# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z

Archive for 2010

METALLICA – Master of Puppets

Tuesday, September 28th, 2010

Şu anda çok saçma bir şey yaptığımın farkındayım. Yok yani, olacak iş değil şu an gerçekleştirmeye çalıştığım şey. Zira “Master of Puppets”a bir “inceleme” veya “kritik” yazacak kadar kendini kaybetmiş biri değilim. Kolaya kaçtığımı sanabilirsiniz ama gerçekten de öyle bir amacım yok. Ama yapamam. Cidden.

Yenilgiyi kabul ediyorum.

————————–

Kritik başta bu şekildeydi. Bu kadardı. İki satır yazı…

Bir hafta önce yazılmış, yazının konacağı bugüne kadar bu şekilde bekliyordu. Ama yazının konmasından bir önceki gün, tekrar düşündüm.

Yazmakta olduğum albüm “Master of Puppets”tı.

“Master of Puppets”.

Adını söylemek bile farklı değil mi?

Ve ben de az da olsa bir şeyler karalamaya karar verdim. Hem okuyacak insanlara karşı saygısızlık olmaması, hem de Cliff için yaptığımız bu üç günlük anmanın anlamı adına.

Dünyanın en önemli birkaç metal albümünden biri için yazıyorum, fazla bir şey beklemeyin, elbette ki hakkını veremeyeceğim.

“Gelmiş geçmiş en iyi metal albümü” olarak anılan pek fazla albüm yok bildiğimiz gibi. Kaba bir hesapla bugüne dek on yüz bin milyar albümün çıktığı metal tarihi içinde “en iyi” olarak nitelenmek, bayağı önemli bir şey. Ancak ben böyle düşünmüyorum. Ne bu albüm için, ne de bir başkası için. Böylesine engin bir derya içerisinde tüm sübjektiflik kırıntıları bir kenara bırakılsa bile, herhangi bir konuda “en iyi”nin olduğuna, seçilebileceğine inanmıyorum. Böyle bir seçimi yapmamız adına bir gereklilik ve bu karara varmamızı sağlayacak belirli normlar da yok. O yüzden notumuzu baştan düşelim: “Master of Puppets”, metal tarihinin görüp görececeği en iyi, en önemli albümlerden biridir.

“Master of Puppets”ın bence en çok parlayan tarafı olgunluğudur. Bu albüm çıktığı sırada James Hetfield ve Lars Ulrich 23, Kirk Hammett ve Cliff Burton ise 24 yaşındalardı. İlk müzikal ürünlerini 1982′de verdikleri düşünülürse, o sırada 19-20 yaşında olan bu insanların geçen zaman içerisinde hızla geliştikleri ve yaratıcılık konusunda devasa adımlar attıkları hepimizin malûmu.

“Master of Puppets”a gelene kadarki gidişata baktığımızda, dünkü “Ride the Lightning” yazısında sambalici’nin dediği önemli bir noktayı yakalıyoruz gerçekten de. METALLICA’nın bugün gelmiş geçmiş en büyük birkaç metal grubundan biri olmasının sebebi, kariyerleri boyunca “dinlenebilir” şarkılar yapma niyetleridir elbette. Thrash metalin doğumundan sorumlu birkaç gruptan biriyken çıkardıkları “Kill ‘em All”dan tutun da, bir anda zamandaşları sayısız grubun yüzlerce basamak üstüne çıktıkları “Ride the Lİghtning”e kadar, METALLICA her zaman insanların kolay alışacağı, seveceği şarkılar yapmaya özen gösterdi. Ancak onları METALLICA yapan şey, ta o zamanki çiğ ve yırtıcı hallerinde bile bunu başarmalarıydı.

“Master of Puppets”a dönersek, karşımızda bu yükselişin, bu olgunlaşmanın ulaştığı en komple, en bütünlüklü ürünü görüyoruz. Her anlamda bir klasik olan “…And Justice For All”daki Cliff eksikliğini o albüm adına bir eksi, ya da en azından bir “keşke” olarak görürsek, “Master of Puppets” eksisi olmayan, -bence- müzikal anlamda eleştirilemeyecek ve “şu da olsaydı/şu olmasaydı”ların barınmadığı sayılı metal albümlerinden biridir. Albümdeki her rif, her solo, her vokal dizesi, albümün kült olmuş kapağı, kapağın tepesinde duran (gelmiş geçmiş en iyi) grup logosu; hepsi birer birer alınmış, metal tarihindeki yerlerine özenle konmuştur.

Son olarak da Cliff Burton’a değinelim.

Şahsen METALLICA’yı hiçbir zaman Cliff Burton’a indirgememiş bir insanım. Elbette önemli, elbette hem müzisyenliği, hem de vizyonuyla gruba çok şey katmış, gidişiyle de çok şey götürmüş bir insan. Ancak “Cliff ölene kadarki süreçte METALLICA = Cliff Burton’dır” demek bence biraz fazla kaçıyor. Evet Cliff çok önemlidir, ama METALLICA her zaman için James Hetfield ve Lars Ulrich’in grubudur. Bugüne dek iyi kötü ne yaptılarsa, başlıca sorumlusu o ikisidir.

