# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
JUDAS PRIEST – Invincible Shield
| 14.03.2024

55 yıllık JUDAS PRIEST tarihinin en iyi albümlerinden biri.

Her Judas Priest albümü çıktığında fena halde gaza gelip, metalci triplerim zirve yapar. Ve bu albümle kırk sekiz yaşıma gelmiş olmama rağmen saçlarımı usturaya vurup, deri montumu, postalımı geçirip albümü huşu içinde dinlemeye başladım. Gerçekten 1986 yılı öncesine dönmüşler her haliyle, uçuk sarhoş edici bir sound baştan sona devam ediyor. Besteler gaz, vokal harikalar yaratmış. Ve Defenders of the Faith zamanlarına gitme zevkini bizlere yaşatıyor.

Kaan Ünal, 13 Mart 2018

3 Mart 2018’de İstanbul’dan Antalya’ya taşındıktan altı gün sonra JUDAS PRIEST yeni albümü “Firepower”ı çıkarmış, biz de 13 Mart’ta albüm incelemesini yayınlamıştık. Aynı gün, sitemiz takipçilerinden olan ve Antalya’da yaşayan Kaan da yukarıdaki yorumu yapmıştı. Sonrasında kendisiyle şahsen de tanıştık, arkadaş olduk, defalarca ofisine gidip Güzide ile benim için hazırladığı playlist’leri dinledik, muhabbetler ettik, eşi ve kızıyla tanıştık, evimizde ağırladık, yemeklere gittik, birlikte denize girdik, İstanbul’a konsere gittik, evlerine konuk olduk, birlikte pek çok şey yaptık ve ne yazık ki 6 Mayıs 2021 tarihinde kendisi kaybettik.

Kaan bir gün ofisine gittiğimizde bize sürpriz yapmış ve Rob Halford kadar olmasa da gerçekten sahneye çıkabilecek düzeyde JUDAS PRIEST karakterine yakın şekilde giyinmişti. Deri pantolon, deri ceket, tokalı kemer, çizmeler, kasket ve güneş gözlüğüyle adeta dinlediği müziği nasıl yaşadığını göstermişti. Normalde o şekilde giyinmiyordu elbet, o şekilde sokağa çıkmıyordu, ancak belli ki o hâlini görmemizi istemişti. İşinde gücünde bir mali müşavir ve aile babası olarak belki de o görünüşünü paylaşabileceği yegâne kişiler olarak bizi görmüş, o kıyafetleri ofisine getirmiş ve bize öyle bir hoşluk yapmak istemişti. O sırada arkada bangır bangır JUDAS PRIEST çaldığını söylememe gerek yok herhalde.

Kaan gerçekten çok samimi bir insandı ve çok genç yaşta, 51 yaşında aramızdan ayrılana kadar onu ayakta tutan ve hayata bağlayan en önemli şeylerin eşi, kızı ve metal olduğunu da her fırsatta gösteriyordu. Kaan’ın kansere yenik düşüp vefat ettiği günü ve daha sonra Kaan’ı ve ofisinde geçirdiğimiz zamanları düşündüğümde de aklıma hep “Firepower” albümü geldi. Çünkü albüm tam biz Antalya’ya taşındığımız günlerde çıkmıştı ve Kaan’la ilk kez birebir tanışıp ofisine gittiğimizde ilk konuştuğumuz grup JUDAS PRIEST, ne kadar iyi olduğundan ilk bahsettiğimiz albüm de “Firepower”dı.

Kaan tam Covid-19 döneminde vefat ettiğinden kurallar gereği sadece 3 km mesafedeki cenazesine katılmamıza izin verilmemişti ve zaten yeterince üzgünken bir de bunun acısını yaşamıştık. O zaman aklımdan, bir sonraki JUDAS PRIEST albümü çıktığında yazacağım incelemede Kaan’dan bahsetmek ve yazıyı ona ithaf etmek geçmişti.

Sevgili Kaan, ara sıra mezarının başına gelip çiçek koyuyoruz, toprağına penalar bırakıyoruz ve seni çok özlüyoruz. Ne mutlu ki aramızdan ayrıldığın gün yapmaya karar verdiğim şeyi şu anda yapabiliyorum, hem de o çok sevdiğin, bayıldığın JUDAS PRIEST’in bugüne dek çıkardığı en iyi albümlerden biriyle yapıyorum. Şimdi burada olsaydın albümü dinlerken gözlerinde nasıl bir heyecan, tutku ve mutluluk göreceğimizi adım gibi biliyorum.

