# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
SABHANKRA
02.03.2018

“Doksanlar Türk popu bu ülkeden çıkan en iyi müziktir.”

SABHANKRA, ülkemizin uzun soluklu gruplarından biri. 2001’den beri faaliyette olan grup, dördüncü albümü “From the Frozen Mountains”ı geçtiğimiz ay piyasaya sürdü. Biz de grubun kurucusu, vokalist ve gitaristi Savaş Sungur’la Bar Rasputin’de oturduk ve hem SABHANKRA’ya hem de bir dolu başka konuya dair güzel güzel konuştuk.

Röportaj: Ahmet Saraçoğlu

Yeni albümünüz “From the Frozen Mountains”ın öncesini ve albümün çıkış sürecini anlatır mısın?

Bu albümden önce çıkardığımız “Revenge”deki şarkılar aslında 2007’de yazılmıştı. O albümü 2 sene boyunca çıkarmaya çalıştık, ancak gittiğimiz yerli firmalarda hep kazıklanma noktasına geldik, hatta dolandıran da oldu. Sonuçta o albüm çıkamadı. Sonra “Seers Memoir” hazır hâle geldi, o albüm için Rus şirket Haarbn ile anlaştık. Adamlar o albümden memnun kalınca kısa sürede yeni bir albümle ivmeyi devam ettirmek gerekti. Elimizde de yapılmış ama yayınlanmamış “Revenge” duruyordu. O şarkıları tekrar düzenleyip tekrar kaydedelim ve yayınlayalım dedik. O albüm o şekilde oldu. Yeni albüm ise “Seers Memoir”ın devamı gibi, dolayısıyla “Revenge” arada çok alakasız kaldı. “From the Frozen Mountains”ı hazırlarken, “Seers Memoir” döneminden kalan birtakım şeyleri de kullanma yoluna gittik. Mesela açılış şarkısı “Crushed Under the Fists of the New Reign” o dönemde yazılmış ve fazla sert bulduğumdan “Seers Memoir”a konmamış bir şarkıydı. Bu arada diğer gitaristimiz Süha’da da bir değişim oldu ve adam glam ve AOR dinlerken geriye döndü ve IMMORTAL, DEMONAZ, KEEP OF KALESSIN gibi şeyler dinlemeye başladı. Birbirimize gaz verdik ve böyle bol blast’li şeyler ortaya çıktı. Bu arada davula Rıdvan geldi ve o gelince abandıkça abandık, çünkü albümdeki her şeyi sahnede de çalabileceğimizi biliyorduk. Genelde insanlar SABHANKRA tamamen benden ibaret sanıyor ama “From the Frozen Mountains”da her şey Süha’yla yarı yarıya yazıldı. Mesela albüme adını veren şarkı tamamen Süha’nın. Sonuçta albümü kaydettik, stüdyoda miksledik ve o ilk miks kurban oldu. Bilgisayar çöktü falan…

Hangimizin olmadı ki?

Evet, Türk gruplarıyla ilgili böyle bir şey var; sanki işlerin yolunda gitmemesi için uğraşılıyormuş gibi… Neyse, şirket albümü 2017 sonunda çıkarmak istedi ama yıl sonunda albüm çıkarmak iyi olmuyor, basın masın hepsi yılı kapatmış oluyor ve albüm güme gidiyor. O yüzden 2018 başında çıkmasını istedik. Bize göre yeni albüm grubun zirve noktası. “Seers Memoir”ın üzerine çıkan bir çalışma.

Peki “Revenge” keşke hiç çıkmasaydı diyor musun?

Demiyorum, onu da beğenenler oldu. Sonuçta o albüm 12 yıl önce yazılmıştı ve birilerinin o şarkıları duymasını istiyordum. Belki albüm olarak değil de 2 ayrı EP olarak çıkarabilirdik; albüm olarak çıkarınca ikisinin arasında çok farklı kaldı.

Albüm yazımında önceye göre bir anlayış farkı var mıydı? Yazım sürecinde dinledikleriniz albüme etki etti mi?

“Seers Memoir”ın ardından dinlediklerimiz daha da sertleşti. O dönemde çok fazla ISTAPP ve NORDJEVEL dinlemeye başladım, ki NORDJEVEL’i de senin Pasifagresif’teki yazınla keşfettim.

Çok iyiler lan.

Harika gerçekten. Çok iyiler. Röportajı burada noktalayıp senle NORDJEVEL de övebiliriz aslında.

