# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
BLIND GUARDIAN – A Night at the Opera
| 29.08.2012

Bu gece harikaydın.

Blind Guardian her zaman ondan ne bekleyeceğinizi bildiğiniz, yapacağı şeyler hemen hemen belli olan, sizi yanıltmasını en son beklediğiniz gruplar arasında başı çekebilecek düzeyde istikrarlı olmayı başarmış ve adını power metal camiasına altın harflerle işlemiş; türün en ilham verici, en çok adından söz ettiren, en meşhur ve tabii ki en kaliteli işlerini kendi özgün tarzlarıyla yapıp benim de ön saflardan dahil olduğum bir müziksever ordusunun başında durmakta olan bir nimettir. İnceleyeceğim albüm ise birçok platfromda Blind Guardian’ın müzikal yönünü değiştirdiği albüm olarak görülüyor. Fakat ben her ne kadar grubun o kendine özgü havasını bu albümde koruduğunu düşünsem de albümün içine girdikçe ve şarkılar beynimin içinde dönmeye başladıkça grubun o zamana dek yapmadığı veya ön plana çıkarmadığı birçok öğe de gözüme (kulaktır o) çarptı tabii.

İçine girelim operanın. Öncelikle isminden başlayayım. Bilindiği üzere Queen’in rock tarihine armağanlarından olan adaş bir albümü var. Ve yine bilindiği üzere gardiyanların nefis ötesi bir “Spread Your Wings” cover’lamışlıkları da var. Yani bunun bir tesadüf olmadığı aşikar. Peki neden bu başlık seçildi? Bu konuda grubun ritim gitaristi Marcus Siepen’e kulak verelim:

“Ve bir gece Hansi ‘A Night At The Opera’ ismini koyma fikrini öne attı, çünkü hem albüm kapağına hem de müziğimize uyuyordu. Albümde oldukça fazla orkestral kısım vardı ve Queen de bizim en büyük ilham kaynaklarımızdandı, yani bu biraz da onlara saygı duruşu niteliğindeydi. Gruptaki herkes ismi sevdi. Daha önce koyduklarımızdan tamamen farklıydı. Müziğe tam olarak oturmuştu ve biz de koymaya karar verdik.”

Müzikal olarak ilk göze çarpan öğe tabii ki opera kavramına yakışır şekilde müzikte oldukça ön planda olan orkestral kısımlar. Müziği etkileyici yapmak adına oldukça önemli olsa da eğer iyi düzenlenmezse gerçekten kötü sonuçlara yol açabilen buişler, Blind Guardian gibi ne yaptığını bilen ve yetenekleri belli olan elemanlardan oluşan bir grubun albümünün temeline oturtulduğunda gerçekten de müziğe uygun ve rifflerle inanılmaz bir kollektif gösteren bir yapı çıkmış ortaya. Çoğu yerde tartışılsa, hor görülse, dışlansa da ben bu koroların, orkestra düzenlemelerinin, en çok da Hansi’nin vokal etkileyiciliğini yıldızlardan ahirete taşıması adına, grubun müziğini şahlandırmış olduğunu savunanlardanım.

Albümün temel taşlarından bir diğeri de tabii ki Blind Guardian lezzeti. İlk olarak şundan bahsetmeliyim, Blind Guardian kariyerinin her döneminde belirli konseptlere (en azından şarkı bazında) bağlı olarak müzik yapmış bir grup. Ve her zaman bu konsepti veya anlatmak istedikleri herhangi bir şeyi tamamen içimize köklemek için nokta atışı denebilecek özende ve kendi özel iksirlerini de katarak bizi bu alemden kısa süreli de olsa koparan riffler yazmış, sonucunda çoğu zaman şaheser veya ona yakın şeyler çıkarmış; genel olarak da her zaman ortalamanın açık ara üstünde bir grup olmuştur. İşte bu yapı da alabildiğine ihtişamlı düzeyde önümüzde duruyor. Fakat grup bu temelin yanına orkestral öğeleri de katınca elemanların adeta zihinleri açılmış ve her biri daha önceki albümlerde denemedikleri birkaç şey yapıp albümü, Blind Guardian’ın geniş yelpazesi düşünüldüğünde dahi, diskografilerinde farklı bir yere koymak adına müziğe önemli katkılarda bulunmuşlar.Bu farkların göze çarptığı (kulak lan) noktaları teker teker söylemekten kaçınmamın sebebiyse albümü ilk dinleyişinizde bile söz konusu bölümlerin zaten kendini göstermesi. Ancak burada önemli olan nokta, grup her ne kadar o döneme dek yapmadıkları şeyleri size duyurmayı albümün çekiciliğini yukarılara taşımak için bir misyon hâline getirmiş olsa da, şayet albüme şans tanır da birkaç defa dinleyecek olursanız, kulağınızın bu değişik bölümlere alışması ve aslında gruptan böyle şeyler bekleyebileceğinizi düşünmenizi sağlayabilecek düzeyde aşmış olmaları.

