# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

SLIPKNOT basçısı öldü

Tuesday, May 25th, 2010

SLIPKNOT basçısı PAUL GRAY, dün sabah itibariyle Iowa’daki otel odasında ölü bulunmuş.

GRAY, SLIPKNOT’ın kurucularından olmasının yanı sıra geçtiğimiz ay içerisinde de HAIL!’e bas gitarist olarak katılmıştı.

Ölüm nedenini henüz açıklamayan polis, ortada bir cinayet olduğuna dair bir kanıt olmadığını ifade etmiş. Diğer yandan GRAY’in yoğun şekilde uyuşturucu kullandığı biliniyor.

Huzur içinde yat diyoruz.

Not: Hatırlatma için Enver Yılmaz ve Blakkheim’e teşekkür ederiz.

FLAŞ: MASTODON tüm yaz konserlerini iptal etti

Tuesday, May 25th, 2010

MASTODON, gitaristleri Bill Kelleher’in pankreasındaki ciddi rahatsızlıktan dolayı, 25 Haziran’daki İstanbul konserleri dahil tüm yaz konserlerini iptal ettiğini açıkladı.

Kelleher kısa süre önce bir ameliyat geçirmiş, ancak doktorlar belirli aralıklarla baş gösteren bu sorunun, tedavi edilse dahi ölümcül olabileceğini söylemişler. Kelleher’in yaz sonuna doğru tamamen iyileşip, MASTODON’un sonbahar turlarına devam etmesi amaçlanıyormuş.

Başta Kelleher’e, ardından da MASTODON’u canlı görmek isteyen herkese geçmiş olsun diyoruz.

EVERGREY soyuldu

Monday, May 24th, 2010

Avrupa turnesini sürdürmekte olan EVERGREY, İspanya ve Portekiz konserleri öncesinde soygun şokuyla sarsıldı.

Grubun otobüsüne giren hırsızlar, grubun tüm ekipmanını ve konserlerde satacakları tüm ürünlerini çalmışlar. Kaybın 30.000 €’yu aştığını söyleyen grup, mecburen turnesini iptal edip eve dönmüş.

EVERGREY kısa süre önce de dağılır gibi olmuştu.

LIFE OF AGONY’den 20 yılın özeti

Monday, May 24th, 2010

1989′da kurulan ve verdiği arayı saymazsak 20 yıldır varlığını sürdüren New Yorklu alternatif metal grubu LIFE OF AGONY, 20. yılı şerefine bir konser DVD’si çıkarıyor.

İçinde bir de yol belgeseli bulunacak olan “20 Years Strong -- River Runs Red: Live In Brussels“, 19 Temmuz’da raflarda olacakmış.

Grup DVD’ye dair açıklamasında “Bunca yıl sonra hâlâ kapalı gişe konserler verebilmek harika bir şey. İnsanlar istediği sürece biz de onların çaresizliklerini umuda çevirmeye devam edeceğiz” demiş.

AKERFELDT, PORTNOY, WILSON projesi nihayet gerçek oluyor

Sunday, May 23rd, 2010

MIKAEL AKERFELDT, MIKE PORTNOY ve STEVEN WILSON’ın uzun süredir lafı dönen ancak bugüne kadar somut bir açıklama duyamadığımız yeni “yıldızlar karması” projesine dair bir açıklama nihayet geldi.

STEVEN WILSON, birkaç gün önce yaptığı açıklamada projeye dair şunları söylemiş:

“Geçen ay Mike’la birlikte Londra’da buluştuk ve on beş dakikalık bir müzik yazdık. Yazdığımız şeyden dolayı büyük heyecan duyuyoruz. Bence insanlar duyacakları şeyden dolayı epey şaşıracaklar. Death metal ile progresif rock’ın karşımı türünden bir şeyler bekliyorsanız, boşuna umutlanmayın, öyle bir şeyle alâkası yok. İkimizi yan yana getirirseniz, yapacağımız son şey zaten kendi gruplarımızda çaldığımız türde şeyler yapmak olurdu. Çıkacak şey son derece sanatsal ve yenilikçi olacak; epik bir şeyler olacak. Hâlâ yazmaktayız. Çok karanlık, çok tuhaf, çok deneysel olacak. Nihayetinde yine rock müzik adı altında anılacak, ancak bu kez gerçekten çok çok özel, çok değişik bir şey yapmaya çalışacağız”.

Merak, merak, merak, merak…..

COMMUNIC – Waves of Visual Decay

Sunday, May 23rd, 2010

Geçen gece Ortaköy sahilinde tek başıma durmuş karizmatik bir şekilde ufka bakarken, bir yandan çevremi kesip acaba bu karizmatik halim dışarıdan da fark ediliyor mu diye düşünüyor, bir yandan da bir grubun kendine özgü bir sound’unun olması, o grubu algılarkenki beğeni skalamızda ne kadarlık bir yer tutuyor diye iç geçiriyordum. Acaba bir grubu sevip sevmeme kararını verirken, o grubun orijinal bir havasının olması mı, yoksa zaten sevdiğimiz kimi şeylerle olan benzerlikleri mi bizim o grubu benimsememizde daha büyük yer teşkil ediyordu.

Bir anda coşan denizden fırlayan azgın dalgalar büyük bir hızla üzerime doğru gelirken, kafamı kurcalayan bu soruya bir cevap bulmayı, etraftan yükselen “Denizaltı geçiyo lan kaçın su gelecek” telkinlerine yeğliyor, hareket etmeden olduğum yerde duruyordum.

