# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
VOLBEAT – Servant of the Mind
| 20.12.2021

Cayır cayır bir olgunluk eseri.

İnsan bazen tüm bu gürültü patırtı içerisinde neleri özlediğini fark edemeyebiliyor. Özellikle de bu kadar uyarıcının olduğu bir ortamda, bazen varlığının sizin için çok da bir önem teşkil etmediğini düşündüğünüz bir şey çıkıp sizi etkileyebiliyor.

VOLBEAT’le tanışmam 2007’de çıkardıkları “Rock the Rebel / Metal the Devil”a uzanıyor. 2010 yılında Sonisphere kapsamında ülkemize gelip Türkiye tarihinin gördüğü en büyük metal organizasyonu kapsamında sahne aldıkları sırada İnönü Stadyumu’nu dolduran kalabalık içerisinde kendilerini tanıyanların oranı çok ama çok azdı. Sahnede arkalarına astıkları Elvis saçlı, kanatlı kurukafa backdrop’larındaki kanatları o zamandan günümüze sürekli çırptılar, yükseldiler, hep daha fazlasını istediler.

Bu süreçte gruba olan ilgim dalgalanmalı şekilde devam etse de VOLBEAT’in en azından kimseye benzemeyen sound’unu korumuş olması onları metal dünyasının en hızlı büyüyen gruplarından biri hâline getirdi ve VOLBEAT de metal dünyasının “logosu festival afişinde nasıl X’in üstünde olur abi?” diye sorgulanan toplulukları arasına adını yazdırdı.

Bugün grubun yeni albümü “Servant of the Mind”dan bahsedeceğiz. Açık söyleyeyim, bu yazıyı grubu benden daha fazla sahiplenen ismail vilehand’in yazmasını isterdim, ancak müsait olmadığından -ve yazmadan da geçemeyeceğimizden- ben üstlendim. Grubun tüm albümlerini dinlemiş ancak şu yorumda da ifade ettiğim üzere tam olarak sahiplenmemiş bir dinleyici olarak ilk VOLBEAT kritiğim olacak, elimden geleni yapacağım.

“Servant of the Mind”la ilgili olarak ilk göze/kulağa çarpan şey VOLBEAT’in geçmişindeki pek çok şeyi çok iyi dengelenmiş şekilde sunuyor olması. İlk dönemlerinin daha METALLICA’vari sertliği ile ilk büyük patlamalarını sağlayan rockabilly karakterinin iç içe geçtiği; bu kimyayı işe yarar hâle getirecek bir numaralı bileşen olan akılda kalıcılığın da gayet cömert şekilde kullanıldığı albümde grubun el emeği göz nûru diyebileceğimiz VOLBEAT’likleriyle dolu birçok şarkı var. Esasında VOLBEAT, karakteri gereği işin metal kısmını törpüleyip çok daha radyo dostu bir müzik yapabilecek tıynette bir grup; konserlere insan çekecek nakarat yazma konusunda hiçbir sıkıntıları yok ve isterlerse bunu çok daha rock temelli sunarak daha kolay kabul edilir bir yöne de kayabilirler. Lakin “Servant of the Mind”da VOLBEAT’in bir metal grubu olduğu gerçeğine daha sıkı sarıldığını görüyoruz.

Konserlerde müthiş sonuç vereceği ilk dinleyişten anlaşılan şarkılarla dolu olan albümün metal tarafına baktığımızda asfaltı kazıyan, benzin kokulu şarkılar da görüyoruz, “Becoming”de olduğu gibi death metale bulaşan yapıtlar da. ENTOMBED’un yakın zamanda kaybettiğimiz efsanevi vokalisti L-G Petrov’a saygı duruşu niteliğindeki bu şarkıda grubun resmen ENTOMBED’su bir İskandinavlık ile AVENGED SEVENFOLD’vari bir Amerikanlığı aynı potada erittiğini görüyoruz. Şarkı adeta “Left Hand Path”ten fırlamış gibi başlıyor ve nakaratında AVENGED SEVENFOLD’un “Nightmare”inin “It’s your fucking nightmare”ine yakın duran bir noktaya varıyor. Bu gibi kontrastlar albümün ömrünü hatırı sayılır düzeyde uzatacaktır diye düşünüyorum.

