# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
KATAKLYSM – Meditations
| 05.06.2018

Samimiyetsizliğin ve kendini tekrarın dışa vurumu.

Oğuz Sel

Kritiğin özetini en baştan yazayım:

Kataklysm, yine bildiğimiz vasat Kataklysm.

Böylesine sönük ve heyecansız bir girişle yazıyı açtım açmasına ama buralara nasıl gelindi, ne oldu bu gruba, samimiyetlerini nasıl kaybedip de kendilerini tekrara ve basit şarkı üretimine başladılar, kısa kısa, albüm albüm giderek gelin birlikte bakalım.

Kendisini yazı boyunca sıklıkla anacağım ve Kataklysm’i Kataklysm yapıp hayatın getirdikleri nedeniyle gruba erkenden veda etmek zorunda kalan Sylvain Houde’nin ifadelerine göre grup, kaydettikleri en ciddi materyali Nuclear Blast’in Almanya merkezine gönderdi. Bu demo kaydı, sound dâhil hiçbir şeye dokunulmadan “The Mystical Gate of Reincarnation” EP’sine dönüştürüldü ve 1993 yılında CD olarak basıldı. Yapımın en dikkat çekici parçası; vurucu riflerin havada uçuştuğu, Houde’nin insanlıktan çıkmayı nasıl becerdiğini overdub’lı vokallerle gösterdiği ve davulcu Max Duhamel’in sonraları “Hyperblast” olarak adlandırılacağı ilginç blast beat tekniğiyle olayı şova dönüştürdüğü “The Orb of Uncreation” idi. Tabii bu sadece başlangıçtı ve Houde’nin okült işlere merakı, grubun yaptığı müziği doğrudan doğruya etkiledi. İlginç şarkı sözleri, uzun uzadıya anlatılan mevzular, şarkıların sıra dışı düzenlemeleriyle birleşince, o dönem için benzersiz bir iş ortaya çıktı.

Takvimler Ocak 1995’i gösterdiğinde, arkasına Nuclear Blast gibi bir devi alan Kataklysm’in yeni albümü “Sorcery”yi çıkardı. Karambol üzerine kurulu, kaotik, taş gibi ve tüylerini ürperten şarkılarla bezeli albüm, alışılageldik death metal şarkı kurgularından çok farklıydı. Parçalar, tahmin edilebilirlikten o kadar uzaktı ki albümü birkaç kez dinlemek bile olaya tam olarak hâkim olunabilmesine kâfi gelmiyordu. Boğuk bir sound’la oluşturulan “Sorcery” yine Houde’nin deliliğin dağlarında gezen zihninden kopup gelen upuzun lirikleri içeriyordu. Ve sanki, sanki bazı yerlerde Houde kendi deneyimlerini anlatıyordu. “Bir şeyler”in kendisini uyandırdığından, havaya kaldırdığından bahsettiği, mistik riflerle bezeli “Garden of Dreams (Chapter I, Supernatural Appearance)” bu eserlerden biriydi. Öte yandan albümde “World of Treason” adında enstrümantal bir parça vardı. Dinlediğinizde çok çok uzak coğrafyalardaki bir başka ünlü grubun, meşhur şarkılarından birinin başlangıcıyla bir hayli örtüşen eserin, devamı da yapılacaktı. Ama asıl bomba çok değil, bir buçuk sene sonra patlayacaktı.

Buralarda dilim döndüğünce anlattığım “Temple of Knowledge (Kataklysm Part III)” Sylvain Houde döneminin zirvesi oldu. Süper enstrüman kullanımı, Houde’nin öküzlükten ödün vermeyen tavrı ve sound’un da etkisiyle daha rahat takip edilebilir şarkılar, “Temple of Knowledge”ın, Kataklysm’in en esaslı işlerinden biri olmasını sağlıyordu. Önceki paragrafta bahsettiğim hikâye anlatma işinde kendini öne çıkaran Houde, artık gemi azıya almıştı ve albümün hiti olan “Awakener”da “Houde” isimli şahsiyeti, özel bir ruhban sınıfının rahip üyelerinden biri olarak gösteriyor, dinleyicileri “1” ve “9” rakamlarının oluşturduğu ve oluşturacağı tarihlere karşı uyarıyordu. Gerçekliği ustaca çarpıtan ve Kanada’daki Sylvan Lake kasabasını Sylvan Dağı’na dönüştürüp anlatısına yediren Houde, tam anlamıyla yaratıcılığının zirvesini yaşıyordu.

