# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
DARK TRANQUILLITY – The Gallery
| 15.05.2010

Göteborg’un taşı toprağı…

1993-1996 yılları arasında Göteborg’da yaşayan metalci kitlenin tattığı zevki pek az metal kitlesi tatmıştır sanırım.

Geceleri bir mekanda arkadaşlarınızla takılırken falan rastladığınız, “Naber hafız naaptın, okul nası?” diye muhabbet ettiğiniz, Göteborg’daki aile çay bahçesinde poğaça yerken veya elektrik idaresindeki fatura kuyruğunda dikilirken gördüğünüz birtakım uzun saçlı adamlar, birkaç yıl gibi kısa bir zaman içerisinde Avrupa metalinin çehresini değiştirecek işler yapıyorlar. Bu işler kısa vadede melodik death metalin, uzun vadede ise diğer pek çok türe bulaşarak doksan sonu ve özellikle de 2000′ler metalinin değişiminde büyük rol oynuyor, bugün manyaklar gibi satan sayısız yeni nesil Amerikalı grubun neredeyse tüm altyapısını oluşturuyor (Ve ne gariptir ki, çıkışlarından on beş yıl sonra, “Bakın sizin yüzünüzden neler çıktı başımıza” diye pek bir zeki şekilde eleştiriliyorlar).

Bu üç gruptan AT THE GATES, bildiğimiz gibi türe daha bir thrash-vari yaklaşmış ve metal tarihinde önemli bir yer tutan “Slaughter of the Soul” ile İsveç death metalinin üç kitabından birini yazmıştı. AT THE GATES müziği, diğer iki hemşehrisine göre daha yırtıcı, daha direkt ve vurdulu kırdılıydı. Günümüze dek sayısız kez taklit edildi, bundan sonra da edilecek. Elbette ki yanına yaklaşan çıkmayacak.

Yine aynı dönemlerde, bu kez de IN FLAMES çıktı ve “Ben de “The Jester Race“le bu türe imzamı atıyorum hacı” dedi. Melodik death metali daha çok IRON MAIDEN’vari bir klasik heavy metal/power metal gözünden alan IN FLAMES, AT THE GATES’in yırtıcılığından ziyade, daha melodik ve kolay alışılır bir müzikle türün mihenk taşlarından birini daha yaratmış oldu. IN FLAMES, metal tarihinin, belki de duyulduğu anda bu denli sevilen ve benimsenen ender müziklerden birini yaratmış olmasıyla, bugün geldiği noktanın işaretlerini ta o zamandan vermişti.

Yine aynı dönemde, IN FLAMES’le vokalistleri değiş tokuş eden DARK TRANQUILLITY de bir albüm çıkardı. Günümüzde az önce bahsi geçen iki albüm kadar adı anılmayan ve geri plana atılan bu albüm, melodik death metal tarihinde, bu türün belki de en sanatsal işlendiği birkaç albümden biriydi. “The Gallery”ye hoşgeldiniz.

İçinde on bir adet şarkı olan, kırk sekiz dakikalık bir albüm “The Gallery”. DARK TRANQUILLITY’nin, kardeşi diyebileceğimiz IN FLAMES’ten en ayrık olarak durduğu yer olan underground havasını koruma hüviyetini belli edercesine, albümün hiçbir anında bir hit yaratma, bir konserde seyirciyi coşturacak türde şeyler yazma amacı göremiyorsunuz. Müzisyenlik anlamında da, duygu anlamında da, “The Gallery” son derece yoğun ve ayrı bir ihtimamı hak eden bir çalışma. Gayet cesur ve inovatif biçimde müziğe yedirilen farklı unsurlar, kadın vokaller, akustik gitarlar, DARK TRANQUILLITY’nin “davayı satmayan grup” olarak anılmasını sağlayacak düzeyde güçlü, katmanlı ve sadece müziğin kendisine hizmet eder nitelikte.