Taksiye atladığım gibi geldiğim evimde, donum dahil ıslanan tüm giyeceklerimi değiştirirken, uykularımı kaçıran bu soruya dair cevabın yavaşça kendini belli etmeye başladığını fark ettim. Saç kurutma makinesinin gürültüsü arkada çalan müziği bastırsa da, solo gitar, çığlık vokal gibi kimi tiz sesler kendilerini belli ediyor, saç kurutma işlemimi bir an önce bitirip çalan müziği tam duyabilme isteğimi depreştiriyordu.

Kurumuş ve mutlu bir şekilde odama geldiğimde, çalmakta olan şarkının güzelliği ile bir süre odanın ortasında hareket etmeksizin kalakaldım. Yaklaşık elli altı dakika bu şekilde bir hüşû anı yaşadıktan sonra, koltuğuma oturdum ve düşüncelerimi kağıda dökmeye başladım.

“Kağıda yazdığım şeyleri siteye nasıl aktaracağım?” sorusu beynimi kemirirken, yanımda duran bilgisayarım gözüme ilişti. Kağıt da güzeldi, samimiydi, ancak teknoloji daha bir candı. Konforumuz için tasarlanmıştı. Ben de emektar klavyemi kucaklayıp yazmaya başladım. Ve şimdi buradayım.

COMMUNIC Norveç’in Krisitiansand adlı gudik isimli yerinden gelen bir progresif metal grubu. Yedi yıldır müzik yapan ve üç albümü olan grup, progresif metali bilinen en sert şekillerinden biriyle icra ediyor. Daha çok sert gruplarla çalışan Jacob Hansen elinden çıkma prodüksiyon tarafından da sağlanan bu sert sound, grubun daha dişli, daha tehditkâr bir hüviyete bürünmesini sağladığı gibi, progresif metal tabirinden arkasına bakmadan kaçan kişileri de cezbedebilecek bir ortam oluşmasını sağlıyor.

Öncelikle şunu belirtelim. Grubun birincil ilhâm kaynağı, yollarını gözlediğimiz, her notasına saygı duruşunda bulunduğumuz üstün insanlar topluluğu NEVERMORE. Grubun lideri konumundaki vokalist gitarist Oddleif Stensland’ın Warrel Dane‘i hem anımsatan, hem de ondan ilhâm alan bir sesi var. Sadece ilhâm alsa belki can sıkıcı durumlara gelebilecek bu olay, Stensland’ın ses rengini Dane’e gerçekten benzemesi sonucunda arkasında bir kötü niyet, bir gizli dolap arattırmıyor. Gitar kullanımının da gayet başarılı olduğu göz önünde bulundurulduğunda, zamanında SCARIOT‘da da söylemişliği olan Stensland’ın başarılı bir iş çıkardığı her şekilde belli oluyor. Üç kişilik bir grup için bir hayli dolu ve güçlü bir müzik barındıran “Waves of Visual Decay”de, basçı Erik Mortensen ve yine SCARIOT’da çalmışlığı olan davulcu Tor Atle Gabrielsen-Andersen (Do Nascimento Guiterrez Suarez De La Poritto) da gayet atarlı işler çıkarıyorlar.

“Waves of Visual Decay”, alışık olduğumuz klavyeli, sürekli değişim arayan ve zaman zaman bu arayışlar içinde hem gücünü, hem de odaklandığı noktayı kaybeden progresif metal albümlerinin aksine, yatırımını riflere ve melodilere yaptığından olacak, dağınık olmayan, karakterlerini son anlarına dek koruyan şarkılar ihtiva ediyor. Barındırdığı bu güçten dolayı power metal olarak da adlandırılan grup, power metal ifadesinden ürkenleri rahatlatacak şekilde, bu tabirin Amerikalılar’ca kullanılan halini andırıyor. Bilindiği gibi Amerikalılar, NEVERMORE, ICED EARTH, JAG PANZER türündeki heavy metal/thrash metal/progresif metal kırması grupları da power metal olarak niteliyorlar; COMMUNIC de bu açıdan bahsi geçen tanımlamada kendine yer bulabiliyor.

“Waves of Visual Decay”in rahatsız eden yanlarına baktığımızda karşımıza bahse değer tek bir engel çıkıyor. İçinde yedi adet şarkı bulunan bu albümün bir saatlik bir süresi olduğunu söylersem sanırım neden bahsettiğim anlaşılabilir. Tüm şarkıların yedi ila on dakika arasında değişen sürelere sahip olduğu “Waves of Visual Decay” bu açıdan biraz yorucu, yorucu olmasa da tekdüze gelebilir. Her ne kadar şarkılar içlerinde epey varyasyon ve uçarılık barındırıyorlarsa da, havasından suyundan hoşlanmadığınız bir şarkı olduğunda, bu şarkıyı sabırla beklemekten ziyade, uzun süresine dayanamayıp o şarkıyı geçme isteğiyle dolmanız da olası. Albümde kimi şarkılardan geride duran parçalar olduğunu düşünsem de, “bayık” diye nitelenecek bir şarkı olduğunu da söyleyemem.

Uzun lafın hastasıyız, kısasınınsa ustasıyız diyerek olayı özetlersek, “Waves of Visual Decay”, size hem kafa sallatacak, hem vokallerine eşlik etmek istetecek, hem güçlü prodüksiyonun da etkisiyle hareketlendirecek, hem de şarkıların uzun sürelerinden de anlayacağınız “daha bir epik olma” gayesinin bir sonucu olarak dikkat kesileceğiniz türde, iyi bir müzik sunuyor. Dünyanın en yaratıcı albümü değil, ancak gruptaki potansiyeli de tam anlamıyla yansıtan ve kendinden sonra çıkan “Payment of Existence”dan da daha iyi bir ürün.