Bu yazı sana Kaancım…

1984 yılında “Defenders of the Faith” gibi bir başyapıt çıkardıktan sadece iki yıl sonra “Turbo” albümüyle dinleyicilerine büyük bir şok yaşatan JUDAS PRIEST, sonrasında gelen “Ram It Down” ile işleri biraz olsun yoluna koymuş ve 1990’daki “Painkiller”la kariyerinin en iyi albümlerinden birine imza atmıştı. “Painkiller”ın başarısından sonraysa Rob Halford’ın gruptan ayrıldığı, hatta filmi dahi çekilen bir döneme girildi ve Ripper’lı dönem başladı. Halford’ın dönüşü sonrasında ise bana kalırsa gerçek anlamda çarpıcı ilk albümlerine “Redeemer of Souls” ile imza attılar ve yukarıda adını epeyce andığım “Firepower”la da gerçek JUDAS PRIEST’in ne olduğunu son derece güçlü şekilde gösterdiler.

Gruptaki bu heyecan artışında K.K. Downing’in gidişi mi yoksa Richie Faulkner’ın gelişi mi daha çok etkiye sahip net bir şey söyleyip Downing’e terbiyesizlik etmek istemem, ancak Faulkner’ın gelişi sonrasında grubun adrenalin ve yakıt düzeyinde bir artış olduğu da su götürmez bir gerçek. “Invincible Shield”a baktığımızda büyük oranda ortaklaşa bir yazım süreci görüyoruz. “Sons of Thunder” ve özellikle de albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri olan “Escape from Reality”ye imza atan Glenn Tipton, yine “Sons of Thunder” ve “Viscous Circle”da da sololarıyla yer almış. Kalan şarkılar Faulkner ve Rob Halford olarak gözüküyor, ancak Andy Sneap’in de bestelerde payı olmadığını düşünmek elbette ki mümkün değil. Faulkner’ın gençlik aşısı kadar Sneap’in mükemmeliyetçiliği ve gerek bestecilik gerek masa başı işleri konusundaki tecrübesi de muhakkak ki grubun beste sürecine belirgin şekilde etki ediyordur. Yine albümdeki en sevdiğim şarkılardan biri olan ve Deluxe sürümde yer alan “The Lodger” ise JUDAS PRIEST’in geçmişte de birlikte çalıştığı 71 yaşındaki besteci Bob Halligan Jr.’ın imzasını taşıyorç Halligan Jr. daha önce de “Screaming for Vengeance”taki “(Take These) Chains”in ve “Defenders of the Faith”teki “Some Heads Are Gonna Roll”un yazımında gruba destek olmuştu.

Albüme bakınca ilk gördüğüm şey, öncelikle tecrübe. Daha “Panic Attack”ın girişinden grup dinleyiciyi albüme hazırlamayı, albümün genelindeki coşkulu havayı vermeyi, synth efektli altolarla seksenler havasını yaratmayı başarıyor. Özellikle bu şarkının girişindeki build-up’ın çok iyi kurulduğunu düşünüyorum. Yükseliş ve 1.18’le birlikte giren Halford vokali bizi bir anda JUDAS PRIEST’in alevli dünyasına sokuyor ve aralara sokulan ve alarm sesi gibi hissettiren çeşitli gitar dokunuşlarıyla o panik atak havası net şekilde veriliyor. “The Serpent and the King” ve “Invincible Shield”ın da eklenmesiyle albüm JUDAS PRIEST tarihinin en iyi açılışlarından birini yapıyor. Duyar duymaz gitarda çıkarıp çalmaya başladığım mükemmel bir solosu olan “Devil in Disguise”la tempoyu biraz düşürdükten sonra, açılış şarkısının girişine benzer bir girişle build-up yapan ve son derece akılda kalıcı bir melodiyle harika bir nakarat sunan “Gates of Hell” geliyor.

Albümün ortasında power ballad diyebileceğimiz “Crown of Horns”la tempo yine biraz düşürülüyor, ancak kalite elbette ki korunmaya devam ediyor. Biraz yukarıda bahsettiğim tecrübe konusunu albümdeki tüm şarkıların her anından görmek mümkün ve JUDAS PRIEST’in albüme öylesine bir tane bile şarkı koymamış olması gerçekten takdire şayan. “Invincible Shield”ın en agresif şarkısı olan “As God is My Witness”la “Painkiller” günlerine giderken, bence en kusursuz düzenlemelerden birini de başta sona bir ustalık eseri olan “Trial by Fire”da görüyoruz. Özellikle o pamuk gibi nakaratın ardından 2.28’da staccato gitarlarla ortalığı bir anda karartmaları harika olmuş.