Nasıl bir ortamda, nasıl bir ruh haliyle yazıldıklarını hâlâ merak ettiğim, eşi benzeri olmayan olağanüstü melodiler; içinizden parçalar koparırcasına hisli ve yoğun bir vokal performansı, ve tüm bu ezici duygu yoğunluğunu pekiştiren, ince ince işlenmiş bir sanatsallık. Bir yanda vokalin her vurgusuyla içinizi depreştiren, kendi içinizden fışkırmak isteyeceğiniz türde bir güç ve heybet; diğer yanda her notası, her ayrıntısı ince ince işenmiş, elinizde tutmaya korkacağınız kadar hassas bir kırılganlık. Bu iki ekstremin muazzam bir yaratıcılıkla bir araya geldiği, şahsen melodik death metal ve sanat kelimeleri yan yana geldiğinde aklıma ilk gelen albüm, “The Gallery”.

“Bizler rüzgârı tutmak için uzatılmış parmaklarız…” diye başlayan ve her anıyla bir gövde gösterisi olan Punish My Heaven’ın ilk trampet vuruşundan, enginlere sığmaz duygularla dolu …Of Melancholy Burning’in duyulan son sesine… Şu an bu kelimeleri yazarken dahi tüylerinin ürpermesine engel olamayan bu satırların yazarı, “The Gallery”yi çoğu kez görmezden gelinen bir başyapıt olarak nitelemekten geri durmuyor.

Bazı albümler vardır. Sayısız kez dinlemiş, her şeyiyle içinize sindirmişsinizdir. Muazzam bir güzellik olduğunun farkındasınızdır ve albümün değerini de “bilen biliyor” türünde bir subjektiflikle görüyorsunuzdur. İşte “The Gallery” böyle bir albümdür. Şu kırk sekiz dakikanın size hissettirdiklerinin benzerlerinin, başkalarınca da, belki de aynı yoğunlukta hissedildiğini bilmek bile, bu albümün ne denli güçlü olduğunu gösterir.

Daha sayfalarca yazılabilir, her şarkıdan ayrı ayrı paragraflarca bahsedilebilir. Ama bu sefer kısa tutalım. Bu sefer “The Gallery”nin kendi görkemi konuşsun, Stanne’in ağzından çıkan her kelimedeki o gerçeklik, o güçle yanıp tutuşan tutku konuşsun… Zira şu an bunları yazarken arkada çalan şeyin ihtişamı,  bana bastığım her bir klavye tuşunun anlamsız olduğunu hissettiriyor.

10/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.61/10, Toplam oy: 360)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1995
Şirket
Osmose Productions
Kadro
Mikael Stanne: Vokal
Niklas Sundin: Gitar
Frederik Johansson: Gitar
Martin Henriksson: Bas
Anders Jivarp: Davul
Şarkılar
1. Punish My Heaven
2. Silence, and the Firmament Withdrew
3. Edenspring
4. The Dividing Line
5. The Gallery
6. The One Brooding Warning
7. Midway Through Infinity
8. Lethe
9. The Emptiness From Which I Fed
10. Mine Is the Grandeur...
11. ...Of Melancholy Burning
  Yorum alanı

“DARK TRANQUILLITY – The Gallery” yazısına 46 yorum var

  1. Berker İlhan says:

    Böylesine bir albüm yapan ama bilet yetersizliği nedeniyle konserleri iptal olan bir grup , çok içimde kaldı yahu.

  2. Ugur says:

    Bu gibi albümlere yorum yapmayı sevmiyorum çünkü yazıcak birşey bulamıyorum açıkcası(In Flames’in Jester Race’i Whoracle’ı olsun, RC’nin Theogonia’sı olsun ve daha niceleri).

    Yalnız bana sorsalar DT’nin şuanki hali mi eski hali mi diye, şuanki hali derim (diyorum da).2000 sonrası Dark Tranquillity’i daha çok seviyorum ben dürüst olmak gerekirse.

    darth sidious

    @Ugur, +1. özellikle son albüm gerçekten tam bi şaheser. the gallery kadar olmasın tabii =)

  3. b says:

    2000 sonrası ne dream theater bir şeye benzer ne de dark tranquillity. tabii kişinin kendi beğenisidir ama yine de bana saçma geliyor. 2000 sonrası dream theater ve dark tranquillity bana çok mekanik ve fabrikasyon gelmiştir. ruh lazım bana.
    bu albüme de 10 puan tabii.

    swedish

    @b,
    aynen katılıyorum o ruh maalesef 2000 li yıllara eriştiğimizde uçtu gitti.GErçi davaya en sadık kalan grup dark tranquillity oldu orası da ayrı

  4. Saygın says:

    slaughter of the soul ve the jester race düz yazı ise, bu albüm şiirdir.