Bugün, çeşitli makalelerde yaratıcılıkla şizofreninin bıçak sırtı bir dengede olduğu yazılıp çiziliyor fakat yaşadığı depresif olaylar neticesinde Houde maalesef bu dengeyi şizofreninin galip geleceği yönde yitirdi. Kendi ifadelerine göre kız arkadaşını kaybeden ve bunun ardından yaratıcılığını besleyen zihnini, şizofreni hastalığına teslim eden Sylvain Houde gruptan ansızın ayrıldı.

Houde’nin ayrılışının ardından Kataklysm yoluna devam etti, basgitarda ve geri vokalde olan Maurizio Iacono vokale geçti. Geçti geçmesine ama yeni Kataklysm, Kataklysm’den çok Tataklysm gibiydi. 1998’de çıkan “Victims of This Fallen World” içinde iyice melodiler barındırmasına karşın sanki Kataklysm değil de başka bir grubun çıkardığı bir albüm gibiydi. Ahmet’in Kataklysm kritiklerinde sıklıkla vurguladığı başarısız şarkı sözü yazımının milâdı da sayabileceğimiz yapımda, gruba dair tek elle tutulur şey, davullardaki Hyperblast tekniğiydi. Hypnotic Records etiketiyle çıkan albümün, grupla şirket arasındaki anlaşmazlık nedeniyle daha yavan bir sürümü daha yayınlandı ama bence ilk hâli çok daha iyiydi. İyiydi de bu grup pek Kataklysm değildi yine de.

Gelen tepkilerden mi yoksa gruptaki tatsız ayrılığın etkisi geçip kendilerine geldiklerinden midir bilinmez ama 2000 yılının Nisan ayına adım atıldığında, müzikal açıdan en doyurucu Kataklysm albümlerinden “The Prophecy (Stigmata of the Immaculate)” çıkageldi. Houde’nin “Awakener” parçasında dillendirdiği “1” ve “9” rakamlarındaki kehaneti, sözde kendine konu edinen “1999:6661:2000” ile açılışı yapan albümün geneli, müzikal açıdan çok iyiydi. Köklere dönme niteliği arz etmese de yapım, Maurizio’lu Kataklysm’in de sevilebileceğinin bir göstergesiydi. İçinde “Manifestation”, “Astral Empire” ve “The Renaissance” gibi çok iyi parçalar barındıran albüm, grubun rotasını melankolik yönü ağır basan melodik death metale doğru kaydırdığını işaret ediyordu. Hırçınlığından taviz vermese de hep bir hüzne ev sahipliği yapan eserler, çok iyi müzik, aşırı derecede basit lirikler içermeye devam ediyordu.

Grubun tarih merakının su yüzüne çıktığı ve belki de Ex Deo projesinin başlamasına vesile olan “Epic (The Poetry of War)” önceki albümün bir sene sonrasında dinleyicilerle buluştu. Daha tok bir sound, artık Kataklysm’le özdeşleşen enstrüman kullanımı, Maurizio’nun tonunu sertleştirdiği harsh vokal albümün dinlenebilirliğini arttırıyordu. Kendi içinde değişim/dönüşüm geçiren şarkı oluşturma konusunda da çıtayı yukarı taşıyan ekip, “As the Glorious Weep, Roma: Part 2” gibi şarkılarla duygusal ve epik sayılabilecek işleri albüme yedirirken konsept dışında kalan “Manipulator of Souls” gibi eserlerle de hayvanî yönünü sürdürüyordu. Ama çok iyi şarkıların yanına eklenen ortalama şarkılar, ufak ufak tat kaçırıyordu.

Kataklysm yıllar sonra içinde boş yok diyebileceğim ilk albümünü yaptı ve bu albüm, tahmin edebileceğiniz üzere “Shadows & Dust” oldu. Şarkıların kompozisyonları, oluşturdukları rifler ve melodiler, Hyperblast’in şarkılara yayılışı ve hükmedişi, haldır huldur giden şarkının kendini tek gitara bırakıp gitarın da dinleyiciye saniyeler içinde boyut değişimi yaşatması, grubun olgunluğunun meyvesini yemeye başladığının göstergesiydi. Ve tüm bunlar her sene bir albüm çıkarabilen, aşırı derecede üretken bir grubun işiydi.