Az sonra taksiye atladığım gibi havaalanına gideceğim ve ilk uçakla Tunus’a uçacağım. Ortaköy sahilinde tam anlamıyla düşünüp bir sonuca ulaşamadığım soruyu daha kuru bir ortamda, insan gibi düşünmek ve ulaşacağım sonuçla da metal dünyasında yeni bir çığır açmak istiyorum. Zor olacak, ama illâ ki olacak. Haydi bakalım.

MURDER KING’den albüm teaser’ı

Sunday, May 23rd, 2010

Uzun süredir Dorock’ta sahne alan ve cover’larıyla İstanbul metalcisine çılgın geceler yaşatan MURDER KING, yazın çıkması düşünülen ilk albümünün teaser’ını yayınladı.

MURDER KING’in başka şarkıları da grubun alttaki fotoğraftan ulaşılabilen myspace’inden dinlenebiliyor.

Radikal dinci gruptan DIO’nun cenazesine sabotaj

Sunday, May 23rd, 2010

“Amerika’nın en nefret edilen ailesi” olarak bilinen ve A.B.D.’nin Irak’ta ölen askerlerinin cenazeleri de dahil pek çok cenaze töreninde protesto gösterileri yapmasıyla bilinen aşırı dinci Westboro Baptist Kilisesi, 16 Mayıs’ta aramızdan ayrılan DIO’nun cenazesinde de benzer bir girişimde bulunmaya hazırlanıyor.

A.B.D.’nin, eşcinsellik, ateizm, veya yalnızca Tanrı’nın öfkesinden korkmama gibi çarpıklıklar yüzünden lanetlendiğini savunan grup, özellikle toplum tarafından önem verilen kişilerin cenazelerine giderek huzuru bozmasıyla biliniyor. Genelde ellerinde “Tanrı Amerika’dan Nefret Ediyor”, “Ölen Amerikan Askerleri İçin Tanrı’ya Teşekkür Ederiz”, “Tanrı Sizin Düşmanınızdır”, “Umarız Daha Çok Amerikalı Ölür” yazılı pankartlarla cenaze törenlerinin yapıldığı yerlerde toplanan ve gürültü çıkararak ölen insanların yakınlarını rahatsız etmeye çalışan grup, bu olayın bir benzerini de DIO’nun cenazesinde yapacaklarını açıkladı.

DIO’nun 30 Mayıs’ta Los Angeles Hall of Liberty Hall’da yapılacak cenaze törenini sabote edeceğini açıklayan Westboro Baptist Kilisesi, yaptığı açıklamada şöyle demiş:

“Bu asi adam yıllardır Tanrı tarafından kendisine bahşedilmiş bir mevkide bulunmasına rağmen, Tanrı’nın adını yaymak yerine, tüm gücünü Tanrı’ya karşı çıkmaya, eliyle Şeytan’a saygı anlamını taşıyan işaretler yapmaya ve ateizm adı altında Tanrı’ya meydan okumaya adamıştır. Şimdiyse kızgın Tanrı’nın tek bir hamlesiyle bu dünyadan silinmiş ve cehennemi boylamıştır.

Tanrı düşmanı bu kibirli aptal, Padavona olan soyadını, İtalyanca’da “Tanrı” anlamına gelen “Dio”ya dönüştürmüştür. BLACK SABBATH’tayken ona hayran olan insanlar da ona bir Tanrı gözüyle bakmaktadırlar. Bu adam, yeğeni Gen Padavona iğrenç bir porno yıldızı olurken dahi hiçbir şey yapmadan oturup izlemiştir. Tanrı’nın verdiği sözler doğrudur, bu gibi zavallıları sonsuza dek cezalandıracağına dair sözleri de buna dahildir. Dio adlı bu vahşiyi öldürdüğü için Tanrı’ya teşekkürü borç biliriz.”

DIO’nun eşi Wendy Dio ise konuya dair açıklamasında: “DIO önyargılardan ve şiddetten nefret ederdi! Bizler, tanıdığımız insanları seven insanlar olarak, tanımadıkları birinden bile nefret edebilen bu insanlara bir zarar vermemeli, onları kendi hallerinde bırakmalıyız” diyerek, cenazeye gelecek DIO hayranlarının bu gruba fiziksel bir tepkide bulunmamasını istemiş.

TRIVIUM’dan cover klibi

Saturday, May 22nd, 2010

TRIVIUM, bir süre önce yayınladığı ve o günden beridir her konserinde çaldığı SEPULTURA cover’ı “Slave New World”ü epey bir sevmiş olacak ki, şarkıya bir de klip çekmiş.

Bir “Whiskey in the Jar” olmasa da…

UNLEASHED – As Yggdrasil Trembles

Saturday, May 22nd, 2010

Yirmi yılı aşan bir süredir piyasada olup da UNLEASHED kadar aynı kalan pek az grup var sevgili dostlar. “Where No Life Dwells”den “Warrior”a kadar aşağı yukarı aynı çizgide devam edip, beş yıllık bir aranın ardından “Hell Unleashed”la bence çok kötü bir dönüş yaptıktan sonra, üç adet ortalamanın üstü albümle yollarına devam ettiler. Şimdiyse karşımızda “As Yggdrasil Trembles” var.

