# - A - B - C - D - E - F - G - H - I - J - K - L - M - N - O - P - Q - R - S - T - U - V - W - X - Y - Z
Son Haberler
VORTEX OF CLUTTER
18.08.2011

Bir önceki röportajda Ankara’ya gitmiştik, bu seferkinde de İstanbul’a yöneliyoruz. Konuğumuz İstanbullu thrash/death metal grubu VORTEX OF CLUTTER. İlk albümü “Source of Sickness”ı kısa bir süre önce yayınlayan grupla, VORTEX OF CLUTTER’ın geçmişi, geleceği, Türk metal ortamları, biraz politika, birtakım başka konular ve elbette ki canımızdan can alan NEVERMORE hadisesi üzerine konuştuk. İyi okumalar.

Selamlar. Klasik olarak, grubun kuruluşundan ve “Source of Sickness”a gelene kadar neler yaptığınızdan başlayalım.

Zafer: 2008 yılında Özgür’le kurduk grubu. Güneş askerden gelince; “silah değil gitar tutmam lazım” diyerek geçti gitarların başına. Furkan gruba gelene kadar Ankaralı Solitude’un basçısı Özkan eşlik etti bize. Furkan’ın da gruba girmesiyle vokal aramaya başladık. İlk vokalistimiz Benjamin Ouazana oldu. Ben’in Fransa’ya dönmesine yakın ilk EP “Everlasting Journey“i kaydettik. Bu EP’de çaldığımız şarkıların dışında elektronik alt yapılarda Tamer İsli eşlik etti bize. Benjamin’in gidişinin ardından Gökhan dâhil oldu gruba. EP’den sonra hemen ilk single Seyh Bedreddin’i kaydettik. Bu süreçte albümün besteleri tamamlanmıştı zaten. Albüm kayıtlarına girişmemiz de fazla zaman almadı. Ancak kayıtlar baya bir uzun sürdü. Kayıtların ardından Özgür okulu için grubu bırakmak zorunda kaldı ve yurt dışına gitti. Biz de hız kesmeden Can’ı aramıza alıp albüm sonrası konserlere ve yeni bestelere çalışmaya başladık.

Source of Sickness” kaydından bahsedelim biraz da. Ev kaydının avantaj ve dezavantajları, en eğlenceli ve en dertli kısımları nelerdi?

Zafer: ilk uzun soluklu kaydımız olduğu için bu konuya çok uzun uzadıya cevap verebilmek zor. Bu kayıt bizim için epey zor oldu. Birbiri arasında belki haftalar geçen zaman dilimlerinde, farklı enstrümanlarla çalışmak zorunda kaldık. Kimi zaman kayıt sabahlamasından hemen sonra işe gittik. Tabii bu grup elemanlarının özel hayatlarının yoğunluğundan kaynaklanan bir durumdu. Ev kaydı genel anlamda maliyet açısından gruplar için gayet düşük külfetli bir durum. Ancak ekipman, ortam, kayıt ve prodüksiyonu üstlenen kişilerin dikkatli seçilmesi gerekiyor. Birçok anlamda “ne yapmamamız” gerektiğini gördük. Bu anlamda faydalı oldu.

Furkan: Kiminle çalıştığınıza ve nasıl bir çalışma ortamı yakaladığınıza bağlı olarak bu sürede değişiyor. Çünkü biz kayda başladığımız zaman parçalar ve düzenlemeler tamamen bitmiş kaydedilmeyi bekliyorlardı. Ekipman problemleri, iş güç derken tamamen bitirilmesi 1 seneyi buldu. Rahat ve süre kısıtlamasının olmaması en büyük avantaj kesinlikle.

Grup elemanlarını tanıtarak devam edelim. Hepiniz enstrüman çalmayı kendiniz mi öğrendiniz? Bu müziğe aşık olmanızı sağlayan, sizi bir grup kurmak zorunda hissettiren başlıca gruplar kimlerdi? VORTEX OF CLUTTER ve müzik haricinde nelerle ilgileniyorsunuz?

Gökhan: Liseye yeni başladığım yıllarda “bir süre sonra dinlemek yetmiyor abi” klişesini fazlasıyla hissettim bünyede. O zamanlar sıklıkla dinlediğim grupların başında Barnes’lı Cannibal Corpse geliyordu. Dolayısıyla Chris Barnes en çok etkilendiğim kişi sanırım.