“Master of Puppets”ta Cliff’in en etkin olduğu METALLICA albümüyle karşılaşıyoruz. Tabii ki Orion başta olmak üzere her şarkıya imzasını atmayı başarıyor artık aramızda olmayan bu güzel adam. O talihsiz kaza olmasaydı METALLICA bugün ne yapıyor olurdu bilemem elbet, ancak o zamanki hallerini görünce, Cliff Burton bugün yaşasaydı nasıl devasa bir rock/metal ikonu olurdu, sanırım hepimizin gözünde canlanıyordur.

“Master of Puppets” benim için METALLICA’nın en iyi albümüdür.
“Master of Puppets” hayatımda dinlediğim en iyi thrash metal albümüdür.
“Master of Puppets” bu müziğin gördüğü en iyi birkaç albümden biridir.

RON JARZOMBEK’ten haberler

Tuesday, September 28th, 2010

Gitar delisi, yetenek abidesi RON JARZOMBEk tüm projelerine dair kısa açıklamalar yapmış.

1- Yeni WATCHTOWER albümünün ne zaman kaydedileceği ve çıkacağı belli değilmiş. JARZOMBEK durumu “Bilmiyorum ve çok yakında olacağını da sanmıyorum” diyerek “Mathematics”i bekleyenleri üzmüş.

2- JARZOMBEK üç adet eğitim DVD’si çıkaracakmış.

3- JARZOMBEK’in CANNIBAL CORPSE basçısı Alex Webster’la ortak başlattığı projesi BLOTTED SCIENCE 2011 başında bir EP çıkaracakmış. EP dört şarkıdan oluşacak ve 22 dakika sürecekmiş.

4- Yeni BLOTTED SCIENCE davulcusu OBSCURA (eski-NECROPHAGIST) davulcusu Hannes Grossmann olmuş.

5- JARZOMBEK, OBSCURA’dan Christian Müenzner ve Hannes Grossman ile SPASTIC INK basçısı Pete Perez’le birlikte ortak bir şarkı yazmışlar. Bu yeni projenin adı henüz belli olmasa da, şarkının adı “Duodecimal Levorotation”mış.

6- JARZOMBEK aynı anda bir sürü projeye başlayıp hiçbirini tamamlayamamaktan ve hepsinin bu şekilde sürüncemede olmasından şikayetçi ve pişmanmış, kafasını toplayıp odaklanması gerekiyormuş.

FORBIDDEN’dan yeni şarkı

Tuesday, September 28th, 2010

FORBIDDEN yeni albümü “Omega Wave“den “Forsaken At The Gates” adlı şarkıyı alttaki kapaktan ulaşılabilen myspace’ine koydu.

KIRK HAMMETT iyi bir solonun nasıl olması gerektiğini anlatıyor

Monday, September 27th, 2010

Ultimate-Guitar.com METALLICA gitaristi KIRK HAMMETT’la bir röportaj yapmış. Röportajdan birkaç parça şu şekilde:

Ultimate-Guitar.com: Solo yazan bir gitaristin dikkat etmesi gerkenler nelerdir?

Hammett: İdeal bir solo bir yemek öğününe benzer. İyi bir açılışın ardından güzel, etli bir orta kısım ve sonunda da tatlı bir kapanış. Benim için, yazdığım solonun ilk notaları çok önemlidir. Solonun anafikri bu birkaç notadan belli olmalıdır. Bir anda ortaya çıkıp dikkatinizi çelmelidir.

Ultimate-Guitar.com: Solo yazarken dikkat ettiğiniz özel şeyler var mı?

Hammett: Hep akılda kalıcı şeyler yazmaya odaklanırım. Böylece dinleyicinin dikkati soloya odaklanmış olur. Çoğu zaman melodik şeyler koymaya çalışırım, ama bazen de sadece gürültü yapmayı da isteyebilirim.

Ultimate-Guitar.com: Bir gitarist olarak kariyeriniz boyunca nsaıl bir gelişim gösterdiğinizi düşünüyorsunuz?

Hammett: Bu zor bir soru, çünkü hep kendi çalışıma odaklanmış bir gitaristim. Ama diyebilirim ki şu sıralarda caz tekniğimi geliştirmeye çalışıyorum. Bir metal gitaristi olarak yeterli olduğumu düşünüyorum. Eddie Van Halen falan değilim elbet, ama hâlâ öğrenmeye çalışıyorum ve geliştiğimi hissediyorum. Aynı zamanda müzik yazımım da gelişiyor. Henüz daha önümde uzun bir yol var ve gelişmek için de hâlâ motivasyonumu koruyorum.

HAMMETT bunun dışında yakında olmasa da günün birinde mutlaka bir solo albüm çıkaracağını, ancak önce yazmakta olduğu kitabı bitireceğini söylemiş.

METALLICA – Ride the Lightning

Monday, September 27th, 2010

METALLICA. Hayatımı değiştiren grup. Öyle, böyle, şöyle, belki, acaba falan değil. Hayatımda direkt etkisi var METALLICA’nın, kim bilir benim gibi kaç kişi daha var böyle.