Müzikal yapı hakkında eklemek istediğim son şey ise albümün en yoğun Blind Guardian albümü olması. (Hatta şöyle bir şey de var ki grup üyeleri şarkıların düzenleme aşamasında geldiklerinde birbirlerine “Oha, sen orda öyle mi çaldın lan?” , “O nota nerden çıktı olm!” , “Bak baaak, çaktırmadan coşturmuşun hee, çakaal.” tarzı cümleler kurmuşlar) Fakat bu durum albümün içine girmenizi zorlaştırmaktan çok şarkılara daha bir kulak kesilmenizi, bir nota dahi kaçırmadan dinlemek istemenizi sağlıyor. Çünkü her ne kadar yoğun olmuş olsa da sonuçta bu adamlar yıllardır beraber müzik yapıyorlar ve her saniyeyi akıcı hâle getirmek onların doğal yeteneği.

Konsept konusundaysa tek bir konu veya dönem işlenmemiş albümde, tam tersi Galileo’dan Kudüs’e; Nietzsche’den Truva’ya kadar çok geniş bir yelpaze var. Fakat bu açıdan da bütünlük yakalanmamış olsa da tüm konseptler yine gruptan bekleyeceğiniz şekilde tasarlanmış. Şarkılar birbirinden bağımsız olmasına rağmen albümü bir arada tutan şey, orkestral öğeler olduğundan albümün ismi, kapağı, içindeki resimve fotoğraflar bu yönde şekillenmiş. Ayrıca metal dünyasının en çok okuyan, araştıran abilerinin dördünü albüm içindeki fotoğrafta opera izlerken uyukakalmış şekilde bulmamız da geyik olmuş, güzel olmuş.

Şarkıların konularını da verip bu bölümün de sonuna gelelim. Ayrıca bu sefer öne çıkan şarkılar kısmı veya hangi şarkının hangi kısmının nefis olduğunu belirten bir bölüm yazmayacağım çünkü yazı zaten istemediğim kadar uzadı. (Eğer bu tarz bir şey isteyen olursa yorum olarak atabilir, ordan cevap vermeye çalışırım)
-Precious Jerusalem, İsa’nın son günlerini temel alıyor.
-Battlefield, “Hildebrant’ın Şarkısı” adlı eski bir Alman öyküsüne dayanıyor.
-Under The Ice, Cassandra’ya Truva Savaşı’ndan sonra ne olduğunu ele alıyor.
-Sadly Sings Destiny, “Eski Ahit”te İsa’nın dini görüşünü anlatıyor.
-The Maiden and The Minstrel Knight, “Tristan ve Isolde” adlı operanın bir bölümünü konu ediyor.
-Wait for An Answer, Hansi’nin bir hikayesini işliyor.
-The Soulforged,“Dragonlance” efsanesindeki “Raistlin Majere” adlı büyücünün öyküsü.
-Age of False Innocence, İtalyan bilim adamı Galileo Galilei hakkında.
-Punishment Divine, Alman filozof Fredrick Nietzsche’nin kendini aziz mahkemede yargılanırken düşlemesiyle ilgili.
-And Then There Was Silence, Cassandra’nın yaklaşan Truva Savaşı’yla ilgili görüşlerini işliyor.
-Bonus şarkı olan ve 7 farklı versiyonunda 4 farklı dilde yayımlanan Harvest of Sorrow, J.R.R. Tolkien’ın Silmarillion kitabındaki Hurin oğlu Turin “Turambar”ın (Turambar=Kaderin efendisi) trajik hikayesini anlatan bir parça.

Bir paragraf da albüm kapağı için açmak istemekteyim. Bilindiği üzere grup, daha önceki albümlerinin kapaklarını A.Marschall insanına yaptırmaktaydı fakat bu albümde ise yük, Paul Reymond Gregory’nin sırtına bırakılmış. Ve açık konuşmak gerekirse kapak çok kötü olmuş hatta direkt olmamış. Evet, kendisi iyi bir çizer olabilir lakin söz konusu Blind Guardian gibi her yönden etkileyici olan bir grubun albüm kapağını çizmek olunca kendisinin yeteneği (belki de tarzı farklıydı, gruba uygun değildi) kısıtlı kalmış. Haa, kapakta derdini anlatmış olabilir hatta arka kapakta sağ arkada oturan Gandalf’ımsı büyücü (ki bence direk Gandalf o) de çok iyi bir detay olmuş olabilir ama etkileyicilik veya göz alıcılık konusunda, özellikle de Blind Guardian için, oldukça yetersiz olmuş.

Toparlamaya çalışırsam, “A Night At The Opera” en sevdiğim ikinci Blind Guardian albümü ve birinci olamamasının sebebi tamamen Tolkien’ın nefis bir insan olmasından ve konsept albüm hastalığımdan kaynaklanıyor. Çoğu yerde kendisine birçok yönden (hatta bazıları gerçekten “Queen’in daşşaanı yiyin siz be, götünüz kalktı olm! Queen’inki nere bu albüm nere!” tarzında akla mantığa sığmayan cümleler olabilmekte) bok atılsa da bunun sebebinin albümdeki alışık olunmayan etkilerden kaynaklandığını düşünüyorum. Ama grubun gerçekten iyi bir takipçisiyseniz bu albümde neler yapılmak istenmiş, nelere öncelik verilmiş anlarsınız.