Modern metalin seyrini yakından takip eden topluluk, müziğinin yapısını radikal biçimde olmasa da küçük ayrıntılarla bu yönde şekillendirmeye başladı ve Djent kokan şarkıları beraberinde getiren “Serenity in Fire” 2004’ün Mart ayına bomba gibi düştü. Albümde baget sallayan Martin Maurais, Hyperblast tekniğini alıp çok başka noktalara taşıdı albümde. Gitarlardan dökülen gaz dolu riflere ise Maurizio’nun tavizsiz vokalleri eşlik ediyordu. Artık Kataklysm başka bir yola girmişti ve bu yolda giderek devleşiyordu. Yarattıkları melodiler, sürprizli kompozisyonlar, nefes aldırmayan trafik, tertemiz sound’la birleşince ortaya fevkalâdenin fevkinde bir yapım çıkıyordu. “As I Slither”, “The Night They Returned” ve bilhassa “The Tragedy I Preach” albümün öne çıkan, Kataklysm’in de yeni döneminin en iyi temsilcilerinden oluyordu.

Denzel Washington’ın “Man on Fire” filminin en vurucu sahnelerinden birinde sarf ettiği “Revenge is the meal best served cold.” sözüyle başlayan “In the Arms of Devastation”, grubun yeni keşiflere çıktığı, yine süper şarkılarla berbat şarkıların bir araya getirildiği bir albümdü. Artık tahmin edilebilirlik sınırlarında müzik üretmeye başlayan ve bunu tek bir şarkıda değil, albümün genelinde dinleyicilerine gösteren ekip, “The Road to Devastation” gibi parçalarla damar tarafını yansıtıyordu.

Sonrası. Sonrasını az çok biliyorsunuz, Ahmet’in de Kataklysm kritiklerinde belirttiği gibi grup kısır bir döngüye girdi. Yavan ve samimiyetsiz şarkılar, basit sözler, tat vermeyen sound, Kataklysm’in girdiği “Road to Devastation”ı temsil ediyordu bir bakıma. Açıkçası “Prevail”den zerre kadar keyif almadım dinlerken. Zaten grubun keyif verici fikirleri tükettiği de ortadaydı, bunun en bariz örneklerinden biri, Houde dönemi “Rays of Ra”nın bir kısmının kopyalanıp yapıştırıldığı “Blood in Heaven”dı mesela. Grubun berbat gidişi, ruhsuzlukta ve sıkıcılıkta ayrı bir çığır açan “Heaven’s Venom” ile sürdü. Yetmez ama evet dediğim “Waiting for the End to Come” ve Ahmet’in gömdüğü kadar olmasa da eh işte diyebileceğim “Of Ghosts and Gods” çıktığı dönem çok dinlediğim işlerden oldu. Her iki albümde de fena olmayan şarkılar vardı, yine hüzünlü ve gaz rifler birlikte halay çekiyordu ama hep dediğim gibi şarkı olsun, albüm dolsun diye eklenen eserler vardı ve bunlar kulağa acayip batıyordu.

Gelelim “Meditations”a…

“Meditations” yine belirli bir konsepte oturmayan bir albüm ismi öncelikle. Ortada ruhanî falan bir şey yok; yukarıda da uzun uzadıya anlattığım gibi öyle derinlikli şarkı sözü yazma işi Houde ile bitti. Keza şarkı kurgularında da albüm ismine gönderme olacak pek bir şey yok, “pek bir şey” diyorum, sadece “Narcissist”in başında Spectrasonics’in Omnisphere VST’sindeki Tuvan gırtlak sanatçısının patch’i var, hepsi bu. Kaçıncı grup, kaçıncı defa aynı patch’i kullanıyor, vallahi ben yazmaktan usandım. Gruplar, prodüktörler, birbirlerinden bu kadar mı habersiz de pişti olmaktan sıkılmıyor, utanmıyorlar, anlamam mümkün değil.

Kataklysm tarafında denizin bittiğini gösteren son albüm, ortada belirgin birkaç rif haricinde kuru gürültü ve tarama gitardan ibaret. Elle tutulur iki şey var, süper davul tonu ve davul kullanımı. Yani iyi davul işitmek için albümü dinleyebilirsiniz ama iyi müzik dinlemek için başka bir albüm seçmeniz gerek. Single olarak yayınlanan “Guillotine” albümü açıyor açmasına ama biraz teknik biraz da “Victims of This Fallen World” ayarında ritim kullanımıyla oluşturulan şarkı, değil Kataklysm standartları, bu türün bile standartlarının hayli altında. Öte yandan yine adamların kendilerini tekrar ettikleri eserlerden biri bu şarkı; önceki albümde bulunan “Marching Through Graveyards” şarkısının vokal kısımlarına bir göz atın, sonra buna gelin bakın, liriklerin vokale yedirilme sistemi tamamen örtüşüyor ve bu çok rahatsız edici. Çift gitarlı ve basgitar yürümeli bölümleriyle albümün en eli yüzü düzgün parçaları ise bana göre “And Then I Saw Blood” ve “What Doesn’t Break Doesn’t Heal” oluyor. Bunların haricinde yine şurası kesin şöyle devam eder diyeceğiniz bir dolu şarkı var albümde.