Ancak bu derece hayatımı etkileyen bir grup ile kişisel bağ kurabilmek çok kolay değil, çünkü METALLICA artık sadece bir grup değil, anonim bir kavram. Sonu olmayan dipsiz bir kuyu gibi artık METALLICA tartışmak, üzerine konuşmak, yorum yapmak. Bunca yıldan sonra yeni ne söyleyebilirsiniz ki? Ben de sadece benim gördüklerimi söyleyeceğim, benim gözümden METALLICA’yı anlatmaya çalışacağım. “Ride The Lightning” bunun için biçilmiş kaftan çünkü benim için METALLICA “Ride The Lightning”dir.

METALLICA’nın türdeşlerinden en büyük farkı nedir? Bence genel olarak “dinlenebilir” şarkı yapmaya özen göstermeleri. Ecnebilerin “catchy” dediği, dinleyiciyi yakalayacak şarkılar yapmak ilk sırada geliyor METALLICA şarkı yazım ilkelerinde. “Kill ‘Em All”un nasıl bir dönemde çıktığını hepimiz biliyoruz, Kirk gruba katılalı sadece bir ay olmuştu, grup üzerinde hala Mustaine gölgesi vardı. Buna rağmen şarkılar temel olarak METALLICA şarkılarının iskeletine sahip olsa da METALLICA imzasından pek söz etmek mümkün değildi. “Ride The Lightning” bu değişimi yaratan albümdür.

“Ride The Lightning”i diğer METALLICA albümlerinden daha çok sevmemi sağlayan şey albümün dengeli yapısıdır. METALLICA genel olarak albümlerini dengeli hazırlamaya özen gösteren bir grup ancak “Ride The Lightning” in özel bir durumu var. Şarkılar üzerinde o kadar çok etki var ki, hâlâ daha 2 şarkıda rifleri kullanılan Dave Mustaine, albümün geneline sinmiş ancak son demlerini yaşayan NWOBHM havası, James Hetfield ve akustik gitarı, Exodus’tan getirdiği riflerle Kirk ve albüm genelinde grubu alttan alttan yönlendiren, bazı şarkılarda direkt en öne çıkan Cliff Burton. Bütün bu öğeler zamanla ortadan kayboldu, METALLICA başka bir yöne kaydı. Ancak bütün bu süreç içinde benim gözümde en zengin METALLICA albümü budur.

Esasında Ufuk gibi ben de bu yazının yazılma sebebi olan Cliff Burton hakkında bu albüm özelinde bir şeyler söylemek istiyorum. Cliff Burton sadece “yetenekli basçı” sıfatına sahip birisi değildi, onun basgitarını sadece üç albümde duymuş olsak bile METALLICA üzerindeki etkisi METALLICA dağılana kadar devam edecek.
Bu etkisi sadece manevi bir etki değil, Cliff şarkı düzenlemeleri açısından grubu bir üst seviyeye çıkartmış, grubun diğer elemanlarına müzik teorisi öğretmiş bir insan. For Whom The Bell Tolls’u ondan başkası yazamazdı, The Call Of Ktulu’da kükreyen bas gitarı da ondan başkası çalamazdı.

Grubun “Kill ‘Em All”dan “Ride The Lightning”e zıplayabilmesinde, hatta grubun gelecekteki görkemli kariyerinde en büyük pay Cliff Burton’a aittir benim gözümde, zira METALLICA’nın “diğer gruplar” gibi müzik yapmasına izin vermemiştir, METALLICA’yı salt thrash metal ile etiketlenen bir grup olmanın ötesine taşımıştır. METALLICA sevin sevmeyin, Cliff Burton sadece bir basçı olarak değil bir müzisyen olarak kıymetlilerin kıymetlisi bir insandır.

METALLICA müziğinin özü de ne James’in ritim gitarında, ne Lars’ın davullarında, ne de Kirk’ün sololarındadır, METALLICA Cliff Burton’dır.

sambalici

SODOM yeni albüm detaylarını sundu (Güncellendi)

Monday, September 27th, 2010

SODOM 22 Kasım’da piyasada olacak yeni albümü “In War And Pieces“ın kapağını ve şarkı lisetesini görücüye çıkardı.

01. In War And Pieces
02. Hellfire
03. Through Toxic Veins
04. Nothing Counts More Than Blood
05. Storm Raging Up
06. Feigned Death Throes
07. Soul Contraband
08. God Bless You
09. The Art Of Killing Poetry
10. Knarrenheinz
11. Styptic Parasite

Not: Şarkı listesi için Exorsexist’e teşekkür ederiz.

Bulgar belediye başkanından DIO heykeli

Monday, September 27th, 2010

Dünyanın en metalci belediye başkanı olarak bilinen Kavarna Belediye Başkanı Tzonko Tzonev, şehre RONNIE JAMES DIO’nun heykelini diktiriyor.

Fazla bir yorum yapmaya gerek yok sanırız.