Normalde böyle şarkı şarkı açıklamalı inceleme yazmadığımı biliyorsunuz, ancak albüm cidden insanı kendinden bahsetmek zorunda hissettiriyor. Yazıyı bu şekilde yazmasaydım ve sadece birkaç şarkının adını anacak olsaydım da mutlaka bahsedeceğim şarkıların başında da “Escape from Reality” geliyor. Glenn Tipton imzalı olduğu belirtilen bu şarkının 0.32’sinde başlayan distrotion’lı gitar üstüne clean gitarlı arpej cidden mükemmel bir fikir ve sonrasında “Agony!” diye giren nakaratla birlikte harika bir kombo olmuşlar. Şarkıda bir de neredeyse tribute diyeceğim düzeyde, muhtemelen bilinçli bir Ozzy Osbourne vokali göndermesi var.

Albümün orijinal versiyonunun sonundaki “Sons of Thunder” ve “Giants in the Sky” tam anlamıyla saf heavy metal şarkıları ve özellikle ikincisinde çok başarılı vokal tercihleri yapılıyor. Hele üçüncü dakikadan sonra giren naylon telli gitar ve akabindeki Halford vokali insanın gözlerini yaşartacak cinsten.

Deluxe versiyonda bulunan üç şarkıya geldiğimizde ise ilginç şekilde orijinal sürümdeki şarkılardan en ufak bir eksiği olmayan nefis şarkılarla karşılaşıyoruz. Bunlardan ilki olan “Fİght of Your Life”taki Axl Rose vokalleri sanırım pek çok kişinin suratında bir tebessüme yol açıştır. “Vicious Circle”da da yine alışık olduğumuz klasik JUDAS PRIEST gazını aldıktan sonra son şarkı “The Lodger”da ise yukarıda bahsettiğim konuk besteci Bob Halligan Jr.’ın imzasını görüyoruz. Bence bu şarkı albümdeki bazı “daha standart” şarkılar yerine “Invincible Shild”a konabilirdi. Dramatik yapısı ve sıra dışı, neredeyse teatral atmosferi ile JUDAS PRIEST’e çok yakışan bir şarkı olmuş.

“Invincible Shild”la ilgili bahsedilmesi gereken diğer konuların başında tabii ki de Rob Halford’ın nasıl bir kral olduğu geliyor. “Metal tanrısı” ifadesi gerçekten de başka kimseye bu kadar yakışamazdı dedirtecek kadar kusursuz, metali neden sevdiğimizi bize bir kez daha gösterecek kadar etkileyici bir vokal performansı var ve zaten çok iyi olan besteler Halford sayesinde daha da büyümüş.

Bahsetmek istediğim son konu ise bir prodüktörün, hatta dünyanın en deneyimli ve ne yaptığını bilir prodüktörlerinden birinin grubunuzda yer almasının ne kadar önemli ve paha biçilmez bir şey olduğu konusu. Albümü yeterince dinledikten sonra (çıktığından bu yana yaklaşık 50 kez dinlemişimdir) artık çok küçük detaylara, aralarda kullanılan 2-3 saniyelik efektlere, çok ufak görünen ancak çok büyük etki yapan prodüksiyon odaklı bazı fikirlere, ince işlere odaklanıyorsunuz ve bunların da büyük oranının Andy Sneap’in elinin altından çıktığını anlayabiliyorsunuz. Adamın nasıl şarkı yazılması gerektiği ve bir şarkının nasıl çarpıcı yapılacağı konularında cidden çok acayip bir gözü var bu sayede albüm hakikaten çok daha zengin gözüküyor. Sadece iyi kayıt, temiz prodüksiyondan bahsetmiyorum; esasında bir albümün iyiden çok iyiye, yılın albümünden klasiğe dönüşmesini sağlayacak o dokunuşları yapma becerisine sahip gerçek bir yapımcı, besteci ve teknisyenin dokunuşlarından söz ediyorum.

Böylelikle incelemenin sonuna gelmiş olalım, çünkü fark edildiği üzere ben daha anlattıkça anlatabilirim. “Invincible Shield” 55 yılı deviren bu heavy metal efsanesinin en iyi albümlerinden biri. “Painkiller”dan bu yana, yani son 24 yıldır çıkan en iyi albümleri olduğundan zaten bahsetmiyorum bile, ama içinde başyapıtlar bulunan 55 yıllık bu devasa külliyatın içinde de çok üstlerde duran bir çalışma. Şarkıların gücünden içerdiği fikirlere, bireysel performanslardan prodüksiyonuna kadar “Invincible Shield” benim için gerçekten de “baştan sona bir saygı objesi”ne dönüşmüş durumda. Albümdeki her şeye, Halford’un performansına, gitar sololarının yazımına, çeyrek asırdan uzun süre sonra hâlâ bu kadar iştahlı ve yaratıcı oluşlarına BÜYÜK saygı duyuyorum ve JUDAS PRIEST’in karşısında iki elimi metal işareti yaparak tapınma hareketi yapıyorum.