    Gençay Aytekin

    @Saygın, hahah

    like fire

    ben şiiri pek seven biri değilimdir, ama bu albüme tapıyorum :)

    Ahmet Saraçoğlu

    @like fire, şiir benim de hayatta en nefret ettiğim şeylerden biridir, o yüzden ne yapıp edip yazıda şiir lafını kullanmaktan kaçındım. :) Halbuki dendiği gibi gayet şiirsel bı albüm.

    caksu

    Gojira’dan biri balinaların hareketinden bahsederken “poetic vision” ifadesini kullanmıştı, çok hoşuma gitmişti. “Poetic tune” falan zorlama kaçacak ama hakikaten öyle birşey bu da. :)

  5. caksu says:

    Punish My Heaven dünyanın en güzel şarkısı galiba. Ve de son dvd ne şahane yahu..
    http://www.youtube.com/watch?v=dEWgsf7f1mY

  6. darth sidious says:

    siteye bi girdim zıbam diye kafama çaktı bu albüm. bana bi haller gel-ALLAAAAAAAAAH!

  7. Mustafa Sakallı says:

    Bir grup insan nasıl böyle bir albüm yazabilir ki. Deli mi sikti diyesim geliyor , mantık işi değil çünkü bu.

  8. Dr AQA says:

    Keşke şu albümün şarkı sözlerinin hepsi türkçeye çevirilseydi. Hatta Dark Tranquillity’nin bütün şarkıları türkçeye çevrilmeli fakat özellikle SkyDancer ve The Gallery bu konuda literatürdür. Bir Punish My Heaven’ı türkçeye çevirdiğinde aldığın haz en az 10 kat artıyor. Özelliklede Clean Vokal’in bölümü.. The charge of cosmos
    Charging at us from unearthly distance
    I challenge the universe
    It’s the choice between heaven and hell! ne güzel bir bölümdür öyle. Duvara asılasıdır.

  9. Enver says:

    “Nasıl bir ortamda, nasıl bir ruh haliyle yazıldıklarını hâlâ merak ettiğim…”

    İnsan olma ihtimallerini bir kenara bıraksak bile, hâlâ böylesine bir albüm yapmalarının mantıklı bir açıklamsını bulamıyorum ben. Bir başyapıt. Dinlesem günlerce, vokal her “The charge of cosmos
    Charging at us from unearthly distance
    I challenge the universe
    It’s the choice between heaven and hell” dediğinde tüylerim diken diken olur..

  10. swedish says:

    bu albüm hep beni ikilemlere sevketmiştir.The jester race mi yoksa gallery mi diye çoğu geceler kafayı kırdığım oldu.Sonuca varabildimmi hayır.Bu albümün esas tadını 2008 unirock ta parkorman da punish my heaven çaldığında almıştım.Yahu o nasıl bir haz anlatamam o anda ölmeyi istedim tüylerim diken diken oldu içimdeki duyguyu nasıl anlatsam bilemedim.İşte böyle bir albüm the gallery.Bolca dinlenmeli dinletilmelidir.

  11. Burak says:

    birşey sorcam, galleryde ve 1 kaç yerde daha dahil olan ablamız tanıdık biri mi? Adını bilen var mı?

    heat

    @Burak, eva larsson’du heralde konuk vokallerdeki kadın

    Burak

    @heat, Kadının sesi inanılmaz etkiliyor bu albümü dinlerken beni ilginçtir. Parçaların atmosferinin içinde inanılmaz güzel yer bulmuş kendine.