METALLICA – Kill ‘em All

Monday, September 27th, 2010

Albüm Bilgisi: Grubun ilk stüdyo albümü
Süre: 51:13
Türü: Heavy metal, thrash metal
Kayıt tarihi ve yeri: 10 Mayıs – 27 Mayıs 1983 tarihleri arasında New York’taki Music America Stüdyolarında kaydedildi.
Prodüktör: Jon Zazula
Plak şirketi: Megaforce
Oirijinal adı: Metal Up Your Ass
Çıkış tarihi: 16.07.1983
Liste başarısı: ABD’de 3 platin plak
Single: Jump in the Fire, Whiplash

İlk albümlerin gruplar için geleceği belirleyici olması, o grubun ileride oluşacak tarzını ve sound’unu mutlak olarak tanımlaması pek nadir rastladığımız bir durum. Buna verilebilecek en güzel örneklerden biri de elimizdeki metal klasiği Kill ‘em All. Aslında elemanlar grupça albümün adının Metal Up Your Ass olmasını isterken (o dönemli L.A. scene’ine ve esmekte olan glam fırtınasına bir tepki) Megaforce yetkililerinin bu isme karşı çıktığını duyunca gaza gelen merhum Cliff Burton’ın tepki olarak verdiği öne sürülen bu kısa ve öz ünlem cümlesi, nihayetinde albümün yeni ismi olarak kararlaştırılıyor ve günümüzde kendine saygısı olan her metalcinin raflarında bulunuyor.

Şimdi size teker teker “aga şu şarkı böyle bu şarkı böyle” diye baştan aşağı anlatmama gerek olduğunu sanmıyorum, zaten hepiniz albümü zilyon kere dinlemişsinizdir. O yüzden daha değişik bir şey deneyip kendimi bu afacanların (o dönemki) yerlerine koyup beste ve sözlerdeki etkilenimlerinden yola çıkarak yorumlar yapmayı daha uygun buldum. Bildiğiniz gibi yeni yetme metal grupları ekseriyetle şarkılarını yazarken ve enstrümanları çalarken kendilerinden önceki grup ve müzisyenlerden, sözlerindeyse değişik şair, yazar, filmlerden olduğu gibi hayatın kendisinden, turne hayatından ve gündelik olaylardan da ilham alır.

Metallica da buna mükemmel bir örnek. Hemen sıradan örnekleme yoluyla gidelim:

Hit the Lights: Sözler tahmin edebileceğiniz gibi canlı çalmayla, turnelerle, gündüzden çok geceleri yaşamayla, yani özetle heavy metal felsefesine göre yaşamayla ilgili. Yaşın 17. Eline gitarı, bageti almışsın. Bir grubun var, rock ‘n roll rüyasına yolculuk ediyorsun. İleride idollerin Motörhead gibi, Diamond Head gibi olacaksın, seni kimse durduramayacak. Daha ne istersin ki?

The Four Horsemen: Albümün öne çıkan noktalarından biri. Metallica’nın bu hali için oldukça progresif sayılabilecek yapısıyla metalci adayı genci önce “1 ve 3 numarayla bu şarkıyı aynı adamlar mı yazmış la?” diye şaşırtıyor. Daha sonra adı geçen kardeşimiz albümün kartonetini okuyunca, “Haaa ama bunda Hetfield-Ulrich dışında Mustaine diye biri daha var, onun etkisi herhalde, kimmiş bu Mustaine, ona da bir ara bir bakalım” diyor, birkaç gün içinde Mechanix’i keşfeden gencimiz bizim bile 1000 yıldır düşe düşe dibini bulamadığımız “araştırmacı rock n roll gazeteciliği” adlı dipsiz kuyunun derinliklerine yelken açıyor. O sırada yanındaki arkadaşı ise bu şarkıdaki mükemmel bas partisyonlarını duyup basçı olmaya karar vermekle meşgul.

Motorbreath: Yine bestesiyle dönemin İngiliz gruplarının tadını taşıyan, sözleriyleyse “yaşa hayatını dilediğin gibi” temasını bir kamyoncunun gözünden veren süper gaz bir parça. Burada dikkat edilecek nokta, gelecekteki Metallica’nın işaretini veren şarkıların Hit the Lights, Motorbreath gibi eğlenelim coşalım tarzı şarkılar değil, Four Horsemen gibi, Phantom Lord gibi gaza gelme oranını düşürüp (punk kafasından uzaklaşmak demek oluyor bu) daha derinlemesine düşünülerek yazıldığı izlenimini bırakan şarkılar olduğu.

Jump in the Fire: Mustaine’in yazdığı en basit ve buna mukabil en etkili riflerden biri. Sözleri ağzında pürosu, gözünde rayban şekli yapmış şeytanın dev Oled ekranında insanlığı seyrederek “eveeet, eveeeet, birbirinizi öldürmeye devam, öldürün de ateşe atlayın” şeklinde ellerini ovuşturmasını konu alıyor.

(Anesthesia) Pulling Teeth: Bass solo take one… Rahmetliden (saygıyla anıyoruz) distortion’ıyla wah’larıyla metal tarihine geçmiş klasik bir solo. Buna fazla yorum yapmayalım, huşu içinde dinleyelim…

Whiplash: Metallica’nın bugüne kadar yaptığı en gaz şarkılardan biri. Az önce bu albümün genel atmosferini anlatırken punk ve progresif eğilimli 2 adet Metallica olduğundan bahsetmiştim ya. İşte punk olanlar arasında benim favorim bu. Bu arada Motörhead’den esinlenilip yazıldığı gün gibi ortada olmakla beraber yıllar sonra Motörhead tarafından cover’ının yapılması da ilginç bir tezat (ya da tam isabet).

