# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
KING DIAMOND – Voodoo
| 03.11.2020

“You cannot say that everybody’s happy, but you can say that everybody is now safe from each other” – Salem

Emir Şekercioğlu

1985’te Mercyful Fate dağılmasaydı, belki de hiçbir zaman King Diamond’ın kendi grubuyla ortaya koyduğu bu muhteşem konsept albümleri dinleyemeyecek olmanın düşüncesi, King’in anlattığı hikâyelerin doğası kadar rahatsız edici ve huzur kaçırıcı bir duygu yaratıyor. Bununla birlikte, her zaman kalitesini korumuş ve belirli bir standardın üstünde seyretmiş olan çalışmalarının bütününe bakıldığında, 1980’li yıllarda “Fatal Portrait”den “Conspiracy”ye değin birbiri ardınca patlattığı dudak uçuklatıcı albümlerin ihtişamı, sonraki çalışmalarının güzelliğini takdir etmeyi zaman zaman zorlaştırabiliyor. Elbette çıtayı baştan çok yukarılara çekmenin yaratacağı doğal bir psikoloji bu, fakat demek değildir ki bir “The Eye”ı (kanaatimce King Diamond’ın klavyeleri en güzel albümü) ve de yazdığım bu incelemenin konusu olan “Voodoo”yu gözmezden gelebileceğiz…

Bilindiği üzere 1986-1989 arasını muazzam bir üretkenlik ve sanatsal verimlilikle geçiren King Diamond, 90’lara “The Eye” gibi bir albümle giriş yaptıktan sonra çok azıcık da olsa tökezleme sinyalleri vermişti. Kötü denebilecek bir albüme sahip olmamakla birlikte, dinlendiği takdirde prodüksiyon kalitesi öncekilerden çok farklı olan “The Spider’s Lullaby” (Andy La Rocque’un sözünü ettiğim konu da dâhil, görüşlerini ve güzel anılarını paylaştığı röportajı için ve yine güzel bir albüm olmasına karşın King Diamond dendiğinde kolay kolay akla gelebilecek ilk albümlerden biri olmayan “The Graveyard”, bana kalırsa “The Eye” ile 90’lara yapılan destansı girişi aynı düzeyde yürütemeyen albümlerdi. Fakat 2000’lere merdiven dayanmışken piyasaya sürülen “Voodoo” iddialı denebilecek şarkı sayısının hakkını veren ve içinde hoş sürprizler, göndermeler barındıran, dolu dolu bir King Diamond albümüydü.

Albümlerini, içerdiği konseptler bazında değerlendirdiğimde King Diamond’ın en hastalıklı hikâyelerinin “Abigail” ve “Them”de yer aldığını düşünüyorum. Bu iki albümde de hikâye gidişatının bir noktadan sonra ciddi anlamda brutalleşmesi bende bu fikri doğuran temel sebep. Bu açılardan baktığımızda hem antropolojiden hem de popüler kültür araçlarından aşina olduğumuz “vudu” olgusunun, ilk etapta bir gotik/korku hikâyesi konusu için “kolaya kaçabilecek bir seçim” olduğu düşünülebilir. Ancak, ister yazıya isterse sadece söze dayalı olsun, bir hikâyeyi; okuyucuyu/dinleyiciyi cezbedecek şekilde işleme noktasında benim tercih ettiğim temel bakış açısı, “önemli olanın ‘ne’ anlatıldığı değil, ‘nasıl’ anlatıldığı” meselesidir. “Voodoo” albümünde işlenen konsept, bu açıdan bakıldığında King Diamond’ın en iyi icralarından biri kesinlikle.

Zaman içerisinde Mikkey Dee, Michael Denner, Pete Blakk ve Tim Hansen gibi muazzam müzisyenlerle çalışmış olan King Diamond’ın, söz konusu albümünde beraber çalıştığı ana kadroya baktığımızda belki bu isimler kadar hatırası göz dolduran kişilerle karşılaşmıyoruz. Ancak Diamond-La Rocque kemik ikilisini kenara koyduğumuzda karşımıza çıkan Herb Simonsen, Chris Estes ve bu albümde gruba dâhil olan John Luke Hébert üçlüsünün ortaya koyduğu emek takdire değer nitelikte olmakla kalmayıp “Voodoo”yu birazdan detaylandıracağım içeriğine kavuşturmaları bakımından ciddi önem taşıyor. Bununla birlikte, konuk sanatçı olarak Dimebag Darrell’ın albüme ismini veren parçaya sololarıyla renk kattığı anlar, hem müziğin hem de hikâyenin bir bütün olarak etkisini arttırdığı anların başında geliyor.