  12. inflameswetrust says:

    her şarkısı güzel hatta mükemmel olan az albüm vardır melodic death metal camiasında ancak the gallery her şeyiyle mükemmeldir.
    yani düşünün bir albümün bazı şarkılarını ister istemez geçip belli bir şarkıya odaklanırsınız ama bu albümde o yok işte, hepsini büyük bir heyecanla sonuna kadar beklersiniz, bütün rifleri en ince detayına kadar dinlemek, o sözlere anlam yüklemek, mikaelin eşsiz sesiyle bütünleşince ortaya böyle bir şaheser çıkıyor işte.
    skydancer ile birlikte en sevdiğim DT albümüdür.
    benim için en kıymetli parça ise Silence and the Firmament Withdrew dir.

  13. MuratT says:

    Bana göre bu albüm ; ihtişam, güç gösterisi, ulaşılacak son nokta, ötesi yok, Dinlemeye kıyamadığım.
    Puan vermek bile gereksiz, çünkü paha biçilmez bir sanat eseri..

  14. Beleg says:

    Bu albümdeki baslardan daha sağlam bir bas var mı herhangi bir melodeth albümünde?

    Korhan Tok

    @Beleg, Character albümünün basları olabilir.

  15. saw you drown says:

    Linç edilmeyeceksem söyleyeceğim bir durum var. Bana göre Dark Tranquility’nin en iyi albümü the gallery değil. Melodeath türüne kattıkları belli zaten. Sınırları kapalı olan bu türde çok iyi albümlerde yapmışlardır. lakin en sevdiğim ve dinlediğim albümleri (albüm bile değil demo) ‘enfeebled Earth’ tür. Evet ciddiyim. The gallery ve Projector albümlerine bayılırım ama enfeebled earth albümünün bana verdiği hazzı hiçbir DT albümünden alamadım. Çok küflü, kirli ve amatör ruhla kaydedildiği için değil sadece. Onunla da ilgisi var tabi. Hele hele only one time can tell gibi bir parça var aman aman. Ayrıca anders friden’ın vokalleri hiç bu kadar leziz gelmemişti bana :)

    DrAQA

    @saw you drown, Bu konuda seninle hemen hemen hemfikiriz, The Gallery’nin Dt’nin yaptığı en iyi albüm olduğuna ben de pek inanmıyorum, Melodic Death Metal adına büyük bir devrim olduğu konusu ayrı tabi, ancak bana kalırsa en Dt’nin asıl kendini yansıtan müziği Skydancer ve öncesinde yaptığı müziklerdir, Projector’a kadar olan albümler ise ilk albümlerine göre ses kalitesi yüksek, biraz daha derli toplu albümlerdir. Bu sebeple benim en sevdiğim albümleri Skydancer, en sevdiğim şarkılarından birkaçı ise Yesterworld, Unfurled by Dawn, Void of Tranquillity’dir.

    Diğer yandan Dt’nin en büyük özelliklerinden birinin de her albümde farklı tatlar denemeleri olunca, sesim soluğum çıkmadan, hatta zevkle dinliyorum hepsini.

    (Ama arkadaş bir konserinizde de Skydancer’dan şarkı çalın be!)

    Osman

    @saw you drown, eski melodeath albümleri cidden çok farklı oluyor.

  16. Baybora says:

    Metal tarihinin en iyi albümlerinden biri olmakla kalmıyor,ayrıca metal tarihinin en iyi kapaklarından birine sahip,tapılası nitelikte albüm.

    Punish My Heaven gibi açılış şarkısı mı olur lan? Zaten daha en başta çeneler düşüyor.

  17. tranquillist says:

    ıhım ıhım… efenim öncelikle bu albümle ilgili ne yazarsam yazayım biliyorum ki derdimi anlatamayacağım, ama yazmadan da edemeyeceğim, nitekim bana göre en iyi müzik türü melodic death metal (swedish death metal) olduğu için, bu albüm de bana göre tarihin en iyi albümüdür. bu albümdeki rifflerle başka bir grup olsa 10 tane daha albüm yapardı. ama gözümde dark tranquillityyi ayıran bir diğer nokta da bu işte; hiçbirşeyin bokunu çıkarmıyorlar. mesela açınız bir the emptiness from which i fed dinleyiniz ve bu kadar farklı melodilerin bir şarkıda ne kadar güzel yoğrulduğuna şahit olunuz, açınız bir the one brooding warning dinleyiniz, bir midway through infinity dinleyiniz, tek kelimeyle; inanılmaz. riffler arasındaki geçişler mükemmel, hiç farkedilmiyor bile geçiş yaşandığı, her şarkının kendi içindeki uyumu mükemmel, her şarkı kendi içinde bir bütünlük oluşturuyor. her ne kadar bence en iyi death metal albümü olsa da ve bence muhteşem üçlüdeki en iyi albüm olsa da, görüyoruz ki bu üçlüde en az değeri de bu albüm görüyor. bu açıkçası bir taraftan beni üzerken, diğer taraftan da dark tranquillityye olan saygımı daha da arttırıyor. kritikte tamamen katıldığım bir nokta var ki, the galleryde kesinlikle ”şurayı da milleti coşturmak için yapalım, ulan bak bu solo çok süper hadi bunu uzatalım şarkının başına sonuna ortasına da koyalım” gibi çabalara girilmemiştir. tamamen özgün bir havası vardır. öyle bir albümdür ki, punish my heavenın girişteki o süper ötesi melodisini bir daha şarkıda göremiyorsunuz, o melodi kendine yer bulamıyor. lirikler konusunu hiç açmıyorum, tartışmaya da açık olduğunu düşünmüyorum o konunun. mikael stanne ve niklas sundin(lethede) yardırmışlardır. bu albümdeki akustik gitar kısımları o kadar iyi ayarlanmıştır ki, ”her yerde akustik çalalım beyler” kastırmacasına girilmediği açıkça belli oluyor. edenspringin ortasındaki o ilk fırtınadan sonraki durulma ve gelecek olan ikinci fırtınadan önceki sessizlik anında ve diğer birçok şarkıda melodinin çift gitarlı çalınması, dual guitar uygulaması, punish my heaven ve of melancholy burningde ve diğer pek çok şarkıda ana melodi çalarken arkada hafifçe çalan ve dikkatli dinlenilmediği takdirde varlığı bile hiç farkedilmeyen o gitar tonlarıdır bu albümün farkı. 100 kez dinleyin bu albümü, 101. dinleyişinizde farklı bir melodi bulmanız muhtemeldir. ayrıca albümdeki kadın vokal kısımları o kadar güzeldir, o kadar hoştur ki, ne zaman portrait kelimesini duysam ”one lonely portraiiiiiiit covers the lovestarved canvas” diye başlayan o kısım aklıma geliyor, össde bile bu böyle oldu, siz düşünün gerisini artık. of melancholy burningde kadın vokal börninnnnnnnnngggggggg diye haykırırken mikaelin da araya girmesi yok mu, hah işte orada tüylerim diken diken oluyor her dinlediğimde. bu yüzden, albümün tamamen özgün bir kimlik kazanmasında, dinleyene bir albüm değil de aslında tamamen farklı bir hayat sunmasında yardımcı olduğu için eva marie larsson ablamızın da ellerinden öpüyorum burdan. velhasıl; sots güzeldir, jester race (bok gibi ve aşırı sıradan olan brutal vokallere rağmen) muhteşemdir, ama the gallery hayattır, sadece albüm diyerek sınırlandıramazsınız. the gallery, benim lethemdir. bu asla da değişmeyecek. ben bu pınarın suyundan içmişim bi kere aga, alışmış kudurmuştan beterdir derler ya, daha da vazgeçmem bu sudan, bu pınardan. son olarak; what eyesight fails to grasp is the emptiness from which i fed… the charge of cosmos charging at us from unearthly distance, a challenge to universe, it’s the choice between heaven and hell ulan!!!!!!!!

    Swedish

    @tranquillist, çok güzel ve içten anlatmışsın her cümlesine imzamı da atarım.Gerçi jester race tek o çiğ vokallere ayrı hastayım ama gallery albümü bildiğin sanat galerisinde sergilenesi bir çalışmadır.
    Albümün plak versiyonunu yaklaşık 1.5 ay önce aldım.her ne kadar içinde sözler ve bir kaç resim barındırsa da insan böyle bir görsel şölen bekliyor.
    İçerisine kocamaaan bir booklet konulası bir albümdür bu

