# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
Anasayfa    /    Kritikler
BRUTAL ASSAULT 2013: Devasa Festival Yazı Dizisi – Bölüm 4: 3. Gün ve Kapanış
| 10.11.2013

““Gitar tonu bizi sikti” diye dava açsak kazanırız.”

BRUTAL ASSAULT 2013 yazısının 2. bölümünden tekrar merhaba. İlk bölümün başındaki açıklamaya burada da değinelim. 7-10 Ağustos 2013 tarihleri arasında Çek Cumhuriyeti’nin Josefov kasabasında düzenlenen ve bu yılın en müthiş kadrolarından birine sahip olan BRUTAL ASSAULT’un tanıtımına, festivale daha aylar varken başlamıştık. Festivali görüntüleyen İstanbullu film ekibi mindRiotz! ile olan iş birliğimiz dâhilindeki bu olay, sitemizi uzun zamandır takip eden değerli okurlarımızdan ismail vilehand’in de festivale gidip, bir de üstüne festivale dair çok kapsamlı bir yazı yazma niyetinde olduğunu söylemesiyle farklı bir boyuta taşındı.

Uzunca bir hazırlık evresinin ardından, birer gün atlamalı şekilde 4 parça halinde sunacağımız dev bir festival yazısı ortaya çıktı. Geçtiğimiz pazartesi, yazının ilk bölümü olan “Isınma” kısmını, 4 gün önce festivalin en coşkulu anlarından bazılarını içeren “1. Gün“ü, 2 gün önce “2. Gün“ü, bugün de “3. Gün ve Kapanış”ı yayınlayarak bu yazı dizisini noktalıyoruz.

Yazıdaki fotoğraflar ve videodan mindRiotz! ekibi olarak Serkan Yalnız, Afra Akgüneş ve Umut Karaduman sorumlu. Fotoğraflara tıkladığınızda büyük ve kaliteli hallerini de görebilirsiniz, ki bizce görün.

Evet, daha fazla uzatmadan festivalin son gününe adımımızı atalım.

BRUTAL ASSAULT 2013 – Bölüm 4: 3. Gün ve Kapanış

ismail vilehand

3. günde beni en çok heyecanlandıran grup, black metalin yaşayan en tavizsin ve en hayvan gruplarından olan Carpathian Forest’tı. Bundan dolayı black’çiliğim fena halde üzerimdeydi. Kaşlarımı çatmış bir şekilde içtiğim biraya bile nefretle bakarak güne başladım.

MASTER

Çok merak ettiğim halde sabahın köründe güne açılış yapan ev sahibi goregrind, grind’n roll grubu Gutalax’ı kaçırmanın üzüntüsüyle festival alanına giriş yaptım. Yarı ev sahibi sayılacak bir grup sahnedeydi. Ayrıca bu grup death metali icat eden gruplardan biri olduğundan ölümcül derecede kült bir gruptu ama kaderin cilvesi olacak ki 30 senelik tecrübeye rağmen pek bilinmeyen, festivallerde açılış yapan bir grup olmaya devam ediyorlardı. Krabathor ile yıllarca çalmış ve bir süre Çek Cumhuriyeti’nde yaşamış Paul Speckmann ben mekâna giriş yaptığımda erkenci binleri coşturuyor ve çok sıcak muhabbetler kuruyordu. Ben de vakit kaybetmeden hemen kalabalığa katıldım ve efsane grup Master’ı izlemeye koyuldum. Gâvur amı gibi yanan sıcağa rağmen 50 yaşındaki emektar death metalci Paul Speckmann gümbür gümbür çaldı ve bizi mest etti.

CRUSHING CASPARS

Alman old school hardcore/punk grubu Crushing Caspars sıradaydı bu sefer. Grubun bir albümünü 2-3 sefer çevirmişliğim var, onun haricinde bir fikrim yoktu bu grup hakkında; ama canlı performansları yaban domuzu gibi. Agnostic Front’un 80′ler sound’una yakın bir müzikleri var. Mega gaz, mega aykırı. Erken saate rağmen mosh pit ısındı, tepinmeler gerçekleşti. Küçük bir mekânda daha uzun süreli bir performansta izlemek şarttı bu grubu.