Zafer: Kendim öğrendim gitar çalmayı, grupta gitar çalmanın dışında arada vokal de yapıyorum. Gökhan’la karşılıklı söylediğimiz kısımlar oldukça keyif veriyor. Güneş’le ikimiz Death çalışarak başladık gitar çalmaya. İlk çalmaya çalıştığımız şarkı Lack Of Comprehension’dı, şimdilerde sahnede çalıyoruz. Kesinlikle grup kurup bunlar gibi müzik yapmalıyım dedirten 3 önemli grup var hayatımda; Death, Slayer, Kreator. Müzikal anlamda feci derecede etkilendiğim gruplardır. Lirik hususunda durum daha farklı tabii. Müzik haricinde hayatımızı idame ettirmeye çalışıyoruz. Benim müzikle ilgilenme sebebim biraz da bu hayat mücadelesi sırasında akıl sağlığımı koruma amaçlı. Müzik o anlamda güzel bir kaçış aracı benim için.

Güneş: Hatta ilk öğrenmeye çalıştığımız zamanlarda doğru düzgün enstrümanımız bile yoktu. Müzik dışında hayatımı idame için gerekli maddi yeterliliği sağlamaya çalışıyorum ve Vortex of Clutter dışında başka bir müzik icra etme durumum yok. Sanırım diğer elemanlar da aşağı yukarı benimle aynı durumda. Sadece Zafer’in farklı tarzlarda başka projeleri var.

Zafer: Albümde Othered Lives parçasının altyapılarını hazırlayan Tamer İsli’yle birtakım deneysel projeler içindeyiz. Ayrıca Tamer’in İşteş Gezen Fiiller grubunun iki albümünde yer aldım. Şu adresten benim yer aldığım ya da almadığım tüm eserler indirilip dinlenebilir.

Can: Davul çalmak, temelini sağlam tutarak çalışmak biraz teferruatlı olduğundan başta 5-6 ay süresince ders aldım. Çok uzun süre önceydi. Ondan sonra bıraktım kendim geliştirdim. Başta beni en çok bağlayanlar kesinlikle Death’tir. Ondan sonra Cannibal Corpse ve Lamb of God’dan çok etkilenmiştim… Hatta Death’le ilk tanıştığımda hayatımın en güzel günlerini yaşıyordum.

Furkan: Gittiğim tüm konserlerde en çok dikkatimi çeken hep bas gitar oldu, sonrasında “ben de yapabilir miyim acaba?” diye biraz düşündükten sonra 2-3 ay özel ders alarak başladım, akabinde kendi kendime çalışarak öğrendim ve hâlen öğrenmeye devam ediyorum.

Grubun adını kim buldu ve VORTEX OF CLUTTER temel olarak neyi ifade ediyor?

Zafer: Grubun adını uzun uğraşlar sonucunda ben buldum. Uzun uğraşlar diyorum çünkü grup adı koymak, tarz etiketlemek falan gitar tekniği çalışmaktan daha kasıntı işler. Hepimiz de bu konuda çok beceriksiz adamlarız. Sabah akşam Coroner dinlediğim bir dönemde, “Mental Vortex“ten feci etkilenmiş bir haldeyken, “Vortex’li bir şeyler olsun o zaman” düşüncesiyle bu ismi buldum. Diğerleri de onayladı. Grup adı çok maço olmasın ama kaotik de bir şeyler bulalım mantığından yola çıkılarak oluşturuldu. Temel olarak bu isim, bir grup adamın ne kadar etiket özürlü olduğunu ifade ediyor diyebilirim.

Grupların bir şirketle anlaşmadan ilk albümlerini bedava indirilebilir şekilde internete koydukları bir dönemde, ülkemizden bir grubun yerli bir şirketle anlaşmasının avantajları ve dezavantajları nelerdir? Bu anlaşmanın, albümün ulaşacağı kitle ve grubun vereceği konser miktarına olan olumlu yansıması sizce nedir?