King’in bu albümde anlatmış olduğu hikâye ise şu şekilde gelişiyor; bebek bekleyen Sarah ve David Lafayette çifti “Grandpa”larıyla beraber, Lousiana’da Baton Rouge’un kuzeyinde konumlanmış kolonyal zamanlardan kalma bir eve giderler. Ancak sıkıntı şuradadır ki bu ev bir “LOA House”dur (Loa; Haiti ve Lousiana vudu inancında var olan, insanlar ve tanrısal varlıklar arasında aracılık görevi gören birtakım görünmez ruhlar), çünkü önceki sahibi Jean Le Noir olarak bilinen bir vudu rahibidir ve ev, aynı zamanda vudu ritüellerinin gerçekleştirilmekte olduğu bir mezarlığın da yakınında bulunmaktadır. Dolayısıyla çiftimiz, hemen hemen her King Diamond kurgusunda olduğu gibi, seçilebilecek en ideal yeri seçmiştir.

Yerleşmelerinin akabinde her parlak ve beyaz dolunayda yükselen seramonik vudu davullarının sesleri yüzünden aile, mevcut durumdan ürpermeye ve buna bir çözüm bulma arayışına girmeye başlar. Öneri olarak da seslerin yoğunlukta olduğu mezarlık bölgesinden temelli kurtulmak fikrinde uzlaşarak, bu önerilerini yeni kâhyaları Salem ile paylaşırlar. Fakat bu yaptıkları, hikayenin düğümünün çözüleceği yer olacaktır, çünkü Salem; vudu büyücüsü Doktor La Croix, sıklıkla “shadow” diye anılan Loa’lardan biri olan “kimsenin görmediği kız” Lula Chevalier ve “yılanlı kadın” Madam Sarita’nın da içinde oldukları dört kişilik bir vudu tarikatının dördüncü ve en kilit role sahip üyesidir. Sıklıkla, kimseye görünmeden ve iz bırakmadan, mezarlık ile ev arasında mekik dokuması ile bilinir. Salem, şeytana pabucunu ters giydirecek o kişidir.

Salem’in, ev ahalisinin bu planlarını Doktor La Croix’ya iletmesinin akabinde işler çirkinleşmeye, zıvanadan çıkmaya başlar. Artık hadise, bir köy kahvesinde gerçekleşebilecek olası bir paranormal yatır kavgasının ötesine varacaktır. Çünkü Lafayette ailesi, bu aristokratik ( “vudu da neymiş, kaldırın şu davulları !”) ve sömürgeci (ezelden mülkleri olmayan bir eve yerleşip, bağdakini kovma) tavırları sebebiyle, bir dersi hak etmiştir.

Tehlikeli vudu tarikatı Salem aracılığıyla eylemlerine müthiş bir ivme kazandırarak, şarkıların gidişatı doğrultusunda David’i ve Grandpa’yı kısa sürede hastalıklar içinde boğuştururken, Sarah Lafeyette de kötücül ruhlar tarafından possessed edilir. Kendilerine musallat olan belaları def etmek için Peder Malone’u çağıran aile, Sarah’ya bir exorsizm tedavisi uygulatmayı deneseler de Loa Lula Chevalier’in; Salem’in odasındaki çivili Baron Samedi haçını kaptığı gibi onu possessed edilmiş Sarah’nın eline bırakmasıyla Peder Malone, tünelin sonundaki ışığa varmaktan kıl payı kurtulmuştur.

Neticede Lafayette ailesi, “pes ediyoruz tamam !” dercesine bir hastaneye gittikten sonra evden tamamen ayrılırlar. Ancak King Diamond, rahat bir uyku uyumamamız için son numarasını da yapar ve bize Salem’in ağzından; ortalığı karıştıran Salem’in aslında yıllar önce ölmüş olduğunu ve yeni doğum yapan Sarah’nın bebeğinin de ne hikmetse “en garip dili tersten konuştuğunun” bilgilerini verir.