9,5/10
Albümün okur notu: 12345678910 (9.22/10, Toplam oy: 58)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2024
Şirket
Sony Music
Kadro
Rob Halford: Vokal
Glenn Tipton: Gitar
Richie Faulkner: Gitar
Ian Hill: Bas
Scott Travis: Davul

Konuk:
Andy Sneap: Prodüksiyon ve çeşitli şeyler
Bob Halligan Jr.: Beste (The Lodger)
Şarkılar
1. Panic Attack
2. The Serpent and the King
3. Invincible Shield
4. Devil in Disguise
5. Gates of Hell
6. Crown of Horns
7. As God Is My Witness
8. Trial by Fire
9. Escape from Reality
10. Sons of Thunder
11. Giants in the Sky
12. Fight of Your Life
13. Vicious Circle
14. The Lodger
  Yorum alanı

“JUDAS PRIEST – Invincible Shield” yazısına 40 yorum var

  1. gXnn says:

    10 basar geçerim.

  2. Mrspock42 says:

    10 oğlu 10. Albüme dair söylenebilecek tek eksiklik albüm kapağı seçimi olabilir. Judas Priest’in retro albüm kapaklarını her zaman çok sevdim, bu onların yanında fena sırıtıyor. Firepower harikaydı mesela.

    eatthegun

    @Mrspock42, Katılıyorum biraz fazla cheesy olmuş

  3. Seyfettin Dursun says:

    Şarkılar, düzenlemeler, kayıt ve tabi ki Halford harika ama albümde net bir “hit şarkı” eksikliği çok bariz. Firepower’daki “Rising From Ruins” bu albümde olsa, o albümden bile daha iyi bir total sonuç alınabilirmiş. Gerçi Rising hangi albümde olsa +5 puan getirir ama neyse. Bana bu da yeter, şükranlar, o ayrı…

    Ahmet Saraçoğlu

    @Seyfettin Dursun, bence de albümün tamamı hit şarkılardan oluşuyor mesela. Daha en az 3-4 şarkıya mutlaka klip çekmeliler bence.

    Seyfettin Dursun

    @Ahmet Saraçoğlu, bakış açımız farklı sanırım. Benim “hit şarkı”dan kastım, herkesin üzerinde anlaşabileceği, konserlerin vazgeçilmezi olacak bir şarkıydı. Ben bu albümde hem öyle bir şarkı olduğunu düşünmüyor hem de “albümün tamamı hit şarkılardan oluşuyor” argümanına katılmıyorum. Nitekim single’lar ilk düştüğünde Pasifagresif yorumlarının çoğu da olumsuzdu – ben iki single’ı da beğenenler arasındaydım bu arada:) Her neyse, yıllarca dinleyeceğimiz, bir sürü şarkı var burada ve bu da bana yeter zaten. Teşekkürler yorum için.

    eatthegun

    @Seyfettin Dursun, Panic Attack ve Crown of Horns dışında her şarkı hit bence albümde. Akılda kalıcılık var, yeterince sertlik var, nakaratlar güçlü

    Seyfettin Dursun

    @eatthegun, tam da bunu söylüyordum aslında. İnsanların ortak olarak üzerinde anlaşabilecekleri bir hit yok bence bu albümde. Öyle ki siz bile grubun “ilk single” olarak seçtiği Panic Attack’in (ki bence de albümün en iyilerinden biri) hit olmadığını söylüyor ve grubun hit seçimine katılmıyorsunuz:) Tekrar ederim: Albüm güzel, şarkılar güzel ama bence albümde bir Rising, bir Jawbreaker, bir Electric Eye vs yok.

  4. Dysplasia says:

    Blues rock ile başlayıp 55 sene sonra bu raddeye gelmek bana çok enteresan geliyor.

  5. ali veli says:

    müzikal yaklaşımın sınıfta kaldığı bir değerlendirme yazısı olmuş. sonucu belli öğeler ile formül üzerinden albüm yapılmasını başarı saymak bilemedim. akılda kalıcılık yok gaz olması prodiksyonun iyi olması albümü akıllda kalıcı yapmıyor. geçmişten tonla arak rifflerin melodilerin işlendiği bir albüm. bence judas külliyatına uzak birisin o yüzden albümün gazına gelerek böyle metal hammer değerlendirmesi gibi bir değerlendirme yazısı yazmışsın. kişilerin müzikal anlayışları farklı olabilir belkide bakış açıları o yüzden bana fazla süslü bir yazı gelmiş olabilir.