ISTAPP da yeni albüm çıkaracak.

Evet onlar da çıkaracak bu sene.

Sonuçta black metale bir yönelme oldu.

Evet, zaten dinliyordum ama genel olarak black metal ağırlık kazandı. Rıdvan da bir sonraki albümde blast’leri daha da hızlandırmamızı istiyor. 200-220 bpm’de çalıyoruz, artık daha ne kadar hızlanırız bilmiyorum. Yeni albümde “My Thirst for Blood” gibi atmosfer amaçlı bir şarkı var. Bir de YAŞRU’dan (grupla yaptığımız röportaj haftaya sitede) çok iyi arkadaşım Berk’in de albümde olmasını istediğimden, albümün diğer yavaş şarkısı “The Last to Stand”de onu konuk ettik. Metal ortamında çok fazla arkadaşımız var, o yüzden bu tarz ortaklıkların gerekli olduğunu düşünüyorum. O şarkı tam Berk’e göreydi. Albümün geneline göre alakasız bulanlar da oldu ama bence görevini yapıyor.

O şarkıda kasıtlı bir sürüncemede bırakma var gibi. Hatta ilk dinlememizde Güzide o şarkıyı çok beğendiğini özellikle belirtmişti.

Sağ olsun. Evet, bilinçli şekilde hep aynı tempoda ilerliyor. Bu albümde genel olarak akılda kalıcı, dinleyenlerin mırıldanabileceği, basit yapılı şarkılar olmasını istedim. Daha temel, çok değişmeyen yapılar kullandık ve bence iyi oldu. Bu albümün öncekilere göre farkı daha rafine şarkılar olması. Hepsini daha etkileyici hâle getirmek için kafa yorduk ve kafa dağıtacak şeylerden kaçındık. Modülasyon falan yaptığımız şarkılar var mesela, arada AMORPHIS’lik yapmaktan da geri durmadım.

Tales from the Thousand Lakes”ten sonra en sevdiğin AMORPHIS albümü hangisi?

“The Karelian Isthmus”.

Süper.

Elegy” değil. “Tuonela” da değil. Ama zor soru.

Eclipse”?

Hayır.

“Eclipse” çok iyi lan.

Hiç benlik değil o albüm.

Bence “Eclipse”, sonrasında çıkan tüm albümlerden daha iyi.

Orası öyle ama ilk dört albüm her zaman farklı bir yerde olacak. Bugün yine raftan çıkardım, kokladım haha.

Hahaha. Bu arada senin doksanlar Türk popuna da büyük bir ilgin var. Bu konuyu nasıl ifade edersin? Neden metal ve Türk popu?

Sezen Aksu’yu sevmiyorum, ama doksanlardaki Sezen Aksu ekolü çok önemli. Kadının çıkardığı herkes çok iyi. Bana kalırsa Türkiye tarihinin müzikal anlamda en iyi ürünü doksanlar Türk popudur. Altmışların herhangi bir şeyi değil, yetmişler değil, seksenlerde yapılan herhangi bir müzikal tür değil; doksanlarda yapılan pop müzik bu ülkeden çıkan en iyi müziktir. Nilüfer’in seksenlerde yaptığı şeyler o kadar ahım şahım değil, ama doksanların başında yaptıkları çok acayip. Bu şarkıların melodik altyapısı beni çok etkiledi. Mesela “Revenge”deki “Hate” şarkısında “Gel Barışalım Artık”tan esinlenme var ama bunlar sadece benim bildiğim şeyler. Diğer yandan, doksanlar Türk popunu düzenleyen, aranje eden insanlar aslında ciddi metalci adamlar; İskender Paydaş falan.

Zaten metalciler bu işlere bulaşınca hemen fark ediliyor; Madonna’nın “Frozen” klibini eski BATHORY davulcusu yönetiyor, süper klip; dünya “Oops!… I Did It Again” diye inledi, yazan adam uzun saçlı, eski metalci falan.

Metali bırakıp kaliteli anlamda aşan adamlar var. Metalden popa geçiyorlar ama bu sayede şarkı yazımı, melodi anlayışı falan çok farklı oluyor. Sertab Erener’in “Lâ’l” albümündeki, Levent Yüksel’in “Med Cezir” albümündeki, Mustafa Sandal’ın ilk iki albümündeki, Aşkın Nur Yengi albümlerindeki şarkı yazımı falan cidden acayip. O albümlerdeki şarkı yapılarını kullanıp metal albümü yapsan büyük olay olur.