Zafer: Aslında bizim için albümün daha fazla insana ulaşması, yerli veya yabancı şirket anlaşmalarından daha önemli durumda. İnternet bu konuda zaten gereken her şeyi yapıyor. Şirketlerle anlaşmak grubu şarkıları dinletme, yayınlama konusunda daha dikkatli davranmak durumunda bırakıyor. Extreminal ise daha çok distro usulüyle çalışan bir şirket. Yurt dışına takas yoluyla oldukça fazla albüm gönderiyor. Bizim albüm de bu sayede hem yurt içinde hem de yurt dışında hard copy koleksiyoncularına ulaştı. Ayrıca şu sıra Hollanda’dan ufak çaplı bir şirket olan Victory By Fire Records da albümün Avrupa’daki satışını üstlendi. Bunun dışında ben de kendi albümümüzü internetten indirip bakıyorum şarkı sıralaması doğru mu ya da ses kalitesi nasıl diye, hahah.

Güneş: Artık şirketlerin çalışma sistemi albümün telif, kayıt, baskı hatta reklam gelirlerini gruba ödetip, sadece dağıtımı kendi üstlenmesi şekline dönüştü. Türkiye’de özellikle telif olayları çok pahalı ve çoğu grubun bu ve diğer masrafları karşılayacak durumu yok. Bu nedenle de Extreminal bizim için daha uygun bir çözüm oldu. Hatta görüştüğümüz yabancı şirketlere bu ülkedeki bu meblağlardan bahsettiğimizde Türkiye’de çok az grup bu masrafları karşılayabiliyordur herhalde dediler.

Politik mesajları olan bir grup olmanızdan mütevellit soralım; şu anki siyasi ortamı nasıl görüyorsunuz? Elbette sayfalarca açıklanabilecek bir şey, ancak politik duruşu olan bir grup olarak en özet şekilde nasıl açıklarsınız?

Zafer: Biz şarkılarda genellikle ülkede gördüğümüz, hayatımıza etki eden sosyal ve siyasal olayları anlatıyoruz. Ancak bu olaylar ve olguların birçoğu dünya siyasi gidişatına da genellenebilir durumda. Hem dünyada hem ülkede öncelikli sorun Kapitalizm. Acilen değişmesi, devrilmesi gerekirken, iktidar tarafından her türlü fanatizmin kitlelere yayılması ve krizlerle daha önü alınmaz bir hale geliyor. Karşısında durduğumuz milliyetçilik, din, militarizm gibi olgular hakim olan kaosun iktidarın istediği şekilde yönlendirilmesine yarayan araçlar. Bugün tartıştığımız bütün popüler siyasi olgular siyasi hegemonyanın kitle kontrol mekanizmaları.

Furkan: Şu an “çoğunluk” tarafından uygulanan ve farkındalık içermeyen, önce çekirdek aile içerisinde başlayarak ilköğretim sürecinde ve sonrasında devam eden, kendi gibi olmayanı ötekileştirme ve manipüle etme çabasındaki zihniyet bence ülkedeki hâlen aşılamamış en büyük sorun. Bir tarafta sözde özgürlükçü fakat Beyoğlu’ndaki masa sandalyeleri, sokaktaki müzisyenleri bile içine sindiremeyen iktidar, diğer tarafta kendi etnik kimliğini bile beyan etmekten sakınan parti başkanına sahip bir muhalefet. Sonuç olarak nereden tutarsanız elinizde kalan bir rejim.

Bazı gruplar, röportajlarda sorulan “Sözler ne kadar önemli?” sorusuna “Müzik kadar önemli” diye cevap verirler. Ama ne hikmetse milyonlarca enstrümantal şarkı olmasına rağmen bir albümde de müziksiz şiir dinlemişliğimiz yok. Siz, politik sözleri olan ve politik duruşa sahip bir grup olarak bu konuya nasıl bakıyorsunuz? Sözlere harcadığınız zaman müziğe harcadığınızın kaçta kaçı?

Zafer: Bizde önce müzikal alt yapı tamamlanır, sonra sözler yazılır. Şu ana kadarki şarkı sözlerini yazan kişi olarak ben de “ikisi de eşit oranda” klişesine girmek istiyorum. Bunun sebebi şarkı sözlerimizde somut olgular ve olaylar hakkında konuşmamız. Bahsettiğimiz konuları şarkıya işlemeden önce üzerinde bir araştırma yapmak gerekiyor ki bu başlı başına çok uzun bir mesele. Konu tespiti, kaynak tespiti, araştırma gibi aşamalardan sonra söz yazılıyor. Albümdeki her şarkı bitirme tezi konusu gibi oldu o yüzden.