    Ahmet Saraçoğlu

    @ali veli, yorumun için sağ ol Cihan. Judas Priest’i yaklaşık 25 yıldır dinliyorum, 4 tanesi hariç tüm albümlerinin orijinaline sahibim ve 2 kez de canlı izledim ama grubun külliyatına uzaksın diyorsan herhalde öyledir. Yazının giriş kısmını okuduysan neden teknik analize girmediğimi, daha duygusal taraftan yaklaştığımı belki tahmin edebilirdin. Sen daha iyisini yazarsan onu okuruz, albümün müzikal yaklaşımını da anlamış oluruz.

  6. eatthegun says:

    10 üzerinden 10. Judas sounduna dair her şeyi çok güçlü ve catchy sunmuşlar, prodüksiyon mükemmel.. Kalitesi ve akılda kalıcılığı tartışmaya açık bir albüm olduğunu düşünmüyorum.

  7. dmnzr says:

    Andy Sneap’in asiri parlak metalcore benzeri soundu, özellikle de gitar tonu, böyle klasik metal gruplarinda benim tadimi kaciriyor. Albumu cok sevdim ama bu sound ile sorunum var sanirim. itiyor beni. aynisi Accept’te de oldu, Saxon’da da.

    Ben Judas’in 2000 ve 2010′larda yaptigi albumlere sürü psikolojisi ile (insanlarin birbirinin gazina gelmesiyle ilgili) cok ciddi haksizlik yapildigini dusunuyorum . redeemer, Nostradamus, Angel bunlar da bana kalirsa muthis albumler.

    Son olarak, Halford sen ne kadar guzel bir insansin..

    Ahmet Saraçoğlu

    @dmnzr, gayet makul bir düşünce. Esasında zevk meselesi. Ben de Andy Sneap elinden çıkan albümlerin grubun karakterine göre belirlenmemesinden ve tamamının Sneap’in prodüksiyon karakterini yansıtmasından şikâyetçiyim aslında. Accept albümü ile Amon Amarth albümü neredeyse aynı duyuluyor ve bu iyi bir şey değil.

    Diğer yandan JP gibi bir grubun, hele ki Halford hâlâ bu kadar kusursuzken ve yeni bir enerjiye bürünmüşken olabilecek en parlak şekilde duyulmak istemesini de anlıyorum. Sonuçta JP zaten heavy metalin ta kendisi ve bu müziğin var olduğu andan itibaren tüm süreçleri yaşadı, o yüzden şu anda bu parlaklık onlara çekici geliyor diye tahmin ediyorum. Sumerlands, Eternal Champion, Spirit Adrift ve benzeri gruplar eskiyi anma amacı da içeren müzik yaptıklarından sanırım bahsettiğin sound’a daha yakınlar ama JP bence güncellik ve günümüz dinleyicisini yakalamak için bu modern yoldan ilerliyor. Accept ve Saxon da aynı şekilde, çünkü metalle yeni tanışan genç kitleyi yakalamak adına bu parlaklık muhtemelen bayağı bir gerekli.

    Cerca C.

    @Ahmet Saraçoğlu, Tempo of the Damned, Enemy of God, Necropolis Transparent, Killing Peace vb. albümler sabaha kadar birbirinin kopyası olsun köpek gibi dinlenir.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Cerca C., aradan 17 sene geçti, Killing Peace’in hak ettiği değer hâlâ verilmedi.

    Seyfettin Dursun

    @Ahmet Saraçoğlu, Halford geri döndüğünde grubun Roy Z ile çalışmaya başlaması da bu günü yakalama motivasyonu yüzünden değil miydi zaten?

  8. Yiğit says:

    Sebebini anlayamadığım şekilde bana hiç geçmedi bu albüm. Sözler ve şarkıların motivasyonu mu desem hiç empati kuramadım ve anlayamadım çoğunu. Sanki yapılmış olmak için yapılmış gibi bir his aldım ve beni itti. Yine de çok derin düşünmemek lazım tabii dinle eğlen geç. Firepower’ı gayet sevmekle birlikte bütün albümlerini belli ölçüde sevip dinlediğim grubun en az dinlediğim albümü olacak muhtemelen.

    Erhan

    @Yiğit, Bu yoruma bir miktar katıldım. Çıktığından beri baştan sona kadar dinlemeye çalışırken zorlandığımı itiraf etmeliyim. Albümün gerçekten süper olduğu ortada ama bana 9.5’luk bir yapıt gibi gelmedi şu an.

    Kendimi tanıyorum. Bazen ilk dinleyişte fazla sevemediğim şeylere zaman içinde bayılmaya başladığımı işin içine katarsam erkenden kesin bir yargıya varmam mantıksız olur o yüzden dinlemeye devam ediyorum.