    tranquillist

    @Swedish, vokal konusu bence %50 nesnel &50 öznel bi konu. yani; aslında bazen ben de diyorum ”ulan harbi güzel” diye, ama benim kastım şu ki; anders çoğu 2000 sonrası olmak üzere şarkılarda hep efekt katıyo sesine, arkadan fısıldamalar felan.. hatta bence bazı şarkıları o yüzden konserlerde çalamıyolar veya çalınca stüdyodaki etkisini vermiyo, ben de bunu sevmiyorum. mesela jester script transfigured de, şarkının başında süper bi vokali var ama efekt katılarak.. yani onu o haliyle canlı söylemesi imkansız, böyle olunca da ben de yapmacık bi hava esinliyorum şarkılardan. bakın brutalden bahsetmiyorum veya screamden, zaman geçtikçe brutal veya scream sesinin kalitesi düşebilir, sesin incelebilir, ona amenna, ama clean vokalin böyle olması.. bilmiyorum ya misal dead eternity.. 2000 sonrasındaki albümlerde bunu daha da çok yapmaya başladı, catchy vokaller aldı başını gitti. hatta öyle ki; vokali çıkarsan ortada melodi yok, o derece. stanne de bu hiç olmadı. bence stanne nin cleani andersten daha güzel olmasına rağmen projector haricinde clean vokalini kullanmaması stanne i bir derece daha büyütür gözümde. diğer yanda anders artık bence clean vokalini de kaybetmiş durumda.

    Swedish

    @tranquillist, aynen haklısın abi belkı görmüşsündür daha önceki haberlerde dt ile ın flames ı vokal yönünden karşılaştırdığım olmuştur.hatta sadece vokal değil enstruman hakimiyeti studyo ve canlı performans yönündennde azcık anlatmıştım.
    Anders 2000 yılından sonra vokalini tamamen kaybetti tabiki benim gözümde ,hala bayılanları var ayrıdır ve saygı duyarım
    Ama stanne vokali direk hissederek yapıyor clean olayına ayrıca hastayım
    Anders in bence catchy vokallere el atması sesını cıddı anlamda kaybettiği içindir

    tranquillist

    @Swedish, yüzde yüz katılıyorum. ya aslında in flames ile dark tranquillity kıyaslaması yapmak gibi bir amacım yok ama ben genel olarak the gallery’nin arka planda kalmasına üzülüyorum. bilmiyorum abi, şarkılarda atılan soloları uzun yapsalardı, şarkının başına sonuna koysalardı, only for the weak gibi halay çekilecek şarkılar yapsalardı daha mi iyiydi? only for the weake felan bok atmıyorum yanlış anlaşılmasın. ama şarkı yaparken olaya bakış açısı farklı bu iki grubun. bence müzikal anlamda zaten aynı çizgide ilerlemiyorlar. o yüzden müzikal anlamda kıyaslamak artık gereksiz. ama vokal anlamında şahsen ben andersin colony ile başlayan o screamsi vokallerini hiç sevmedim, sevemedim. catchy vokal konusu zate bence tam bi fiyasko. ama bu tip vokal yaparak ben in flamesin hayran kitlesini artırdığını düşünüyorum. insanların kulağına güzel geliyo çünkü. ama aynı kişilerin bilmesi lazım ki, arada biraz da müzik olması lazım. arkadan neredeyse hiç farkedilmeyen gitar tonları üstüne catchy vokal.. her albümde de yapılır mı bu ya. colony den itibaren her albümde bu tip vokaller ağırlıkta. öte yandan ben bu yazıyı okuyan ve dtyi fazla dinlemeyen arkadaşlara, önce the gallery’deki vokallere, ardından the mind’s I’daki, ardından projector, haven, damage done, character, fiction, we are the void’deki vokallere bakmasını öneririm. bir adam her albümde farklı tarzlarda brutal yapabilir mi ya!! sadece fiction ve we are the voiddeki vokaller birbirine benziyo ama bence bu iki albümde de aslında vokalde değişim var. we are the voidde daha canlı bir vokal kullanıyo bence. neyse dediğim gibi amacım kesinlikle hiçbi gruba hiçkimseye bok atmak değil, bunlar sadece benim düşüncelerim.