Furkan: Sözler bir şarkının ete kemiğe bürünmesini sağlayan etkenlerden biri sonuçta, önemli olan yazdığın şeylerin içerisini ne kadar doldurabildiğindir. Yoksa 3-5 tane korku filmi seyrettikten sonra gayet korkutucu sözler yazılabilir.

Peki ucuz politik sloganlar üzerinden ilerleyen sayısız grubun olduğu metal dünyasında, sözlerini okuyup da “Adamlar lafı koymuş” dediğiniz türde sözleri olan gruplar kimler? Sizce üçüncü dünya ülkelerinden çıkmış ya da genel olarak dertleri olan ülkelere mensup grupların sözlerindeki gerçeklik payı daha mı fazla olur, yoksa bir refah ülkesine ait grup da en iyi şekilde siyasi söz yazıp lafı gediğine koyabilir mi?

Zafer: Dediğin gibi metal dünyasında “işte bu!” dediğimiz sözlere rastlamak çok zor. Kreator zamanında bu işin hakkını vererek yapan gruplardandı. Sözleri şimdi de güzel fakat fazlaca post modern sloganlar üzerinden ilerliyorlar ya da gereksiz oto-sansür uyguluyorlar diyebilirim. Nevermore’un şarkı sözleri favorilerim arasındadır. Warrel Dane’in göndermeleri, edebiyatı ve işlediği konular oldukça etkiliyor beni. Ve tabii Misery Index her türlü candır diyorum. Ben refah ülkelerindeki grupların da 3. dünya ülkesi gruplarının da sosyal ve siyasal olgular üzerinde yazabilmelerini her şekilde samimi bulurum. Birisi kapitalizmin göbeğinde çarpık ve etik olmaktan çok uzak kent ilişkileri etrafında yaşıyor; diğeri ise bu refah ülkelerinin arka bahçesi, sömürü alanı ya da çöplüğü olan ülkelerde… Ben arada bu memnuniyetsizliğin varolması için bir fark göremiyorum. Ancak bu şarkı sözlerindeki genel “fuck the system” tavrından hoşlanmıyorum pek. Bahsettiğin ucuz politik sloganlar o noktada ortaya çıkıyor sanırım. Mesela Irak’tan bir grup çıkıp da “Savaş kötü, bizi çok incitiyorlar, her taraf kan” diyorsa; “Eee nolmuş biz de görüyoruz bunu” dersin. Ama aynı grup çıkıp da doğrudan tarih ve mekân belirterek kuruluş ve şahıslara saldırıyorsa o zaman bana göre yaptıkları iş amacına ulaşmıştır. Yani metalin öcülü böcülü, karanlık yaşam biçiminin zamanında ahlaki toplum yapısını, farkında olmadan da olsa hedef alıp rahatsız edişi gibi insanları rahatsız etmek gerekiyor. Bizim de yapmaya çalıştığımız bu zaten. Olaylara, kişilere, kuruluşlara saldırarak insanları rahatsız etmek istiyoruz.

Gökhan: Gerçekçi olmak ve lafı gediğine koymak bence bireysel farkındalıkla alakalı bir durum. Örneğin Sacred Reich kapitalizmin göbeğinde olmasına rağmen bu işi hakkını vererek yaptı.

Furkan: Ucuz slogan yazmak, biraz kolaya kaçmak gibi geliyor. Rahatsız olduğun durum ile ilgili bodoslama yazmanın o fikirde olan bir insanı gaza getirmekten başka bir işe yaradığını sanmıyorum. Bunun yanı sıra lafı gediğine koymanın yanında tam tersi görüşte olan bir dinleyici üzerinde az da olsa farkındalık yaratabilmek daha önemli.

Büyük kısmı evde de hazırlansa, albüm çıkarmak külfetli bir iş. Siz, bu tarz bir işe girişmeye hazırlanan gruplara, harcamalarını azaltmak adına ne gibi şeyler önerirsiniz? “Şunu şöyle yaptık ve sonradan gereksiz yere para harcadığımızı anladık, ikinci albümde öyle yapmayacağız” dediğiniz şeyler var mı?