WAR FROM A HARLOTS MOUTH

Öğle güneşinde mathcore kaotikliği pek olmaz, insanı bozar, ama oluyormuş demek ki. War From a Harlots Mouth festivalin en kaotik ve en sert gruplarından biriydi. The Dillinger Escape Plan’in ilk albümü ve Ion Dissonance arası müzik yapan bu grubun az da olsa ateşli bir kitlesi vardı ve erken saatlere rağmen tekme tokat girişmeler yaşandı. Yakıcı güneşin altında ölümcül bir performans sergilediler.

WE BUTTER THE BREAD WITH BUTTER

Deneysel, elektronik, endüstriyel gibi çokça sıfat almış bir grup vardı sırada. Çok az dinledim bu grubu, ama dinlediğim kadarıyla sevmiştim. Grup hakkında konuştuğum birçok kişi; “Rammstein’ın deathcore versiyonu, bu grup çok başarılı” gibi şeyler söylüyordu. Derken grup sahne aldı ve cidden duyumlarımı boşa çıkartmadılar. “Rammstein’ın deathcore versiyonu” sıfatı gayet uyuyordu bu gruba. Çaldıkça devleştiler, seyirciyi müthiş eğlendirdiler. Sadece zorlu adamlara hitap eden 38 derecedeki öğlen mosh pit’i dur durak bilmiyordu.

VREID

Öğlen sıcağındaki ölümcül mosh pit’ler devam ederken sıra buz gibi bir black metal grubuna gelmişti. Her albümünü, her şarkısını dinlediğim, bazı şarkılarında afakanlar geçirdiğim ama bazı şarkılarını da sevdiğim bir gruptur Vreid. Vreid çoğunlukla beni boğar, ama kız arkadaşım dehşet sever bu grubu. O bakımda güzel bir konuma geçip grubu pür dikkat dinlemeye koyulduk. Vreid pek sevmem demiştim de herşeye rağmen black’n roll ekolü ile beni yakalamış bir gruptur Vreid. Canlıda albüme nazaran çok çok daha iyi olduklarını görmemle birlikte gruba olan sevgim epey bir arttı. Gruba katılım vasatın üzerindeydi. Setlist’e gelirsek, kız arkadaşımın bana aktardığı kadarıyla durum şuydu:

The Ramble
The Reap
Arche
Disciplined
Sights of Old
Vaepna Lengsel
Raped by Light
Pitch Black

SYLOSIS

İlk albümleri çıkar çıkmaz dinleyip; “Bu ne lan… Yine mi canavar gibi müziğe sikko clean vokal klişesi. Pfff…” tepkisi verdiğim günü asla unutmam. Neyse ki grup kadro değişikliği ile bu durumdan kurtuldu ve bizlere aslan numara iki albüm daha bıraktı. 2011 senesinde clean vokalsiz haliyle aynı festivalde izlemiştim bu adamları ve tır gibi ezmişlerdi beni. O günden itibaren Sylosis merceğime aldığım bir grup haline gelmişti. Yine o unutulmaz 2011 performansını aratmadılar. Setlist’ten aklımda kalanlar karışık şekilde şu şekildeydi:

Fear the World
Empyreal, Part 1
All Is Not Well
Teras
Altered States of Consciousness
Stained Humanity
Sands of Time

ROTTEN SOUND

Yaşayan en iyi grindcore grubu kimdir arkadaşlar? Elbette bu sorunun cevabı kişiden kişiye göre değişir. Ama bence bu sorunun cevabı Rotten Sound. Nasum ve Napalm Death gibi duayenlerin tarzını benimseyip bunun yanına old school İsveç death metalinin leş gitar sound’unu katacak kadar cesur bir hareket yapmaları ve bu yaptıklarıyla herkesi mest etmeleri kesinlikle bunun ispatıdır. Brutal Assault’ta mümkün olduğunca fazla grindcore dinlemek isteyenler tayfasından olarak en önden yine yerimi aldım. Grup sahnede gözüktü ama vokalist Keijo Niinimaa bir tuhaftı. Çok geçmeden performans sırasında akşamdan kalma olduğunu itiraf etti. “Siz de öylesiniz sanırım” diyerek yardırmaya devam ederken mantarını yeni söktüğü köpek öldüren beyaz şarabını içmeye koyuldu ve grubun performansı boyunca her vokal yapmadığı anda dikti kafaya. Helal olsun cidden, adam ağır alkolik. Ama bu alkol sevdası performansına köstek olmaktan çok destek oldu. Adam içtikçe kükredi, sahnede devleşti. Brutal Assault en ağır yıkımlarından birini yaşıyordu. İsveç tarzı o hızar gitar tonu kulakları parçaladı resmen. “Gitar tonu bizi sikti” diye dava açsak kazanırız. O derece hayvan bir dinleti oldu. Setlist vermiyorum en az 15-16 şarkı çalındı. Hepsi de grubu bilenlerin istediği parçalar, cımbızla çekilmiş tarzdaydı.

