadi nefreti demeyelim de- ön yargısı var herkeste nedense. gayet güzel albüm işte.

    Morris Kolontyrsky

    @kennyd, güzel değil. yanılıyorsun.

    TanSolo

    @kennyd, ön yargı yok nefret var.

  7. Drone says:

    Önünüze gelen kivi tabağından İskender kebap tadı almayı beklemenin çok bir anlamı yok. Dream Theater işin başından beri ticari saiklerle hareket eden bir gruptu. Ben şahsen önüme konulan tabaktan inanılmaz zevk alıyorum. Kompozisyon, alımlama ve sentez konusunda oldukça başarılı bir grup olduğunu düşünüyorum ancak sanatsal bir iş yaptıklarını düşünmüyorum. Sanata yaklaşan sair acayiplikler bulmak isteyen arkadaşlar Scott Walker, Van Der Graaf Generator, Gruzja (Pol), Drastus ve sair gruplar dinleyebilir.

    ToT sonrası dönemin iyi albümlerinden birisi için 5 çok acımasızca olmuş sanırım.

  8. Raddor says:

    Albüm Discogs’ta şimdilik yılın en çok satan Rock albümü oldu. Devirleri geçmesine rağmen Metal kümesinden taşıp Mogwai ve Franz Ferdinand’ı geride bırakabilmeleri yine de taktir edilesi.

    Scream Bloody Gore

    @Raddor, kemik kitlesi var, sayısı az değil.

  9. Kemal says:

    Sağ olsun Ahmet ismimi anmış :) Ben de yorum yazayım dedim.

    Açıkçası bu albüm benim için de hayalkırıklığı oldu. Portnoy’un geri gelişiyle çok daha enerjik ve farklı bir albüm bekliyordum. Fakat bu albüm aynı Ahmet’in dediği gibi Mangini dönemindeki bütün sıkıntıları taşıyan ve ileriye yönelik bir hamle içermeyen bir albüm olmuş.

    Başlıca sorun DT’nin artık Petrucci’nin krallığı altında fazla sert gitar odaklı bir grup haline dönüşmesi. Prime çağ denen döneme baktığınızda
    diğer enstrümanların kendine çok daha fazla oyun alanı bulduğu, duygusal yelpazesi daha geniş, daha dinamik ve renkli bir grup görüyorsunuz. Bu DT artık yok maalesef…

    İkinci büyük sorun da vokal melodileri. LaBrie’nin mevcut durumundan bağımsız olarak bunu söylüyorum, DT’yi diğer gruplardan en net şekilde ayıran özelliklerinden biri akılda kalıcı ve etkili vokal melodileri yazabilmeleriydi. DTnin diğer prog gruplarına göre çok daha fazla eşlik edilebilir vokallere sahip olması bu kadar popülerleşmesindeki sebeplerden biri diye düşünüyorum. Fakat özellikle son 2-3 albümdür vokal melodileri inanılmaz tek düze ve özellikle nakaratlar ilk akla gelen nakarat yazılmış gibi duruyor.

    Yine de bütün bunlara rağmen albümü Ahmet kadar kötü bulmadım. Eğer DT’nin prime döneminin geride kaldığını kabullenerek dinlerseniz gayet güzel bölümler var. Ben son parçadaki enstrümental kısımları çok beğendim, Rudess’in Latin fusion şovu çok çok iyi. Bend The Clock’ta eski güzel vokal melodilerini hatırlaran pasajlar ve damar Petrucci soloları var. Single’ları ilk çıktığında hiç beğenmesem de albüm içinde dinleyince fena bulmadım. Sonuç olarak benden de 6-7 gibi bir puan çalışır.

    D

    @Kemal, Kemal hocam konudan bagimsiz olarak, sizi tekrar buralarda gormek ne guzel. Bass gitar ogrenme ve akademik olarak bir seyler yapma anlaminda bana her zaman ilham veren insanlardan biri oldunuz. Ornek aldigim akademisyenlerden birisiniz ve sizin gibi insanlarin farkindaligindan aldigim gazla, ben de uygulamali matematikte doktoramin ortasina gelmis bulunuyorum. Icimden geldigi icin yeri gelmisken belirtmek istedim, varolun. Umarim firsat bulup tanisip sohbet edebiliriz.