Benzer şekilde “Say No More” da grubun uzun zamandır yaptığı en sert, en thrash metal şarkılardan biri. “…And Justice For All” rif karakterini taşıyan şarkının nakaratı ise albümün en akılda kalıcılarından biri. Bu sertlik sayesinde, albümün en rockabilly şarkısı diyebileceğimiz “Step into Light” gibi daha ılıman yapıtlar da oluşan kontrast gereği daha etkili hâle geliyorlar ve “Servant of the Mind”ın değerini artırıyorlar.

Yazının ilk paragrafına dönecek olursam, “Servent of the Mind” bana işte bu özlem duygusunu hissettiren ve VOLBEAT’in özellikle “Outlaw Gentlemen & Shady Ladies” öncesinde yaptıkları şeyleri -hiç farkında olmasam da- özlediğimi görmemi sağlayan bir albüm olarak 2021’nin artılar tablosuna yazdığım bir iş oldu. VOLBEAT bu “Elvis metal”, “rockabilly metal” olayını öylesine sahiplendi ve öylesine baskın şekilde kullandı ki, bir noktada hafif sıkıldığımı hissettiğim için boşladığım grubun aslında neleri ne kadar iyi yapabildiğini hatırlamam açısından bu albüm çok iyi oldu. Yayınlandığı gün “bakalım VOLBEAT eski ilgimi kazanmamı sağlayacak bir şey yapmış mı?” diyerek açtığım ilk single “Shotgun Blues”u arka arkaya 10 kez dinlemiş olmamdan da, öylesi bir nakaratın “Say No More”un thrash metal karakterine ne kadar ustaca yerleştirilmiş olduğunu her dinlemede takdir ediyor oluşumdan da albümün benim için belli bir yere ulaşmış olduğunu net şekilde görebiliyorum.

Velhasılıkelam, VOLBEAT’in “Servant of the Mind” ile son dönemdeki en iyi albümlerinden birini çıkardığını düşünüyorum. Aralarda çok sık dinlemeyeceğim birkaç parça olsa da ve albümün gereğinden biraz fazla uzun olduğunu düşünsem de genele baktığımda VOLBEAT övgüyü, takdiri, bağırlara basılmayı hak ediyor. Hepsini geçtim, bu şarkıların çok büyük kısmının konserlerde olağanüstü sonuç vereceğini kesinlikle hissettiriyor ve insanda VOLBEAT konserine gitme isteği uyandırıyor. E zaten bir albüm için bundan daha büyük başarı ve övgü vesilesi olabilir mi, yaşadığımız dönemin şartlarına baktığımızda sanırım olamaz.

8/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.70/10, Toplam oy: 56)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
2021
Şirket
Vertigo Records
Kadro
Michael Poulsen: Vokal, gitar
Rob Caggiano: Gitar
Kaspar Boye Larsen: Bas
Jon Larsen: Davul
Şarkılar
01. Temple Of Ekur
02. Wait A Minute My Girl
03. The Sacred Stones
04. Shotgun Blues
05. The Devil Rages On
06. Say No More
07. Heaven's Descent
08. Dagen Før (feat. Stine Bramsen)
09. The Passenger
10. Step Into Light
11. Becoming
12. Mindlock
13. Lasse's Birgitta
  Yorum alanı

“VOLBEAT – Servant of the Mind” yazısına 44 yorum var

  1. Berca B. says:

    Albümü ben de çok beğendim ve nadiren yeni albüm dinlediğim bu dönemde en çok dinlediğim albümlerden biri oldu. Başlıkta da dendiği gibi Michael Poulsen artık olgunluk döneminin zirvesini yaşıyor bence. Adamda çok acayip bir “parçaları doğru şekilde dizme” yeteneği var, tekil olarak birbirinden çok alakasız gözüken fikirleri öyle bir sıraya diziyor ki heralde bundan daha iyisi olamazdı diye düşündürüyor. Gerçek bir şarkı yazma ustası, tam prodüktör kafası var adamda.