BIOHAZARD

Sıra çocukluğumun gruplarından birine gelmişti. Biohazard; Slayer, Pantera, Metallica, Fear Factory gibi ilk dinlediğim hardcore/metal gruplarından olduğu için duygularım çok farklıydı. Ancak duygular bir yere kadar. Grupta Evan Seinfeld’in olmadığını biliyorum ve yerine bir adam bekliyorum. Evet, yerine bir arkadaş geldi ama hem tip, hem de ses olarak birebir kopyası. Karbon kopya Evan ile bir performans izlemeye başladık. Her şeye rağmen Shades of Grey, Urban Discipline, Tales from the Hard Side ve Punishment gibi şarkılar ile bana nostaljinin en dibini yaşattılar. Deliler gibi coştum. Ancak aktarmadan geçemeyeceğim, Opeth tişörtlü, dört tane şişko ve gözlüklü tip vardı. Loser’lıkta tavan yapmış bu arkadaşların o tiple milli olmuş olmaları bile imkânsızdı. Baya kamera şakası gibi adamlardı. Adamlar bildiğiniz Biohazard performansı boyunca meth kullanmış gibi dans edercesine enteresan hareketler yaptılar. Meth demem şu sebepten, hani meth hariç hemen hemen her uyuşturucuyu denedim ama böyle bir kafa görmedim. Cidden bir insan evladı neden bunu yapar anlamak imkânsız. Dolaşarak Jägermeister satan kızların bile yüzü ekşidi. O arkadaşları bir daha göremedim ama cidden beline havlu sarıp dolaşan ve herkese çükünü gösteren adamla birlikte gördüğün en tuhaf tiplerdi kendileri. Uzun lafın kısası çakma Evan’a rağmen Biohazard yardırdı. Gayet canavar bir performanstı.

TRIVIUM

Trivium’dan önce Leprous + Ihsahn’ı es geçtiğimi belirteyim. Lütfen bana kızmayın arkadaşlar, ama ne Leprous, ne de Ihsahn bana hiç gitmiyor. Hatta baya kafa açıyor diye gidip yemek yedim. Yani ne bileyim Emperor çıksa ciğerimi keserim ama Ihsahn’ın solosu hiç kafa ayarıma uymuyor.

Neyse diyorum Trivium’a geçiyorum. Trivium’u da genel anlamda baya sevmiyorum ama nedense her yeni icraatını illa ki dinlerim. Sevmesem de bir merak uyandırıyor adamlar bende.

Neyse yine arkalardan grubu dinlemeye koyulduk. Bariz sevmediğim halde grup çaldıkça hareketlenmeler başlamıştı bende. İkinci bir In Flames durumu yaşanıyordu. Özellikle Brave This Storm adlı Disturbed çakması şarkıları canlıda bin kat daha hoşuma gitti.

En son olarak ise Pull Harder on the Strings of Your Martyr ile nostaljik bir çoşma yaşadım, ama cidden eğlendimse de genel anlamda sevmiyorum Trivium’u. Gelmeyin üstüme.