Popun yanına metalin eklenmesi nasıl oldu peki?

Ortaokulda Power Rangers soundtrack’iyle Van Halen, Buckethead gibi isimlerle tanıştıktan sonra, Saint Michel’i kazanmamla birlikte olay büyüdü. 1997’de KORN, BLIND GUARDIAN, METALLICA, MANOWAR falan bir anda hayatıma girdi. 1998’de de ekstrem türlerle tanıştım. Beşiktaş’ta Kabalcı Kitabevi’nin karşısında CD satan bir adam vardı.

Ah o Bulgar CD’ler.

Ah o Bulgarlar, aynen. O dönem OLD MAN’S CHILD’ın “Ill-Natured Spiritual Invasion”ı yeni çıkmıştı, bir onu bir de CRADLE OF FILTH’ten “Dusk and Her Embrace”i verdi bana.

Galder o dönemde de bıyıklıydı.

Evet aynen o sırada da bıyıklıydı adam. Pudralı surat üstüne bıyık. Sonuçta çok kaliteli müzikti; Türkiye’den de INFECTED dinliyordum.

“Breathless Kiss on the Lips of Melancholia”.

Aynen. “Breathless Kiss on the Lips of Melancholia” kasedi vardı. Sonra grup kurma muhabbeti oldu, 2000 yılında da ilk bestelerimi yapmaya başladım. O dönem çok SUMMONING dinlediğimden besteler de baya atmosferikti.

“Dol Guldur”.

Ondan daha nefes nefese bir şeylerdi. BURZUM’vari dungeon-synth’e yakındı, sonradan metale evrildi yazdıklarım.

Yazdıklarım demişken, yeni bir şeyler yazmaya da başlamışsındır.

Hazırda bir sürü şey var zaten. Vakit bulduğumuzda kaydederiz ama aceleye getirmemeye çalışıyorum. Seneye kaydetmiş oluruz ama yıl sonunda çıkarmak istemediğimden muhtemelen 2020 başlarında çıkmış olur. “From the Frozen Mountains” ayarında, ondan daha iyi sound’a sahip bir şeyler olacaktır muhtemelen. Gerekirse mastering’ini yurt dışında yaptırabiliriz. Görünüşe göre daha kısa sürelere sahip daha fazla şarkının yer alacağı bir albüm olacak.

Arada gruptan bıktığın oluyor mu?

Hayatta yapmayı en çok sevdiğim şey müzik yazmak ve sahneye çıkıp çalmak. Gruptan bıktığım yegâne anlar yeni bir albüm çıktığında oluyor. Önceki sıkıntılı süreç insanı bezdiriyor. Şarkılardan nefret ediyorsun. Cidden yorucu bir süreç. Ama sonuçta yaptığın şeyi insanlara ulaştırıyorsun ve bu da çok güzel bir şey. Yeni albüm çıkardığımız dönemlerde ya kendimi oyuna veriyorum ya da distortion’dan uzak pop şarkıları falan çalıyorum.

Türkiye metal sahnesi hakkında ne düşünüyorsun?

Bence Türkiye’de 3 tane sahne var. Birincisi Ankara. Benim 6-7 yılım sürekli Ankara’ya gidip gelerek geçti. Şu anda da üzerimde CARNOPHAGE tişörtü var zaten. Ben şöyle görüyorum: Ankara gri bir şehir, memur şehri, yapacak bir şey yok, millet içip içip gitar çalıyor.

Kuzey ülkeleri gibi.

Aynen, kuzey ülkeleri gibi. Tamamen buna odaklanmışlar ve it gibi çalıyorlar.

Bu dediğin 2000’lerin başında daha belirgindi, Ankara tartışmasız daha öndeydi.

2000-2010 arası İstanbul’da pek bir hareket yoktu aslında. Biz Taksim ağırlıklı çalıyorduk, DECAYING PURITY vardı, öyle basılı albümü olan fazla grup yoktu. 2010’la birlikte arttı. Ankara’daysa hep vardı. CENOTAPH, CARNOPHAGE çıktı, SUICIDE zaten önceden beri vardı.

CIDESPHERE, NETTLETHRONE…

SELF-TORTURE vardı…

Bir ara oturup saydım, sahip olduğum yerli albümlerin %80’i falan Ankaralı gruptu. Son 7-8 yılda dengelendi gibi.