UNLEASHED’in dört beş parçasını duysanız, tüm UNLEASHED diskografisini anlamış olmanız mümkün aslında. Elbette grubun kendi içinde bir varyasyonu, sivrilen yanları var, ancak tıpkı VADER gibi, MANOWAR gibi, UNLEASHED’in de fazlasıyla stereotipik bir sound’u var.

Günümüzde tapındığımız AMON AMARTH’ın yaptıklarını yıllar öncesinden yapmaya başlayan UNLEASHED, AMON AMARTH’ın sevilesi sound’undan ziyade, daha çirkin, daha bodos bir tavır belirlediğinden olacak, hiçbir zaman büyük kitlelere yayılamayan bir grup bildiğiniz gibi.

Şimdi karşımızda duran albüme bakınca da alışılmış UNLEASHED’in dışında pek bir şeyle karşılaşmıyoruz. Tarama melodik gitarlar, yer yer gergin, yer yer damar, ama neredeyse her zaman kalın tellerden çalınan melodiler, thrash metalden etkilenildiğini her notasında hissettiren rifler, gayet güzel bir solo gitar işçiliği, Johnny Hedlund’un tüm bunların üstünde havlayan, ısıran vokalleri ve, ve…. Ve çok kötü şarkı sözleri.

Bu yazıyı şarkı sözlerinden bahsetmeden bitirmem mümkün değil sevgili metal savaşçıları. Dinlerken utanacağınız, tişört arkasına basılsa giyemeyeceğiniz kadar çocukça sözler var albümde, tıpkı neredeyse tüm UNLEASHED albümlerinde olduğu gibi. Bu düşüncede olan bir tek ben miyim diye şöyle bir bakındım, içinde şarkı sözlerinin kötülüğünden bahsetmeyen pek bir yoruma rastlamadım. Misal Wir Kapitulieren Niemals. Tamam, grubun yirmi yıllık yolculuğunu konu ediyor, gezdik tozduk dağıttık, yaşasın metal temalı bir şarkı, ama nakarattaki “Viking death metal! Viking death metal!” gibi bir tezahürata katılmak ne kadar mümkün, ben bilmiyorum.

Fazla bir sürpriz barındırmamasından kelli uzun uzun anlatacak bir şey bulamadığım “As Yggdrasil Trembles”ı, AMON AMARTH’ın daha thrash metal hali olarak özetleyerek belki biraz daha fazla insanın merak etmesini sağlayabilirim. Üç ila dört dakika arasında değişen süreleriyle fazla bir epiklik barındırmayan, ancak UNLEASHED’in o soğuk ve boğucu atmosferini, yer yer öne çıkan yırtıcılıklarla da süsleyerek veren “As Yggdrasil Trembles”, bence grubun tekrar faaliyete geçme dönemine yakışan kalitede bir albüm.

Yıllar sonra hatırlanacak fazla bir özelliği olmayan, “Midwinterblod”ı geçemeyen, ama “Bu ne lan böyle?” de dedirtmeyen bir işd. Anliişd.

JORN LANDE’den DIO’yu anma albümü (Güncellendi)

Saturday, May 22nd, 2010

Norveçli vokalist JORN LANDE, yeni albümü “Dio“yu 2 Temmuz’da çıkaracağını açıkladı.

DIO’nun ölümünden bu yana geçen kısa süre dolayısıyla LANDE’nin bunu bir reklam malzemesi olarak kullandığını öne süren kimi yorumlara karşın, LANDE albüm üzerinde bir senedir çalıştığını ve hayattaki en büyük ilhâm kaynağı olan DIO’nun ölümüyle birlikte albümün başka bir anlam kazandığını söylemiş.

Dio“da DIO’nun kariyerinde çok fazla öne çıkmayan kimi şarkılarının LANDE tarafından yeniden düzenlenmiş yorumları ve LANDE’nin DIO anısına yazdığı “Song For Ronnie James” adlı şarkı yer alacakmış. Ki şarkıya bir klip bile çekilmiş.

Şöyle de bir olay:

01. Song For Ronnie James
02. Invisible
03. Shame On The Night
04. Push
05. Stand Up And Shout
06. Don’t Talk To Strangers
07. Lord Of The Last Day
08. Night People
09. Sacred Heart
10. Sunset Superman
11. Lonely Is The Word / Letters From Earth
[2010 version]
12. Kill The King
13. Straight Through The Heart
[canlı]
+ Song for Ronnie James [klip]

Helâl olsun mu diyelim, hayırlı işler mi diyelim bilemedik.

SODOM’dan DVD detayları

Friday, May 21st, 2010

SODOM, 28 Haziran’da çıkaracağı “Lords Of Depravity -- Part II” DVD’sinin detaylarını açıkladı.

2 adet DVD içerecek olan setin ilk DVD’sinde, grubun 1995-2009 arasında yaşadıklarını anlatan 4 saatlik SODOM belgeseli, ikinci DVD’de ise 3 saat süren canlı performanslar, klipler ve belgeselden silinen sahneler olacakmış.

Grubun yeni albüm haberini de yakın zamanda vermiştik.

FAITH NO MORE – Angel Dust

Friday, May 21st, 2010

Kapağında mavi-siyah renk geçişi önünde yer alan bir leyleği resmeden bir albümden ne beklersiniz? Duygusal, romantik, kuntastik birşeyler? Tamam, oradaki kuş sevgi dolu bir görüntü veriyor. Ama siz yine de kapağa bir daha bakın. Faith No More. İsim size birşey ifade etmiştir mutlaka. Etmediyse, kapaktaki Parental Advisory etiketine dikkat edin. Evet, var ters birşeyler.