  18. Lethe says:

    Öncelikle bende bu grup yada bu albüm hakkında birseyler yazarken aklıma takılan bazı sorular oldu ,en iyi albüm the gallery mi?, en iyi sarkı hangisi?, gibi ama ben bu soruları ne zaman kendime sorsam bi türlü cevap bulamadım çünkü hangi albüm iyi desem bir diğeri onla yarışıcak güzellikte oluyor ve diğer albüme haksızlık etmiş oluyorum. Veya hangi sarkı iyi desem en az onun kadar iyi diğer seçeneklerim olyor. Kısacası bir grubun her albümü mü iyi olur her sarkısımı en iyi sarkısı olur diye sormadan edemiyorum. Duygularımı açıklamata sıkıntı çekmem çok normal bu grubu zaten kelimelerle kimse açıklayamaz. Sanırım şu ana kadar gördüğüm en iyi açıklama inci sözlükten bir arkadaşın ‘allah bu grup allah’ demesidir.

    DT’nin en sevdiğim özelliği günümüz popüler müzik anlayısına tepki olarak dim dik durması sadece müzik değil sanat ve felsefe yapmasıdır heralde.

    Anlatacak çok şeyim var ama kısa bi ömrüm var sizlere Stanne’nin Therein’de antik bir dinin rahibi gibi dinleyiciye seslenen clean vokalinden bahsede bilirim. Grup için değişmeyen tek şeyin değişim olduğundan bahsede bilirim. Şarkılarda bahsettikleri içsel boşluklardan, bitmişlikten, felsefelerinden bahsede bilirim ama tam anlamıyla DT’yi özetleyemem.

    Bence her şarkısı türkçeye çevrilmeli okullarda okutulmalı ilahi bir kitap gibi gelecek nesillere aktarılmalı.

    Zamanınızı aldım Teşekkür ederim.

    tranquillist

    @Lethe, aynen :)

  19. atoutlemonde says:

    Sadece punish my heaven dan bir albümlük malzeme çıkarılabilir. genel toplamda dt yi daha çok sevsemde 95de çıkan üç melodeath klasiğinden en çok jester race i seviyorum.

  20. angryson says:

    tarihin tartismasiz (okaaa degil lan tartismali)en iyi m.d.m.albumu

  21. Reroute to Remain says:

    Mikael Stanne ustadin vokallerini cok begenmem ama bu albumun hakkini vermek gerekir. cok kaliteli yaratici ve ozgun bir calisma 10 puan

  22. circleperspective says:

    Çok fazla Melodeath dinlemem ama bir şeyi fark ettim. In Flamesi hep Metallica’ ya benzetmişimdir. Hangi yönden diye soracak olursanız şöyle; Metallica nasıl Thrash Metal kalıplarına sığamayıp patladı ve Heavy Metal, Hard Rock’ a geçti ise In Flames’ te Melodik Death Metal’ e sığamadı ve çıktı. At The Gates dinlediğimde ise sanki Slayer İsveç doğumlu olsaydı bu müziği yapardı diyordum. Ama mesele Dark Tranquillity olunca onları hiç kimseye benzetemiyorum. Hiç bir yere koyamıyorum. Sanırım üçü arasından favorim DT. Gallery’ i muhtemelen The Jester Race ve Slaughter Of The Soul’ a tercih ederim.

    Erhan Yiğit

    @circleperspective, ahah hemen hemen aynı düşüncedeyiz hocam. Bence In Flames: Metallica çünkü dediğin gibi kalıplara sığamadılar ve tribünlere oynadılar. DT ise Megadeth gibi davayı satmadı bu yönüyle DT:Megadeth. At the Gates zaten Slayer :D Soilwork ise Anthrax gibi bir tane aşşşırı sağlam bir albüm çıkartıp (A predator’s Portrait-Among the Living) aha ben de burdayım dedi.