  9. King of metal says:

    Bende hatta bugün bu albümü baştan sona enstrümantal versiyonu dinledim ve gerçekten bu yılın en iyi albümlerden birine imza attılar süper riff ve melodiler soloları tam bir başyapıt ellerine sağlık 10 üzerimden 20 veriyorum

    Ahmet Saraçoğlu

    @King of metal, bir Judas Priest albümünü vokalsiz dinlemek “pizzanın malzemelerini çıkarıp yedim harika bir pizza” demek gibi bir şey bence ahah

  10. bk says:

    Mükemmel bir albüm.

  11. Raddor says:

    Kaan abi keşke bu albümü dinleyebilseydi. Şurada onunla bu albüm hakkında yazışmak inanılmaz keyif verecekti.

    Derileri geçirdiği anıya gülümsedim. Heavy metal ruhu bir şekilde buraya da yansıyordu. O gittiğinden beri heavy metal, AOR gibi türler hakkında daha az yorum yazıyorum.

    Tekrar, sevenlerinin başı sağ olsun. Onu iyi hatırlıyoruz. Bugün Kaan abi için boynuzları kaldıracağım. \m/ \m/

    Albüme gelirsem, Painkiller’dan bu yana çıkmış en iyi Judas Priest albümü. Bu benim yaşımdan da uzun süre yapıyor. Varoluş sürem içinde çıkan en iyi Priest albümü aynı zamanda.

    Normalde buna karar vermek için beklersin ama albüm o kadar şüphe bırakmayacak şekilde iyi ki insan kulaklarına inanamıyor. Ahmet abi ortak yazım süreci olduğunu belirtmiş. Beş adamın yaş ortalaması 65,2. Faulkner olmasa 70. Ne yiyip ne içtilerse bize de söylesinler.

    Arada gelip gelip överim. Burası boş kalmaz.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Raddor, ortak yazım süreci konusunda Wikipedia’da yazdığı kadarıyla bahsettim. Emre Görür haberinin altında Tipton’ın sembolik eleman olduğunu yazmıştı. O zaten belli bir durum ama 2 şarkının bestesinin ona ait olduğu yazıyor. Andy Sneap’in bu albümdeki bestelere etkisi ne oranda onu bilmiyorum, o yüzden albümün büyük çoğunluğu Faulkner elinden çıkmadır muhtemelen.

    Raddor

    @Ahmet Saraçoğlu, ben de tamamen Faulkner’ın işi olduğunu düşünürdüm normalde ama Faulkner’ın diğer grubu Elegant Weapon’ı dinlemiştim. Heavy Metal klişelerinden oluşan ortalama bir grup. Ya Judas Priest’ten bağımsız iken o kadar iyi besteci değil ya da Elegant Weapon’ın albüm yazımında payı yok.

    Bu albümü mükemmel yapanın geçişler olduğunu düşünüyorum. Verse’ten chorus’a, chorus’tan bridge’e olan geçişler kulağa klişe gelmiyor. Ya tempo değişiyor, ya akor ya da başka bir şey. Bu kadar zeki olan kimse çıkıp ben yaptım diye açıklasın!

    Emre Görür’ün dediği gibi Andy Sneap ise Eric Peterson lütfen bir dahaki albümde beste yaparken şu adama danışsın biraz.

  12. Emre Görür says:

    Richie Faulkner bir şekide Maiden’da gitarist eksikliği oluşsa Steve Harris’in kadroya dahil edeceği gitaristti. Harris’in kol kanat gerdiği Dirty Deeds diye bir grupta çalıyordu. Oradan Harris’in kızının grubuna geçti. Steve Harris’in evinde dahi yaşadı. Tarz olarak da tam bir Maiden gitaristi. Ama sonra Steve Harris baktı Maiden’da gitarist sorunu yaşanması imkansıza yakın ve Tipton’ın KK’yi geri çağırmaya hiç niyeti yok, Faulkner’ı Priest’e önerdi.
    Bu yüzden “Redeemer of Souls” Priest’in kimliğini kaybettiği bir albümdü. KK’siz Priest olmaz diyenler haklı çıkmış gibi görünüyordu. Richie Faulkner ne zaman topa girse müzik buram buram Maiden kokmaya başlıyordu.
    Peki sonra ne oldu? Çok basit, Andy Sneap’i olaya dahil ettiler. Kendi haline bıraktığında “Priest’e sızmış Maiden ajanı” gibi davranan Faulkner bir anda Priest aydınlanması mı yaşadı? Tabii ki hayır. Sneap kime neyi nasıl yazması gerektiğini hatırlatmaya/göstermeye ve detayları belirlemeye başladı. “Firepower”da bunun başarı getirdiği görülünce de Sneap’in alanını genişlettiler. Muhtemelen maddi sebeplerle, yani kazancı paylaşmamak için onu kadroya almıyolar, ama belirttiğim nedenle yeni albümde “Firepower”ı geçeceklerinden adım gibi emindim. Zaten birkaç kere de yazdım bunu: http://www.pasifagresif.com/2024/03/judas-priest-yeni-album/comment-page-1/#comment-1191292
    Bana göre, ilk 9 şarkı+”The Lodger”=10/10. Aaa ne büyük sürpriz, grup 10 ve 11. şarkılarda Tom Allom’ı devreye sokup Sneap’in alanını daraltmış…