Bu albümde aşk, sevgi, romantizm yok galiba. Asıl diyeceğime geleyim. Kapağın arkasına bakın. Ön kapaktaki o leylekli güzel portre bu albüm değil. Albümün adı “Melek Tozu” olabilir. Ama bu albüm, arka kapaktaki o garip, kimine göre iğrenç fotoğrafı müziğe döken bir albümdür. İnanmıyor musunuz? İçeri buyrun. Denemesi bedava.

Faith No More, 1989’da “The Real Thing”i çıkarttığında bayağı sağlam patırtı koparmış ve özellikle Epic hitiyle bir anda ana akım grupları arasında anılır olmuştu. “The Real Thing”te Rap ve Funk etkileşimlerini metal bazlı bir yapıyla birleştiren grup, taze solistleri Mike Patton’un farklı vokal tarzı ile de dikkat çekmişti. Metallica’ya açılış grubu olarak çıkılan başarılı bir turne ve ardından verilen bir buçuk senelik ara ve bu arada Patton’un diğer grubu Mr.Bungle’ın ilk albümünü yayınlamasının ardından takvimler ‘92’yi gösterdiğinde grup yeni bir albüm ile tekrar görücüye çıkmıştı. Klavyeci Roddy Bottum’un isteği ile albümün adı “Angel Dust” olarak adlandırılmıştı. (Bottum’a göre bu albümde yaptıkları işi “Angel Dust” adı tam olarak karşılıyormuş.) Albüm kapağında da önde güzel bir portre, arka kapakta da bir kasap deposu görünümünde kesilmiş etlerin asılı durduğu bir sahne olması da grubun bateristi Mike Bordin ve basçısı Billy Gould’a göre albümün ayrıca bir yansımasını sunuyordu, yani aynı anda hem güzel hem hastalıklı, hem agresif ama aynı zamanda rahatlatıcı…

“Angel Dust”a genel olarak baktığımızda grubun kolay olanı seçmediğini ve “The Real Thing”i kopyalamadığını görüyoruz. Grubun o zamanki konumu ve elde ettiği başarıya bakarsak, aslında bu büyük bir risk… Çünkü karşımızda “The Real Thing” kadar net bir albüm yok. Faith No More’un her zaman çalkantılı bir grup olarak süregeldiği, elemanlar arasında ayrılıklar olduğu biliniyordu. Bu albümde de önce şarkıları beğenmeyen, sonra albüm adına kıl olan, grubun müziğini tekrar “The Real Thing” ekseninde görmek isteyen apaçi styla sevdiğimiz gitarist Jim Martin sorun olan kısımdı. Jim Martin’in yavaş yavaş gruptan uzaklaşmasına karşılık Mike Patton’un grup içinde ağırlığını arttırıp, şarkıların beste aşamasına katkı sağlaması da grubun “The Real Thing”den “Angel Dust”a nasıl geldiği yönünde sağlam ipuçları veriyor açıkçası… Ayrıca değinmek istediğim bir diğer nokta da, bu albümün gizli kahramanlarının basçı Billy Gould ve klavyelerden sorumlu bakan Roddy Bottum olduğudur. Albümü tanıdıkça şarkı yapılarını direkt etkileyen iki elementin bas ve klavye olduğunu çok net göreceksiniz.

Albüm Land Of Sunshine ile açılıyor, başta pozitif bir hava veren şarkı ilerledikçe sözlerindeki ironik hali bire bir yaşatmaya başlıyor. Sözler demişken, bir kısmını Scientology tarikatının yaptığı testten, bir kısmını ise Fortune Cookie denen gavur icadından çıkan yazılardan almış Mike Patton… Sözlerde sorduğu tüm soruların arkasında aslında o nakarattaki kahkahalar ve “Hayat sana kayda değer görünüyor mu?” düşüncesi var aslında… Parça Jim Martin’in hoş gitar solosundan sonra Patton’un karanlıklaşan tona uygun operatik vokalleriyle son buluyor ve yerini oldukça sıkı bir rife sahip olan Caffeine’i bırakıyor. Tamamen kaotik, sert ve inişli-çıkışlı bir şarkı olan Caffeine’de Patton’un temiz söyleyiş tarzından çığlık çığlığa vokallere kadar her tarzın üstesinden gelebildiğini görüyorsunuz. Mike Bordin’in şarkıyla gayet uyumlu bateri partisyonlarının da ayrıca dikkat çektiğini belirtmek gerek…Ardından gelen Midlife Crisis, grubun hala en büyük hitlerinden birisi olarak görülüyor. Orta tempoda ilerleyen ve albümün geri kalanına göre daha sakin olup, ortalığı yakıp yıkmayan şarkının sözleri için Madonna’nın ‘90lar başındaki halinden ilham aldığını söylüyor Mike Patton… Mike Bordin’in yine ayrıca dikkat çektiği parça albümün en başarılı parçalarından birisi diyebilirim.