Zafer: Kesinlikle kayıtlarda arkadaş, dost olayına girmemek lazım. Planladığınızdan çok daha fazla para verdiğiniz gibi istediğiniz sonuca da ulaşamıyorsunuz. Biz kayıtlar bittikten sonra bütün albümü çöpe atıp yeniden kaydetme noktasına kadar geldik. İstediğimiz profesyonelliği çalışmaların ortasından sonra yakalayarak ivmeyi yükselttik. Ben kendi adıma özellikle enstrüman tonlaması adına daha dikkatli davranmayı planlıyorum. Ayrıca vokal kayıtlarından da konserde aldığımız ruhu ve performansı alamadık bu da kayıt ve prodüksiyon aşamasında birden fazla kişi değil de tek kişiyle tek mekânda aynı ekipmanlarla çalışmamız gerektiğini öğretti bize.

Furkan: Doğru kişiyle, ekipman konusundaki eksiklikleri tamamladıktan sonra, acele etmeden planlanan kayıt takvimine tamamen uyarak hareket edilmesi hem sağlıklı sonuç almak için hem de harcamalar konusunda işi epey kolaylaştıracaktır.

Türkiye’de metal icra eden bir grup kurmak, maddi anlamda getirisinden ziyade götürüsü olan bir şey. Bu da olayın manevi tatminini daha bir ön plana çıkarıyor. Böyle bir ortamda bir metal grubu için en büyük manevi doyum sizce nasıl sağlanır? Verdiğiniz konserlerin doluluğu sizi mutlu etmeye yeter mi? Çok sevdiğiniz büyük bir grubun altında çıkmak, yahut büyük bir festivalde sabahın 11.00′inde güneş altında hatırı sayılır miktarda seyirciyle karşılaşmak, tüm emeklerinizin bir yere vardığını görmenize yeter mi? Bunlar dışında ne gibi pozitif geri dönüşümler almayı umarsınız?

Gökhan: Benim için beşimizin bir araya gelip çalması bile yeterli bu doyum için. Sadece provalarda çalabileceğimi bilsem de isteyerek yapardım sanırım. Bununla birlikte kalabalık seyirciye çalmak, sevdiğimiz grupların altında sahne almak, şarkılarımıza eşlik edilmesi kesinlikle çok büyük bir haz verir ama olmaması var olan memnuniyetimizi aşağıya çekmez.

Zafer: Çaldığımız mekânın doluluğu ya da çaldığımız saat pek önemli değil. Ben sahnede zıplamayı hoplamayı ve headbang yapmayı çok seviyorum. Bana eşlik edecek bir güruh olsun yeter. Şarkılarımızı bilen, bize eşlik eden, bizle birlikte azan bir seyirci görmek her grup gibi istediğimiz yegâne geri dönüştür sanıyorum.

Furkan: Tıklım tıklım dolu bir mekânda donuk bir kalabalığa çalmaktansa 10-15 kişilik azgın bir seyirciye çalmak daha keyif verici tabii ki.

Can: Bu müziğin samimiyeti ve tutkusu da burada ortaya çıkıyor aslında. Bize maddi pek bir katkısı yok, aksine sürekli prova yapıp para harcıyoruz. Üstelik gürültülü bir müzik. Leş gibi terletiyor adamı. Böyle pis bir şey yani. Ama bunlara rağmen yapmak istiyoruz. Kesinlikle headbang yapan insanların olması, takip edenlerin olması tatmin eder bizi. Özellikle bizim grupta evli ve nişanlı adamlar çalıyor yani onlara biraz saygı duymak gerekiyor.

Konser mekânları veya genel olarak konserler konusundaki en büyük sıkıntılarınız neler? Bizi çok şaşırtacak bir konser anınızı anlatın gibisinden geyiklikler yapma niyetinde değiliz ama mümkünse bizi çok şaşırtacak bir konser anınızı anlatın.

Gökhan: Direk bizimle ilişkili olmasa da “konserler” ile ilgili en büyük sıkıntılardan biri de organizasyonlarda eş-dost mantığıyla grup belirleme durumu. Günlük gelen yabancı grupların altında çıkan gruplardan tutun da açık hava festivallerine kadar hepsinde mutlaka müzikal olmayan bazı önceliklere göre gruplar belirleniyor.

Zafer: Konser mekânları konusundaki en temel sıkıntı sanıyorum ülkedeki diğer tüm gruplarla aynı: “Ne çaldığımızı duymak istiyoruz!” Hatta daha fenası izleyicinin ne çaldığımızı duymasını istiyoruz! Ayrıca daha fazla mekân ve daha kaliteli lokal organizasyonlar olmalı.