Grup üyelerinin üretkenlik konusunda bariz bir sıkıntı yaşadıkları çok açık. Groove taklidi yapan kısımlarının arkasına saklanmaları, zaten kısa olan şarkı sürelerini gereksiz efektlerle veya introvari kısımlarla süslemeleri, sürekli “Yahu bu da şu albümlerindeki o şarkıya benziyor,” hissini yaşatmaları, temsil ettikleri türün -ki bu tür melodik death metal- içini doldurmaktan uzak bir profil çizmeleri, Kataklysm adına üzüntü verici. Sırtlarını uzun zamandır Nuclear Blast’e dayamış olmaları ve yeni nesil metal dinleyicilerine kendilerini bu halleriyle özümsetmeleri nedeniyle vasatın dibine vurmakta, sıkıcı şarkıları bir de fade out ile bitirmekte sakınca görmeyen grubun, tüm bu vasatlıklarına rağmen hâlâ nasıl albüm satıyor olabildiklerine aklım sırrım ermiyor, inanın.

Albüm hakkında uzun uzun süper şeyler yazmayı planlamışken çok başka bir yazı çıktı ortaya, bu vesileyle Sylvain Houde’ye hastalığıyla mücadelesinde kolaylıklar dileyeyim. Kataklysm’e de eser miktarda yaratıcılık ihsan edilmesini dileyeyim; dileyeyim ki efsane olması gereken ve kariyerinde çeyrek asrı devirmiş olmasına rağmen elan bir anıt eser çıkaramamış grup, en azından bu motivasyonla bir işe girişsin. Daha iyi albümlerde görüşmek üzere.

3,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (5.63/10, Toplam oy: 24)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2018
Şirket
Nuclear Blast
Kadro
Maurizio Iacono: Vokal
J-F Dagenais: Gitar
Stéphane Barbe: Bas
Oli Beaudoin: Davul
Şarkılar
1. Guillotine
2. Outsider
3. The Last Breath I'll Take Is Yours
4. Narcissist
5. Born to Kill and Destined to Die
6. In Limbic Resonance
7. And Then I Saw Blood
8. What Doesn't Break Doesn't Heal
9. Bend the Arc, Cut the Cord
10. Achilles Heel
  Yorum alanı

“KATAKLYSM – Meditations” yazısına 8 yorum var

  1. Bir_dost says:

    Konuyla alakasız olacak ama, “vasat” ortalama anlamına gelen, yergi barındırmayan bir kelime.

  2. northern says:

    “alacağım son nefes seninki olacak” ne güzel bir şarkı ismidir ya puhahahaha.

  3. kavanozkafa says:

    Bu albümü bir kez dinledim yorum yapmayacağım ama 13-14 (emin değilim) stüdyo albümü çıkarmış bir grubun bir tane güzel albüm kapağı olmaz mı arkadaş hepsi kötü.

  4. Swedish says:

    Temiz prodüksiyon ve melodic death metale bayılırım.Kataklysm ün bu alanda dinlediğim en güzel albümü olmuş.Günlerdir dinliyorum.
    Özellikle Achilles heal ve in limbic rasonance parçalarına bayıldım.
    Başıma da ne gelecekse gelsin :)

  5. dice says:

    gömüldüğü kadar kötü bir albüm olduğunu düşünmüyorum, türün standartları içinde bence başarılı bi albüm, zaten çığır açıp kapatmalarına da gerek olduğunu düşünmüyorum

  6. OblomoV says:

    Kritikte grubun tarihi güzel özetlenmiş fakat albüm fazla gömülmüş. Evet çok güzel anılarım var eski albümleriyle o havayı yakalamıyor ama saçmaladıkları da söylenemez. Birkaç şarkısı dışında gayet beğendiğim bu albümü. Yabancı sitelerde genelde 6/10, 7/10 puan almış.

    6,5/10

  7. Alondate says:

    Ben de gereksiz yere gomuldugunu dusunuyorum. Ayrica vasat diye nitelendirilen bir urun en azindan 10 uzerinden 5, 6 almali

  8. FIRAT TALE says:

    cok guzel bir inceleme olmus, eline saglik, cok dinledigim bir grup degildi, ilk albumleri dinleyesim geldi.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.