Dördüncü şarkı RV, klavye ve bas partisyonlarının ağırlığıyla ilerleyen, Patton’un “spoken vocal” denilen tarzda sanki karşısındaki birisiyle konuşuyormuşçasına yaptığı vokalleri de şarkıyı hafiften bir monolog havasına sokuyor, şarkının ortasında giren sert kısım ile birlikte Patton’un kısa kısa kopuşlarına şahit oluyoruz. Albümün genel havasıyla uyumlu bir parça olsa da, diğer parçalara oranla biraz vasat kaldığını söyleyebilirim. Smaller And Smaller, Faith No More’un nadiren kullandığı Arap müziği etkileşimiyle dikkat çekiyor ki bu noktada asıl pay sahibi Roddy Bottum, ardından Jim Martin oluyor. Klavye partisyonları kadar gitar melodilerinde de bir oryantallik söz konusu ama bunu sizi kaldırıp yerinizden oynatacak şekilde değil, tam tersine karanlık ve umutsuz bir atmosfer yaratmak amacıyla kullanmış ve başarmışlar. Patton’un yer yer koparttığı çığlıkları da şarkının karanlık tonuna ayrı bir kaotiklik ekliyor. Altıncı şarkı Everything’s Ruined, çıktığı zaman fazlasıyla eğlenceli klibiyle dikkat çekmişti. Patton’un vokallerinin yoğun olarak öne çıktığı şarkıda, albümün hem agresif hem de naif yanı tam olarak yansıtılmış. Bas gitarın yer yer ritmi direkt etkilemesi ve Jim Martin’in eklektik tarzına zemin hazırlaması da şarkıyla ilgili diğer bir önemli nokta oluyor. Martin’in özellikle bu şarkıdaki melodileri gerçekten yakalayıcı…

Malpractice, grubun hiç canlı çalmadığı bir parçaydı geçen seneki Download Festivali’ne kadar, onda da kısaltarak çaldılar. Faith No More’un yaptığı en sert ve amansız parçalardan birisi olan Malpractice, grubun müziğinde gitar ve klavyenin nasıl etkileşimli kullanıldığına güzel bir örnek oluyor. Mike Patton’un doğal olarak bu parçada resmen coştuğunu, çığlıklardan hafif brutale kayan sert vokallere her bir haltı çatır çatır yaptığını da belirtmek gerekir. Şarkının kısa süreliğine sakinleştiği yerden sonra giren (Dmitri Shostakovic’in String Quartet No. 8 eserinin Kronos Quartet tarafından çalınmış) senfonik ses örneğine ayrı dikkat diyorum. Kısa ama şarkıya resmen hükmeden bir sample… Burada hepsini ayrı ayrı geçmedim ama “Angel Dust”ta bir plak şirketini telif hakları açısından düşündürecek kadar fazla sample kullanımı olduğunu da belirtmek isterim.

Kindergarten albümdeki en melankolik vaka olarak göze çarpıyor. Etkileyici rifler ve ironik bir melankoli taşıyan sözler içeren şarkıda, Billy Gould’un bas gitarı tamamen başrole oynuyor ki kendisinin attığı kısa ama hoş bas solosu da şarkıya farklı bir boyut katıyor. Albümdeki en geyik şarkı olan Be Aggressive ise oral seks hakkında olması absürdlüğünü nakaratta ponpon kız korosu kullanımı ile birleştiriyor. Tam da Faith No More’dan beklenecek bir hareket! Yüksek temposunu kilise orgu sesleri ve eğlenceli gitar melodileri ve solosuyla birleştiren şarkının, albümün gittikçe karanlıklaşan havasını biraz yumuşattığını da söyleyebilirim. A Small Victory, Patton’un sürekli kazanma isteğine rağmen her zaman kazananın kendisi olmayacağı gerçeği ile ilgili düşüncelerini anlatan, yine albümün diğer şarkılarına oranla pozitif bir havaya sahip bir, tamamen Jim Martin odaklı parça… Tabii şarkının ortalarına doğru hafiften karamsar melodiler yine devreye giriyor ama bu şarkının genel olarak havasını bozmuyor. Patton’un “You still won’t hear…” serzenişleriyle yerini Crack Hitler’e bırakıyor. Albümün tonunun yine kararmaya başladığı şarkı olan Crack Hitler, wah wah yoğunluğuyla ilerleyen gitarlar, slap baslar, sürekli tekrar eden klavye melodileri ve Patton’un katmanlı vokalleri ile dikkat çekiyor.

Jizzlobber ürkütücü bir havaya sahip, sert ve karanlık melodilerle bezenmiş olduğu kadar, Patton’un sert ve yer yer efektli olan çığlık çığlığa vokalleri ile rahatsız bir hissiyat uyandırıyor. Sözlerden bir tecavüz vakasının ardından günah çıkarma durumu olduğu varsayımına ulaşmak mümkün… Albümün son şarkısına sizi pek de hoş olmayan şekilde hazırlıyor şarkı, kıyametten gelmiş gibi duran klavyeler eşliğinde yerini Midnight Cowboy’a bırakıyor. Midnight Cowboy, John Barry’nin aynı adlı filme yaptığı tema parçasının grup tarafından yorumlanmış hali, tamamen enstrümantal olan parça sakin ve duygusal bir kapanış getiriyor albüme…

Ticari açıdan gerçekten büyük bir risk olan, darmadağın, bütünlükten uzak ama aynı zamanda bir bütün olabilmiş, değişik, farklı, herkesin dinlemek istemeyeceği bir albüm “Angel Dust”… Grubun doksanlar içerisinde çıkartıp, kariyerini noktalamasıyla birlikte yadigar kalan üç albüm içerisinde “King For A Day, Fool For A Lifetime” ile ayrı bir konumda durmaktadır bu albüm… Şahsen ben de bu iki albüm arasında sürekli gider gelirim. Bu albümün önemi günümüzde daha çok ön plana çıkmaktadır. Faith No More’un yeni nesil gruplara yaptığı öncülük zaten ortada ama bu albüm özellikle Avant-Garde Metal grupları tarafından sıkça bir etkileşim olarak kullanılıyor. Arcturus’un “The Sham Mirrors”ının temeli bu albümdür aslında, ya da Solefald’ın direkt bu albümden aldıkları da dinlendikçe kulağa çarpabilir.