  2. Asil says:

    İlk defa düşündüğüm puanı verdim. Fanı olduğu grup ve tarzlara yazılan bol keseden 10 puanı yapıştırdığı kritikler gibi değil, gerçekten beğendiğini hissettiğim bir kritik olmuş. Zaten okur puanı ile yazarın puanı ilk defa uyumlu 😄

  3. Noumena says:

    Metallica’nın Black Album’u neyse bu da o. Ayrıca Say no more’da Jump in the Fire denmesi de tesadüf değil bence :) albümün en zayıf parçası olarak gördüğüm Dagen For bile bir süre sonra dilinize yapışıyor öyle bir albüm bu. Shotgun Blues’un brutalli versiyonuna ise bittim. Seviyoruz lan sizi!

  4. Emre Görür says:

    Son dönemlerde büyük denebilecek grupların albüm olgusunu bir kenara atmaya başladıkları gözlemleniyor. Albüm sürelerinin abartılması da bununla bağlantılandırılabilir, ama esas unsur toplamda ortaya bir bütün koyma kaygısının azalmış olması.
    Servant of the Mind da bunun tipik bir örneği. Aşure gibi maşallah! “Hangisi tutarsa artık” mantığıyla ellerine geçeni atmışlar çuvala. Aşırı ticari şarkılar da var, gayet sert besteler de. Bu da ortaya güzel şarkılar içeren, ama albüm demeye bin şahit isteyen bir çalışma çıkarmış.
    6/10

  5. Memo says:

    Valla cayır cayır mis gibi albüm olmuş. Albüm çıktığından beri sürekli telefonumda çalıyor. Umarım pikabımda da plağı döner. Başka da bir şey dinlemiyorum bu ara. Daha doğrusu albüme takılıp kalıyorsunuz. Albümdeki çoğu şarkıyı dinlemekten çok keyif alıyorum. Domino şarkısını dinlemek ise çok eğlenceli. Bonuslar için de en sevdiğim o oldu. Bu arada Metallica coverı da es geçilmemeli.

  6. Dysplasia says:

    Shotgun Blues güzel parçaydı ama albümden aynı tadı alamadım. O şarkının da ortası pek bi eğreti duruyor zaten.

  7. woodenpint says:

    Albüm söylenildiği gibi dağınık ama besteler güzel, prodüksiyon harika, daha sert ve bol cıgıcıgılı şarkılar + step into light ve bonus coverlar güzel. Çok düşündürten bir albüm değil puanım da 7.5′tan 8

  8. ismail vilehand says:

    Tam eskort memesinden kokain çekerken dinlenecek albüm. İlk 2 albümden beri yaptıkları en sağlam iş. Mest oldum vallahi, jest oldum. Ooooov.

  9. ismail vilehand says:

    The Sacred Stones tam bir viski şarkısı. Buram buram Black Sabbath.

  10. İlker says:

    Tüm albümü inanılmaz sevdim. Sanırım en sevdiğim Volbeat albümü oldu da diyebilirim. Özellikle The Devil Rages On nedir öyle ya her şeyiyle kusursuz. Wait a Minute My Girl kusursuz bir hit, Temple of Ekur hakeza harika bir açılış parçası, The Sacred Stones, Heaven’s Descent, Step Into Light, Becoming, Lasse’s Birgitta derken albümün üçte ikisini saymışım zaten. Önümüzdeki yaz falan özellikle çok çeviririm ben bunu.

    İlker

    @İlker, Bir de unutmadan, Volbeat aktif gruplar içerisinde benim için en iyi, en catchy nakarata sahip şarkılar yazan birkaç gruptan biri. Michael Poulsen seviliyorsun abicim.

  11. unanimated says:

    Sırma saçlının kapakta ne işi var mk

  12. ismail vilehand says:

    Her dinlemede daha çok yükseliyorum bu albüme. O kadar mükemmel ki, yakında “Rock the Rebel/Metal the Devil”dan daha iyi olduğunu iddia edersem şaşırmayın.

  13. Raddor says:

    Volbeat n’apmış ya. Mest etti mest. “Hard rock mı dinlesem, Punk mı, cozur cozur Metal mi?” diye arada kalan bu albümü açmalı. Üçünden alacağın keyfi aynı anda yaşatmayı başarmışlar.