Sona gelelim. Genel olarak kötü tepkiler aldığından grup, girdiği bu yönü değiştirip son iki albüme az biraz farklı bir tarzla girişti bildiğimiz gibi. Keşke yapmasalardı keşke yine ayı gibi nakaratları, riffleri, etkileyici soloları bu sosla beraber duyabilseydik. Yazacak daha çok şey olsa da bu kadar uzun bir yazıyla dahi derdimi anlatamamak da benim beceriksizliğim, o ayrı.

9,9/10
Albümün okur notu: 12345678910 (7.58/10, Toplam oy: 65)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2002
Şirket
Virgin
Kadro
Hansi Kürsch: Vokal
Marcus Siepen: Solo gitar
André Olbrich: Ritim gitar
Thomas Stauch: Davul
Şarkılar
1. Precious Jerusalem
2. Battlefield
3. Under the Ice
4. Sadly Sings Destiny
5. The Maiden and the Minstrel Knight
6. Wait for an Answer
7. The Soulforged
8. Age of False Innocence
9. Punishment Divine
10. And Then There Was Silence
  Yorum alanı

“BLIND GUARDIAN – A Night at the Opera” yazısına 12 yorum var

  1. Kemal says:

    Benim en sevdigim BG albumu bu, belki de Queen in en sevdigim grup olmasiyla alakasi vardir bilemiyorum :)

    Ayrica bu albumun anisi vardir bende/ Bostanci da ki BG konseri gittim ilk heavy metal konseriydi ve bu albumun turnesi icin gelmislerdi. Bende o gazla bu albumun kasedini defalarca dinleyip ezberlemistim. Yani “bir albumu saniyesi saniyesine bilme, ezberleme” sendromunu ilk yasadigim albumlerden biri budur.

  2. Exorsexist says:

    bu albümün orjinalini alıp, dinledikten sonra pencereden frizbi misali fırlatmıştım.

  3. Jack White says:

    Açıkcası grup, pek dinlediğim tarzda müzik yapmıyor; soundları genel olarak aşırı melodik ve bizim anadolu öğelerine yakın ezgileri var.Bu bazı çevreler için dinlenebilirlik açısından dezavantaj olabiliyor.

    Kritiği beğendim, açıklayıcı ve objektif.

  4. Baybora says:

    And Then There Was Silence’ı her dinlediğimde hala ağlıyorum neredeyse…bu albüme de çok nefret görüyorum ayrıca genel olarak. Puan da 6′nın en azından biraz olsun üstünde olmalı diye düşünüyorum.

  5. dega says:

    uzun zamandır okuduğum en iyi albüm krtiği. benim için de çok ama çok önemli bir albüm. ellere sağlık…

    Beleg

    @dega, teşkür ettim

  6. çıtır says:

    Okuduğum en güzel kritiklerden biriydi eline sağlık yerine daşşağını yiyeyim demeyi düşündüm, demesem iyi gibi. 9′u bastım tereddütsüz, bana söyleyecek hiçbir şey kalmamış resmen.

    Beleg

    @çıtır, hehe sağolasın.

  7. Twat says:

    Ali Ekber Çiçek – “El vurup yaremi incitme tabip” türküsü kadar duygulanıp coştuğum tek şarkı var: “And then there was silence”. Her ikisi gibi böyle hem destansı, hem lirik, hem duygusal, hem çok diplerde bir yere dokunan az eser vardır. Şunca yıllık dinleyiciyim, 34 yaşındayım; hiçbir şarkıdan “And then there was silence” ve hikayesi kadar kolay kolay etkilenmiyorum. İlyada destanı, çöküş, babayı kaybetmek, savaşı kaybetmek, şerefli yenilgi, yenilgiye ağıt, hatta yer yer İrlanda halk dansları seviyesine kadar çıkan coşku vs. vs. hepsi var içinde.

    Aslında bugün büyük bir umutla Helloween yeni albümü dinleyip de 120. kez pek sarmadığında raftaki Imaginations CD’sine bakıp “bu dünyada senden başkası yalanmış” diye döndüm bu albüme(Helloween de kötü değil). Malum şarkıya sıra gelince de dayanamadım yazam dedim bunları heheh.

  8. Berca B. says:

    İtiraf: Bir kritiği kimin yazdığını bilememek sebepsiz yere aşırı tadımı kaçırıyor.

    Yiğit

    @Berca B., ben de kritiği bile okumadan direkt teşekkür yorumlarına bakıyorum. Genelde birkaç yoruma cevap verilmiş oluyor burada olduğu gibi.

    Berca B.

    @Yiğit, haklısın. Bu takıntım gözümü kör etmiş, yorumlara bakmadan direkt isyan bayrağını çekmişim. Yine de yazar isminin yerinin yorumlar değil, başlığın hemen altı olması gerektiğine inanıyorum.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.