Grubun kendi içindeki dinamikleri tam anlamıyla işlettiği albüm de “Angel Dust”tır diyebiliriz. Bordin’in kendine özgü bateri partisyonları, Gould’un şarkıya hükmeden basları, Jim Martin’in eklektik tarzını –her ne kadar kendisi çok o fikirde olmayıp, gruptan kopsa da- yansıtan melodi ve rifleri, gruba tamamen adapte olan Patton’un her telden vurması ve Bottum’un klavyesini tam anlamıyla bu albümdeki şarkılarla birleştirmiş olması, “Angel Dust”ı grubun kariyerinde ayrı bir noktaya koyuyor. Sonuç itibariyle zor, farklı, alışılmamış ama içine girebildiniz mi gerçekten keyif veren önemli bir albüm “Angel Dust”. Benim phuanım sağa 9,5 khangam.

Ubeydullah İNDİROĞLU

Rus şehri satanik metale karşı

Friday, May 21st, 2010

Moskova’nın güneyindeki Belgorod adlı şehirdeki resmi makamlar, şehirdeki kafe ve barlara yazılı tebligatlar göndererek mekanlarında heavy metal konseri verilmesine müsaade etmemelerini istemiş.

Muhafazakârlığıyla ünlü şehrin resmi makamları, Sovyetler dönemindeki kimi psikoloji kliniklerince öne sürülen bazı iddiaları yeniden gündeme getirmiş ve heavy metalin şeytana tampayı özendirdiğini, gençleri ideolojik olarak yıkıma uğratacağını söyleyerek buna yol açacak aktivitelere izin verilmemesini istemişler.

Bu cennet mekanda, topluluk içinde küfür etmenin cezalandırıldığını, diskolarda aynı anda dans edecek insan sayısına dair bir sınırlama olduğunu ve Sevgililer Günü’nün kutlanmaması için girişimler yapıldığını da belirtelim.

GRAND MAGUS’tan yeni klip

Thursday, May 20th, 2010

Yeni albümü “Hammer of the North“u çıkarmaya hazırlanan İsveçli heavy metal grubu GRAND MAGUS, albümle aynı ismi taşıyan parçasına çektiği klibi yayınladı.

GRAND MAGUS’un Roadrunner Records’la anlaşmasıyla birlikte mali desteğinin de arttığı, klipten ve kayıttan görülüyor. Güzel bir şey.

IMMORTAL – At the Heart of Winter

Thursday, May 20th, 2010

E artık zamanı gelmişti bunun. Ama önce gazımızı atalım.

IMMORTAAAAAAAAAAAL!

Evet gazımızı verdik, insan gibi başlayabiliriz yazıya.

Bildiğimiz gibi 1990-1994 arası Bergen açısından tuhaf bir dönem. Black metalin yeşerdiği, milletin kiliselerle ve şeytanla kafayı bozduğu, metal tarihinin belki de en çalkantılı dönemlerinden biri. Hepimiz yüzlerce kez okumuşuzdur, ayrıntısına girmeyelim.

Bundan tam 20 yıl önce kurulmuş IMMORTAL. Dendiğine göre Varg’ın öldürdüğü Euronymous tarafından metalle tanıştırılan Abbath ile kankası Demonaz, o dönemki sayısız grubun aksine, şeytandır, başpiskopostur sallamayıp, kendilerini dağa, ovaya, kardan adama vermiş, bu sayede de adlarını tüm bu curcunadan uzak tutmuşlardı. Yine dendiğine göre Euronymous’u öldüren Varg’ı zamanında metal alemine sokan da Abbath’tan başkası değilmiş.

Uzatmayalım, dört albüm boyunca karlı ormanlardan, hayali buzul yaratıklarından bahseden IMMORTAL, takvimler 1999′u gösterdiğinde farklı bir şeyler denemeye karar vermiş ve önce logosunu, ardından da grup fotoğraflı albüm kapağı konseptini bir kenara bıraktığı bu albümü çıkarmıştı.

Öncelikle şöyle diyeyim, ben hayatımda black metalden zerre hoşlanmayan insanlarca bu kadar çok sevilen bir black metal albümü görmedim. Black metali eleştirme seviyesi “Palyaço gibi o ne öyle ehuehue”den, “Panda metal asasdjasjda”dan öteye gitmeyen azılı black metal düşmanlarının dahi, konu bu albüm olduğunda “Aaa, bak o güzel” dediklerini duydum. Güzel tabi yarraam. IMMORTAL lan bu, nasıl güzel olmasın? Buzdan sarkıtla kovalarım bak sizi. Öhöm… Kendimize gelelim.

“At the Heart of Winter”. İsmini söylemek bile ayrı bir güzel değil mi? O değil, albüm öylesine sevilesi ve ünlü ki, bugün birine “Athow” deseniz dahi neden bahsettiğinizi anlayabiliyor.