  13. Zeynel says:

    Bence Painkiller’dan beri gelmiş geçmiş en iyi Priest albümü hala Angel of Retribution. Firepower tam bir bangerdı ve bu müziğin günümüzde nasıl yapılacağına ilişkin ders gibi bir albümdü, o yüzden bazen karar vermekte zorlanıyorum ama yine de sanki akılda kalıcılık bakımından AoR bir adım önde gibi görünüyor.

    Invincible Shield’da gayet iyi bir albüm. Prodüksiyon ile ilgili gerekenler söylenmiş, çoğunlukla hemfikirim ben de herkesle. Gitardaki arkadaşın gruba entegrasyonunda bir sorun yok sanki ama eninde sonunda KK bu grubun beste karakterini veren birisiydi. KK’s Priest in yeni parçaları dinleyince durum çok iyi anlaşılıyor.

    Rob Halford burada ayrı bir parantezi hak ediyor. Herhalde bırakın heavy metali, müzik tarihinde sesinin kalitesini bu kadar istikrarlı bir şekilde koruyabilen ve aradan geçen yıllardan sonra hala Sin After Sin’deki çığlıkları atabilen çok az vokalist bulunur. Özellikle Deluxe versiyondaki The Lodger’da şov yapıyor. 8/10

  14. Emre Görür says:

    Özellikle eski ve tutucu metal dinleyicileri arasında ciddi bir Andy Sneap alerjisi söz konusu. Adamın prodüktörlüğünü yaptığı albümleri daha baştan steril, mekanik, vb. diye mahkum ediyorlar. El attığı her albümün aynı tınlaması bana göre de ciddi bir sıkıntı, fakat Amon Amarth için sorun yaratan bu durum Priest için de sorun olacak diye bir zorunluluk yok. “Çok steril sound, hiç dinleyemedim” deniyor. Birader, Burzum mu bu? Priest zaten böyle bir şey. Aç “Ram It Down”a falan bak. Priest en modern, en güncel olan neyse onu kullanır, onu takip eder. Albüm sonrası röportajlarından birinde Halford yapay zekaya karşı olmadıklarını dahi açıkça belirtmiş. Zaten Halford’un bir anda gençleştiği falan mı düşünülüyor? Masa başında sesine müdahale edildiği açık değil mi?
    Kısacası Priest’in son iki albümünde bir sorun varsa bunun müsebbibi Andy Sneap değil. O grubun istediği, ihtiyaç duyduğu şeyi başarıyla uyguluyor sadece. Detone Halford dinlemek isteyenler Priest’in konser videolarına bakabilir. Ayrıca alternatif olarak, KK’in Priest versiyonu gayet organik tınlıyor, hatırlatırım.

  15. Boba Fett says:

    Öncelikle tekrar Allah rahmet eylesin diyelim Kaan abiye, yazıya başlayınca pek çok şeyi sorguladım, üzerine ilk albümle bu albüm arasında 50 yıl olması falan derken daldım gittim. Verdik 10 puanımızı. Rob dedem de iyice menzilcilere benzemiş.

  16. Neo says:

    Son şarkıda King Diamond tadı aldım. Adam aynı albümde hem Ozzy, hem Axel hem de King Diamond olmuş. 70 yaşını geçmiş. Adama çüş derler. Birde kimileri konserde detone oluyor falan demiş. 48 yaşındayım 12 yaşından beri metal sevdalısıyım. 70′imde acaba aynaya bakıp bu kim dermiyim diye endişeleniyorum. O yaşta yok prostad, yok bel, yok dizler falan. O yaşta konsere çık 2 saat ayakta kal,efora bak.Adamlara saygım sonsuz. Geğirip kaydetseler ben razıyım valla. Allah bin kere razı olsun, ömürlerine ömür katsın