Açıkça görülebileceği üzere “Voodoo”nun hikâyesi; ana motifleriyle (terk edilmiş bir ev, orada ikamet etmeye başlayan evli bir çift, possessed edilen kadın, lanetli bir çocuk ve tehlikeli alametler), “Abigail” albümünün kurgusuyla bir hâyli benzerlik göstermekte. Temelde “vudu” konsepti ve Salem karakteriyle özgünlüğüne kavuşan kurgu, King Diamond’ın yine benzersiz sözleriyle, anlatımıyla ve saz arkadaşlarının da bestecilikte gösterdiği oldukça yaratıcı kompozisyonlarıyla kanaatimce; “The Eye”dan daha komplike olmakla kalmayıp grubun 80’lerdeki işlerine çok daha yakın duran bir ayarı da tutturduğunu gösteriyor.

Albümün müzikle bağlantılı olan noktaları için de hikâyenin kendisi kadar anlatılmaya değer olan kısımlar var şüphesiz. Orta ile nispeten yüksek bir tempo arasında seyreden ve birbirinden heavy rifler, can alıcı sololar barındıran “Voodoo”, “Salem”, “The Exorcist”, “LOA House” gibi parçalar albümün yıldızıyken; “Life After Death”, “Sarah’s Night”, “Unclean Spirits” ve “Aftermath” gibi bestelerde de kurgunun ve ona hayat veren karakterlerin müzikal yansımalarını kolayca kayıtsız kalamayacağınız bir gerçeklikle hissedebiliyorsunuz. Dolayısıyla “Voodoo”, King Diamond’ın konseptlerini aynı zamanda “yaşayabildiğiniz” albümlerden biri hâline geliyor.

King Diamond’ın diskografisinde en tepe noktasına oynayan albümlerin ortak noktalarından biri de bu çalışmalara klavye üzerinden katkı sağlaması dışında nasıl biri olduğuna ve neler yaptığına ilişkin hiçbir bilgimin olmadığı Roberto Falcoa’nın varlığıydı. Bu adamın “Abigail” şarkısının outro’sunda, “Le It Be Done”/”Cremation” ikilisinde ya da “Burn”de yaptıklarını dinlediğimden beri, ruhunda hâyli ilginç işlerin döndüğü bir sanatçı olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar kendisini “The Eye”dan bu yana hiçbir King Diamond albümünde dinleyememiş olsak da “Voodoo” söz konusu olduğunda, onun klavyede yerini King ile beraber dolduran Chris Estes’in de saygıyı hak edecek bir iş ortaya koyduğu ortada. Bunun yanı sıra çalışmada bas, akustik gitar pasajları ve bestecilik hususlarında da katkı sağlayan Estes, enstrümantasyonun yükünü Diamond-La Rocque ikilisiyle birlikte paylaşarak albümün müziğindeki kaliteyi ve dinamizmi pekiştiren önemli isimler arasında yerini alıyor.

Prodüksiyon konusunda herkesin beğenisi çok farklılaşabildiğinden ötürü bu noktada kesin bir şeyler söylemem zor. Ancak genel izlenimim, gitarların ve klavyenin son derece güçlü kaydedilen tınısına karşılık bas gitarın gömülmesi, davulda da snare ve zillere karşılık kick’lerin ve tom’ların zayıf kalması yönünde. Vokaller ise zaten grubun doğası gereği, her zaman olduğu gibi bu albümde de efekt yoğunluğunu ve sound kalitesini üst bir çizgide sürdürüyor. Bununla birlikte, albümün geneli oldukça canlı bir işitilebilirliği size sunuyor ve bestecilikteki nüansları gözden kaçırtmıyor.

Nihayetinde King Diamond’ın, yine akıllar aldığı ve kurbanlarına acımadığı başarılı bir albümü olan “Voodoo”ya dikkatinizi çekebildiğimi umarak hepinize tatlı kabuslar diliyorum.