Demonaz’ın gitar çalamaz duruma gelmesine yol açan tendon iltihabı yüzünden gruptan ayrılmak zorunda kaldığı 1997 yılında çıkan “Blizzard Beasts” de dahil hiçbir IMMORTAL albümünde gitar çalmayan Abbath’ın gitar koltuğuna oturmasıyla, önceki kaotik IMMORTAL sound’u da sona ermiş oldu. Abbath’ın daha klasik türlere olan merakını bilenler için bu şaşılacak bir durum değil aslında. Kendisinin kimi röportajlarını izleyenler, Abbath’ın MOTÖRHEAD ve seksenler thrash’ine olan tutkusunu bilirler. “At the Heart of Winter”ın her kesim tarafından seviliyor oluşunun ana sebebi de bu aslında. “At the Heart of Winter”, klasik heavy metalin melodik yanı ile thrash metalin yırtıcı rif kalıplarını bir potada eriten, bunu da black metal sound’u ve yaklaşımı altında yapan bir albüm. “KREATOR black metal yapsaydı nasıl olurdu?” diye sordurtacak kadar thrash metal kokan “At the Heart of Winter”, olayı bununla sınırlı görmemesiyle de, kanımca başyapıt olma mertebesini sağladığı yanını ortaya çıkarıyor.

“At the Heart of Winter” tüm bu rif ataklarının, enfes melodilerinin, delişmen blast beat’lerinin yanı sıra, farklı bir etmen daha barındırıyor. O kötü kelimeyi ağzıma almak (that’s what she said) istemesem de… Üff bak sıkıntı bastı. Söylemeden de edemeyeceğim… Atm… Atmo… Aaaaaa! Söylüyorum: ATMOSFER!

Evet arkadaşlar “At the Heart of Winter”ın çeşitli şekillerde oluşturduğu, her ne kadar geyiğe girecekse de söylenmeden edilemeyen soğuk bir atmosferi var. Albüme dair her yorumda “Ay gerçekten de kışı hissettiriyo, böyle bi karla kaplanıyo sanki her yer, öyle de soğuk bi havası var” şeklinde bıkmadan belirtilse de, evet, “At the Heart of Winter”ın geçekten de öyle buz parmak gibi, alaska frigo gibi bir havası var.

Sona gelirken, albüm kitapçığının çok güzel tasarlandığını, içinde grubun eski logosunun da yer aldığını ve IMMORTAL’dan beklediğimiz türde abidik fotoğraflar olduğunu da belirtelim. Zaten yılların konusu, hiç açmaya gerek yok, ancak kilolu bir arkadaş olan Horgh’un bir pozu var ki, oy da oy diyorum hakikaten. İnternette bulamadım, fotoğrafını çekip koyayım mı diye düşündüm ama böyle bir albümün yazısında yeri olmadığına karar verdim.

Şarkılardan falan bahsetmeyi düşünmüyorum, albüm zaten 45 dakikalık komple bir aşmışlık timsali, hiç öyle “Ay şurası aklımı başımdan alıyor, böyle bi ürperiyorum en derinlerimde” olaylarına girmeye gerek yok. Eğer black metale hâlâ tu kaka gözüyle bakıyorsanız ve sırf bu sıfatı yüzünden bugüne kadar “At the Heart of Winter”ı dinlemediyseniz, büyük bir hatanın eşiğinde olduğunuzu söylemeden edemeyeceğim.

Sizlere, black metalci kedim Nergal’in en “troo” pozuyla veda ediyorum.

BONDED BY BLOOD’dan bir yeni şarkı daha

Thursday, May 20th, 2010

Yeni albümü “Exiled To Earth”ü çıkarmaya hazırlanan körpecik thrash metal grubu BONDED BY BLOOD, albümden “Blood Spilled Offerings”i alttaki grup fotoğrafına koymuş.

BONDED BY BLOOD’ın ikinci albümü olacak olan “Exiled To Earth”ün konseptini de şuradan öğrenebilirsiniz.

AVENGED SEVENFOLD yeni single’ını yayınladı

Thursday, May 20th, 2010

Geçtiğimiz aylarda sebebi hâlâ resmi olarak açıklanmayan bir sebepten davulcusu ve birincil şarkı yazarı Jimmy “The Rev” Sullivan’ı kaybeden AVENGED SEVENFOLD, yardımlarına koşan DREAM THEATER davulcusu Mike Portnoy’la birlikte ilk ürünleri olan “Nightmare” single’ını halka açtı. “Nightmare” aynı zamanda grubun yeni albümünün de adı.


Sullivan’ın ölümünün ardından neredeyse dağılacaklarını, ancak sonradan bundan vazgeçtiklerini söyleyen A7X, Portnoy’un böyle zor bir zamanda yardımlarına koşarak “metal kardeşliğini” gösterdiğini de vurgulamış.

Mike Portnoy’un albümdeki davulları kendisinin yazmadığını, Sullivan’ın ölmeden önce yazıp tamamladığı davulları kayıtlarda bire bir çaldığını da ekleyelim.

GRAVE’den yeni şarkı

Wednesday, May 19th, 2010

GRAVE, çıkışına az bir süre kalan yeni albümü “Burial Ground“dan “Liberation” adlı şarkıyı, alttaki albüm kapağına koydu.

Yeni NEVERMORE albümünden ilk canlı performans

Wednesday, May 19th, 2010

NEVERMORE, çıkışına az bir süre kalan yeni albümü “The Obsidian Conspiracy“den “Emptiness Unobstructed”ı iki gün önce Belçika’da görücüye çıkarmış.

Videoda vokalist Warrel Dane BEHEMOTH sevgisini de her zamanki gibi gözler önüne seriyor.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.