Teknik death metal dinleyicilerinin dinledikleri şeyi sevip sevmemeleri noktasında karar vermelerini sağlayan belirli unsurlar olduğunu düşünüyorum. Bazı dinleyiciler için bir şeyin kompleks olması yetiyorken, bazıları ise dinledikleri şeyin duygu, atmosfer gibi bileşenlerine de önem veriyor ve dinlediği grup portföyünü buna göre şekillendiriyor.
Kendi zevkime ve sevdiğim teknik death metal gruplarına baktığımda tamamına yakınının bu kıstası yerine getirdiğini görüyorum. Bu şekilde olmayanların ise birtakım başka şekillerde öne çıktığını ve fark yarattığını görüyorum.
OMINOUS RUIN 2010’da kurulan ve ilk albümü “Amidst Voices That Echo in Stone”u 2021’de çıkaran bir teknik brutal death metal grubu. Müziklerindeki teknik taraf, bu türü icra eden kimi gruplardaki cerrahi hassasiyete, steril müzisyenliğe kıyasla olayın hayvanlık kısmına daha fazla odaklanıyor. Bu yüzden de OMINOUS RUIN teknik bir brutal death metal grubundansa brutal bir teknik death metal grubuna daha yakın duruyor.
Yazıya bu şekilde başlama sebebime gelince, OMINOUS RUIN bu skalanın duygu ve atmosferden ziyade tam gaz öküzlük peşinde olan tarafında yer alıyor. Burada duygudan kastım elbette ki CYNIC türevi bir hissiyat peşinde koşmak, hatta DEATH’in en teknik albümlerinde bile yakalamayı başardığı bir derinlik değil. Ne var ki kimi gruplar için mekanik kazımasyon her şeyin önünde yer alıyor ve iyi yapıldığında bu da gerekli takdiri görüyor.
OMINOUS RUIN’in bu noktada bazı iyi ve bazı sıradan özellikleri olduğunu düşünüyorum. Grubun iyi olan tarafı, türün varsayılan bir gereği olarak üst düzey müzisyenlik ve kusursuz performans. Gerçekten büyük efor gerektiren bir müzik yapıyorlar ve çatır çatır çalıyorlar. Bu eforun anlam kazanması gereken nokta olan bestelere baktığımızda OMINOUS RUIN’in SUFFOCATION, DEEDS OF FLESH gibi beybabaların bundan otuz yıl önceki yaklaşımını modern bir üslupla, 2025’e uygun bir sound’la sunduğunu görüyoruz.
OMINOUS RUIN’e çok yükselemememi sağlayan durumlar da burada ortaya çıkıyor. OMINOUS RUIN, günümüzde benzerleri epeyce olan türde, büyük oranda mekanik, formülize, kitabına uygun bir brutal teknik death metal yapıyor. Evet, hayvanlık var, şiddet var, yıkım var, ancak şarkıların uzun ömürlü olma ve akılda kalıcı parlak fikir barındırma konusunda eksiklerinin olduğunu düşünüyorum.
Böyle olunca da ortaya parlak ambalajlı, ancak muadili fazla, yıllar sonra akıllara geleceğinden epey şüpheli olduğum bir albüm çıkıyor. Bu şekilde düşünmemi sağlayan ve bana kalırsa albümün belirli bir değerin üstüne çıkmasını engelleyen konulardan biri de bu tarzın kıvamını, lezzetini veren o gerçekçi, organik, nefes alan prodüksiyondan ziyade gerçekten de epey mekanik, ruhsuz, steril, boğucu bir prodüksiyonun tercih edilmiş olması. Albümün prodüksiyonundan gitarist Alex Bacey sorumlu ve “Requiem” bugüne dek kendisinin prodüksiyonunu üstlendiği yalnızca ikinci albüm, ki diğeri de grubun bir önceki albümü. Bunlardan önce de üç adet EP’nin kayıt kuyut işlerini üstlenmiş.
Bu durumlardan ötürü “Requiem” benim için ne yazık ki kısa zamanda unutulacak bir albüm olmaktan öteye gidemiyor. Kötü değil, ama sadece kötü değil. Ve böylesi bir rekabetin, böylesi adanmış ve tutkuyla yanıp tutuşan bir dolu grubun olduğu bir ortamda, bana kalırsa fazlasıyla soğuk ve yakınlık kurulması, çok sevilmesi zor bir çalışma.