Phantom Lord: Sözleriyle heavy metal’de sık sık karşılaştığımız beast, satan, öcü, gulyabani, makatta kanırta kanırta şemsiye açan adam tarzı varlıkların birbiriyle olan sanal mücadelesinden bahsediyor. Bestede yine Mustaine’in payı büyük.

No Remorse: Sound’da Saxon ve Iron Maiden’a bariz bir saygı duruşu söz konusu. Sözler savaş sırasında pişmanlık ya da vicdan azabı hissetmemeyi anlatıyor. Cliff Burton’sa yine parıldıyor.

Seek & Destroy: Hepinizin gayet iyi bildiği, klasikleşmiş (en son geçen yaz bağıra çağıra söylediğimiz) konser parçalarından biri. Bu kez de Diamond Head ve Ozzy dönemi Sabbath’a bolca gönderme var. Sözlerde ise “adam anama sövdü, çektim vurdum kardeşim, pişman değilim” (hak edeni öldürmeye destek) tadı var.

Metal Militia: Albümdeki en thrash şarkı bu bence. Sözler bekleyeceğiniz gibi “Metalin askerleriyiz, penalar süngümüz, stüdyolar kışlamız, headbangerlar asker, dünyayı ele geçireceğiz hamdolsun” tadında… Gerçek bir agresyon patlaması. Geleceğin Metallica’sının sinyallerini veren en güçlü şarkılardan biri, benim de hastası olduğum bir şarkı. Bir Motörhead ile Venom nelere kadir görüyor musunuz?

Ve işte bitti…

Gördüğünüz gibi ortada herhangi bir tecrübe yok. Öyle yılların getirdiği bir ustalık yok. Olgunluk hiç yok. L.A.’in şaşalı yaşamından ve o zamanki ortamından illallah edip Kuzey California’ya taşınmış 4 genç tarafından gayet acemi cesaretiyle, kısa zamanda, düşük bütçeyle yapılmış ve çok da iyi sonuç alınmış bir albüm var.

Diyeceğim o ki bir albümün klasik olması, ona saygı duyulması için mükemmel olmasına gerek yok. Kill ‘em All’un birçok (hani gerçekten de çok) eksiği var, özellikle Hetfield’ın albüm boyunca NWOBHM gruplarına benzetmeye çalıştığı vokalleri gerçekten kulak tırmalıyor (sesinin olgunlaşmasına daha 2 albüm var), hiçbir zaman presiz bir davulcu olmayan Lars Ulrich yine bayağı karambol çalıyor, Hammett’ın da tarzı daha tam oturmamış. Ama bütün bu kusurlarına rağmen kendini dinletmeyi, 14 yaşındaki metalci adayı gence headbang yaptırmayı başarıyor. Bir albümde aradığımız en önemli nitelik de bu, değil mi? Sonuç olarak albüm mükemmel olmanın oldukça uzağında ve evet, bütün bunlara rağmen o bir klasik.

Az kalsın unutuyordum. Bu yazı -ve önümüzdeki günlerde arkadaşlardan gelecek birkaç yazı daha- temelinde Cliff’in ölüm yıldönümü vesilesiyle yazıldı, o yüzden günün anlam ve önemi mahiyetinde bir şey söylemeden kapatmak olmaz (hatta göremiyorsanız ctrl+f5′le Cliff banner’ımızı da görebilirsiniz). Şimdi hemen benim için bir şey yapın.

En sevdiğiniz media player’ınızı, ipod’unuzu vesairenizi açın, şarkı olarak Whiplash’i ayarlayın, varsa bass boost’u aktive edin, play’e basın ve döneminin en yetenekli metal basçılarından birini tekrardan saygıyla anın. Ben öyle yapıyorum.

Ufuk ÇETİNKAYA

REVOCATION’dan yeni klip

Sunday, September 26th, 2010

Yardıran son albümü “Existence is Futile“ın ardından yaklaşık 9 aydır durmaksızın turlayan REVOCATION, albümden “ReaniManiac”a çektiği klibi yayınladı.

Albümden çıkan şeker gibi ilk klip “Dismantle the Dictator” da aşağıdan görülebilir.

OBSCURA yeni albüm adını açıkladı

Sunday, September 26th, 2010

Alman progresif death metal grubu OBSCURA yeni albümünün adını “Omnivium” olarak açıkladı.

Grup “madem tekniğiz, açıklamamız da teknik olsun” demiş ve teknik detaylara giren bir açıklama yapmış. Buna göre Christian Muenzer yeni kullanmaya başladığı sekiz parmaklı tapping tekniğiyle çok acayip sololar atmış. Jeroen Paul Thesseling perdesiz basıyla harikalar yaratırken, davulcu Hannes Grossmann da kariyerinin en sert işine imza atmış ve dakikada 260 vuruşluk blast beat hızlarına kadar çıkmış. Albüm 2011 başında bizlerle olacak.

DEVIN TOWNSEND’den heyecan verici yeni albüm haberleri

Saturday, September 25th, 2010

DEVIN TOWNSEND Nisan ayında çıkacak iki albümüne dair açıklamalarda bulunmuş.