CLAWFINGER

Clawfinger yine çok kült ve Avrupa sahnesinde saygı gören bir gruptur ama biz pek bilmeyiz. İndustrial ve rapcore tarzında devleşmiş bu grubun ciddi bir fan kitlesi vardı ve herkes grubu pür dikkat beklemeye koyulmuştu. Grup çaldığı ilk şarkının “We are the prisoners, of the system we create!” diye geçen nakaratına festivalin komple eşlik etmesine cidden şaşırmıştı. Brutal Assault baya seviyordu bu adamları yani. Grubun vokalisti Zak Tell bir ara ciddi bir cesaret örneği göstererek sahnedeki demirlere tırmanmaya başladı. Daha önce benzer cesareti sadece The Dillinger Escape Plan vokalisti Greg Puciato’da görmüştüm. Ancak adam o kadar uğraşıp tırmandı oraya, demirlerden sarkıp vokal yapacağım diye ve mikrofonunu düşürdü. Sanırım festivalin en büyük fail’i oldu bu ama cidden adam kendi düşürdü mikrofonu. Sonra sahneye geri indi ve performansını öyle tamamladı. Bol eşlik edilmeli bir setlist sundular bize. Ciddi anlamda iyi bir performanstı. Setlist ise şu şekildeydi:

Prisoners
Nothing Going On
None the Wiser
Rosegrove
Nigger
Two Sides
Recipe for Hate
Biggest & the Best
The Price We Pay
The Truth
Do What I Say

HATEBREED

Sıra coşmak ve coşturmak denince akla ilk gelen gruplardan birine gelmişti. Hatebreed.

Grubu ikinci izleyişim olacaktı. Yine aynı festivalde bir sene önce izlemiştim ve aklımı başımdan almışlardı. Yaptıkları müziği seversiniz sevmezsiniz o kısım tamam ama canlı performans olarak tartışmaya açık bir grup değildir Hatebreed. Ciddi anlamda izleyebileceğiniz en üstün performansı sergilerler. Yine aynı şeyi yaptılar ve akıl sağlığımızı zorladılar. Yanımdaki Polonyalı arkadaşlar ile organize olup bulunduğumuz alanı tam anlamıyla yok ettik. Organize ettiğimiz ölümcül mosh pit dillere destandı.

Jamey festivalin ilk gününden beri onlarca grubun hiçbir elemanının yapmadığını yaparak Jeff Hanneman’ı andı. Jeff Hanneman’a gelsin diyerek muhteşem bir Ghosts Of War performansı sergiledi. Coşma anlamında festivalin en uç anlarından birini yaşamıştım bu şarkıda. Ciddi anlamda bu olay hayvanlıktı. Jamey geçen sene de bu sene de aynı şeyi söyledi, Çek Cumhuriyeti çaldığımız ve çalmayı sevdiğimiz en iyi yer dedi. Festival sonrası burada kalacaklarını ve Prag’da birkaç konser vereceklerini söylediler. Biz kendimizden geçmiş delirmiştik. Festivalin son günü ısınmaya devam ediyordu.

BEHEMOTH

Seyirci kitlesinden dolayı yarı ev sahibi sayılacak bir gruptu Behemoth. 2002 yılından beri Behemoth biliyorum ve dinliyorum ama ciddi anlamda bu denli büyümelerine anlam veremiyorum. Sıfır orijinallik ile nasıl bu seviyeye gelebildiler hâlâ anlamış değilim. Kendilerini üçüncü canlı izleyişimdi, ama sevmediğimden arkalara konuşlanarak performansı izlemeye koyuldum. Nergal iyi bir frontman. İşini çok iyi biliyor. Bu işi meslek olarak edinmiş. Dünyada çok az adamda olabilecek bir elektrik var bu adamda ve bu yeteneğini çok iyi kullanıyor. Ben Behemoth sevmeyen bir adam olarak bile izlediğim halde kusur bulamıyorum adama. Festivalde tanışıp konuştuğum Polonyalı insanlar bile “Nergal ve Behemoth bizim gururumuz” diyerek inanılmaz bir sahiplenme olayına giriyorlar. O bakımdan cidden bir Polonyalı’yla Behemoth tartışması yapmayın. Adamlar için milli bir mesele bu. Çok fena bozarlar sizi anlamazsınız. Nergal paşanın setlist’i şu şekildeydi:

Ov Fire and the Void
Demigod
Conquer All
Blow Your Trumpet Gabriel
Alas, Lord Is Upon Me
At the Left Hand ov God
Slaves Shall Serve
Chant for Eschaton 2000
Lucifer

OPETH

Şimdi sıra çok ciddi bir hayran kitlesi olan yılların grubu Opeth’teydi. Ancak Opeth gibi büyük bir gruba yakışacak bir tepki yoktu etrafta. İçinizden “abi kızlar sever ya” falan demeyin. Çek Cumhuriyeti’nde, 90-60-90, bakmaya kıyamayacağınız kızlar Rotten Sound, Magrudergrind falan seviyor. Burası çok başka bir boyut yani. Bizdeki kezban metalciler ile karıştırmayın sakın.