    eatthegun

    @Neo, Metalci baba türbesi

  17. Serkan Çörekçioğlu says:

    @ali veli, Müzikal Birikimlerini Kendince Yorumlayıp, Başından İtibaren Duygusal Bir Bağının Olduğu Açıkca İfade Eden Bir Albüm Kritiğini yaklaşık 40-45 Senedir gerek Yazılı Gerek İnternet Ortamında Olan Bir Dergiyi Gömecek Kadar Dolu Birini Tanımak Ne Hoş.Yaklaşık 30 Senedir Bu Sektörün İçindeyim. Adını Geçirdiğin Dergiler dışında Bu İşin Duayenleriyle ( Gerek Türk,Gerek yabancı ) Çoğuyla Tanışıp Çalışma Fırsatım Oldu.Şu An yazdığım Bu Platformu Yakından Takip Eden,Beğenen Biri Olarak ( hemen hemen Tüm Kritikleri Okurum ) İlk Kez yazma İhtiyacı Duydum. Ahmet Saraçoğlu’nun Kritiğinde Daha Başından itibaren Duygusal Bir Bağın Olduğunu Anlamamak namümkün Sonrasında yanılıyorsam lütfen beni uyarsın ilk kez track track bir inceleme yapmış.Bu kritiği okudukça Bu Bağı daha da yoğun anlayabiliyoruz.Adını zikrettiğin müzikal ve teknik konularla ilgili olarak da donanımının tam olduğunu düşünmek bile beni korkutur. Eleştiri yazmakla bir albümü sevmemek,beğenmemek birbirinden apayrı şeylerdir.Ahmet Saraçoğlu Albümü priest mirasının en iyi albümü hakkına bu sebeple sahiptir zaten. Sen de albümü beğenmeme hakkına sahipsindir.Özellikle heavy metal camiasında adı belli bir takdirle anılan şahsın elinden çıkan ( Sneap usta ) bu albümü birebir kendi teknikleri dışında yine Priest Gibi Tınlayan bir yapıyla sunmuş ( yine de gitar ve davul partisyonlarının hemen hemen Accept gibi tınladığını ben de kabul ediyorum ) Çok uzun yazdım kusura bakma bunca yıllık tecrübemle tek diyebileceğim aramda duygusal bir bağ olan bir grupla bir kritik yazarken bir parça iltimas geçme hakkımız vardır ki Bu Albümün sağlam bir albüm olduğu gerçeğini değiştirmez.Teknik bir analiz yapmak istersen ne senin ne de benim deneyimlerimiz buna yetmez. ( En sevdiğim albümlerinden biri olan APP’nin Eye ın The Sky Albümü Büyük duayen Ken tucker İçin Çok Basit ve banal Bulunurken Thomas Erlewine Albüme başyapıt demiştir.) İkisi arasında sen APP külliyatına hakim değilsin gibi bir konun geçtiğini ise hiç sanmıyorum.Umarım Anlaşılabilmişimdir.

  18. EmptyWords says:

    Albümden beklentim zaten yüksekti ama bu seviyeyi hayal etmemiştim. Firepower anomaliydi. Cayır cayır riffler, hiç düşmeyen tempo, ardı ardına gelen hit şarkılar… 50 senelik bir grubun yapamıyor olması gereken bir albümdü. Bu albümün patlayıcılığı ve hit sayısı daha az ama daha olgun ve derinlikli. Dinledikçe daha da açılıyor. Artık buna ne denir bilmiyorum. Tarihte örneği var mıdır ondan da emin değilim. Sneap’miş, Faulkner’mış, Horford’un sesinin yapaylığıymış çok da önemli değil. Modern Judas Priest budur.

  19. Memo says:

    Benim için Firepower bu albümün üstünde.

  20. A.Karayazı says:

    Müthiş keyif alıyorum bu albümden. Bence her şey tam olması gerektiği gibi. 52 dakika su gibi akıp geçiyor. Hızlı parçalardan ziyade temposu düşük parçaları daha çok beğendim. Kalan 3 bonus parça da elbette güzel ama asıl 11 parçanın iyice boku çıkmadan genelde bonusları pas geçiyorum. Sadece bu albüm özelinde değil, genel olarak bonus parçalara yaklaşımım bu şekilde.

  21. İki haftadır sürekli dinlememe rağmen doyamıyorum.

  22. ruzgarayazdelidolu says:

    14. parçayı ben sevemedim zaten bonusmuş… gerisi cayır cayır, priest’i uzun süredir dinlemiyordum bu albüm sayesinde diskografisini yeniden baştan sona dinleme vakti.

  23. A.Karayazı says:

    Invincible Shield > Firepower

    Benim için kesin bilgi, yayıyorum.

    bk

    @A.Karayazı, Kesinlikle katılıyorum. Bin basar hatta.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.