“Cici albüm”

TOWNSEND bu iki albümden yumuşak olanının, yani “Ghost”un kayıtlarını tamamladığını açıkladı. Kariyerindeki en tatlı ve yumuşak albüm olarak nitelediği “Ghost“ta çok doğal bir sound yakaladığını belirten TOWNSEND, bu doğallığı sağlamak adına farklı yollara da başvurmuş: içindeki yankıyı çok beğendiği bir tünelin ortasında arabasını durup slide gitar kaydı yapmak gibi. TOWNSEND “Ghost“un çift CD’lik bir double albüm olacağını da eklemiş.

“Öküz albüm”

Yine Nisan ayında çıkacak ve TOWNSEND’in kariyerindeki en sert ve ekstrem albüm olacağını söylediği “Deconstruction”a dair de haberler var. TOWNSEND “Deconstruction“ın da çift CD’lik bir double albüm olacağını ve albümde Prag Senfoni Orkestra’sıyla çalışacağını açıklamış.

Extreminal Productions’dan yeni ürünler

Saturday, September 25th, 2010

2 Türk grup (MAKATTOPSY & REKTAL TUŞE) ve 2 Endonezyalı grubun (CRANIAL SCHISM & REVER) parçalarının yer alacağı “4 Ways Of Eastern Brutality” adlı split Ekim ayı içerisinde Extreminal Productions & Total-Death Productions etiketi ile piyasada olacak.

Tracklist:
Cranial Schism (www.myspace.com/cranialschism)
01. Konspirasi Monotheisme
02. Shitting on a Crucifix
Rever (www.myspace.com/reversounds)
03. Understand Death Has No Use For Time
04. You Killed Yourself
Makattopsy (www.myspace.com/makattopsy)
05. Proctology Process
06. Cockless
Rektal Tuşe (www.myspace.com/rektaltuse)
07. Zile Basar Gibi
08. Analitik Geometri

Ön sipariş için : http://distro.extreminal.com

Extreminal Web’zine Editor & Distro Responsible
H.Fatih AKIN (Goremented)

http://www.extreminal.com

http://www.extreminal.net

http://www.extreminal.org

http://www.extreminal.tk

Extreminal Network : http://www.extreminal.biz

MACHINE HEAD – The Blackening

Saturday, September 25th, 2010

Son on yılın en çok konuşulan albümlerinden biri, hepimizin bildiği üzere 2007 çıkışlı WU-TANG CLAN albümü “8 Diagrams”di. Ben bu kadar geveze bir albüm duymadım yemin ederim. Albüm boyunca iki dakka susmuyorlar arkadaş. Durmadan konuşuyorlar. Bır bır bır bir o anlatıyor bir öbürü… (Ve en başarısız esprili yazı girişi ödülünü kazanan…)

MACHINE HEAD’i her zaman akıntıya göre yön değiştiren bir grup olarak görmüşümdür (Çünkü öyleler). Bir “Burn My Eyes”a bakın, bir “The Burning Red”e, bir de “The Blackening”e. Dönemin etkilerini bir şekilde içlerinde barındıran yapıtlar.

Kartları en baştan masaya açarsak, demeliyim ki bu albüme yönelik övgülerin büyük bir kısmını abartı olarak görüyorum. Gerek metal dünyasından, geren basından, gerekse çoğu dinleyiciden benzeri az görülür türde bir takdir ve övgü aldıysa da, “The Blackening”in ortanın üstü bir albüm olduğunu düşünüyorum.

Hele ki baba dergilerden gelen “Son 10 yılın en iyi albümü” yorumlarına, 10 seneyi bırak, son 3 senenin en iyisi olduğu şüpheli diye karşılık vermek istiyorum.

Girişelim.

Bu kadar çok övgü alan bir albümün aslında o kadar da bir olayının olmadığını kabul ettirmeye çalışan bir yazı yazmak anlamsız olur elbet. Belki albümün olağanüstülüğünü ben göremiyorumdur, belki de pek çok insan basın gazlamasıyla albümü yüceltenler ordusuna katılıyordur. O yüzden görüşümü kısaca özetleyip yerime oturmayı planlıyorum.

MACHINE HEAD’in daha baştan albümün “büyük” olmasını amaçladığı, ona önemli bir kimlik kazandırma niyetinde olduğunu görmek mümkün. Belli ölçüde ticari kaygıları her zaman olan bir grubun, yeni albümünü Clenching the Fists of Dissent gibi on bir dakikalık bir şarkıyla başlatması, bariz şekilde bu amaç için yapılan bir hamle. Aşağıdan da görülebilen ikonik kapak çalışması da yine bu gayeyi destekler nitelikte.

Ay yanlış kapağı koydum; doğrusu, üstteki albümden bir yıl sonra çıkan bu bu kapak olacaktı.

Komiklik yaptım evet ama “Nası ya?” demenize gerek yok; o iskelet figürü 1500′lerde kullanılan ve insanları korkutarak Hristiyanlık propagandası yapılan oyma tabletlerde kullanılan bir figür, yani anonim bir tasarım. Yine de daha önceden bir albüm kapağında kullanılmışlığı var gördüğünüz gibi.