Benim Opeth’i 3. izleyişim olacaktı. Ancak diğer izlemelerime oranla çok daha heyecansız bir kitle vardı. Belki Opeth’in son albümü, belki de Mikael denyosunun ekstrem müzikle ilgili zırvalamaları yüzünden eski Opeth ateşi yanmıyordu etrafta. Heyecanlı kitleye bakıldığında sadece gözlüklü ve sivilceli nerd’ler göze çarpıyordu. Onun haricindeki insanlar yılların Opeth’ini görüp geçelim havasındaydı sanki.

Ben ilk Opeth izlediğimde Mikael şımarık, espiri üstüne espiri patlatan (ya da patlatmaya çalışan), megaloman bir adamdı. Ancak eski haline oranla şu son hali dut yemiş bülbül gibiydi. Çıktı çaldı ve gitti adam. İlk izlediğim Opeth performansı ile bu izlediğimin alakası bile yoktu. Ve setlist şu şekildeydi:

The Devil’s Orchard
Ghost of Perdition
Atonement
Deliverance
Demon of the Fall
Blackwater Park

MADBALL

Sitede herkesin deli olduğu Borknagar adlı grubu sevmediğimden dolayı es geçerek Madball için en kallavi bir yeri tutarak beklemeye koyuldum. Grubu ikinci izleyişim olacaktı. Ciddi anlamda canlıda görebileceğiniz en iyi hardcore gruplarından biridir Madball. Bunu çok iyi bildiğimden hazır kıta bekliyordum grubu. Yılların eskitemediği Freddy Cricien, Empire ile öküz gibi girdi. Festivalin son demlerini en hayvan biçimde değerlendirmek isteyen herkes delirmeye başladı. Performans boyunca müthiş bir kalabalık ölümüne circle pit yapıyordu. Doğu blok ülkelerinin altın değerindeki dinleyicileri New York’tan gelen paşaları delicesine destekliyordu. We the People ve Infiltrate the System benim en çok coştuğum şarkılar olsa da performansın zirvesi finalde çalan Heavenhell ile yaşandı. Bariz biçimde bu festivalin güzel insanları birbirinin canına kastetmiş gibi delicesine tepiniyorlardı. Madball sahneden inerken ben dâhil herkesin ağzından salyalar akıyordu. Ve ben de salyalarımı silip benim için günün ve belki de festivalin favorisi olan Carpathian Forest’ı izlemek için yol alıyordum.

CARPATHIAN FOREST

Carpathian Forest ve Nattefrost’a olan hayranlığımı kelimelerle ifade edemem. Carpathian Forest, Marduk’tan sonra en sevdiğim ikinci black metal grubudur. Nattefrost ise müzik camiasında en sevdiğim adamlardandır. Kendi düşüncelerimin yanı sıra üç günlük (aslında dört) festival sırasında muhabbet ettiğim black metal dinleyicileri hep Carpathian Forest beklediklerini, kendilerini bu performansa sakladıklarını belirtmişlerdi. Ve o an artık gelmişti.