9/10
Albümün okur notu: 12345678910 (8.00/10, Toplam oy: 37)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
1998
Şirket
Massacre Records
Kadro
King Diamond: Vokal, klavye, harpiskord, organ, söz, beste (1, 3, 4, 6-9, 12-14)
Andy La Rocque: Gitar, klavye, beste (2, 5, 10)
Herb Simonsen: Gitar
Chris Estes: Bas, klavye, gitar (akustik), beste (7, 11)
John Luke Hébert: Davul, perküsyon

Konuk:
Dimebag Darrell: Gitar solo (4)
Şarkılar
1) Lousiana Darkness
2) LOA House
3) Life After Death
4) Voodoo
5) A Secret
6) Salem
7) One Down Two to Go
8) Sending of Dead
9) Sarah’s Night
10) The Exorcist
11) Unclean Spirits
12) Cross of Baron Samedi
13) If They Only Knew
14) Aftermath
  Yorum alanı

“KING DIAMOND – Voodoo” yazısına 6 yorum var

  1. Boba Fett says:

    Hemen yapıştırdım 10 puanımı, bana zehri ev arkadaşım verdi o zamandan beri bu adamı dinlemeye doyamıyorum.

  2. Kaan says:

    The exorcist ve Voodoo hayatımda en sevdiğim parçalardan ikisi.. Albüm değil boyutlar arası geçiş mübarek.. Koşulsuz On puan!!!

  3. koca says:

    Albümün genelini pek sevmiyorum ama “One Down Two to Go” en sevdiğim King Diamond şarkısı olabilir. Solosu baştan sona LaRocque numaralarıyla dolu; solo arkası ritm tam bir Metallica bestesi; vokaller ise kimi yerde Yıldız Tilbe’yi bile andırıyor:) Şaka değil, gerçekten çok iyi.

  4. mandrake says:

    İncelemeyi baştan sona keyifle okudum, emeğinize sağlık.
    Her ne kadar -genelde prodüksiyon bakımından- çeşitli eleştirilere maruz kalsa da özellikle The Graveyard ve Voodoo albümlerinde yaratılan atmosfer beni her zaman etkilemiştir.
    Yanlış hatırlamıyorsam edindiğim ilk King Diamond kasetlerinden biriydi Voodoo; bende yeri ayrıdır.

  5. bahadır says:

    The graveyard’ın destansı hikayesi bile tek başına yeter yahu! Bana göre Voodoo daha geride bir albümdür. Bunun sebebi de aradaki aksayan eserlerdir. The Graveyard başlangıcından sonuna kadar kendini dinlettiriyor. Ayrıca The Eye albümüne ise neden bu ülkede eleştiri getiriliyor anlamış değilim. Yurt dışında King dinleyicileri tapar bu albüme. Bence içselleştirememişsiniz. Yanlış sularda yüzmüş bir kritik. 8/10

  6. deadhouse says:

    Yukarıdaki yorum özelinde yazmıyorum; cidden bu yurt dışı siteler, yurt dışı dinleyiciler olayı sanırım 3. dünya ülkelerinde konuşulan bir şey. Bence konu yurt dışı, yurt içi olmamalı. Sahici dinleyici – kötü dinleyici, iyi müziksever – az müzikdinler, grubu iyi takip eden – etmeyen olayı olmalı. Mesela bir şarkı veya grup hakkında olumsuz bir yorum belirtiyorsun. Ardından patlıyor yorum: “Ama yurt dışında çok beğenilir, yurt dışı sitelerinde çok iyi puan aldı”

    Yahu bana ne? Bana göre iyi veya kötü. Bana ne yurt dışındakilerden. Saçma sapan bir eleştiri şekli olmaya başladı bu konu. Bunun dışında yurt içinde çok beğenildi, nasıl böyle yorum yaparsın şeklinde bir yorum görmedim. Yurt dışındakileri daha zeki insanlar, yurt içindeki insanları da daha aptal gördüğünüzün kanıtı bence bu durum. Dünya müzik piyasasını az çok takip ederiz hepimiz. Bence günümüzde iyi dinleyici-kötü dinleyici ayrımı yapılamaz. İngiltere’deki insan ile Japonya’daki insan ile Türkiye’deki insan arasında fark yok. Herkes aynı vasat şeyleri dinliyor, ya da herkes aynı iyi şeyleri dinliyor. Tabii bu benim görüşüm. Yurt dışındaki insanları süper insan görüyor olabilirsiniz. Herkesin fikri kendine.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.