MACHINE HEAD’in bu albümde müzisyenliklerini öne çıkarma çabası sonucunda ortaya çıkan şarkıları, bence albümün en güzel anları. Bir Aesthetics of Hate, misal MACHINE HEAD’in en sevdiğim şarkısı, hatta bana göre grubun kariyerinde yaptığı en iyi şarkı. Onun dışında Slanderous da gayet hoş anlar barındıran, bir altta okuyacağınız paragrafın aksine, hakkaten gayet gaz bir şarkı.

Ancak albümün tümüne baktığımızda bence şöyle bir şey var. İnsan dinleyicilik konusunda profesyonelleştikçe, bir yerden sonra kendisini gaza getiren ve coşturan şeylerin sayısı azalıyor. Hepimiz yaşıyoruzdur bunu. Bir tane film çekip “Artık film izleyemiyorum, hep yönetmen gözüyle baktığım için filmin konusundan zevk alamıyor, çekimine, ışığına, vesairesine bakıyorum” türü lavuk açıklamalar yapan ünlülerimizinki gibi bir “Ay hayatım öylesine uzmanlaştık ki müzik dinleyemez olduk vallahi” mallığından bahsetmiyorum elbet; ancak kabul edersiniz ki müzik dinledikçe insan şarkı içerisindeki kimi olayların “ne amaçla” yapıldığını da anlayabiliyor. Kısacası, demem o ki, bu albümde “çok sert” veya “çok gaz” olması amacıyla yapılan kimi rifler, bölümler, bana o kadar da çekici gelmiyor. Bunun Robb’un rif yazım tarzının bana sıradan geliyor oluşu olarak da geçiştirebilirim tabii, ancak albümün yirmi yıllık dergiler tarafından bile son on yılın en iyisi seçilmesini, onu geçtim yukarıda hiçbir orijinalliği olmadığını gördüğünüz albüm kapağının Roadrunner Records tarihinin en iyi on kapağından biri seçilmesini falan anlamlandıramıyorum.

Tüm grup elemanları üzerlerine düşeni, hatta grubun geçmşine bakınca gördüğümüz üzere üzerlerine düşenden fazlasını yapmışlar. Robb Flynn’in albüm çıkışı dolaylarında “Bu albüm bizim Master of Puppets’ımız” demesinden de bu anlaşılıyor zaten. Albümde amaçlanan ve başarılan bir saf öfke hissiyatı sürekli olarak var, ancak MACHINE HEAD’in o dönemin rüzgârına göre değişen tarzı dolayısıyla, bu öfke hissini seksenler ve doksanların albümlerinde görülen o çiğ, o samimi öfkeyle kıyaslayamıyorum.

Yine de hakkını vermek lazım. “The Blackening” azimli bir çaba. Güzel şarkılar içeren, bence sıkıcı anlar barındırsa da asla kötü denemeyecek, iyi bir dinlemelik.

Başyapıt? Sanmıyorum.

MELECHESH’ten beşinci yeni albüm videosu

Saturday, September 25th, 2010

MELECHESH “The Epigenesis“i anlatan yeni videosunu yayınladı.

STAR ONE’dan yeni şarkı

Saturday, September 25th, 2010

STAR ONE yeni albümü “Victims of the Modern Age“den “Earth That Was” adlı şarkıyı kullanıma açtı.

CRADLE OF FILTH’ten yeni şarkı ve albüm açıklaması

Friday, September 24th, 2010

CRADLE OF FILTH yeni albümü “Darkly Darkly Venus Aversa“dan “The Cult of Venus Aversa” adlı şarkının bir kısmını hizmete sundu.

Aşağıdan da Dani Filth’in yeni albüm imajı eşliğinde “Darkly Darkly Venus Aversa“yla ilgili yorumları izlenebilir.

REDEMPTION’dan albüm haberi

Friday, September 24th, 2010

Progresif metal grubu REDEMPTION yeni albümünü 2011 içinde çıkaracağını açıkladı. Albümde yer alacak şarkılardan bazılarının isimleri ‘Noonday Devil’, “Dreams From The Pit” and “Rain In My Soul” imiş.

Onun haricinde, 2008 yılında tedavi edilmesi çok zor ve 5 yıllık ömür biçilen bir tür kan kanserine yakalandığını açıklayan gitarist Nicolas van Dyk, daha önünde uzun bir tedavi süreci olduğunu ve aldığı ilaçlar yüzünden pek çok kötü yan etkiyle mücadele etmesine rağmen hastalığını yenme yönünde umut ışıkları olduğunu açıklamış.

REDEMPTION geçen sene çıkardığı “Snowfall on Judgement Day” ile pek çok kesimden büyük övgü almış ve adını daha geniş bir kitleye duyurmuştu.

MOSE GIGANTICUS – Gift Horse

Friday, September 24th, 2010

İşte bir gecikmiş promo daha. Albümün promosu bize ulaşalı 10 yıl, albüm çıkalıysa nereden baksan 7-8 yıl oldu, biz daha yeni yazıyoruz. Ama en azından yazıyoruz. Ne demişler, geç olsun (may the force be not with you). Evet. Aynen böyle demişler.

Wikipedia MOSE GIGANTICUS için synth punk / heavy metal grubu diyor. Grubun önceki albümlerini dinlemişliğim olmadığından bu konunun derinlerine inesim yok, ancak bildiğim bir şey var ki o da MOSE GIGANTICUS’un bu albümünde bilinçli olarak daha sert bir yöne kaydığı. Diyeceksin ki öncekileri dinlemeden nerenden uyduruyorsun, ben de diyeceğim ki grubun açıklaması bu yönde.