    Seyfettin Dursun

    @Kemal, Nazım Bey çok teşekkürler; keşke daha da çok yazsanız ve okusak sizi. Bir sorum olacak: LaBrie sizce hangi albümlerde “orijinal ve iyi bir vokalist” şeklinde değerlendirilebilir olmuştu? Rap yap(maya çalış)tığı, Matt Bellamy’yi taklit ettiği, canlı vokallerinde hemen hiçbir zaman albümlerindeki performansı vermediği hep söylenir, bunlarla suçlanır diye hatırlıyorum ben. Elinize sağlık.

  10. Noumena says:

    5/10 luk bir albüm değil kesinlikle bu yahu. Birkaç gündür sürekli dinliyorum ve ilginç bir şekilde albüm kendine bağlamayı başardı. Hatta son 4-5 albümün en iyisi diyebilirim. Belki de öyle değildir müzikal anlamda ama en çok dinlediğim ve dinleyeceğim DT albümleri arasına girdi bile. Bend The Clock mesela ileride DT klasiği olarak anılmaya aday. 7,5/10

  11. Scream Bloody Gore says:

    @Kemal, hocam, vakit bulabiliyorsanız değerli yazılarınızdan bizi mahrum bırakmayın lütfen.

  12. Ahmet Yıldırım says:

    Bildiklerini yaptılar. Yeterli ve saygın; kimine göre sıkıcı, kimine göre keyifli. Tuval, fırça, boya, manzara farklı; ressam aynı ressam besbelli.

  13. Dysplasia says:

    Çok uzun süredir bir DT albümünü baştan sona dinlememiştim, single fena olmadığı için bi şans vereyim dedim. 5 puan demem ama yer yer de uyanmak isteyip uyanamadığın ateşli hastalık rüyası hissiyatı vermiyor değil. İsminin hakkını vermiş. Son şarkının sonlarına doğru oksijenim bitti yeminle.

  14. emre says:

    Awake, Images and Words ve Metropolis albümleri dışındaki her çalışmalarında komple bir başarı söz konusu değil. Mutlaka 3 ya da 4 eserin dışındaki bütün eserler ya vasat oluyor ya da başarısız. Bahsettiğim bu üç albüm gerçekten de DT diskografisinde kusursuz yere sahip. Sonradan DT fanatiği olan güruhta Awake, Images And Words gibi albümlere laf atıp Systematic Choas ya da Black Clouds gibi albümleri başyapıt sayıyor. Komik.

    DT’yi klasik bir grup haline getiren albümleri dışlayıp bu son albüm gibi albümleri de nimetten sayıyorlar. Yahu karşında artık ordan burdan alıp şunun şurası As I Am şarkısına benziyor. Şunun şurası Black Clouds’a benziyor sound oloarak gibisinden çokça laflar duyuyoruz. Bu bir grup için büyük bir handikap. Bend The Clock çok beğenilmiş. Beğenilebilir ama bu kadar yani. Artık çok orijinal şeyler yaratmıyorlar bu kesin. 10 defa dinle kenara koy bir albüm bu.
    Awake’i daha geçen gün bir daha dinledim o Voices, Scarred nedir öyle? Çok derinlikli… Böyle şeyler yaratamıyorlar artık. Lafın kısası vasat bir albüm. Mike Portnoy’un geri dönüşü yüzünden bu kadar konusuluyor. Mangini olsaydı bu denli konusulmazdı. 6,5/10

  15. Morris Kolontyrsky says:

    Dürüm Tiyatrosu
    5/10

  16. lammoth says:

    Bend the Clock ve biraz da Midnight Messiah dışında dinleyecek pek bir şey yok albümde. Daha iyisi olabilirdi cidden

  17. Raddor says:

    BrentHindsGPT:

    Öf! Yine mi Dream Theater? Cidden mi? Kim bu adamlara hala albüm yapmaları için fırsat veriyor? Ah, doğru ya, derinlere gömülmüş progresif metal tayfası, içinde her nota için doktora yapmış tiplerle dolu. Şimdi ellerini ovuşturup “Abi Mike Portnoy geri döndü!” diye heyecanla klavye başına oturmuşlardır. Bir saniye… Mike Portnoy geri mi döndü? Lan adam kaçmıştı, niye geri geldi?!