    Adamlar diskografilerinin en altlarına yerleştirilecek bir albümün ardından, en tepelerine konacak bir işle dönmüşler. Helal lan.

  14. ismail vilehand says:

    “The Devil Rages On” tam bir errrrkek şarkısı. Viski, cigara, apış arası kokusu, taşşak kılı, kavga, dövüş, haraç kesmek. Bunlar anahtar kelimeler.

    Raddor

    @ismail vilehand, Nick Cave ve Gavurun Dölleri hissiyatı aldım o parçadan. Let Love In albümlerine benzer; tabancasını silen tekinsiz adam havası var şarkıda.

    ismail vilehand

    @Raddor, The Sacred Stones ile başlayıp, Say No More ile biten 4 şarkılık sekans aşırı destansı ve Volbeat tarihinin en iyi anlarını barındırıyor. Ne dinlemeye, ne de övmeye doyamıyorum. Kelimeler kifayetsiz kalıyor benim için.

    Noumena

    @ismail vilehand, heaven’s descent ı ekleyip 5 şarkılık sekans olarak bu yoruma katılıyorum aşırı derecede. Hatta bu 5 şarkıyı playlist yapıp arabada çıldırıyorum :D

  15. ismail vilehand says:

    Korkunç güzel bir albüm. Dinlemelere doyamıyorum.

  16. çaksu says:

    Şu vokal beni yoruyor ya. Sonuna kadar gelemedim. Onu aşsam çok sevicem kesin.

    çaksu

    @çaksu, Mal.

  17. ismail vilehand says:

    The Sacred Stones dinlerken keser sapı kıvamına gelmeyen bizden değildir.

    İlker

    @ismail vilehand, Hele o son 1 dakika aklımı yedirtiyor bana.

  18. Noumena says:

    Heaven’s Descent’ın girişine aşırı yükselen bi ben miyim aq

  19. Melkor says:

    Bu albümden sıkılmak mümkün değil mi lan? Polisi arayıp uzaklaştırma kararı çıkartıcam.

  20. ismail vilehand says:

    Servant of the Mind > Rock the Rebel/Metal the Devil >
    The Strength/The Sound/The Songs > Beyond Hell/Above Heaven > Guitar Gangsters & Cadillac Blood > Seal the Deal & Let’s Boogie > Outlaw Gentlemen & Shady Ladies > Rewind, Replay, Rebound

    Ahmet Saraçoğlu

    @ismail vilehand, ben de son podcast’te “sanırım en iyi Volbeat albümü” dedim SotM için. Rock the Rebel/Metal the Devil diye bir şey varken bunca yıl sonra bunları söyletmek çok acayip bir şey.

  21. Raddor says:

    Hangi şarkısını öveceğimi bilemiyorum. Ben de Step Into Light \m/ diyeyim o zaman. The Devil Rages On ile benzer; Dark Rock ‘n’ Roll bir hava var bu iki parçada. Çok hafiften de Dead Kennedys hissi alıyorum.

  22. ismail vilehand says:

    Volbeat’e satanik şarkı yazdıran hayat bize neler yapmaz…

  23. ismail vilehand says:

    “The Devil Rages On” düpedüz hainlik.

  24. Raddor says:

    Bu albümden şikayetçiyim Memur Bey.

  25. ismail vilehand says:

    Viski, cigara, kokoreç ve şiddetli orgazmların soundtrack’i. Rock ‘n’ roll ve heavy metal’in en iyi özelliklerinin tek potada ertilmiş hali bu albüm. Baş tacısın Volbeat.

    Boksör olsam ringe çıkarken arka planda intro olarak bir Volbeat şarkısı çaldırırdım ama hangisi bilemedim şu an. Daha sonra bir tane seçip yazacağım. Sizin de aklınıza gelirse yazın.

    Dysplasia

    @ismail vilehand, Bu albümü amsterdam yeşilliklerinde kültür mantarı eşliğinde saatlerce dinledim, çok şeker, çok tatlı bir albüm aslında.