Madball sonrası kendimi silkeleyip en black metalci moduma geçerek Nattefrost paşamı beklemeye koyuldum. Nattefrost sahnede gözüktü ve ben, hem kendi açımdan son günün son performansı olmasından, hem de en sevdiğim black metal gruplarından birinin Carpathian Forest olmasından dolayı deliler gibi çıldırmaya başladım. Nattefrost’un sahne hâkimiyeti ve seyirciyle iletişimi kesinlikle inanılmaz. Ben dahil adamı sevmekten öte tüm takipçileri tapıyor yani. Ve ilginç bir ayrıntı olacak ama Nattefrost’un vokal yapmayıp konuşurkenki sesi biraz Lemmy’yi andırıyor sanki. Performans sırasında nefis bir abla Nattefrost’a dişleriyle tuttuğu o meşhur haçı getirdi. Morbid Fascination of Death çalmadan önce gelen bu hacı “Danke schön!” diyerek alan Nattefrost efsanevi performansına devam etti. Açıkçası Carpathian Forest tüm black metal sevenleri mest etti ve tüm müzik severlere unutulmaz bir performans yaşattı. Hayatımın en üst düzey performansıydı bu ama ciddi anlamda anlatamayacak kadar tıkandım bu konuda. Çünkü cidden inanılmazdı. Setlist’e gelirsek şu şekildeydi:

It’s Darker Than You Think
Mask of the Slave
The Suicide Song
Hymne til døden
The Frostbitten Woodlands of Norway
Morbid Fascination of Death
Knokkelmann
Return of the Freezing Winds
Diabolism (The Seed and the Sower)
Shut Up, There Is No Excuse to Live…
He’s Turning Blue

Kanımca Carcass’tan sonra festivalin en muhteşem performansını sergileyen Carpathian Forest’ı izledikten sonra bir iki bira içip sakinleşerek festivali bitirmek istedim. Bu Sırada Saturnus çalıyordu. Feci bicinde Saturnus sevmediğimden dolayı nasıl performans sergiledikleri hakkında bir şey diyemeyeceğim. Son içkilerimi içip psikolojimi düzelttikten sonra kız arkadaşımın “bittim ben” deyişlerine saygı göstererek festivali noktaladım. Son günün bombaları ise bence Rotten Sound, Hatebreed, Madball ve Carpathian Forest idi.

KAPANIŞ, SON NOTLAR:

Festival sonrası Prag’da kalıp ortamlara aktık vesaire falan ama bunlar konuyla alakasız, o bakımdan festivalle ilgili kısa kısa notlara geçiyorum:

Öncelikle kafanızdaki Wacken klişesinden kurtulun. Eğer benim gibi ekstrem müziğin her türünü seviyorsanız ve yurt dışındaki ilk festival deneyiminiz olacaksa hiç düşünmeden bu festivali seçin. Neden derseniz, her şeyden önce kesinlikle çok ucuz. Onun harici Wacken ile kıyaslarsak daha fazla ekstrem müzik türüne ev sahibi olan bir festival. Avrupa’da bu festivalden daha iyi olarak görebildiğim tek festival Hellfest, o da rock gruplarını barındırmasından dolayı. Misal Brutal Assault’ta bir ZZ Top, Lynyrd Skynyrd, Alter Bridge, Stone Sour ya da Rob Zombie izleyemezsiniz ama Hellfest’te bunları görmek mümkün. Ancak Wacken Open Air’de hem rock grupları yok, hem de Brutal Assault’ta olduğu kadar ekstrem grup yok. Daha çok ortalama metal gruplarına ağırlık veriyorlar. Wacken bir beginner metalci için rüyalar âlemi olabilir ama müzik zevki oturmuş bilinçli dinleyicilerin ilk tercihi, özellikle Türkiye’den gidiyorlarsa Brutal Assault olmalı. Maddi durumunuz daha iyiyse ve rock müzikte dinlemek isterseniz sizin için doğru adres kesinlikle Hellfest’tir.

Festivale gelirken sinirlerinizi aldırın. Ben üç senedir hiç görmedim ama içeride kavga çıkarırsanız atılır ve bir daha giremezsiniz. Zaten böyle bir şey imkânsız ama Türk’üz ya ondan söylüyorum. Örnek vermem gerekirse, adamın biri kız arkadaşıma laf atmıştı, “ne diyorsun lan sen” diye yanına gittiğimde özür diledi ve içki ısmarladı. Yani adam benim kızı yalnız sandığı için yapmış bunu. Bu bile ekstrem bir örnek. Mosh pit’te bir adamın ayağını kırsanız bile o özür diler. Aynı şey festival dışında da geçerli. Çiçek gibi ülke Çek Cumhuriyeti. Ama yine de adamlar kibar diye millete saldırıp şu yazıyı yazdığıma pişman etmeyin beni.