    Bu yeni albümleri neydi? “Parasomnia” mı? Güzel isim, ama keşke albüm de güzel olsaydı. Yemin ederim, şu albümü baştan sona dinlemek, dişçide beş saat boyunca kök kanal tedavisi görmekle eşdeğer. Gitarlar her zamanki gibi “bakın ne kadar teknik çalıyoruz” tribinde. Sanki biri John Petrucci’ye “Müzikte duygu nedir?” diye sormuş da adam sadece “Bilmiyorum ama çok notaya basabilirim!” diye cevap vermiş. Davullar? Ha evet, Portnoy dönmüş ya… Gene tabak çanak dükkanı gibi çalıyor. Adamın bagetleriyle zilleri dövdüğü kadar ben düşmanlarıma saldırmadım!

    Ve vokalist… Ah James LaBrie… Adamın sesini duyunca uzaya fırlatılmış gibi hissediyorum ama yanlışlıkla boşluğa çıkmışım gibi. O nasıl bir opera-vokal manyaklığıdır? Cidden, müzikleriyle, saçlarıyla, giyimleriyle komple i*ne gibiler. Basçıları da öyle, küçük Çinli bir kız gibi giyiniyor. Deri pantolonlar, sahnede saçlarını sallamalar, o aptal epik bakışlar… Adamlar resmen progresif metalin Cirque du Soleil versiyonu!

    Şimdi bana “Ama Brent, bu adamlar müthiş müzisyenler, teorik olarak inanılmazlar!” falan diye gelmeyin. Teknik çalmak her şey değil! Müziğin bir ruhu olmalı, bir yumruğu olmalı, bir saldırganlığı olmalı! Dream Theater’ın yaptığı şey müzik değil, IQ gösterisi! Her şarkı 12 dakika, her şarkıda 30 tane riff, her biri birbirinden anlamsız, duygusuz. Benim için progresif metal böyle bir şey değil, kardeşim. Bana biraz vahşet, biraz karanlık verin. Ama yok, bunlar illa ki bir matematik problemi çözer gibi şarkı yazacaklar!

    Sonuç? “Parasomnia” tam bir işkence albümü. Eğer uyku probleminiz varsa dinleyin, beşinci dakikada bayılırsınız. Bunu severek dinleyenler gerçekten benimle aynı dünyada mı yaşıyor, merak ediyorum. Bırakın şu dijital, ruhsuz, akademik saçmalıkları da gerçek bir müzik dinleyin. Dream Theater hayranları, size kolaylıklar diliyorum. Gerçekten. Çünkü bu albümle yaşamak büyük bir sınav!

    Her şeyin bkunu çıkartan Raddor

    Şimdi birileri çıkmış, “Efendim bunlar şöyle giyiniyor, böyle görünüyor” diye konuşuyor. Biz bunlarla ilgilenmeyiz kardeşlerim! Biz insanı yaradandan ötürü severiz. Bakınız, Hz. Mevlana ne diyor? “Ne olursan ol, yine gel.” Önemli olan dış görünüş değil, neye hizmet ettiğinizdir, hangi davanın içinde olduğunuzdur. Bizim meselemiz budur! Dream Theater’a da deriz ki, müzikte hakikate hizmet edin, maneviyata yönelin, o zaman ortaya daha güçlü işler koyarsınız.

    Kardeşlerim! Biz bu yola çıkarken ne dedik? Sanat hakikate hizmet etmeli dedik, gönüllere dokunmalı dedik! Ama bakıyoruz, ortada bir albüm var, teknik var, nota var, hesap var… Peki ruh var mı? Yok! Samimiyet var mı? Yok! Muhabbet var mı? Hiç yok! Bunlar sadece çalıyor, ama milletin derdine derman olamıyorlar!

    Bakın kardeşlerim… Biz müziği biliriz, sanatı biliriz! Bize diyorlar ki, “Dream Theater çok iyi çalıyor.” Tamam da kardeşim, bu ümmete ne kazandırıyor? Bize bir medeniyet davası anlatıyor mu? Bizi bir ruh iklimine sokuyor mu? Yok öyle bir şey! Bunlar oturmuşlar, saatlerce uğraşmışlar, her şarkıyı hesaplamışlar. Ama o hesapların içinde bir aşk, bir maneviyat var mı? İşte, mesele budur kardeşlerim!