Sonra Ankara azaldı, Kadıköy arttı. Şimdi bakınca biz, FURTHERIAL ve Tanju (ASAFATED, KARA CEPHE, eski-UÇK GRIND) var; en aktif olarak bu üçlü götürüyor büyük oranda. Genç gruplar da var ama bence basılı materyalleri olması lazım. Çoğu bunu önemsemiyor, ama kalıcı olmak adına bu önemli. Kadıköy’de Mustafa ve Serkan baya önemli işler yaptılar, yapıyorlar; DECAYING PURITY, BURIAL INVOCATION, ENGULFED, DIABOLIZER gibi gruplar İstanbul piyasasını son 5 yıldır canlandırdılar.

Peki GOJIRA’dan neden nefret ediyorsun?

Çok kötü çünkü.

Çok mu kötü gerçekten?

Bana hiç hitap etmiyor. Davul müziği yapıyorlar ve melodik olmadığı için benlik değil. Bana bir şey ifade etmiyor, bu yüzden de çok sıkıcı buluyorum. Bir tek “Stranded”ı seviyorum. “Stranded” güzel şarkı.

Fotoğraflar: Levan Uzbay

etiketler:
  Yorum alanı

“SABHANKRA” yazısına 8 yorum var

  1. Ebu Cehil says:

    Hocam öncelikle bu sıcak samimi röportajınızı bizlere aktardığınız için teşekkür ederiz.

    Bilmiyorum takip ediyor musunuz? Konusu açılmışken Jonas Åkerlund (Bathory) en son Lord of Chaos filmini çekecekti sanırım çekimi tamamlanmış ve hatta bir film festivalinde gösterime girmiş. Malum ingilizcemiz yeterli değil ve bu konu hakkında bir haber bilginiz var mı ? Bizler filmi ne zaman izleyebiliriz.

  2. swedish says:

    Hayatta kendime en benzettiğim metalci adam Savaş sanırım.Kendisi olmaktan büyük keyif alıyor bence.90 lar Türk popu dinliyor ve o dönemin müzik altyapısı gerçekten güzel çünkü.Aman efendim biz şöyle sert adamlarız,black metalden gayrısını dinlemeyiz diye poz kesen adamlardan değil.
    Söyleşi de harika olmuş.

  3. kspsml says:

    Gojira muhabbeti çok iyiydi ben daha röportaj devam ediyor diye aşağıya bakıyordum derken bitmiş… Birde doksanlar konusuna %100 katılıyorum nedense rip uzay heparı diyesim geldi birde alice in chain dinlicem şimdi geldiler bana sanırım.

  4. TAAKE says:

    savaş iyi adamdır,dorocktaki konserinde gojiraya sallayıp konseri bittikten sonra gojira çalınınca komik bir tepki vermişti,soundunu az buçuk immortal a benzetiyorum,umarım daha sert ve soğuk hale gelir

  5. Ouz says:

    Röportaj acayip sürükleyici. Ayrıca, Savaş’la bayağı bir ortak noktamız varmış. Geçen aylarda çıkan Limbonic Art kritiğinde biraz 90′lar gevezeliği yapmıştım; bu konuda neredeyse tamamen aynı düşünüyorum. 70′lerde ilginç işler yapan olmuş memlekette ama 90′ların başı hakikaten fantastik.

    Başarıları daim olsun.

  6. Ufuk Sönmez says:

    90′lar pop’u için söyledikleri gerçekten doğru. şahsen, mirkelam’ın her gece albümündeki bütün şarkılara ayrı ayrı hastayım, sezen aksu’nun güneş doğudan yükselir’ine, tarkan’ın en baba zamanlarına, haluk levent’in mektup albümüne. ki o albümde şebnem ferah felan var back vokallerde. vefasız şarkısında serdar öztop’un bana mısın demeyen müthiş bir gitar solosu var. özellikle 90′lar popunda 2 aranjör epey ön plana çıkıyor. rahmetli onno tunç ve uzay heparı. bu isimlerin vefatı belli ki pek çok şeyi değiştirmiş. kendilerinin katkıda bulundukları albümler şunlar:

    onno tunç:

    https://eksisozluk.com/entry/10633396

    uzay heparı:

    https://eksisozluk.com/entry/19323375

    https://eksisozluk.com/entry/19209393

  7. Savaş says:

    Boşa harcanmış çöpe gitmiş yıllarımız için 4 dakikalık saygı duruşu.

    Savaş

    @Savaş, diyeceksiniz ki saygı duruşu nerede; aha işte burada

    https://youtu.be/sk2_lbU7uXE

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.