Konser değil de konser sonrası anısı olarak; konserde satılan albüm parasıyla midyeci tezgâhını kapatışımız feciydi.

Furkan: Ses problemleri ile beraber soundcheck için yeterli zamanın olmayışı en büyük sorunumuz. Yerli grupların çoğunda olduğu gibi kendini duymadan çalmaya alışmış olduğumuzdan çok dert etmeden elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz.

Sahnede bir çok aksaklık olur pena düşer, jack çıkar vs. ama bizim için önemli ve epey kalabalık olan ilk açık hava konserinde en olmadık yerde gitar askımın çıkması en ilginç ve korkunç olaydır benim için. Neyse ki düşmek üzereyken tutmuştum.

İnanmayanlar için;

Ülkemizdeki gruplar arasında kendi sound’unu oluşturmuş ve ismi verilmeden yeni bir şarkısını duyduğunuzda “Bu X” diyebileceğiniz gruplar var mı? Varsa kimler?

Zafer: Chopstick Suicide, In Spite

Furkan: Pentagram, Chopstick Suicide, Soulitary

Can: Bu o grup diyemem ama çok beğendiğim Freedom Gray var.

Daha önce başka yerli gruplara da sormuştum, herkesçe bilinen bir örnek olduğundan kelli size de sorayım. Muhammed Suiçmez Türkiye’de doğmuş, Almanya’yla hiçbir alâkası olmayan bir insan olsaydı ve NECROPHAGIST’i burada kursaydı, NECROPHAGIST şu anda olduğu yerde olabilir miydi? Türkiye’den çıkmış olmanın, yetenekleri sonsuz bir müzisyene/gruba yönelik olumsuz etkileri nelerdir?

Gökhan: İhtimal azalsa da şu anda bulunduğu yerde olabilirdi tabii. Bu ihtimalin azalması durumunu milliyete bağlayanlar var muhakkak ama ben ondan ziyade müzik piyasasıyla ilgili bir durum olduğunu düşünüyorum. En basit örnekle ülkemizdeki stüdyo profilini düşünün; İstanbul’da bile çok az sayıda yetkin stüdyo var. Ülke geneli olarak kıyaslandığında çok daha içler acısı bir durum ortaya çıkıyor ki bu da ihtimali doğrudan azaltan unsur bence.

Güneş: Bence Muhammed Suiçmez bu ülkede doğmuş ve büyümüş olsaydı, şu anda olduğu yerin yakınında bile olamazdı. Hatta belki Necrophagist’i bile kuramayabilirdi. Bence bu ülkede bir müzisyen, çok yetenekli bile olsa, hayatını sürdürecek maddi geliri elde etmek istiyorsa yapamayacağı tarzların en başında metal gelir.

Zafer: Necrophagist’i bilmem ama ülke dinleyicisi olarak kendi gruplarımıza gösterdiğimiz aşırı övme haliyle; aşırı ön yargılı yaklaşıp yerin dibine sokma halinin arasında bir kıvam tutturabilirsek grupların çıkardığı işlere daha objektif yaklaşabiliriz sanıyorum. O zaman da ülkeden kayda değer işler çıktığını görürüz gibime geliyor. Onun dışında grupların büyümesi elbette ki maddi yeterlilikler ve bu ölçüde doğru bağlantılarla oluyor. Suiçmez gerekli şartları sağlasaydı yine de olduğu yerde olabilirdi bana göre…

Özellikle thrash ve death metaldeki retro rüzgârı hakkında ne düşünüyorsunuz? Yeni fikir bulmak bu derece zorlaştı da mı gruplar eskiyi yenileyen müzikler yapmaya başladılar? Diğer yandan GHOST gibi yine damardan retro olup da James Hetfield tarafından bile “taze bir nefes” olarak nitelenen gruplar olmasını nasıl karşılıyorsunuz?

Zafer: O retro rüzgârı dozunda güncelleyen gruplar götürüyor bence. Yani dinlediğinizde o eski havayı hissediyorsunuz ama aynı zamanda günümüzün müzikal alt yapılarından da izlere rastlıyorsunuz. Bu bence retro bir hadiseden daha öte metalde yeni bir müzikal etkileşim şekli. Ha onun dışında kot yelekli ve bullet belt’li milyon tane grup var adını bile bilmediğim. Ghost’un azılı fanlarından biriyim. Ancak müzikal olarak metale yeni bir şey kattıklarını söyleyemem. Ghost bence Hetfield’ı King Diamond fanı olduğu gençlik yıllarına götürdü.