Grup dememe bakmayın. MOSE GIGANTICUS Matt Garfield adlı arkadaşın bir nevi solo projesi. Hardcore davulcusu olarak başladığı müzik hayatını, MOSE GIGANTICUS’un tüm şarkılarını yazan, klavyelerini çalan ve vokallerini yapan kişi olarak sürdürüyor. O yüzden yazıda grup olarak geçen her yerde sadece Garfield’dan bahsettiğimi anlayabilirsiniz. Zaten alttaki fotoğraflardan “grup” dediğim şeyin aslında ne olduğu görülebilir.

MOSE GIGANTICUS’un sertleşme kararının tek sebebi Viagra’yla yaptıkları sponsorluk anlaşması değil elbet. Asıl önemli sebep grubun önceki işlerinde adını fazlaca duyuramamış oluşu ve sert müziğin günümüzde hayli prim yapıyor olması diye düşünüyorum. Diğer sebepse, hmm nasıl ifade etsem… En kaba tabiriyle, MASTODON.

MASTODON’un son dört beş yıldır ortaya çıkan sayısız Amerikan grubunu ne ölçüde etkilediği hepimizin malûmu. Azıcık, miniminnacık bir sludge etkisi barındıran her grup, ne yapıp ediyor MASTODON’sal bir havaya kucak açmayı bir şekilde başarıyor; ya gitar, ya vokal babında MASTODON’dan etkilenmeyi ya da kopya çekmeyi ihmâl etmiyor. MOSE GIGANTICUS bu gruplardan biri. On yıllık bir oluşum olmasına rağmen, demek ki kendilerine özgü bir sound oturtamamışlar ve her albümde farklı bir yola gitmeyi uygun görmüşler.

Lâkin grubu “MASTODON çakması” olarak özetlemek de insanfsızlık olur. Etki bariz (Üstteki şarkının girişi? Blood and Thunder?), ancak ortada “MASTODON’un yapacağı türde şarkılar yapalım” hissiyatı da yok. Bir kere grup MASTODON kadar teknik değil; yani isteseler de yapamazlar. Üstteki klipten görebileceğiniz düzeyde agresif bir havaları var, ancak grubu MASTODON sound’undan ayıran en büyük özellik olan klavye ve synth tatlar sayesinde müzik arada bir neşe pınarı, renk cümbüşü haline de gelebiliyor. MASTODON’dan etkilenip de MASTODON’un başlıca ilham kaynaklarından biri olan MELVINS’den etkilenmemek de olmaz tabii. Gerçi etkilenmek biraz masum bir tabir oldu. Üstteki klibi izlediyseniz ve şarkı yapısı hâlâ kafanızdaysa, bir de şuna bakın derim. Eğer gizli bir tribute değilse, ortada ayan beyan bir çalıp çırpma olduğu aşikâr.

Yine en üstteki klipten görebileceğiniz üzere Garfield’ın vokalleri de Troy Sanders’ın bağırmalı vokallerine yakın bir yerde duruyor. Bu haliyle MASTODON’un “Remission” ve “Leviathan” dönemlerindeki havayı bulmak mümkün. Zaten albüm kapağında altta duran atı da sanırım bir yerlerden hatırlamışsınızdır. Şarkı isimlerindeki benzerliklerden bahsetmiyorum bile (“Workhorse / White Horse” ve “Iron Tusk / Demon Tusk”)

Kısacası, MASTODON sevmiyorsanız MOSE GIGANTICUS’u sevmeniz çok düşük bir olasılık. Lâkin MASTODON seviyorsanız ve grubun progresifleşme dalgasından ziyade eski çiğ halini tercih ediyorsanız, “Gift Horse”a bir şans tanıyabilirsiniz. Albüme baştan sona hayran kalacağınızı sanmam, ancak aradan bazı şarkıları çok sevmeniz de olası.

Yine de, bir albümün, kendisine dair bir kritikte bu kadar fazla başka grup adının geçmesine mahâl vermesi, hatta yorumlayan kişiyi buna mecbur bırakması da hoş bir şey değil. Onu da eklemeden edemeyeceğim. (Edemedim gördünüz.)

CHILDREN OF BODOM’dan çılgın stüdyo videosu

Friday, September 24th, 2010

CHILDREN OF BODOM 2011 başlarında çıkacak yeni albümünün kayıt ve kayıt dışı saçmalama sürecini içeren eğlenceli bir video yayınladı.

COBTV 1 ve 2 adı altında, üç yıl önce yayınlanan önceki iki saçmalama videosu da aşağıdan izlenebilir.

NEAERA’dan yeni şarkı

Friday, September 24th, 2010

Alman grup NEAERA yeni albümü “Forging The Eclipse“den “Heaven’s Descent” adlı şarkıyı albüm kapağından ulaşabileceğiniz promo sitesine koydu.

EXODUS yeni albümünden üç şarkıya klip çektiğini ve üçünün de aşşşırı iyi olduğunu açıkladı
Bursalı hard rock grubu KARAMESAİ yeni şarkılarını sundu
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.