Eğer giderseniz yabancı diliniz yettiği kadar insanlarla bolca muhabbet edin. Havadan, sudan ve özellikle müzikten çokça bahsedin ve konuştuğunuz kadar da karşı tarafı dinleyin. Hele ki Türkiye’de çevrenizde çok fazla metal dinleyen insan varsa aradaki farka şaşıracaksınız. Ekstrem müzik konusunda Avrupa’nın en hareketli ülkelerinden biri olan Çek Cumhuriyeti’nde durumlar cidden çok farklı. Grup performanslarında da belirtmiştim, tipine baktığınızda ölümüne black metalci olarak algıladığınız bir adamı rapcore gruplarında mosh pit’te coşarken görebilirsiniz. Aynı şekilde daha alternatif tarzda bir adamın Marduk şarkılarına ezbere eşlik ettiğini görmeniz mümkün. Gerçi pasifagresif.com okurlarından da benzer bilinçte insanlar belki mevcuttur ama bu müziği bir bütün olarak gören ve yürekten seven inşalarla karşılaşıp arkadaş olabileceğiniz bir yer burası.

Cidden doğu blok ülkelerinin dinleyicileri inanılmaz insanlar. Tüm hayatlarını bu müziğe vermişler. Misal geçen yıl ben kendimi kaybettiğimden fark etmemiştim ama aynı festivalde Immortal çalarken o zaman kız arkadaşım benimle aynı senkronizasyonda kafa sallayan ellili altmışlı yaşlarda teyzeler görmüş, onu söylemişti. Müzik konusu bu derece zirvede yani.

Son olarak şunu demek istiyorum, bu müziğe gönül verdiyseniz, bir yaşam tarzı olarak benimsediyseniz, Antalya’da ya da Bodrum’da yapacağınız bir haftalık tatille aynı fiyata bu festivale gelebilirsiniz. Ve cidden gelin yani. Bu ülkedeki en sakin maceranızı bile torunlarınıza anlatabilirsiniz. Seneye niyetim Hellfest ama kader beni yine buraya süreklerse görüşmek üzere…

Albümün okur notu: 12345678910 (9.28/10, Toplam oy: 25)
Loading ... Loading ...
etiketler:
  Albüm bilgileri
Çıkış tarihi
Şirket
Şarkılar
  Yorum alanı

“BRUTAL ASSAULT 2013: Devasa Festival Yazı Dizisi – Bölüm 4: 3. Gün ve Kapanış” yazısına 8 yorum var

  1. progressive says:

    Leprous gibi bir progressive harikası izlenmez mi yaw :/

    DrAQA

    @progressive, Al benden de o kadar, herifleri dinlemeye doyamıyorum ben.

  2. Bad Joke says:

    Yazının son bölümüne kadar bekledim.Yorum yapacağım çok şey vardı ama son notlar bölümünde zaten bıraktım ne söylesem boş dedim.Kıskançlıktan çatladım falan filan işte.

  3. Görkem Şahin says:

    Ben de yorum yapmak için son bölümü bekledim. Bu güzel yazı dizisi için teşekkürler.. En çok Meshuggah dikkatimi çekti, Wacken da da ruh gibiydiler, binbir ümitle bekleyip sinir olmuştum.. Marduk ve Carpathian Forest kıskandırdı :) yazmadan geçemiycem hani..

  4. Cattle Bilmemne says:

    Meshuggah kadar sahnede ruhsuz kalan bir grup daha görmedim, müziklerine laf yok tabi.

    Ahmet Saraçoğlu

    @Cattle Bilmemne, asıl etkileyici yapan şey o olabiliyor aslında. Sıfır melodi, sıfır duygu, kusursuz bir mekaniklik, bir yerden sonra transa geçirecek düzeyde etkileyici olabiliyor.

    Görkem Şahin

    @Ahmet Saraçoğlu, katılıyorum. Mesela Marduk’dan Mortuus da (pek çok black metal frontmanında olduğu gibi) pek konuşmaz ama sıradaki şarkı ile ilgili gaz sunumlar yapar. Throne Of Rats gibi mesela.. Meshuggah da o bile yoktu.. Ya da Tom Araya, çok konuşmaz bir bakışıyla öldürür.

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.