Altında çalmayı en çok isteyeceğiniz gruplar kimler?

Zafer: Misery Index, Kreator, Revocation, Gorod

Furkan: Opeth, Quo Vadis

Güneş: Misery Index, Kreator, Revocation, Gorod, The Faceless.

Can: Quo Vadis.

İkinci albüme dair çalışmalarınız başladı mı? İlk albümde ders alma olarak gördüğünüz ve ikinci albümde değiştirmek veya daha iyi yapmak istediğiniz şeyler var mı, varsa bunlar neler?

Zafer: Sırada bir single çalışmamız var. Çok sevdiğimiz bir Bandista şarkısını alıp thrash alt yapılarıyla tekrar kaydettik. Vokallerde Bandista da bize eşlik edecek. Henüz vokal kayıtları tamamlanmadığı için ortaya nasıl bir şey çıkacak bilmiyoruz ama tarzımızın biraz dışında olacağı kesin. Daha sonrasında bir EP var 4 şarkılık, şarkılar hazır halde kaydedilmeyi bekliyor. Böyle bir plan çizdiğimizi gören herkes; “albümü yeni çıkardınız, arkanızdan atlı mı kovalıyor?” diye soruyor ancak maalesef Türkiye’de metal yaparken başınıza ne geleceği belli olmaz. O yüzden herkes sağ salim gruptayken elimizden geldiğince üretken olalım istiyoruz. EP’den sonra albüm için çalışmalara başlayacağız.

Güneş: EP’deki şarkılar teknik açıdan seviyesi yükselmiş şarkılar olacak. Hatta şarkılardan birinin sözleri Türkçe olacak.

2011 içerisinde en çok dinlediğiniz albümler ve yeni keşfettiğiniz gruplar kimler? Ek olarak son yıllarda metale dair en büyük hayal kırıklıklarınız, sizi üzen dağılmalar, umduğunuzu bulamadığınız albümler hangileri?

Gökhan: Gönül Morbid Angel – “Illud Divinum Insanus” demek isterdi ama büyük bir yalan olur. Sanırım Misery Index – “Heirs to Thievery” ve Deicide – “To Hell With God” en çok dinlediğim albümler. Son zamanlarda Origin – “Entity” ve Aeon Of Horus – Exile EP’si oldukça keyifle sıklıkla dinlediklerim arasında.

Can: Ben bu yıl gene deli gibi Gojira dinledim. Misery Index’in “Heirs To Thievery”si ve Atheist’in “Jupiter” albümünü çok tuttum. The Haunted’ın “Unseen” albümü daha önceki birkaç albümünde olduğu gibi beklenilen thrash soundunu vermedi ama kendi içinde hoş bir albüm bence.

Furkan: Mümkün olduğunca yeni gruplar dinlemeye çalışıyorum Myrath – “Desert Call” bu sene keşfettiğim ve en çok dinlediğim albüm oldu. Warbringer, Mastodon, BTBAM, Karnivool, Nevermore, Jungle Rot, Revocation, Misery Index, Atheist bu yıl içerisinde fazlaca dinlediğim gruplar. Unirock festivalinde Opeth ve BTBAM iptalleri ise en çok can sıkan olay oldu benim için. Opeth – “Heritage“ı ise heyecanla beklemekteyim.

Zafer: Bu yıl en çok Gorod dinledim ben. Son yılların en baba death metal grubudur kanımca. Septicflesh – “The Great Mass“, Misery Index’in “Heirs to Thievery” albümü ve Origin – “Entity” de en çok dinlediğim albümler arasında. Bu sene aldığım en kötü haber ise tabii ki Nevermore’un dağılması gibi olan ama tam ne olduğu belli olmayan durum. Ayrıca Unirock’ta BTBAM iptali yıktı geçti.

Güneş: Gorod, Revocation ve Misery Index diyebilirim. Zafer’in de dediği gibi en üzücü olay da Nevermore’un içinde bulunduğu durum.