    Ahmet Saraçoğlu

    @ismail vilehand, zaten “Seal the Deal” ve “A Warrior’s Call”la sahneye çıkan birileri var diye biliyorum. Ben olsam “Who They Are”la girerdim. En sevdiğim 3-5 Volbeat şarkısından biri o.

    ismail vilehand

    @Ahmet Saraçoğlu, çok iyi tercih. Ben de “Another Day, Another Way” diyeceğim. Henüz maça başlamadan rakibe büyük göz dağı.

    Ahmet Saraçoğlu

    @ismail vilehand, ilk vokallerden sonra “Go!” diye bağırdığı yer tam vuruşmalık zaten.

  26. Raddor says:

    Menemene ban girl !
    Menemene ban löööuv

    Canım sıkılıyor mınaki.

  27. Rashid says:

    “Rewind, Replay, Rebound” albümü sonrası açıkcası biraz tedirgindim ama gereksiz yere kasmışım. Taş gibi albüm olmuş valla. Tam konserde bağıra çağıra okumalık, keyifle dinlenilesi bir albüm olmuş. Bu arada Volbeat’in son 4-5 albümdür prodüksiyonu olağanüstü seviyede. Baya ders niteliğinde.

  28. Raddor says:

    The Devil Rages On ve Step Into Light parçalarından neden Dead Kennedys havası aldığımı çözdüm. Dead Kennedys müziğinde epey Surf Rock esintileri barındıran bir grup. Volbeat’in bu iki şarkısı da bu tarzdan esinlenerek yazılmış.

    Örneğin; grubun klasiklerinden Police Truck parçasını dinlerseniz The Devil Rages On ile benzerliklerinin yanında bazı riflerin aynı olduğu dahi duyabilirsiniz efenim.

    https://youtu.be/HWIrSMVbQzk

  29. Raddor says:

    Say No More’u Hetfield vokaliyle 72 Seasons parçasıymış gibi hayal edin. Zerre sırıtmıyor. Hatta o kadar uyuyor ki, anlatılmaz dinlenir:

    https://youtu.be/cIrN5KB97QA

    “Jump in the Fire! deyip Disposable Heroes rifi koyarak Metallica eskilere dayanmışlar yine.”

  30. Black Thunder says:

    Söz konusu Volbeat olduğunda, ilk 3 albümü her zaman başka ve ulaşılması pek mümkün olmayan bir yere koyarım. Servant of the Mind, ilk 3 albümden sonra çıkan en iyi Volbeat albümü.

    1. Rock The Rebel / Metal he Devil
    2. The Strength / The Sound / The Songs
    3. Guitar Gangsters & Cadillac Blood
    4. Servant of the Mind
    5. Seal The Deal & Let’s Boogie
    6. Beyond Hell / Above Heaven
    7. Outlaw Gentlemen & Shady Ladies
    8. Rewind, Replay, Rebound

  31. Twat says:

    Bonuslarda bir “doktor emmi” cover’ı var… Bana birisi hayatımda “Metallica versiyonunu daha az dinlemek isteyeceksin” gibi bir cümle etse düne kadar kavga çıkarır, en kötü “beni hiç tanımamışsın, yazıklar olsun” diye gönül koyardım ama bu tahterevalli cover’ı o kadar coşkulu olmuş, poulsen öyle bir yanık sesle okumuş ki hayatta büyük lafları çiğ çiğ yemek de varmış diye düşündüm.:)

    Muhakkak sevmeyen olur ama birkaç kez yolda giderken kulaklıkla iyi modda dinlediğimden beri bırakamıyorum. Nakaratta vokale kattıkları senkoplu yenilik ve genel tempodaki normalinden hızlı çalış bağımlılık yaptı. Metallica versiyonu elbette hala güzel(en az sevdiğim albümleri olsa da) ama genelde coverladıkları gruplara “şarkının orijinali böyle olur” dedirtircesine iyi cover yapan Metallica bu sefer benim gözümde boynuzu geçememiş. vay arkadaş.

    Canoir

    @Twat, bu cover aynı sene ve daha önce çıkan Black Album’ün cover derlemesi “The Metallica Blacklist”te yer alıyordu. Ordaki nadir iyi coverlardan biriydi zaten, ben de orijinalinden daha keyifli buluyorum sanırım

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.