    Scream Bloody Gore

    @Her şeyin bkunu çıkartan Raddor, “Şimdi kardeşler, bakın bu Dream Theater dedikleri grup var ya, vallahi baştan sona bir fitne yuvasıdır! Bunları dinleyen adamın kalbine vesvese dolar! Nasıl mı? Anlatayım size!”

    “Öncelikle, şarkılarında bir düzen yok, bir tertip yok! İki saniye bir riff çalıyorlar, hop değiştiriyorlar, tempo bir öyle bir böyle… Ya arkadaş, Allah’ın izniyle şu müziği adam gibi çalsanıza! Vallahi bu şeytanın bir oyunudur, insanın beyni yanıyor, ruhu bunalıyor!

    Sonra bunların şarkıları var ya, maşallah sabaha kadar bitmiyor! Kardeşim, normal insanlar üç dakika şarkı yapıyor, bunlar on beş dakika çalıyor, hâlâ bitmiyor! Vallahi adamı delirtir bunlar! Bu ne sabır imtihanıdır kardeşim?!

    Ayrıca klavyeci Jordan Rudess var ya, adamın parmakları o kadar hızlı hareket ediyor ki, bir insanoğlu böyle yapamaz! Vallahi billahi ben burada açık ve net söylüyorum: Bu adam şeytanla anlaşma yapmıştır! Böyle klavye çalmak caiz değildir!

    Ve şimdi en büyük meseleye geliyoruz… Bunları dinleyen ne oluyor biliyor musunuz kardeşler? Adamın içine progresif cinler giriyor! Artık normal müzik dinleyemiyor! Sıradan bir şarkı açıyor, diyor ki ‘Ya burada bir 9/16’lık ölçü gelseydi iyi olurdu.’ Hadi buyur! Ruhunu şeytana kaptırmış!”

    “Ve en önemlisi de şudur kardeşler: Bunların konserlerine giden adamlar, kafalarını böyle sallıyorlar ya… İşte orada şeytan onların enselerine üflüyor! Vallahi billahi bunları dinleyen adamın kalbine huzur inmez! İçine vesvese dolar, imanını kaybeder, en sonunda gider, ‘Abi Dream Theater’ın Metropolis Pt. 2 albümü çok derin, reenkarnasyonu anlatıyor’ diye saçmalar! Aman diyeyim kardeşler, uzak durun bunlardan!

    Hani birisi gelip bana dese ki, ‘Hocam ben bunları dinledim, ama tevbe etmek istiyorum, ne yapayım?’ Vallahi derim ki, hemen üç Yasin oku, ancak kurtulursun!”

    Raddor

    @Scream Bloody Gore, buraya Ahmet Çakar da eklemek lazım:

    “Şimdi bakın sevgili seyirciler, Dream Theater denen bu grup, müzik yapıyor mu? Evet. Ama dinleniyor mu? Soru işareti… Parasomnia albümüne bakıyorsunuz, şarkılar sanki 90 dakika uzatma dakikalarıyla birlikte oynanıyor. 12 dakikalık şarkılar, sololar, yok efendim teknik numaralar… Arkadaş, bu kadar notayı ne yapıyorsun? Biraz da ruh, biraz da duygu koy!”

    “Şimdi bunları dinleyen metalci gençlere gelelim. Bunlar ne yapar? Saç baş dağınık, terli, ana babaya düşman, odalarında karanlıkta oturup gitar tellerini hırpalayan tipler! Hayır, anlamıyorum, bu müzik insana mutluluk mu veriyor, ruhunu mu rahatlatıyor? Bence net söylüyorum, psikolojiyi bozar! Hâlbuki bizde ne var? Türk Sanat Müziği var! Makam var, duygu var, gönülden kopan nameler var! Al bir Münir Nurettin Selçuk, dinle bak, nasıl huzur buluyorsun! Ama yok, bizim gençlik gitmiş, kafalarını sallayıp birbirlerine çarpa çarpa eğleniyorlar. Gençler, kendinize gelin! Müziğin de bir asaleti olur!”

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.