Ülkemizdeki metal basınını nasıl değerlendiriyorsunuz? Forumların eski cazibesini kaybetmesi ve internetin yaygınlaşmasının bir getirisi olarak araştırmacı ve müziğe odaklı insan sayısının artmasıyla, eskiye oranla bir düzelme var mı sizce, yoksa hâlâ aynı tas aynı hamam mı?

Furkan: Bulunduğumuz noktadan sosyal bir tespit yapabilmek epey zor ama forumların yerini artık facebook, twitter gibi yerler aldı ve değişen çok fazla şey yok. Zihniyet aynı kaldığı müddetçe bilgiye ne kadar kolay ya da çabuk ulaştığının pek bir önemi yok.

Güneş: Ama yine de üllkedeki metal basını bazı noktalarda eskiye göre çok daha iyi durumda. Ülkemizde de aslında genel anlamda diğer ülkelerdeki sorunlar hâkim. Eski haliyle metal müziği tüm popüler olan tarzların dışında görebilirdik. Fakat günümüzde metal müziğin içindeki tarzlar arasında da bir popülarite durumu var. Bazı tarzların çok popüler olması ve ülkemizdeki metal basınının maddi anlamda getirisi daha yüksek olduğu için bu gruplara yer vermesi bizi rahatsız eden bir durum.

Sorularımız bu kadardı, son sözleriniz alalım. Umarız grup olarak her şey istediğiniz gibi gider ve uzun yıllar sizi dinlemeye devam ederiz.

Zafer: Soru kalitesi için özellikle teşekkürler. Biz de umarız uzun yıllar kendimizi müzik yaparak ifade etmeye devam ederiz. Grupla ilgili tüm gelişmeleri web sitemizden takip edebilirsiniz. Ayrıca şarkı sözlerimizi de Türkçe / İngilizce olarak yine siteden okuyabilirsiniz.

Furkan: Röportaj için gerçekten teşekkürler. Yaşlanıyor olmamıza rağmen gücümüz yettiği kadar yine buralarda olacağız.

Zafer: Ben yaşlanmıyorum.

Röportaj
Ahmet Saraçoğlu

etiketler:
  Yorum alanı

“VORTEX OF CLUTTER” yazısına 8 yorum var

  1. frat says:

    ahah ben yaşlanmıyorum cümlesi çok güzel olmuş sonda :D

  2. like fire says:

    Baştan sona sabırla okudum. Midye olayı iyiymiş. Bir sonraki albümünüzde midyeci esnafının sorunlarına değinmenizi bekliyorum.

  3. Röportajda “In Spite” ve “Freedom Gray” görmek , midye anısı , grup elemanlarının samimi cevapları ve soru kalitesiyle gerçekten güzel bir röportaj olmuş ! Emeği geçenlere selam ediyorum !

  4. spelunker says:

    bir dikişte içilen su gibi, tadı damağımda kaldı. güzel, akıcı , akıllı bir röportaj, teşekkürler

  5. Aeonian_Lich says:

    Güzel bir röportaj olmuş. İki taraftan da emeği geçenlere teşekkürler. Aşırı övme ve yerin dibine sokma olayı, dost ayağına grupları kayırma ya da büyük grup altında çıkarken tanıdıkların ayrıcalıklı konuma getirmeleri tespitlerine tamamen katılıyorum. Sonraki ben yaşlanmıyorum sözü de tebessüm ettirdi. :)

  6. Erol Toksoy says:

    Ben bu müzik türünden hiç hazzetmesem de arkadaşların ecnebi benzelerinden hiçbir eksiğini göremedim. Hafiften hoşuma da gitti madem brutal grindal vs vokaller yeni nesil tarafından beğeniliyor türklerde gırtlağın kralı var. ritmler ataklar vs de ecnebilerden eksik değildi söylediğim üzere.

  7. Ertuna Yavuz says:

    ben grafikten falan hiç anlamam da yukarıda yapılan grafikler bilmiyorum cover artwork olarak kullanıldı mı ama çirkin bir pürüzsüzlük havası var, düşük bütçeli türk korku filmlerini andırıyor itici buldum.

  8. özgür says:

    an itibari ile yön radyo’da canlı yayında grubun tamamı. albümden şarkılar çalınıyor muhabbet ediliyor.

    http://www.yonradyo.com.tr/

Yorum Yazın

*

"Yaptığım yorumlarda fotoğrafım da görüntülensin" diyorsan, seni böyle alalım.
Pasif Agresif, bir Wordpress marifetidir.