  23. Fingolfin says:

    Tamamını dinlediğim ilk metal albümü, yeri ayrıdır. <3

  24. unanimated says:

    Dünyanın en güzel albümü budur.kritikte geçen ‘gözardı edilmiş başyapıt’ ifadesini pek doğru bulmuyorum. Dt’nin ilk ve orta dönemlerini sevdiğini saydığını söyleyen önemli büyük gruplar var. Belki direk albüm olarak ‘the Gallery’ referans gösterilmiyor ama sanmıyorum ki dt’den etkilenmiş bir grup bu albümü boş geçsin.
    İn flames ve at the Gates’in daha çok anılmasının sebebi ise kitlelere daha kolay bir şekilde mal olacak tarzları benimsemeleri. İn flames en başından beri sevilesi pamuk bir müzik yapıyor agresif olmasına rağmen (abdliler için biçilmiş kaftan, enerjik oynak bir tarz) . At the Gates olayın daha death metal kısmında zaten tompa’nın kendisi ‘biz death metal grubuyuz’ diyor ve sanırsam metalcore akımından kendinden çok in flames’i sorumlu tutuyor.
    Dt ise bildiğin hüzünlü bir grup ve fazlasıyla kendine has.

  25. ismail vilehand says:

    “Lethe” uzak ara hayatımda en nefret ettiğim metal şarkısı olabilir. Şimdi görünce aklıma geldi birden.

    Bu arada Dark Tranquillity ile bir problemim yok. Hatta Stanne başta olmak üzere gruptaki elemanlara da sempati besliyorum ama “Lethe”nin ana melodisi bazı özel sebeplerden dolayı beynime kan sıçratıyor. Keşke o anları hafızamdan silebilsem.

  26. Dysplasia says:

    ‘Metal dinlemek suç oldu, tüm metal albümlerini yakıcaz’ deseler itfaiyecilerden kaçıracağım albümlerin başında gelir. Özellikle The Gallery parçası, benimsin ulan sen.

  27. Erhan says:

    Rust in Peace’den sonra en sevdiğim en çok köpeği olduğum albüm olur. Ama bunu daha çok dinlemisimdir orasi ayrı.

    Her bir şarkısına her bir notasina ayrı hastayım. The emptiness from which i fed ise açık ara dünyada en sevdiğim şarkıdır. Sahip olduğu sanatsal kimliği ve bütünlüğü başka hiç bir albümde bu kadar baskın hissetmedim. Eğer olur da albümdeki her hangi bir notayi kaldirsaniz hemen farkederim hiç kaçırmam.

    Değerini ve ne kadar sevdiğimi anlatmaya kalksam gece yarısına kadar konuşurum muhtemelen.

    Ayrıca 1995te kaydedilmesine rağmen soundu, gitarlari, davullari ve özellikle baslari inanilmaz derecede başarılıdır. Punish my heaven’in nerede duysaniz taniyacaginiz o ihtisamli davul girişiyle of melancholy burning’in akustik çıkışı arasında resmen kozmik bir ihtişam, öfkeli bir sevda çığırtkanlığı sizi ele geçirir.

    Lethe şarkısı en çok popüler parçasıdır ama en basit ve en olaysız şarkısıdir da aynı zamanda. In currents of cobalt
    You storm through my heart diye başlayan kısımda kadın vokalin de devreye girmesiyle yüreklere oluk oluk dert döker. Zaten bas gitar melodisi benim için tartısmasiz en iyisidir üstüne yoktur.

    The emptiness from which i fed’deki silence can be shared? Diye başlayan diyalog kısmının arkasında çalan o solo var ya hani. Beynimin içinde zingirdeyip elimi ayağımı titretir. Ilk duyduğumda zamanın durmasini isteyeceğim kadar çok sevmiştim. Ayrıca stanne’nin “I, I, I” diye nakaratlarda periyodik olarak çığlık atması insani yerden yere vurur.

    Her bir şarkıya burada sayfalarca övgü yağdırabilirim, hakkında hiç susmadan konuşabilirim ama ne söylersem soyleyim kelimelerim bu ihtişamlı, görkemli, uzaylı icadi şey karşısinda mahçup düşer. O yüzden dinlemeyen varsa gitsin dinlesin.

  28. Melkor says:

    Make each tear in my bare hands a lifetime in hell.

  29. Cryosleep says:

    Hayatımı değiştiren albüm.

    “The artistry of living chaos, is pictured in the poets tears. Because everything burns, the final concept is all but a thought away”

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.